Baluken: Dolmabahçe de dahil her şey Erdoğan’ın bilgisi dahilindeydi

İmralı heyetinde yer alan HDP Amed Milletvekili ve Grup Başkanvekili İdris Baluken, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki “Dolmabahçe Mutabakatı” polemiğine son noktayı koydu.

İmralı heyetinde yer alan HDP Amed Milletvekili ve Grup Başkanvekili İdris Baluken, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki “Dolmabahçe Mutabakatı” polemiğine son noktayı koydu. Baluken, Erdoğan’ın tüm süreçten ve gelişmelerden başından sonuna kadar haberdar olduğunu söyledi.

ANF’ye konuşan Baluken, Dolmabahçe’deki fotoğraf karesinde görülen oturma düzenine kadar tartışıldığına dikkat çekerek, “Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bizimle bu görüşmeleri yürüten heyetin tamamen bilgisi dahilinde yapıldı” dedi. Ne kadar inkar edilirse edilsin tarihin önünde gerçeklerden kaçmanın mümkün olmadığını hatırlatan Baluken, daha fazla vakit kaybetmeden Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmesi gerektiğini vurguladı.

Çözüm süreci boyunca İmralı heyetinde yer alan HDP Milletvekili İdris Baluken, Dolmabahçe Mutabakatının o gün ortaya çıkmış tesadüfi bir resimden ibaret olmadığının altını çizdi. Baluken, bu mutabakatın aylar süren tartışmalar, çok yoğun görüşmelerden sonra ortaya çıkan bir ortaklaşmanın metne dökülmüş hali olduğunu vurguladı. Dolmabahçe’de verilen fotoğraftaki oturma düzenine kadar her şeyin tartışıldığına dikkat çeken Baluken, “Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bizimle bu görüşmeleri yürüten heyetin tamamen bilgisi dahilindedir. Bugün de yaşanan gelişmeler bizim söylediklerimizin doğru olduğunu ortaya koydu. Kim ne kadar inkar ederse etsin tarihin önünde gerçeklerden kaçmak mümkün olmuyor. O nedenle gerçeklere sırtını dönüp inkarcılık noktasına savrulmak yerine, belki de Türkiye siyasi tarihinin bu en değerli çalışmasını kaldığı yerden devam ettirmek önemlidir” dedi.

Baluken Kürt meselesi çerçevesinde gündemdeki diğer soruları da yanıtladı.

‘AKP HİÇBİR DERS ÇIKARTMADI’

Master Planı kapsamında yer alan kentsel dönüşüm, karakol inşaları, şehir merkezlerinin taşınması gibi başlıkları değerlendiren Baluken, bu girişimlerin soruna hiçbir çözüm getirmeyeceğini vurguladı. Kürdistan’da uzun süredir halkın özyönetim talebine karşı AKP’nin başlatmış olduğu savaşla büyük bir yıkıma neden olduğunu hatırlatan Baluken, durum böyleyken yeni planlamalarla bu yanlış politikalarda ısrar edilmesinin ortaya çıkan siyasi yıkımdan ders çıkartılmadığını gösterdiğini kaydetti. Özyönetim taleplerinin, Kürdistan kentleri başta olmak üzere, Türkiye’nin tamamında yerel demokrasiyi geliştirmeyi ve yerinden yönetim anlayışıyla halkın karar süreçlerine katılmasını esas aldığının altını çizen Baluken, ancak AKP hükümetinin halkın bu talebine karşı “kamu düzeni” adı altında güvenlik politikalarıyla cevap verdiğini belirtti.

Gelinen nokta itibariyle yaşanan yıkımın aynı zamanda hükümetin hem askeri hem de siyasi açıdan büyük bir başarısızlığına işaret ettiğine dikkat çeken Baluken, “Bu genel tablo karşısında hükümetin yeni politikalar geliştirmesi ve yerel karar süreçlerine halkın katılımını sağlayacak mekanizmaları yasal düzenlemeleriyle birlikte hayata geçirmesi beklenirdi. Oysa ki bugün AKP Hakkari, Şırnak ve Diyarbakır’la ilgili hala Ankara’da bir takım planlar tartışıp hayata geçirmeye çalışıyor ve karar alma süreçlerine halkı katmadan sorunu daha da büyütecek birtakım uygulamalar öngörüyor. Bu kapsamda, yıkımların meydana geldiği alanlar için kentsel dönüşüm planlamalarının yapılması, her gün cenazelerin geldiği ve kan aktığı bölgelerin ranta açılması, yine bu bölgelerde özellikle Özel Harp Dairesi’ne bağlı karakolların kurulması, kent merkezlerinin savaşa uygun olacak şekilde taşınmaya çalışılması AKP’nin halkın taleplerine tamamen sırtını döndüğünü gösteriyor” dedi.

‘İSTİŞARE SÜRECİ YIKIMI MASKELEME PLANI’

Baluken, Başbakan Davutoğlu’nun çözüm süreci yerine istişare ismini koyduğu bir süreci devreye sokarak HDP’yi muhatap almama stratejisini yorumladı. Dünyada benzer sorunların yaşandığı bütün ülkelerde muhatapları halkın belirlediğini ifade eden Baluken, “Bu açıdan HDP’nin veya Kürt hareketinin muhatap alınıp alınmaması Davutoğlu’nun veya AKP’li yetkililerin masa başında belirleyebileceği süreçler değildir. Muhataplık 100 yıllık bir meselenin, realitesi 40 yıldır ortaya çıkan bir siyasi mücadelenin sonuçları ile ilgilidir” diye konuştu. İstişare olarak adlandırılan süreçte sadece AKP’ye yakın veya Kürt hareketine karşı olan sivil toplum örgütlerinin muhatap alındığına dikkat çeken Baluken, hükümetin bir çözüm programından çok, kendi yaptıkları yıkımı maskelemenin peşinde olduğunu vurguladı. Baluken, hükümetin 6 milyon oy almış bir siyasi parti olan HDP’yi ve sorunun esas muhatabı olan Kürt hareketini dışlayarak bir yere varamayacağını hatırlattı.

‘HÜKÜMETLE YETKİLERİ YERELE DEVRETMEK KONUSUNU ÇOK TARTIŞTIK’

Çözüm masası devrilmeden hükümet ile hem yerel hem de ulusal demokrasinin nasıl geliştirileceği konusunun kapsamlı bir şekilde tartışıldığını aktaran Baluken, hem yetkileri yerele devretme hem de sivil toplum alanının genişletilmesi hususunda birçok yasal düzenleme hakkında çalışmalar yürütüldüğüne dikkat çekti. “Hükümetin aslında bu sorunun nasıl çözüleceğini çok iyi biliyor” diyen Baluken, “Ama buna rağmen yerel adına kararlar hala Ankara’da alınıyorsa ve hala topluma devletçi bir anlayış dayatılıyorsa, hala halkı küçültüp ceberut devlet anlayışını büyütmek isteniyorsa, burada hükümetin çözüm niyeti yok demektir” şeklinde konuştu.

‘HÜKÜMET GENEL OLARAK KÜRTLERİN STATÜ SAHİBİ OLMASINI İSTEMİYOR’

Bu politikanın Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız olmadığına işaret eden Baluken, hükümetin içerde Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş politikasının Suriye’deki dış politikasıyla doğrudan ilişkili olduğunu ifade etti. AKP’nin Ortadoğu’nun yeni dizaynında Kürtlerin bir statü sahibi olmasını istemediğini vurgulayan Baluken, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu nedenle Rojava’nın özerk kantonlar statüsünü boğmaya, buna paralel olarak da içeride Kürtlerin herhangi bir statü elde etmesini engellemeye çalışıyor. Türkiye içerisindeki savaşın bir başka boyutu da Rojava’da sıkışan IŞİD, El-Kaide, El-Nusra, Ahrar el-Şam gibi Kürtlere karşı savaşan güçlerin de rahatlatılmaya çalışılmasıdır. Dolayısıyla bunları birbirinden kopuk politikalar olarak değerlendirmek mümkün değil. İçeride Kürt halkıyla savaş, dışarda Kürt halkının statüsünü hiçbir şekilde kabul etmeme anlayışı AKP’nin Kürt meselesinde bugün girmiş olduğu çıkmazı gösteriyor.”

‘ESAS SORUN SARAY’IN SAVAŞI DAYATMASIDIR’

Müzakereler başlarken de yürürken de hükümetin bir taraftan görüşme yaparken, diğer taraftan Kürt hareketini tasfiye etmeye çalıştığını bildiklerini aktaran Baluken, “Bunu hem biz hem Sayın Öcalan hem de Kürt hareketi biliyordu. Ancak bizim 2.5 yıllık bu süreçte ısrarcı olmamızın nedeni, barış sürecinin daha çok toplumsallaşmasını ve bu süreçte oluşan toplumsal dinamiklerle belli bir noktadan sonra hükümetin tekrar bir savaşı dayatacak bir noktaya gelememesini sağlamaktı. Bu konuda çözüm süreci boyunca son derece olumlu sonuçlar da ortaya çıktı, örneğin süreç başlamadan destek yüzde 30’ların altındayken, süreç başladığında destek yüzde 70-80’lere vardı. Bir yönüyle devlet ve toplum kalıcı barışa hazırlanmış oldu. Biz zaten bunun bilinciyle hareket etmiştik. Ancak esas sorun, toplumun barış istemesine rağmen, Saray’ın savaşı dayatmasıdır. Siz yüzde 70-80 barışı isteyen bir topluma karşı savaşı ve çözümsüzlüğü dayatıyorsanız, orada kendi pozisyonunuzu ve samimiyetinizi ele veriyorsunuz zaten” dedi.

AKP’nin HDP’yi ve Kürt hareketini devre dışı bırakma planlarının sonuç vermeyeceğini vurgulayan Baluken, hükümetin de bunu zaten çok iyi bildiğini belirtti. Türkiye hükümetinin ve devletinin bağımsız gözlemci olarak yer aldığı, Filipinler devleti ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MİLF) arasındaki barış müzakerelerini örnek veren Baluken, dünyanın birçok yerinde bu tarz meseleler nasıl çözüldüyse Kürt meselesinde de halk tarafından belirlenmiş gerçek muhataplarla müzakereler yapılmadan çözüm gelmeyeceğini hatırlattı. Baluken, AKP hükümetinin Türkiye halklarına korku objesi olarak lanse ettiği demokratik özerklik talebinin çözüme katkı sunacak bir realite olduğu hususunun, Filipinler ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasında yapılan özerklik anlaşmasında da rahatça görülebileceğini söyledi. “Kürt meselesinde zaman kaybetmeksizin gerçekçi yaklaşımlara ihtiyaç var” diyen Baluken, “İmralı’daki tecridin bir an önce sonlandırılması, eşit ve özgür müzakere koşulları içinde Sayın Öcalan ile yeniden bir tartışma başlatılması ve Dolmabahçe Mutabakatı’nda belirlenen konu başlıkları ile ilgili müzakerelere oturulması gerekiyor” diye konuştu.

‘CİZRE’DE İNSANLIK KATLEDİLİYOR’

Cizre’nin Cudi mahallesinde vahşet bodrumundaki 4 gündür haber alınmayan yaralıların infaz edilmiş olabileceğine dönük söylemlere de cevap veren Baluken, ellerindeki verilerin ve kamuoyu ile paylaştıkları ses kayıtlarının bu yöndeki endişelerini kuvvetlendirdiğine dikkat çekti. Yaralılardan 4 gündür haber alınamadığını hatırlatan Baluken, AKP eliyle Cizre’deki vahşet bodrumunda insanlığın katledildiğini vurguladı. Hükümetin hem kendi mevzuatını hem de taraf olduğu uluslararası hukuk mevzuatını çiğnediğini belirten Baluken, “Umarız ki oradan toplu bir katliam çıkmaz. Umarız ki endişe ettiğimiz bu infaz edilme gibi bir durum gerçekleştirilmemiştir. Çünkü böylesi bir durumda insanlığa karşı suç işlemiş bir hükümet ve devlet pratiği ile karşı karşıya kalmış olacağız. Bu aynı zamanda halklar arasında da onarılması son derece zor yaralar ve travmalar yaratacaktır” dedi.

Konu hakkında söz konusu sözleşmelerin tarafı olan uluslararası kurumların tutumunu da eleştiren Baluken, Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde gereken tüm girişimlerin yapılmasına rağmen bu kurumlardan bir ses çıkmamasının hükümetin bu insanlık dışı uygulamaları meşrulaştırmasına yol açtığını söyledi.