PKK Merkez Komite üyesi Muzaffer Ayata, Erdoğan’ın iç ve dış siyasette izlediği stratejinin AKP’nin değil Ergenekon’un belirlediği strateji olduğunu söyledi. Ayata, “Erdoğan’ın geldiği çizgi, kontrgerillanın Kürtleri tasfiye çizgisinin militanca uygulamasıdır” diye konuştu.
Türkiye-Rusya ilişkilerini değerlendiren Ayata, “Erdoğan ‘gerekirse bir daha uçak vururuz!’ derken şimdi peş peşe özür mektupları gönderiyor. Rusya ve İsrail’e yalvar yakar oldu. Çünkü Kürtlere savaş açtı ama kazanamadı. Çöktürme Planı da sonuç vermedi. Rojava’da ise Kürtleri durduramadı. Bu, AKP’de büyük paniğe neden oldu” dedi. Ayata, İstanbul’daki saldırısıyla DAİŞ’in Türkiye’ye karşı tavır değişikliğine gitmiş olabileceğine dikkat çekti.
Yaklaşık 7 aydır Türkiye ile Rusya arasında ciddi bir gerginlik vardı. Türk hava sahasına girdiği iddiasıyla Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesi sonrası tümden ilişkileri koptu. Erdoğan’ın ‘özür mektubu’ sonrası yeniden bir görüşme trafiği oldu. Bu süre içerisinde ne ya da neler değişti de bugün AKP Rusya’ya yakınlaşmak, yeniden ilişkileri normalleştirmek için büyük bir çaba harcamak zorunda kaldı?
Kürdistan’daki savaş çok kritik, tarihi bir süreçten geçiyor. Bütün Ortadoğu’yu ilgilendiriyor. Türkiye geleneksel Kemalist politikadan saptı. Klasik Kemalist politika, devlet olarak Ortadoğu sorunlarına çok bulaşmıyordu; NATO içindeydi, yönünü batıya vermişti. Ortadoğu’da hep bir karmaşa ve sorunlar ola geldi. Fakat Kürt sorunu Türkiye’nin eksenini kaydırdı, dengesini bozdu. Güney’deki oluşumu engelleyemediler. Türkiye Irak müdahalesi öncesi Mart tezkeresini kabul etmeyince, Amerika Irak’ta Federasyon kuruluşunu desteledi. Türkiye buna müdahil olamadı.
Suriye’de de Irak’a benzer bir durum ortaya çıkınca Türkiye paniğe kapıldı. Bir de AKP’nin kendine göre Mısır’dan, Libya’dan çıkardığı sonuçla Suriye’nin hemen dağılacağını hesapladı, “O zaman biz inisiyatif alalım” diyerek alelacele Suriye savaşını kışkırttı, çete gruplarını silahlandırdı ve onlara sınırlarını açtı. Bütün derdi Suriye’de Kürtlerin statü kazanmasını engellemekti. Fakat bunlar da olmadı. Kürtler ne Arap milliyetçiliğinin ne darmadağın muhalefetin arkasına takıldı, ne de rejimin arkasına takıldı. Kendi inisiyatifleri ve kendi özgün siyasetiyle örgütlendiler, kantonlar ilan ettiler ve kendi kendine yetecek hale geldiler. Suriye’nin en istikrarlı ve en demokratik yapısını oluşturdular.
Türkiye bunun karşısında DAİŞ’i Kürtlere karşı kullandı. Bütün dünya DAİŞ’ten rahatsız olunca, oluşan uluslararası koalisyona Türkiye girmedi. Çünkü DAİŞ’le hem zihniyet ortaklığı hem de “Suriye’de kim olursa olsun yeter ki Kürtler söz sahibi olmasın” mantığı hakimdi. İçeride PKK’yi oyalayarak, ateşkes sürecini suiistimal ederek her türlü karanlık planın içerisine girdi. Ama sonuç olarak bu politikalarının hiçbiri tutmadı.
Rusya’da Suriye’de rejimi destekleyip sürece aktif müdahil olunca da son olarak Rus uçağını düşürdüler. Hedefleri NATO’yla Rusya’yı karşı karşıya getirmek, Suriye rejimini ‘Türkmen Dağı’ denen bölgeyi ele geçirmesini önlemek ve o koridorun sürekli açık kalmasını ve Türkiye’nin oradan DAİŞ ve diğer çete örgütlerine desteğini sürdürmek istiyordu. Çünkü o bölgeler de düşse Türkiye’nin o örgütlerle bağı kalmayacaktı.
Bir uçağı düşürmek çok ağır ve düşmanca bir durumdur. Rusya da ona göre tepki verdi. Rusya’yla savaş halinde değillerdi. Birkaç saniyelik sınır ihlalinden ülkeler birbirinin uçağını düşürmüyorlar. Burada bir niyet vardı ve Rusya’da buna göre sert tepki gösterdi.
Sonuç itibariyle, bu oyunlar da tutmadı. Hatta daha kötü oldu. DAİŞ daha fazla sıkıştı, Cerablus-Azez’in özgürleştirilmesi gündeme geldi. YPG’ye olan desteğin önüne geçemedi. AB’yle ilişkileri bozuldu ve Erdoğan bunu açık da söyledi: “Siz benden kurtulmak istiyorsunuz!” dedi.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da savaş tırmandı. Türkiye, tarihinin en büyük savaş suçlarını işledi. 10’a yakın şehri yaktı-yıktı, tankları soktu. Binlerce insan tutuklandı, parlamentodan milletvekillerini attırma kararı aldı, şimdi belediyelerine el koyma kararı alıyor. Bir bütün Tamil Kaplanlarına yapılan imha konseptini hazırlamışlardı ve bunu uyguladılar. Bundan da sonuç alamadılar. Türk ordusu, AKP ve devletçi kesim paniğe kapıldı.
Yeniden şekillenen Ortadoğu’da “Kürtler meşruiyet kazanıyorlar, savaşta da yenemiyoruz. Dünyada prestiji ve kitle tabanı artıyor. O zaman bunu durduralım. Bunu da ancak savaşla durdurabiliriz” diyerek 24 Temmuzda saldırıya geçtiler. Bütün saldırı, tutuklama, katliamlara rağmen PKK ve gerilla karşısında bir üstünlük elde edemedi. İçeride ve dışarıda AKP giderek yalnızlaştı; MHP’ye sarıldı. AKP, Ergenekoncularla ve çeşitli mafyacılarla birleşti. CHP’yi ise ordu bu sürece kattı. Kılıçdaroğlu’nu da hizaya getirdiler. Kılıçdaroğlu Erdoğan’a “diktatör” diyordu ama en kritik noktada diktatörün önünü açacak destek veriyor. Türkiye’de bir suç koalisyonu oluştu.
Erdoğan giderek diktatörlüğe yöneldi, önünde duran bir güç kalmadı. Şuanda Kürtlerin direnişi dışında bir güç de kalmamıştır. Şimdi HDP’yi atarak tamamen Erdoğan’ın denetimine girmiş bir parlamento öngörüyorlar.
Türkiye’nin en pespaye, vurguncu, talancı, açgözlü, sonradan görme, bütün İslami değerlere ihanet etmiş, ırkçı faşist bir güruh ortaya çıktı.
Erdoğan’la birlikte AKP’yi kuran kimse de kalmadı. Aslında ortada AKP diye bir parti kalmadı. Erdoğan’ın emir ve talimatlarını uygulayan bir insan yığını oluştu.
Şu sonuca mı ulaşmalıyız, Erdoğan’ın iç ve dış politikasını belirleyen Kürt düşmanlığı mı?
Evet, içte-dışta şuan ona kilitlendi. Onun için kısa sürede Rusya’nın ayağına gitti. Paniğe kapıldılar.
Paniğin nedeni neydi?
“İçeride PKK’yi yenemiyoruz. Rojava’da Kürtleri durduramıyoruz. Rusya’yla ilişkilerimiz bozuldu” demeye başladılar. Daha önce İsrail’le ilişkileri bozulmuştu. İsrail’i ‘terör devleti’ diyorlardı. Sonra her iki güce yalvarmaya başladı. İçeride bütün aydın demokratik kesimlerden aldığı desteği kaybetti, faşistlere sığındı. Muhalefet diye bir şey bırakmadılar, ağzını açanı ‘hain’ ilan edip hapse atıyorlar. Türkiye toplumu bastırılmış ama alttan alta da kaynayan bir kazan durumuna ulaştı. AKP’nin de desteğiyle DAİŞ de Türkiye’nin her yerinde örgütlendi. Şimdi ise DAİŞ Türkiye’de büyük saldırılar yapmaya başladı. AKP bunun hesabını vermediği gibi bugüne kadar bir bürokratı bile istifa etmedi.
Konu açılmışken, İstanbul’da Atatürk Havaalanı’na yapılan saldırı, önceki DAİŞ’in yaptığı söylenen saldırılardan farklılıkları var. Bu farklılıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Binali Yıldırım, “düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı çoğaltacağız” demişti. Peki, düşmanların kim? Baş düşmanın kim? Görülüyor ki, baş düşmanları Kürtlerdir. Şuan Türkiye’nin savaş halinde olduğu tek kesim Kürtlerdir. Erdoğan herkesi kabul ediyor, hatta DAİŞ ve El Nusra’yı da kabul ediyor, tek düşmanlığı, klasik tarihsel Kürt düşmanlığıdır.
Onun dışındaki güçlere karşı olabildiği kadar kimliksiz, tavizkar, adeta yalvararak ayaklarına giden bir pozisyona düştüler. Erdoğan Rusya’ya “gerekirse bir daha uçak vururuz!” derken şimdi peş peşe özür mektupları göndermeye başladı. Çünkü içeride Kürtlere karşı savaşıyor ama savaşı kazanamadı ve hesapları tutmadı. Çöktürme Planı sonuç vermedi.
Öyle olunca hemen İsrail’le ilişkilenme sürecini hızlandırdı. Şimdi zafer gibi yansıtıyorlar da bu ilişkileri bozan kimdi?
Bu propagandayla Türk halkı aldatılıyor mu?
Evet, ortada bir başarı var mı, yok. Bir de ettiği hakaretler, yaptığı tehditler vardı. Şimdi bunların hepsini yuttu. Rusya’ya yalvar yakar oldu, aracılar araya soktu. Kesinlikle yarın Mısır’ın da ayağına gidecekler ki, onlara “darbeciler” diyerek hakaret ediyorlar. Şimdi Kürtlerle, PKK’yle ilişkiye geçme ihtimali olan kim varsa alelacele oraya koşuyorlar. Tıpkı 1998’de Önder Apo Ruya gittiği dönem gibi. Mavi Akım projesini kabul ettiler. Dünya Bankası Rusya’ya krediler verdi... Halbuki Rus Meclisi Duma Başkan Apo’ya iltica hakkı vermişti. Bütün hukuku, ahlaki ölçüleri çiğneyerek, tavizler vererek komployu gerçekleştirdiler. Şimdi benzer bir manzarayla karşı karşıyayız.
DAİŞ de şimdiye kadar kimlere saldırdı: Amed’te HDP mitingi, Suruç’ta sosyalist-devrimci gençlere, Ankara’da barış talepçilerini, İstanbul’da bir grup Alman, İsrailli öldürüldü. Yani hep Erdoğan’ın rahatsız olduğu, bastırmak istediği muhalif kesimleri vurdu. Ve bu eylemlerin hiçbirini DAİŞ resmi olarak üstlenmedi. Çünkü Türkiye, sınırlarını DAİŞ’e açtı. DAİŞ Türkiye içinde örgütledi ve MİT’in denetiminde bir Türk DAİŞ’i oluşturuldu. Bunlar hepsi biliniyordu ve tümü basına da yansıdı. Şimdiye kadar Türkiye ve AKP hedef alınmadı. İlk defa İstanbul’daki eylem tavrın değiştiğini gösterdi.
Türkiye’de bunu sorgulayabilecek kimse de kalmadı. Erdoğan’ın eski arkadaşları bile ağzını açamaz hale geldi.
Bu tavır değişikliğinde Türkiye-Rusya ilişkilerinin payı olabilir mi?
Rusya’yla ilişkiden çok, sanırım DAİŞ, Türkiye’nin onları satacağını anladı. Türkiye Suriye’deki savaşı olabildiği kadar sulandırdı. DAİŞ’in üzerine gidilmemesi için batıyı, Amerika’yı ve Rusya’yı oyaladı. Fakat artık elinde bir şey kalmadı. Kürtler harekete geçti. Amerika Kürtlere desteğini kesmedi. Şimdi süren Minbic operasyonu ve Rakka hedefi var. Türkiye’de gönderdiği kontr-gerilla çetelerle bu işin olmayacağını anladı. Onun için yönünü Rusya ve etkisi olan devletlere döndü. Esad’ın kendisiyle de görüşmeye başladılar. AKP yetkilileri açık olarak “Esad’la çelişkimiz ne olursa olsun, Kürtler konusunda aynı düşünüyoruz” dedi.
Böyle olunca, DAİŞ terk edildiğini, Türkiye sınırlarının kendisine kapatılması tehlikesi olduğunu gördü. DAİŞ şimdiye kadar Türkiye üzerinden beslendi, donanımı sağladı, militan akışını sürdürdü. Ve bir yerde artık Türkiye’yi hedefledi. Artık bir yönüyle hesaplaşma ya da bir uyarı olarak bu İstanbul saldırısını değerlendirmek lazım. Önceki saldırıları AKP-Erdoğan sulandırmak istedi. Ankara’da yüzden fazla insan katledildi, Erdoğan “kokteyl örgüt” diyerek açık bir katliamı sulandırmaya, DAİŞ’in adını ağzına almamaya özen gösterdi.
En tehditkar, hakaretvari söylemlerle PKK düşmanlığını dünya gündeminde tutarken, DAİŞ’e olabildiğince dokunmadılar.
Türkiye hiçbir yerden istediği desteği alamadı. Davutoğlu, Kürtlere karşı savaşta destek almak için Tahran’a koştu. Cezayir’de Esad rejimiyle görüştüler...
Davutoğlu’nun diplomaside ‘sıfır sorun’ politikası sıfır başarıyla mı sonuçlandı?
Tarihinin en izole dönemini yaşadı. Türkiye hiç olmadığı kadar Amerika’yla, Avrupa’yla, Rusya’yla, İran’la, İsrail’e ve diğer bölge devletleriyle karşı karşıya gelmemişti. Türkiye’nin dengesi bozuldu ve ve bunun da temel nedeni Kürt düşmanlığıydı. Kürt sorunu çözemeyen bir Türkiye tüm temel niteliklerini kaybetmesiyle sonuçlandı. Örneğin, Türkiye Batıyla mülteciler üzerinden batıyla çok kirli pazarlıklar içerisine girdi.
İngiltere’nin AB referandumunda ‘evet’ciler de, ‘hayır’cılar da Türkiye’nin AB’ye girişinin karşıtlığı üzerinden propagandalarını yürütmesi de bu pazarlıkların bir yansıması mı?
Türkiye’nin Avrupa’da imajı çok kötüdür. DAİŞ’le anılır, Suriye’de savaşın uzamasına neden olan, katliamlara ortak olan, kendi içinde Kürtleri boğan Türkiye’nin AB’deki imajı da buna göre oldu. Bu gerçekleri Avrupa kamuoyu da resmi kurumları da çok iyi biliyor.
AKP’nin bu politikalarıyla bölge giderek istikrarsızlaştı. Savaş derinleşerek yayılıyor. Bu kimsenin kaldıracağı bir yük değildir.
Türkiye için de durum aynıdır. Türkiye’de birçok yönetim oldu. Hiç kimse Erdoğan gibi faşizan bir sistemin üzerine oturmayı başaramadı. İhalelerden çaldıklarıyla büyük bir basın kurarken, diğer tarafta kalan basını ise teslim aldı. Eleştiremez, tartışamaz, sorgulayamaz hale getirdi Türkiye’yi. Örneğin bir Erbakan’da böyle bir şey yoktu. Bu kadar Kürt düşmanlığı yoktu, bu kadar Türk milliyetçiliği yoktu.
Gelinen durumdan Abdullah Gül, Bülen Arınç, Hüseyin Çelik ve diğerleri de sorumludur, suçludurlar. Bu halka verecekleri bir hesapları var. Bu kadar Erdoğan’ın eline her şeyi bırakmaları, kendilerini zavallı, aciz hale getirmeleri ya da “biz AKP’nin birliğini savunuyoruz” demeleri de bu sonucu değiştirmez. AKP’nin birliğini savunuyorlar da Türkiye’nin birliği parçalanıyor. Ülke darmadağın! Her taraftan kan akıyor. Bütün iç ve dış dengeleri, her şey kriz ve savaş üzerinden yürüyor. AKP’yi kuranlar “yolsuzluklara karşı, çözüm-barış-demokrasi olsun” diyerek yola çıktı. Halka da büyük bir yalan söylendi. Demek ki onlar da bu söylediklerine inanmıyormuş. Eğer inanıyorlarsa şimdiki AKP bunların tam tersini yapıyor. Faşizm faşizmdir, haram haramdır. Bunlara şimdi de karşı çıkmaları lazım.
Rusya son altı aydır Türkiye’nin DAİŞ’le ortaklığını tüm dünyaya bir kez daha duyurdu. Bunun için görüntüler, belgeler yayınladı. Uydu görüntüleriyle basın toplantıları yaptı, uluslararası kuruluşlara Türkiye’yi şikayet etti. Rusya, bu kadar DAİŞ’le ortaklığını ispatlamaya çalıştığı bir güçle nasıl bir ittifak geliştirecek?
Devletler böyledir. Egemen siyaset anlayışına ve iktidar zihniyetine ahlakla, hukukla, insani prensiplerle yaklaşmak aldatıcı olur. Kürtler politikasını bu değerler üzerinden yaptığı için, böyle ilişkilenmeler de tuhaf geliyor. Olmayacak dediğin şey anında olabiliyor. Çünkü onlar için esas olan şey çıkarlarıdır.
Türkiye, Rusya’nın istediği noktaya geldi ama Türkiye’yi kim Rusya’nın kapısına götürdü: Suriye’de ve Türkiye’de Kürtlerin direnişi.
Suriye politikası açısından Rusya da zorlandı mı?
Hayır, bu durum Rusya’nın işine geliyor. Türkiye artık Suriye’de Rusya’ya karşı ses çıkaramayacak. Eskisi gibi meydan okuyamayacak! Rusya bir de Türkiye’den ekonomik tavizler alacak. Bu da Rusya’nın çok işine geliyor. Rusya için, “Esad’ın geleceği ne olacak, Kürtlerin hakları ne olacak?” demez. Devletlerin aşırı çıkarcı özelliklerinden dolayı sorunlar köklü şekilde çözülmüyor. Çünkü prensiplerle, ilkelerle sorunlara bakmıyorlar. Çıkar, gizli istihbarati ilişkiler, nüfus alanlarının paylaşımı üzerinden ilişkileri bozuluyor ya da düzeliyor. Kurtlar sofrasında paylaşım savaşı yürütüyor. Rusya da o siyasetin bir parçasıdır.
Rusya tutarlı olsaydı, Başkan Apo oraya gittiğinde Duma’nın verdiği iltica kararına uyardı. Şimdi Kürtlerin güç olduğunu gördü, Kürtlerle diyaloga geçti. Türkiye de sıkıştı ve “aman aman!” diyerek “Siz Kürtlere yaklaşmayın da siz ne isterseniz biz yapalım” diyerek Rusya’ya yalvarmaya başladı. Rusya’nın da canına minnet...
Peki, atıfta bulunduğunuz ‘Kürtlerle Rusya arasındaki diyalog’ nasıl etkilenir?
Rusya kısa bir süre önce dünya kamuoyunu eleştirdi ve Birleşmiş Milletler de “Türkiye kendi içindeki Kürtleri öldürüyor, şehirlerini yakıyor, sessiz kalıyorsunuz!” dedi. Benim tahminim, Rusya bu söylemlerine bundan sonra sahip çıkmaz. Amerika ve Avrupa nasıl kendi çıkarları için Kürtlerin katledilmesine, şehirlerin yakılıp yıkılmasına kayıtsız kaldıysa Rusya da biraz daha sessizliğe gömülebilir. Rusya’nın demokratik bir endişesi kaygısı yok. Onlar da çıkarsal, dönemsel ve taktiksel bakıyorlar. Ortadoğu’nun demokratik güçleriyle stratejik temelli bir ittifaka yanaşmadılar. Rusya, Kürtlerle stratejik bir ilişkiye girseydi Ortadoğu demokratik bir alternatifle tanışama şansı olabilirdi.
Tarihsel tecrübelerinden çıkardığı sonuçla birlikte Kürtlerin Rusya’ya olan ‘güvensiz’ bakışları güçlenir mi?
Kürtler kendi öz gücüne dayanmak zorunda. Bunun temel yolu da örgütlenmektir. Örgütlü olursan, direnirsen hangi güç olursa olsun kaderini olumlu-olumsuz etkilemez. Kürtlerin siyaset yapma, dünyayla ilişkiye girme hakları var. Herkesten çok Kürtlerin buna ihtiyacı var. Çünkü Kürtlerin düşmanları gizli kapaklı birçok görüşme-ittifak yapıyor. Kürtler denklemin dışına itilmek isteniyor.
Bunların tümünü gözeterek, Kürt halkının, öz gücünü ve öz örgütlülüğünü esas alarak, kendi topraklarında direnişlerini büyütmesi gerekir. Amerika ve Rusya başından beri Kürtlere karşı savaşta Türkiye’yi destekledi. NATO tüm tekniğini, modern silahlarını ve istihbaratı Türkiye’ye verdi.
Şimdi Türkiye ekonomik dar boğaz içinde, baş aşağı gidiyor. Rusya’nın yaptırımları kaldırması Türkiye’nin nefes alması anlamına gelecek.
Savaş ve ekonomik sıkışma artık Türkiye’de herkesin hayatını etkiler duruma geldi.
Türkiye halkları bu gelişmelerden nasıl etkileniyor?
Burada en temel sorun da Türkiye’de muhalefetin olmamasıdır. AKP ve Erdoğan’ın yaptıkları herkes açısından bardağı taşırmış. Halkta büyük bir öfke var. Fakat ne yapacağını bilmiyor. Kürtler ateş altında ve her taraftan baskı, terör altında. MHP sonuna kadar savaşı savunuyor.
CHP ise etkisiz ve kimliğini kaybetmiş bir partidir. CHP biraz demokratik bir çizgiyi sahiplenebilseydi, AB’ye girmek, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek, Türkiye’yi AKP belasından kurtarmak, demokratik bir hükümet kurma iddiasıyla kitleleri harekete geçirseydi; emek örgütleriyle, aydınlarla, muhalif basın-yayın kurumlarıyla, Kürtlerle ilişkilenseydi gelinen aşama böyle olmazdı. AKP’nin tabanının tamamı da Erdoğan’a militanlık yapma taraftarı değil.
Erdoğan bundan daha fazla kitle tabanı bulamaz. Ama HDP’lileri meclisten attırırsa, CHP’yi de kadük bırakırsa Erdoğan yarın tek başına diktatör de yaparsın. Hatta bunu seçimle de yapabilir. Erdoğan’ın siyaset yapma tarzı komplo, fırsatçılık, manevra yapma üzerinedir. Erdoğan ve ekibi ağır suçlar işlemiş, büyük yolsuzluklara karışmıştır. Bütün manevraları olabildiğince iktidarda tutunmaktır. Bunun için her türlü faşist ittifaka ‘evet’ dedi. Erdoğan mafya Sedat Peker’le bile ittifak yaptı. Bahçeli’ye düne kadar ‘kafatasçı’ diyordu, şimdi onunla aynı çizgiye gelmiş. Ergenekoncularla can ciğer oldu.
Tam burada, AKP’nin yeni diplomasisini belirleyenin Ergenekoncu olarak bilinen Vatan Partisi’nin olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, bu stratejiyi Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ televizyonlardan açıkladı. Dedi ki, “Kürtlerin önünü mevcut politikalarla kesemezsiniz. Önce İran ve Türkiye birlik olmalı. Özellikle Güney Kürdistan’ın devlet ilan etmeyi bu iki güç durdurabilir.” Diğeri, “Suriye politikamız yanlıştı. Artık orada desteklediğimiz gruplarla bir sonuç alamayız... Rusya’yla sorunumuzu çözmemiz lazım” dedi. Bunlar ordunun, Ergenekon’un görüşleridir. Orduda şuan egemen olan kesimler de kontrgerilladır. İlker Başbuğ öylesine konuşmamıştır. Erdoğan’ın “askeri vesayeti kırdık” sözü palavradır. Şuan da borusu öten askerdir.
Erdoğan’ın geldiği çizgi, kontrgerillanın Kürtleri tasfiye çizgisinin militanca uygulamasıdır.
Hareketiniz adına yapılan kimi açıklamalarda Türkiye-Rusya ve İsrail ilişkilerinin ABD ve AB’ye bir şantaj olarak değerlendirildi. Bununla ne denilmek isteniyor?
Avrupa Erdoğan’a tavır aldı. Vize serbestisi konusunda istenilen düzenlemelerin yapılmaması durumunda taviz vermeyeceklerini söylediler. Avrupa ne kadar tutarlı olur ya da ne kadar söylediklerine sahip çıkar, bilemiyoruz. Amerika açısından ise, Türkiye Suriye’de Amerika’yı PYD’den koparamadı. Onun için Türkiye Rusya’yla daha aktif hareket etmeye bakacak. Amerika Esad’ın gitmesinden, Rusya ise kalmasından yana. Esad’a en çok karşı çıkan Erdoğan’dı, “hemen gitsin” diyordu. Bu söylemden vazgeçecekler. Hatta alttan alta Kürt karşıtlığında Esad’la anlaşabiliyorsa Esad’ın kalmasını da isteyecektir.
AKP, CHP ve MHP’yi değerlendirdiniz. Peki, HDP önümüzdeki yakın süreçte nasıl bir politikayla süreçte daha etkili olabilir?
HDP’nin hareket alanı çok daraltıldı. Şuan da saldırılarla savunma pozisyonuna sokuldu. Heryerde saldırı altında. Şimdi en temel kitlesinin olduğu alana girmesi engelleniyor. İl, ilçe yöneticileri tutuklanıyor, belediyelere kayyum adı altında el koyma hazırlığı yapılıyor. Bunun ilanı da yaptılar. Artık Erdoğan’ın HDP’ye ilişkin söyledikleri kuru tehdit olarak kalmıyor; talimattır. Dokunulmazlıkların kaldırılması talimatını verdi, öyle de oldu. Aynı şeyi belediyeler için de yapmak istiyorlar.
Burada HDP de dahil Türkiye’de, Kürdistan’da bütün demokratik güçler, AKP’den zarar gören, demokrasi diye kaygısı olan bütün çevrelerin birbirini daha çok sahiplenmesi gerekiyor. Direnmesi, örgütlenmesi, halkı aydınlatması gerekiyor.
Tavizle, geri adım atmakla faşizm durdurulamaz. Bu çok nettir. Kılıçdaroğlu’nun tavrında da bu görülmüştür. AKP, “HDP’ye destek veriyor” diye üzerlerine gelmesi korkusundan milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırdı. CHP bir teşekkür bile almadın, aynı gün Erdoğan onlara hakaret etti. Erdoğan hala da Kılıçdaroğlu’nu aşağılıyor, CHP’yi teşhir ediyor. Demek ki CHP politikasıyla faşizme karşı durulmaz. Ona karşı barikat kurmak lazım. Türkiye’nin demokratik güçlerinin birbirine ihtiyacı var. Kimsenin kimseyi dışlama diye bir lüksü yok. Türkiye’nin geleceği söz konusu. İnsanlar ölüyor, cenazeler kalkıyor ve ülkede büyük bir yıkım var. Sırf Diyarbakır’a geliyor diye otobüsler taranıyor. Linç girişimleri oluyor. Bu bir iç savaşa gidiştir. Onun için de yaşananlar, herkesin yaşamını ilgilendiriyor.
Kimsenin can güvenliği yoktur. Kimin evinin ne zaman basılacağı belli değildir. Sendikalar darmadağın. Binlerce sendikacıya davalar açılmıştır. En demokratik haklar suç unsuru olmuştur. Bir ülkenin bütün istihbaratı, bürokrasisi kendi vatandaşlarının aleyhine işliyor. Onları nasıl mağdur edeceği, nasıl hapse atacağı, sürgün çıkaracağı üzerine yoğunlaşıyor. Tüm toplum kademelerine, iş hayatına, hatta camilere kadar yayılıyor. Kürtler farklı yerde namaz kılsa dahi suç sayılıyor. Liseli gençler biraz özgürlük isteyince darbeci, hain, gezici olarak lanse ediliyor.
Türkiye’de bir tek demokratik kıpırtıdan dahi rahatsızlık var. Kenan Evren dahi bu kadar baskı uygulamamıştı. Peki, insan hakları nasıl yaşanacak. Farklılıklar kendini nasıl ifade edecek.
Türkiye’de, sizin ‘demokrasi barikatı’ olarak tanımladığınız demokrasi bloğu tartışmaları bir süredir var. Ama böyle bir oluşuma dönük adımların ağır atıldığı anlaşılıyor. Bunun oluşumu önündeki engeller nelerdir?
Öncelikle, çok fazla alışkanlık var. Herkes kendi çevresiyle sınırlıdır. Herkes kendi mahallesindedir. Dağınıklık var. Diğeri devletin baskılarıdır. Kürdistan’da gelişen savaşın yarattığı sert çatışma ortamı da var. Buna öncülük edecek sol-sosyalist kesimler de 12 Eylül darbesinden sonra toparlanamadılar. Sistem içileştiler, normal yerleşik hayata geçtiler. Bütün bunları aşacak bir girişim lazım. 12 Eylül öncesi Türkiye’de bir sol muhalefet vardı, onlar buharlaşıp yok olmadı! Ancak dağınık olunca sistem içinde eriyor. Yeni gençliği ateşleyecek girişim yoktur. Üniversiteler çok durgundur. Yine sendikalar sorunu var. Devlet kendine yakın sendikaları destekliyor ve hormonlu gibi büyütüyor o sendikaları. Hak iş, Türk iş gibi.
Solda biraz umutsuzluk ve kendine güvensizlik gelişti. Tamam, AKP kötüdür, bazıları bizden daha fazla öfkeli, daha fazla AKP’den nefret ediyor. Bizimki ise daha bilinçli bir muhalefettir. Başka kesimler de var. Örneğin güçlü bir alevi muhalefeti potansiyeli var. Fakat mehdi bekler gibi bir duruş var. Eski birikimi olanlar, sorumluluğu olanlar sorumluluk üstlenerek, ayrılıkları değil de ortak yanları öne çıkararak, halka güven vererek, moral değerleri geliştirerek bir girişim başlatmalıdır.
Burada CHP içindeki demokratlar da dahil, liberalleri, dindarları, sol ve sosyalist güçler de dahil, ezilenler, Kürtler bir araya gelirse gerçek Türkiye bu olur. Gerçek Türkiye AKP değildir. Onlar Türkiye’ye kötülük yapıyor. Beyin gücünü heba ediyor. Düşünemez hale getiriyorlar. Milliyetçiliği bu kadar kutsarsan artık halka saldırırlar. Şehirleri yıkıyorlar, evleri yıkıyorlar. Halkın hepsi devlete mi saldırdı, yok. Yapılanlar insanlığa karşı suçtur. Hukuka, dinlere, erdemlere karşı suçtur. Hangi hakla bunu yapıyorlar.
Direnmek bir haktır ve direnerek bu suçlular topluluğuna dur demek lazım. Türkiye kan kaybediyor, artık eskisi gibi bu savaştan sadece Kürtler zarar görmüyor. Tersine Kürtler direnebiliyor. Türkiye halkının çocukları öldürülüyor. Türkiye halkının vicdan sahibi demokrasi güçlerinin tümümün daha hızlı, zamana yaymadan bir demokratik blok içinde birleşmesi gerekiyor.