Barış yolu, Ünal Erkan gibi özel savaşçılardan temizlenmeli!

Barış yolu, Ünal Erkan gibi özel savaşçılardan temizlenmeli!

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Amed Newroz’unda yüzbinlerce kişinin önünde okunan mesajı ve ardından KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın 23 Mart’ta ilan ettikleri ateşkes ile Türkiye’de demokratik sürece doğru yeni bir dönem resmen başlatılmış oldu.  Akil insanların da oluşturulmaya başlandığı bu yeni süreçte hemen hemen herkesin hem fikir olduğu şey, gidişatın selameti ve sürecin sekteye uğratılmamasıdır. İşte bunun için onurlu ve makul bir barışa gidilecek yolun temizliğine ihtiyaç vardır. Nitekim Karayılan da Hasan Cemal ile yaptığı röportajda aynı konunun önemine değinerek, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması gerektiğine dikkat çekmişti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından 21 Mart’ta başlatılan yeni sürecin önündeki en büyük engellerden birisi özel savaş güçlerinin varlığıdır.  Kimi çevrelerin görmezden geldiği bu güçlerin zihniyetiyle birlikte temizlenmesi için Kürt tarafı hakikatlerin araştırılıp açığa çıkarılmasını öneriyor. Bu Türkiye’nin kendi gerçeği ile yüzleşmesi olarak değerlendiriliyor.  Kürt halkı, Türkiye’nin önündeki süreci sağlıklı aşması ve geleceğini güvence altına alması için,  son 35 yıllık süreçte Kürt halkına karşı savaşı uluslararası yasa ve kuralların dışına taşırarak, kirli bir şekilde yürüten güçlerin açığa çıkarılması ve yargılanması gerektiğini belirtiyor.

Özellikle de 20. yüzyılın son çeyreğinde Kürt halkına karşı bir devlet terörünü yürüten Türk özel savaş güçleri, bugün geliştirilmek istenen demokratik barış ortamının da önünde en büyük engeli teşkil ediyor.  Bu güçler, bir savaş cephesi olarak, Kürt halkına karşı, her türlü insanlık dışı uygulamayı bir konsept temelinde yürütmeyi esas aldılar.

Şüphesiz bu konseptin askeri, siyasi, ekonomik ve medya ayağı olduğu gibi, asıl yürütücü unsurları da bulunmaktadır. Tansu Çiller, Doğan Güreş, A. Kadir Aksu, Mahmut Yıldırım (Yeşil) Mehmet Ağar ve Ünal Erkan gibi isimler söz konusu bu konseptin birer uygulayıcısı veya taşeronu konumundaydı. Bu nedenle bu kişilerin yargılanması şarttır. Özellikle de özel savaşın önemli aktörlerinden biri olan Ünal Erkan’ın geçmişi karanlık olaylarla doludur.

1991 ve ‘95 arası Çiller-Güreş çetesinin Kürdistan’daki imha konseptinin koordinatörlerinden olan Ünal Erkan, 12 Eylül faşist darbe döneminde Ankara ‘Dal’da devrimciler üzerindeki insanlık dışı işkence ve kötü muameleleri ile tanınıyor.  Bunu İstanbul emniyet müdürlüğü, emniyet genel müdürlüğü, valilik ve bakanlığı süresince devam ettiren Erkan, Türk ve Kürt halkı üzerinde geliştirdiği karanlık olaylarla özel savaşı devlet terörüne dönüştürerek sistematik bir hale getirdi.

‘DAL’IN BAŞINDAKİ MÜDÜR, ÜNAL ERKAN

12 Eylül sürecinde bulunduğu Ankara Emniyet müdürlüğünde insanların işkencelerden kurtulmak için binanın üst katlarından kendilerini aşağı attığını, ‘meşhur’ işkencehane olarak bilinen ‘DAL’ı anımsamayacak kadar belleksizleşen Ünal Erkan, görev yaptığı süreçte kimsenin işkenceye maruz kalmadığını da iddia edecek kadar geçmişini inkar etmektedir.

12 Eylül gibi faşist bir süreçte Ankara emniyetinde kimseye işkence yapılmadı diyen Erkan’ın o yıllardan OHAL valiliği sürecine kadar kim ve kimlerle ilişkide olduğu; kan, zulüm ve gözyaşı üzerine kurdukları ‘ticareti’ kimlerle birlikte yürüttüğü; bu kirli ilişkiler içerisinde olduğu süreçlerde kaç bin insanın katledildiği ve ne kadar insanın ise zorunlu göçe tabi tutulduğu açığa çıkarılmadan, netleştirilmeden Türkiye’nin önündeki yolu ne kadar sağlam bir şekilde yürüyeceği bir tartışma konusudur.

ÜNAL ERKAN, ÖZEL SAVAŞIN ÇEKİRDEK KADROLARINDANDIR

Geçmiş süreci karanlık olaylarla dolu olan Ünal Erkan, 12 Eylül faşizmi gerçekleştiğinde Ankara Emniyet Müdürüydü.  12 Eylül’ün işkence suçlarına ilişkin sürdürülen soruşturma kapsamında vermiş olduğu ifadede darbe döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı hiçbir birimde ‘kimseye sistematik veya bireysel olarak işkence yapılmadığını’ iddia etti.  Biz de bunun üzerine Polis akademisinden OHAL valiliğine kadar geçen süreçteki Erkan’ın geçmişine ilişkin bir araştırma yaptık.

Kürt sorununda demokratik çözüm arayışlarının olduğu bir süreçte kamuoyunda gündemleşen ‘Ötüken ve Hançer Timi’ gibi devlet içindeki çetelerin geçmişi, Erkan gibi özel savaşı yürüten güçlerin kurdukları JİTEM, özel güçler, Hizbullah ve çete odaklarına dayanıyor.  Devlet içinde varlığını koruyan bu karanlık güçlerin geçmişteki karanlık faaliyetleri ile sürecin önünde en büyük engel teşkil ettiği Karadeniz, Hatay ve Kürdistan’daki kimi olaylardan anlamak zor olmasa gerek. Paris katliamının uzandığı adres ne tesadüftür ki, özel savaşın özel güçlerinin hazırlandığı yer olan Ankara’ya çoktan ulaştı bile.

Demokratik barış sürecinin oluşabilmesi için kamuoyunun bir beklentisi de 12 Eylül ve onun akabinde özel savaş güçlerinin Kürdistan ve Türkiye’de gerçekleştirdikleri karanlık olayların ve faillerinin açığa çıkartılmasıdır.

MAMAK’IN YOLU DAL’DAN GEÇİYOR!

Ünal Erkan 12 Eylül sürecinde Ankara emniyet müdürüyken, Türkiye’deki işkence merkezlerinden biri olan Mamak cezaevine resmi rakamlara göre 31 bin tutsak girip çıktı. Bu insanların tümü Erkan’ın başında bulunduğu emniyetin sorgu odaları ve ‘Dal’ın o meşhur araştırmalarından geçerek Mamak’a gönderilmişti. 1980 darbesi sonrasında emniyette işkence gördüğü için şikâyetçi olan Kamber Ateş adlı tutsağın yaşadıkları, işkencelerden geçenlerin sesinin 31 bininden sadece biridir. Darbe sürecinde Mamak cezaevinde asker olan Doğan Eşlik ise tutuklulara işkence yaptırıldığı için psikolojisinin bozulduğu ve işkenceyi bir insanlık suçu gördüğünü, işkenceyi üstlerinin talimatları ve sistematik bir şekilde yapıldığını söyledi. Eşlik, "Bizi insanlıktan çıkarmışlardı, işkence ettiklerim ne olur haklarını helal etsin" şeklinde içine girdiği insanlık dışı uygulardan dolayı ıstırabını dile getiriyordu.

Gazeteci Yıldırım Türker ise bir analizinde ‘süper Vali’ler başlığı altında Ünal Erkan’ın Kürdistan’daki özel savaş uygulamaları olan JİTEM, Hizbullah ve uyuşturucu şebekelerindeki kirli faaliyetlerine dikkat çekiyor.  Türker, Ünal’ın Kürdistan’daki dört yıllık icraatları sırasında 17 bin 550 ‘faili meçhul’ cinayet, devletçe yakıp yıkılan 4 bin köy ve zorunlu göçe tabi tutulan 4 milyon Kürt insanını arkasında bıraktığını yazıyor. Bu rakamlar denizdeki aysbergin sadece görünen yüzünden ibarettir. Bugün Kürdistan ve Türkiye toplumunun yaşadığı siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal sorunların kaynağında bu insanlık ve ahlak dışı uygulamalar var.

ÜNAL ERKAN KİRLİ BİR GEÇMİŞE SAHİP

12 Eylül ’ün işkence suçlarına ilişkin sürdürülen soruşturma kapsamında ifade veren dönemin Ankara Emniyet Müdürü Ünal Erkan, darbe döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı hiçbir birimde ‘kimseye sistematik veya bireysel olarak işkence yapılmadığını’ iddia etse de tarihi gerçekler aynı şeyi söylemiyor. Erkan’ın ‘masum’ söylemleri ister görevli olduğu Emniyet müdürlükleri döneminde, isterse vali ve ‘süper’ (OHAL) valisi iken görev yaptığı yerlerdeki insanların karşılaştıkları işkence, kötü muamele, yargısız infaz ve köy yakmaları ortadan kaldırmıyor.

Yazımızın akışı içinde Ünal Erkan’ın bilinçli ve örgütlü bir şekilde insanlara işkence ettiği, yargısız infazların kararını verdiği, sivil insanlara karşı insanlık suçu kapsamına giren, köy yakma, talan, sürgün gibi suçları işlediği yönündeki gerçeklere bir kez daha dikkat çekeceğiz.

Çünkü Ünal Erkan ve onun savaş ekiplerinin kaybettirdiği oğlunun kemiklerine kavuşmadan gözleri açık giden Berfo ananın yaşadığı evlat acısını halen binlerce anne yaşıyor ve bu acı ile her gün kaybolan evlatlarının mezarlarını arıyorlar. Yine işkencelerde katledilen ve sakat bırakılan binlerce insanın acısı kanayan bir yara olarak varlığını yakıcı bir şekilde devam ettiriyor.

Bu canlı tarihin tanıkları henüz yaşıyorken faşizmin Kürdistan ve Türkiye halklarına yaşattığı zulmün üstünün örtülmeye çalışılması, Ünal Erkan’ın yargı karşısına çıkmasına engel olmayacaktır.

DEVLETÇE KORUNAN ÜNAL ERKAN KİMDİR?

Türkiye’yi yöneten özel savaş güçleri, halkların her türlü insani taleplerini baskı, şiddet ve katliamlarla karşılık verdi. Bunun için de özel kadrolar yetiştirildi ve bu kişiler devletin en kirli işlerini halklar üzerinde en gaddar bir biçimde yürüttü.  Ünal Erkan gibi ‘şahsiyetler’ bu özel savaşın pratik yürütücü güçleridir. Bu politikalarla Kürdistan ve Türkiye halklarının geleceğini ipotek altına almak istemişlerdir. 

Ünal Erkan 1942 yılında Erzurum’da doğduğunu söylese de devşirilmiş bir Türk mü, asimile olmuş bir ‘Kürt ‘mü veya başka bir halktan olup olmadığı, kütüğü belirsiz ve karanlık bir kişiliktir. Osmanlılardan beri devletin, ‘kökeni’ olmayanları alıp en azgın devlet kadrosu haline getirdiği bir gerçektir. Erkan, bu gelenekten mi geliyor sonucuna henüz ulaşamadık ancak, devşirilmesi ve özel savaş kadroluğuna alınması polis akademisine girmekle başlar. Polis Akademisi mezuniyetinden sonra özel savaşın bir kadrosu olarak önce Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri, Edirne Valiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü, Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinden DYP saflarında Ankara Milletvekilliği ve bakanlığa kadar çok hızlı bir biçimde terfi ettirilmesi söz konusu. O da ‘meslektaşı’ ve ‘bin operasyon’un ortağı Mehmet Ağar gibi karanlık ve kirli geçmişleri örtmek için Devlet Bakanlığından sonra ‘gizli’ bir dokunulmazlık zırhına büründürüldü.

TÜRKİYE ERKAN DÖNEMİNDEN AHİM’DE BİRÇOK KEZ MAHKUM OLDU

Ankara’daki işkence odalarından başlayarak Kürdistan’daki savaşın en önemli aktör ve uygulayıcılarından birisi olan Ünal Erkan, polis akademisinden Ankara ve İstanbul emniyet müdürlüklerine, vali ve ‘süper’ yetkilerle donatılmış 11 ilden oluşan OHAL valiliğine oradan ‘milletvekili’ ve bakanlığa kadar hiçbir engele takılmadan terfi üstüne terfi ettirildi.

Kamuoyu Erkan’ı, OHAL valisi olduğu süreçteki uygulamalarından dolayı Türkiye’nin Avrupa İnsan Halkaları Mahkemesi’ndeki yargılamaları ile tanıdı. Görev yaptığı 4 yıl içinde, Kürdistan’da faili meçhul cinayetler, adam kaçırma, yargısız infazlar, köy yakma ve Kürtleri göçertmelerle en insanlık dışı özel savaş uygulamaları ile Kürt halkına karşı bir soykırım siyaseti yürütüldü. Özel savaşın bu uygulamalarından mağdur olan binlerce davacı AHİM’de açtıkları mahkemelerde Türkiye’yi mahkum ettirdi. Erkan özellikle Tansu Çiller, Abdülkadir Aksu, Mehmet Ağar, Hanefi Avcı, Hayri Kozakçıoğlu, Mehmet Eymür, Veli Küçük, Korkmaz Tağma, Cemal Temizöz, Arif Doğan ve Mahmut Yıldırım (Yeşil) gibi devlet içinde odaklanan özel savaş güçleri içinde, bir konsept dahilinde savaşı yürüttü.

BİR GAZETECİNİN OBJEKTİFİNDEN ÜNAL ERKAN

Gazeteci Yıldırım Türker, 22.08.2011 tarihindeki ‘süper valiler’ analizinde Ünal Erkan’ın fotoğrafını şöyle çekiyor, “1995 seçimlerinde DYP Ankara milletvekili olarak Meclis’e giren Ünal Erkan, 1992 yılında Olağanüstü Hal Bölge Valisi olmuştu. Bu ‘değerli polis’ de ‘vatanperver katillerin şahı Yeşil’i çok iyi tanıyor olmasıyla sivrilmişti. Kendisi inkâr ediyordu ama Hizbullah’ın ikinci adamı Edip Gümüş’ün, ‘Her hafta JİTEM’de toplantı yapar, Cem Ersever’le siyasi meseleleri görüşürdük’ iddiası karşısında da aynı soğukkanlılığı koruyor, JİTEM’in varlığını bile kabule yanaşmıyordu. OHAL valiliği döneminde bölgede işlenen faili meçhul cinayetler kendisine sorulduğunda, “Ben mi soruşturacağım. On üç tane vilayet var” cevabı da onundu. Ama zaten o posta oturana kadar epeyi palazlanmıştı. MİT raporunda ‘Esasen, Ünal Erkan başkanlığındaki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün üst düzey kadrosu, İstanbul’daki yeraltı dünyasıyla yakın ilişki içerisindedir. Bu ilişkinin en büyük koordinatörü emekli Cinayet Masası Şefi Ahmet Ateşli ve Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar’dır’ deniyordu. Aynı zamanda dönemin hayali ihracat furyasında adı geçen Banker Bako olayının ardındaki güçlerin Ünal Erkan, Mehmet Ağar, Cevdet Saral ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün diğer üst düzey yöneticileri olduğu da iddia ediliyordu.”

ÖTÜKEN VE HANÇER TİMİ’NİN KURUCULARINDANDIR

Bugün kamuoyunda ‘Ötüken’ ve ‘Hançer Timi’ gibi devlet içindeki kontrgerilla ve çete odaklarının varlıkları geçmişte Erkan’ın içinde yar aldığı devlet içi çeteleşmeye dayanıyor. Erkan’ın Gladiyo içinde yer alan ve daha sonra OHAL valiliği döneminde Jitem, Hizbul-kontra, köy koruculuğu ve değişik çete odaklarını kuran, kollayan ve işleten bir kişi olduğu uluslararası yargı kurumları ile de belgelenmiş bulunuyor. Toplam 13 ilden oluşan Kürdistan’daki Erkan’ın OHAL valiliği sürecinde yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla bir insanlık suçudur.  Gerçekler, Yıldırım Türker’in verdiği rakamların çok çok üstünde bir sayıyı ifade ediyor.

Bütün bu vahşi uygulamalara rağmen Erkan, devlet içindeki çete ve özel savaş güçleri tarafından hep korundu. 20 Eylül 1992 yılında katledilen Musa Anter cinayetinden sonra bir gazeteci ile yaptığı röportajda Ünal Erkan, “katilin kimliğini bildiğini ama söylemeyeceğini” açıklaması, devletin katilleri nasıl gizlediğini ve arkasında durduğunu açık bir şekilde gösteriyor.

TÜRKİYE BU GERÇEKLERLE YÜZLEŞECEK Mİ?

Ünal Erkan’ın da içinde yer aldığı özel savaş güçleri, OHAL kapsamında olan yerleşim birimlerinde, on binlerce işkence ve kötü muamele olayı gerçekleşti. Bunlardan 1275’i için suç duyurusunda bulunuldu. Bu suçlarla ilgili 1177 soruşturma başlatıldı. İnsanlara dışkı yedirme dahil yaşanan insanlık dışı muameleden dolayı 1017 kamu görevlisi hakkında 296 dava açıldı. Bu davalardan 60’ı mahkûmiyetle sonuçlanırken 56’sına verilen ceza ertelendi. Resmiyete tabi tutulan (gayri resmi bu sayının çok üstündedir) OHAL süresince 55 bin 371 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 42 bin 795 kişi yargılandı ve bu sanıklardan 4799’u hüküm giydi (yargısız infazlar bu sayıya dahi değildir). Terör suçlusu olarak DGM’de 1131 çocuk yargılandı. 70 bin civarında devlet tarafından silahlandırılan korucu-çeteler,  sadece genelkurmayın resmi verilerine göre (gerçeği bunun çok çok üstündedir) 4 binin üzerinde korucu; öldürmeden gaspa, köy yakmadan tecavüze kadar yüzlerce suça karıştı. Sorgusuz sualsiz köylerin yakıldığı, insanların topraklarından sürüldüğü, işkencenin envai çeşidinin fütursuzca uygulandığı, devletin karanlık uzantılarının insanları topluca gömdüğü, kuyulara attığı günlerden geçti Kürt halkı.

Ünal Erkan ve suç ortaklarının bu uygulamaları günümüzün çözümsüzlüğüne kaynaklık etmektedir. Türkiye’nin kendisine bir yol aramaya çalıştığı bu ‘yeni’ süreçte, yeni paket ve yamalar yerine Kürt tarafının da üzerinde durduğu hakikatlerin açığa çıkması için geçmişi ile yüzleşmeli ve ‘süper’ karanlık kişiler yargı önüne çıkarılarak hesap vermelidir. Devlet ise bu tür uygulamaları karar altına aldığı için mağdurlardan özür dilemeli, maddi ve manevi zararlarını tazmin etmelidir.