Başbakan’ın orduya talimatı üzerine - Veysi Sarısözen
Başbakan’ın orduya talimatı üzerine - Veysi Sarısözen
Başbakan’ın orduya talimatı üzerine - Veysi Sarısözen
Barış için müzakere süreci, defalardır yazıyoruz, aynı zamanda “savaşın başka araçlarla” sürdürülmesi demek. Hükümet savaş boyunca hangi amaçları güdüyor idiyse, müzakere sürecinde de o amaçlardan elbette vaz geçmiş değil. Bu PKK için de geçerli.
Böyle olunca, bu sürecin her aşamasında eleştiri, tartışma ve politik mücadele sona ermeyecek. Bunu hükümet zaten sona erdirmez. Demokrasi güçleri sona erdirirse, “barış mücadelesi” kaybedilir.
Benim gördüğüm kadarıyla Hükümet PKK’den kendisine karşı mücadeleyi sona erdirmesini beklemiyor. Beklemediği için sürekli önlemler alıyor. Öyle ki, şu anda karşılıklı bir ateş kes yürürlükte olduğu halde, hükümetin askeri güçleri bütün sınır boylarında görülmedik bir tahkimat yapıyor. Colemerg Halk İnisiyatifi bu gelişmeyi protesto etmek için yarın yapılacak gösteriyi duyuran açıklamasında şöyle dedi:
“2013 yılının başından itibaren Özellikle Çukurca (Çelê), Şemdinli (Şemzinan), Yüksekova (Gever), Derecik (Rûbarok) ve Güney Kürdistan sınırına yapılan askeri yığınak, yeni kurulan karakollar ve oluşturulan arama noktaları ile bölgeye uygulanan gıda ambargosu dikkat çekiyor.”
Amed’de üniversite öğrencilerine karşı polisin tutumu, geleceğin risklerini en açık şekilde yansıtıyor. “Hizbül kontra” faaliyeti ile yeni korucu gruplarının silahlandırılması hiç de hayra alamet değildir. Özgür Politika’nın bugünkü haberini okuyalım:
“Şırnak’ın Uludere İlçesi ile ilçeye bağlı Dêra Hînê (Uzungeçit) ve Sêgirkê (Şenoba) beldeleri ile Mergeh, Yekmal, Andaç, Elemun, Gelamus, Şifrezan, Aluş, Roboskî, Gülyazı köylerinin de aralarında bulunduğu 14 köyde toplam 215 kişiye korucu kadrosu verildiği belirtildi. BDP İl Genel Meclis üyesi İrfan Encü, bu yaklaşımın AKP hükümetinin Kürtlere yönelik samimiyetsizliğini ortaya koyduğunu kaydetti.”
HÜKÜMETİ ELEŞTİRİ SÜRECİ ZORLAR MI?
Hiç kuşkusuz Kürt özgürlük hareketinin siyasetçileri, bu konuları Hükümet çevreleriyle konuşuyorlardır. Ne yanıt aldıklarını bilmiyoruz. Ancak, bu konuların halkın önünde açıkça dile getirilmesi çok önemlidir. Amed’den havalanıp, sınırı aşan her uçak “sortisinin” nedenini hükümete sormak ve verilen yanıtı halka açıklamak şarttır.
Demek istediğim şu: Barış sürecinin her bir adımında, eleştirel yaklaşım halkın maneviyatını bozmaz. PKK Önderinin inisiyatifiyle Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü barış sürecine karşı halkta kesinlikle güvensizlik ortaya çıkmaz. Tam tersine, PKK başından beri somut adımlar atarken, yukardakilere benzer örnekler ortaya kondukça, halk barış sürecine daha çok inanır, o ölçüde de AKP’ye güvensizliğinin hiç de haksız olmadığını anlar.
Bunu anlayınca ne olur?
Bunu anlayınca, barış sürecini AKP’ye rağmen başarıya ulaştırmak için her türlü önlemi alır. Daha çok örgütlenir. Daha çok mücadele eder.
Örneğin, “çekilme süreciyle” ilgili yandaş medya hiç kuşkusuz Kürt halkının bu sürece olan inancını sarsıcı bir propaganda yapıyor. Sanki barış süreci yalnızca PKK’nin “çekilme” süreciymiş gibi gösteriliyor. Elbette hükümet işin böyle olmadığının farkında. Ve hükümet, mutlaka bu müzakere sürecinin şu ya da bu aşamasında belirli reformları yapmak zorunda kalacak. Ama unutmamak gerekir ki, bu reformları yaparken bile, öyle bir tutum alacak ki, eğer gerekli önlemler alınamazsa, Kürt halkı bu reformları kendi gücüyle elde ettiğini anlayamayacak. Kimisi bunları AKP’nin “lütfu” gibi anlayacak, kimisi de, kendi gücüyle elde ettiği reformları küçümseyecek. Sonuçta Kürt kamuoyu bu yolla nötralize edilmiş olacak.
Tekrar edelim: Müzakere süreci savaşın başka yöntem ve araçlarla devam etmesinden başka bir şey değildir. Gerçek barış olana kadar, Kürt sorunu gerçekten çözülene kadar da böyle olmaya devam edecektir.
Ama bazen kendi kendimizi sınırlama ihtiyacı duyuyoruz. “Acaba Hükümetin, örneğin ‘geri çekilme’ süreciyle ilgili tutumunu eleştirirsem, sürece zarar mı veririm?” kaygısına kapılıyoruz. Böyle yaparsam, halkta kaygı mı yaratırım diye düşünüyoruz.
Hiç kuşkusuz bu aşamada büyük bir sorumlulukla davranmak gerekir. Bir halkın yazgısının çizildiği durumda, hiç kimse kişisel tutumunu hareketin genel çıkarlarının karşısına koyamaz. Bu çok açık.
Ancak, sağlam argümanlara dayalı bir eleştirinin, bu süreçte mutlaka halkın işine yarayacağını bilmemiz gerekir. Şimdi bunun neden böyle olduğunu anlatmaya çalışacağım.
PKK'NİN ZAMANI VAR HÜKÜMETİN YOK
Barış süreci, ne Öcalan’ın ansızın aklına gelen bir düşüncedir, ne de Erdoğan’ın ansızın uygulamaya koyduğu bir süreçtir. Her iki lider, dünya durumunu, bölge durumunu ve Türkiye durumunu karşılıklı olarak analiz etti. Müzakereler beş aydır sürüyor. Bunun daha geçmişi de var. Oslo…Demek ki, müzakere süreci gelgeç bir süreç değil. Öyle bir iki yazı, birkaç eleştiri şöyle dursun, Paris'te yaşanan en namussuz provokasyonlarla bile ortadan kalkmayacak kadar ciddi bir süreç.
Hem AKP, hem de PKK deyim yerindeyse barış sürecine muhtaç.
Ama aynı zamanda, belirttiğimiz gibi, barış süreci stratejik bir süreç olsa da, onun her evresinde, her adımında "taktik mücadeleler" sürmekte. Burada "pazarlık" değil, mücadele söz konusu.
Akla, "madem ki, herkes barışa muhtaç, ne eleştiri yaparsak yapalım, bu süreci havaya uçurmayacağımıza göre, yapılan eleştiriyi hükümet yerine getirmezse, bizim buna karşı müeyyidemiz ne?" sorusu gelebilir. Haklı bir sorudur bu.
Gerçekten de, eleştirsek de, eleştirinin gereği yerine getirilmediğinde süreci bozmayacağımıza göre eleştirinin bir anlamı var mı?
Var. Süreci hiç kimsenin bozamayacağı açık. Ama ortada bir da “zaman” meselesi var.
Bu “zaman” meselesi, yalnız Hükümetin seçim sürecine girmesiyle ilgili bir şey değil. ABD’nin önünde de, İsrail’in önünde de, Maliki’nin önünde de, Suriye rejiminin ve muhalefetinin önünde de ve Türkiye'nin önünde de bir “zaman” meselesi var. Bu süreçte herkes bir “zaman” sıkışması yaşıyor. Bana sorarsanız, en rahat durumda olan Kürt özgürlük hareketidir.
Herkesin “acelesi” olunca, “eleştiri” muazzam etkili bir silaha dönüşüyor. Çünkü, eğer hükümet o “eleştirinin” gereğini yerine getirmezse, hiç kimse süreci bombalamıyor, ama “barış süreci yavaşlıyor”. Barış sürecinin yavaşlaması “acelesi” olanları, başka zaman asla kabul etmeyecekleri talepleri bile, şöyle ya da böyle, tam ya da yarım yamalak kabul etmek zorunda bırakıyor. O yüzden "mekapların da gaz ve fren pedalı var" demiştim. Barış sürecinde inisiyatif Öcalan'ın elinde derken, kastımız bu: Onun önünde "zaman" var. Kürt hareketi "sabır taşı". Ama Hükümetin önünde "zaman" yok.
Örneğin, ben ve benim gibi yazarlar, başından beri “geri çekilmenin” sorunlarını ele alıyoruz. Ve sık sık, bu konuda hükümeti eleştiriyoruz. Eleştirilerimizin özeti, “geri çekilmenin hukuki bir temele” kavuşturulmayışı ile ilgili. Bu yazılar, okuyanları belki huzursuz ediyor. Belki "ek" kaygılara neden oluyor?
İyi de, sonunda ne oluyor?
AKP ELEŞTİRİLERİ DİKKATE ALACAKTIR
AKP bu eleştirileri hesaba katmak zorunda kalıyor. "Mekaplar frene basarsa" korkusu kesindir. Onun acelesi var. Zamanı yok. O nedenle daha önce reddederken, şimdi, “geri çekilmeye” hukuki temel kazandırma konusunda, Meclis’te adımlar atıyor. Hatta CHP’nin verdiği önergenin bile altını imzalayıp, çekilme sürecine “ulusal mutabakat” sağlamak için can havliyle harekete geçiyor.
Yalnız bu değil. Örneğin bizim yaptığımız ve muhtemelen "teati edilen mektuplarda" yapılan eleştirilerde, “Ordunun silahsız gerillalara karşı silah kullanmasını önleyecek bir hukuki adım şart” dendiği zaman, hükümet buna daha önce aldırmazken, şimdi duyarsız kalamıyor. Ne yapıyor? Ne yaptığını anlamak için okuyalım:
“-Silahlı Kuvvetler bizden aldığı yetkiyi, verdiğimiz yetki çerçevesinde kullanır ama şimdi yeni süreçte herhangi bir yetki gerektiği anda bizden yetkiyi alacaktır. Benden Başbakan olarak, illerde valilerden vali olarak, yetkiyi alıp atması gereken adımları buna göre atacaktır
-TSK bizden aldığı yetki çerçevesinde hareket eder. TSK yetki isterse bizden alacaktır. Operasyon ihtiyacı olursa TSK bizden izin alacak.”
Bunlar Başbakan'ın sözleri...
İşte böyle…
Kürt özgürlük hareketi “müzakere sürecini” yürütüyor ve onunla dayanışma içinde olanlar da aylardır, bu sürece “eleştirel bir destek” veriyor. Üç aydır, yürütülen bu eleştirel yaklaşımın sonucu yukarda anlatılan gibidir. Sanıyorum, artık “geri çekilme” sürecini bir “tuzak” olmaktan çıkartacak güvenceler, yavaş yavaş uygulama alanına çıkmaya başlıyor.
Böylece, “müzakere sürecinde” Kürt halkının kaygıları ve bu kaygıları dile getirenlerin eleştirileri bir sonuç alıyor.
TBMM’deki “komisyonun” kuruluşu da, “operasyonları Başbakanın iznine” bağlayan karar da, Kürt halkının bu sürecin başlangıç adımındaki “başarılarıdır.”
Halk, bu başarılarını ne kadar bilinçlice kavrarsa, barış sürecine o kadar daha büyük bir güçle sahip çıkar.
Bu sürecin en önemli özelliği budur. Halk, hükümetin dayattığı "güvencesiz çekilmeden", "güvenceli çekilmeye" geçişte, kendi önderinin ve örgütünün nasıl bir çetin müzakere yürüttüğünü daha iyi anlıyor.
"GENÇLİK TABURLARI" VE "LAVAŞ, ÇÖKELEK, SOĞAN"
Şu anda, geri çekilmeyle ilgili “hukuki” ve “idari” ilk güvenceler, yetersiz olsa da elde edilmiş bulunuyor. Ama, bu, barış süreci bakımından yalnızca “tek bir nal”dır; geride “üç nal ile bir at” duruyor. İşin zorlu kısmı asıl şimdi başlıyor: Rojava devrimini güvenceye almak, korucuların ve “kontraların” silahsızlandırılmasını sağlamak, sınırdaki askeri tahkimatı durdurmak, yeni ve demokratik bir anayasa için AKP'yi zorlamak ve Türk kamuoyunu ikna etmek…Ve en önemlisi, “devrimci Kürt gençliği”nin barış sürecine, öyle “pasifleştirilerek” değil, daha da devrimcileştirilerek intibakını sağlamak…
Benim aklıma, “silahsız gençlik taburlarının” tüm Kürdistan’da yeni hayatı kurmak üzere örgütlenmesi geliyor. “Bir lokma, bir hırka” şiarıyla halk için konut, yol inşaatlarından, yıkılmış tarım alanlarının şenlendirilmesine, yoksullar için parasız aş ve sağlık için yepyeni bir atılımın başlatılmasına kadar her yere, kısaca, eşitlikçi komünal, cinsiyat özgürlükçü, ekolojik toplumu bir ucundan yaratmaya koşan bu “silahsız gençlik taburları” barış sürecinin en büyük güvencesi olacak…
Silahlar mı bırakılıyor? O halde kazmalar ve kürekler omuza…Bu coğrafyada omuzlar boş kalmamalı. Bir de lavaş arasında "çökelek" ile "soğanın cücüğü"...İşte bu "günün menüsünü" duyan bütün Nusaybin'in "demiryolu çocukları", emin olun, o anda ağabeylerine ve ablalarına sırtlarında taşıdıkları su güğümleriyle eşlik edeceklerdir. Ya ceplerindeki "taşlar"? Onlar "yedekte" duracak. Rivayet o ki, "taş atan çocuklardan" biri şöyle demiş; "Önderlik 'silahsızlanma'dan söz etti, 'taşsızlaşmadan' değil..."
Barışçı süreç yalnızca "müzakere" değildir.