'Barış ateşten yananların, hepimizin katılımıyla kurulur'

'Barış ateşten yananların, hepimizin katılımıyla kurulur'

AKP'nin "terörü bitireceğiz" anlayışına "yeni bir dil olmadan yeni bir dünya kurulamaz" sözleriyle atıfta bulunan anti militarist-ressam Sevinç Altan, “silahını şu ağacın kovuğuna koyacaksın”, “silahınla çıkarsan tabii ki güvenlik güçleri gerekeni yapacaktır” sözlerini eleştirerek, "Bunca genç insan 'piknik yapmaya' çıkmamıştı dağa, bazen benim bile yapılanlara isyanla alıp başımı çıkma isteğim olmuştur. Bunca bedel ödendi, genç genç insanlar hayatlarıyla bedeller ödediler. Kim hangi sınırın dışına, neden çıkıyor? Sınır ne? Roboski orada tüm yakıcılığıyla duruyor. Berfo Ana gözleri kapısı gibi açık gitti. Barış bir takım hesaplarla pazarlık yapan muktedirlerin elinden değil, gerçekten barışa susayanların, ateşten yananların, hepimizin katılımıyla ve de adalet terimleriyle düşünerek kurulur" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "silahlar sussun fikirler konuşsun" çıkışının ardından AKP'nin, Kürt sorununda "çözüm" iddiasıyla başlattığı süreç 3 ayını geride bıraktı. Halen klasik "terörü bitireceğiz", "terörle masaya oturulmaz", "terörle müzakere olmaz" söylemleriyle şekillenen "çözüm" anlayışıyla, gerillaların sınır dışına çekilmesi sürecini de "nasıl geldilerse öyle gitsinler" yaklaşımıyla ele alan AKP'nin tavrına karşı "olumlu" bir bakış olsa da ciddi tepkiler, eleştiriler söz konusu. 

Son olarak "akil insanlar"la bir araya gelen Başbakan Erdoğan, burada da kendi çözüm anlayışını "terör bitirme" olarak tanımlarken, bunu da "yasal mevzuatla" kılıflamaya çalışması nasıl bir çözüm olduğu noktasında samimiyet ve ciddiyetindeki temel parametrelerin ip ucunu da veriyor. Barışın savaş diliyle, totaliter yaklaşımla ele alınamayacağının en yakıcı örneğinin yaşandığı şu günlerde mevcut tabloyu ve bu tablodaki resmin parçalarını anti militarist ve ressam Sevinç Altan ile konuştuk. 

Bu yıl başından itibaren başlayan, üç ayını geride bırakan bu süreci geçen zaman içerisinde nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Ben her tür silahın sustuğu, devletin de tankını topunu toplayıp gideceği bir süreç özlemindeyim. Onun için “silahını bırak git” muktedir tonlamaları kulaklarımı tırmalıyor. Yıllardır süren savaşta , acılar çekmiş çok  bedeller ödemiş insanların  “barış” özlemiyle, bu başlatıldığı söylenen sürece umutla bakmak istemelerini anlıyorum. Bu arada kimsenin ölmemesi bile tek başına çok önemli ama meseleyi "terör meselesi” olarak ifade eden ve bu doğrultuda, yine bir güvenlik politikası mantığıyla ve de devletin güvenlik kurumlarıyla yürütülen sadece “savaşı bitir” talimatlı pazarlıkla “barış” nasıl kurulur? Ve böyle bir sürecin adı “barış süreci” olur mu?  Bu “süreç” sonucunda pazarlıklar yapılır ve bir “uzlaşma” da çıkabilir. Ama ağzımda açlık grevlerinin sonlandığındaki tuhaf, buruk, acı tat ve kim kiminle neyin uzlaşmasında, kim kiminle barışıyor gibi sorularım var. 

‘YENİ BİR DİL OLMADAN YENİ BİR DÜNYA KURULAMAZ’

AKP ya da Başbakan "çözüm" diyor ama buna dair somut hiçbir adım atılmış değil. Aksine dil ve üslup dahi klasik politik yaklaşımdan farksız. Bu şekilde bir çözüm olabileceğine dair umudunuz nedir?

Her fırsatta “tek devlet, tek millet, tek bayrak” diyen bir zihniyet dünyasından yeni bir dil çıkmıyor tabii. Sürekli milliyetçi hissiyat damarlarımızı açan bir dille, bahara bile milli bayrak sallayarak barış nasıl kurulur? Karşıtının dilini de kendi diline benzetme “becerisiyle” bu dil, özlemini duyduğumuz başka bir dünyanın müjdecisi değil herhal! Ben açıkçası hiçbir bayrak istemiyorum tepemde sallanan. Hele de her yerde, dağda taşta, büyük büyük, sürekli gözüme sokulan... Gökkuşağının bütün renklerini taşıyan bir örtü örtsek üstümüze!  İngeborg Bachman’ın “yeni bir dil olmadan yeni bir dünya kurulamaz” cümlesi kulağımda.

Kürt hareketi kanadından da Meclis yasal düzenleme yaparsa sınır dışına çıkılacağı yönünde beyanatlar var lakin hükümet muhatabın parlamento değil kendileri olduğunu, bu nedenle de böyle bir yasal düzenlemeye yanaşmak niyetinde olmadığını söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 1999 yılında da sınır dışına çekilmişti gerillalar, ancak o dönem ciddi çatışmalar sonucunda yüzlerce insan hayatını kaybetmişti. Bu bağlamda ölümlerin olmaması, insanların hayatlarının zarar görmemesi adına yapılması gereken neler olmalı sizce?

Başbakanın sözü güvence olmalı imiş! İnsanların böyle güvencelere karnı fazlasıyla tok herhal. Geçmişteki deneyimler ve meselenin Murat Karayılan’ın açıkça ifade ettiği çekilmenin çeşitli açılardan kolay olmadığı gerçeği böyle bir yasal düzenlemenin gerekli olduğunu gösteriyor. Ama meselenin aslını konuşmadan buralarda dolaşmak, neredeyse sadece bunun pazarlık konusu olması kısır bir döngü değil mi? “Silahını şu ağacın kovuğuna koyacaksın”, “silahınla çıkarsan tabii ki güvenlik güçleri gerekeni yapacaktır” gibi abuk konuşmalar yapılıyor. Bunca genç insan “piknik yapmaya” çıkmamıştı dağa, bazen benim bile yapılanlara isyanla alıp başımı çıkma isteğim olmuştur. Bunca bedel ödendi, genç genç insanlar hayatlarıyla bedeller ödediler. Biraz izan! Sadece nizam ve intizamla olmuyor bu iş! Ya sonrası? Dağa çıkmanın müsebbibi iktidar sonrasının sorumluluğunu da yasal, siyasal almak zorunda. 

'HAKİKATİ ARAMA ADALETİ SAĞLAMA ÇABASI GÖRMÜYORUM'

Akil insanlar, hakikat komisyonu gibi süreci hem hızlandıracak hem ön açıcı olacak hem de adaletli bir yaklaşım sergileyecek olan bu komisyonların aciliyeti, çözüm noktasında önemli. Bu konuda yaklaşımınız nedir?

Akil adamlar lafından akil insanlara geldik, eh bu da bir şeydir demeyeceğim. Listeye üç beş kadın sıkıştırarak iktidar akil adam olmaktan çıkmaz! “İnsan” deyince de “adam” olmaktan kurtulmaz! Akil insanlar kim? Bu akıl kimin, neyin aklı? Ve kimi kiminle, hangi konuda, hangi akılla, hangi akılda buluşturacaklar?  Onlar akil ise biz ne oluyoruz? Zaten iktidar akil adam olarak yasalarıyla, paketleyip sunduğu kutuların içine sıkışarak o kutunun biçimini aldığımız bir yaşam biçimi dayatıyor. Biz de güzelce yerleşiyoruz hani! Şimdi üstüne yine bizi alık durumuna koyan yeni bir akil liste aracılığıyla ne yapmamız gerektiğini, nerede, neyi, ne kadar dememiz ya da demememiz gerektiğini işaret edecek. Hayatımızı yöneten, kontrol eden kararların alınmasına katılmadığımız her süreç, sonunda iktidar paketli yeni bir kutunun içine girmemizi getirir. Hayat kutulara sığmaz, akışkandır. Bunu bilip alıklaşmayalım biz de!

Oluşumuna katılmadığımız, yüzeyde serseri mayın gibi dolaşan bir takım “gelişmeler” oluyor sürekli ya da umutlanmamız gerektiğini dikte eden iyi hava yanılsaması... Hiç telaffuz dahi etmezlerken birden bire “barış” sözcüğünü ağızlarından düşürmeyenlerle doldu ortalık.  “Barış” tepemizde dolaşan pembe bir bulut gibi resmediliyor! Ciddi midem bulanıyor! Hakikat’i  arama, adaleti sağlama niyet ya da çabası göremiyorum ben bu süreçte. Roboski orada tüm yakıcılığıyla duruyor, Berfo Ana gözleri kapısı gibi açık gitti.  Bu manada bir hakikat komisyonu kurulur ve işlevselleştirilebilir mi emin değilim, umutlu da değilim. Barış, bir takım hesaplarla pazarlık yapan muktedirlerin elinden değil, gerçekten barışa susayanların, ateşten yananların, hepimizin katılımıyla ve de adalet terimleriyle düşünerek kurulur ve özgürlük, Foucault’nun demesiyle; değişmez ahlakçı ve akılcı yasaların peşinen belirlemediği, süreklilik halinde ve olumsal bir kendilik pratiği içinde gerçekleşir. 

‘KİM, NİYE SINIR DIŞINA ÇIKIYOR?’

Başbakan bu yılın başında "silahlar sussun fikirler konuşsun" dedi. Ancak halen binlerce siyasetçi, seçilmiş, muhalifler, devrimciler, kadınlar, fikirlerini konuşturduğu için cezaevlerinde. Buna dair gerek yasal düzenlemeler gerek çözüme dair somut adımlar atılması bağlamında neler yapılmalı? Son yıllarda KCK, DHKP-C adı altında toplumda muhalif kesimlere dönük ciddi sindirme ve baskı mekanizması uygulanıyor. Tüm bunların gölgesinde AKP'nin "çözüm" diye adlandırdığı süreci ne denli samimi buluyorsunuz, anayasa ve seçime hazırlık amacı mı güdüyor sizce AKP? 

Bir takım hesapları olduğu muhakkak. Hesaplarının ne olduğundan çok bir "hesaplarının” olması mesele bence! Ve meselelerinin “Kürt meselesi” ya da “Türk meselesi” ve bunları “çözme” meselesi olmaması. Ve tabii ki, bunları mesele eden, demokratik haklarını talep eden insanların susturulmaya çalışılması, içeri tıkılması… Halen hoyratça çalışmaya devam eden baskı mekanizması…“Barış sürecine zarar veriyorsun” dışlamaları… Eleştiren ya da farklı söz söyleyen şu ya da bu şekilde susturulmaya çalışılıyorsa buradan ne çıkar? İyi bir şeyler çıkmayacağı açık. Samimiyet sorgulaması yapmaya gerek yok. Söyledikleri, yapıp ettikleri açık, görmek isteyen gözlere. Çelişkiler üreten bir süreç olacak gibi görünüyor, kim niye içerde, kim niye dışarıda, kim niye sınır dışına çıkıyor, çıkarılıyor, hangi sınır, sınır ne? Ben sorularımı buralardan soruyorum. Turgut Uyar,

“Sizin alınız al inandım

Morunuz mor inandım

Tanrınız büyük amenna

Şiiriniz adamakıllı şiir

Dumanı da caba

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız” diyor ya, “Büyük Saat”te. Express dergi son sayı da “yapmayın bize laga luga çene” kapağıyla çıktı, çok beğendim! Ama haksızlık etmeyelim, kadınlar bu sürece dahil edilmeye çalışılıyor hani! “Devam eden sürece katkı amacıyla da Dünya Medeniyetler Kraliçesi (Mıss Civilization Of The World) Yarışmasına katılmak üzere 17 ülkeden 18 güzel Diyarbakır'a geldi.” İyi haber değil mi? Sürece dahil olduk işte güzel güzel kadınlar olarak ve dengem yerine yerine geldi!

‘TEMEL VURGU ETNİSİTEYE DAYANMAMALI’

Bununla bağlantılı olarak anayasanın yeniden düzenlenmesinde temel hak ve özgürlükler alanında ülkenin demokratikleşmesi önünde engel olan sorunların tamamının çözümünde yapılması gerekenleri nasıl sıralarsınız? 

Seçim barajının düşürülmesi, Siyasi Partiler Yasası'ndaki değişiklikler gibi anayasa değişikliği gerektirmeyen hemen yapılabilecek şeyler yanında anayasada çok basit birkaç değişiklik çok şey fark ettirir. Bunu birçok insan dile getiriyor zaten: Hiçbir etnisiteye vurgu yapmayan bir vatandaşlık tanımı, her yurttaşın anadilinde eğitim yapma hakkı ve devletin bu hakkın kullanılmasında gereken hizmeti vermesi, en azından AB’nin “yerel yönetimler şart”ına konulan şerhin kaldırılması gibi. Ben sade bir insan olarak konu çerçevesinde bu kadarıyla yetineyim.

Temel hak ve özgürlükler geniş bir alan; devlet, ulus ve aileden önce yurttaşların bireysel hak ve özgürlüklerini koruyan bir anlayışa sahip, ayrımcılığın her türlüsüne karşı tüm yurttaşları koruyan bir zemin teşkil eden, "cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği"; cinsiyet, etnik kimlik, din ve vicdan, siyasi düşünce, dil, engellilik, medeni hal, yaş gibi diğer ayrımcılık kategorilerini eşitleyen, LGBT bireylerin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli her türlü ayrımcılığa karşı mücadele edebilmeleri, yaşam hakları başta olmak üzere tüm haklarından yararlanabilmeleri ve uğradıkları hak kayıplarına karşı mücadele edebilmeleri için güvenceler sağlayan, temel hak ve özgürlüklerin; "genel ahlak", "adap", "kamu düzeni" gibi referanslarla sınırlandırılmasına imkan veren ibarelerle tanımlanmadığı, özel hayatın dokunulmazlığını garanti altına alan, sığınmacı, mülteci ve göçmenleri gören…Çoğaltılabilir. 

'İKTİDARIN TAHAKKÜMÜYLE OLMAZ'

Bir anayasa isterim “demokratikleşmek” için. Böyle bir anayasa olacak mı? Tabii ki olmayacak! Ama “Barışalım yeter!” değil mi? Kadın açısından bakmaya gelince işimiz iyice zor ve çetrefilli: Bir aile bakanlığımız varken ve kadın ancak onun içinde ve esasen anne olarak değerliyken işimiz zor!  İktidarın normal - anormal olarak kategorileştirdiği, etiketlediği bedenlerimiz üzerinde çeşitli tahakküm biçimleriyle "genel ahlak", "adap", "kamu düzeni" gibi referanslarla çizdiği sınırlar olduğu sürece işimiz zor!  Bize düşen bu sınır ve yüzeyleri aşındırmak. Zor! Ama sanat ve hayat buna elverir. Mesela dans ederek başlayabiliriz “üç de yetmez beş tane” diyerek!

SEVİNÇ ALTAN KİMDİR?

1954 yılında doğan ressam Sevinç Altan, Mimar Sinan Üniversitesi Resim Fakültesi'nden 1983 yılında mezun oldu. İstanbul’da yaşayan Altan, toplumsal olaylara karşı duyarlı bir sanatçı duruşuna anti militarist tavrını da ekliyor. Anti militarist ressam Altan'ın normalliği kuran normlar ve kimliklerin inşasına dair sorular sordurtan “Tuhaf” başlıklı son sergisi ise halen devam ediyor. Sanatçı Altan, ayrıca “Arabölge-Gölge”, “Arabölge-Av” ve “Bölge” başlıklı sergileriyle de tanınıyor.