Belfast’ta ‘çözüm süreci ve hukuk’ tartışıldı
Belfast’ta ‘çözüm süreci ve hukuk’ tartışıldı
Belfast’ta ‘çözüm süreci ve hukuk’ tartışıldı
Kuzey İrlanda’nın Belfast kentinde düzenlenen konferansta konuşan ‘Öcalan’a özgürlük Kürdistan’a Barış İnisiyatif üyesi Havin Güneşer, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’daki barış çağrısının salt Kürtlüğe dayalı değil bunu da aşan ve yeni bir rejim değişikliğini ifade ettiğini vurgulayarak, Öcalan’ın devlete alternatif bir devlet değil devletin alternatifini oluşturma yaklaşımı olduğunun altını çizdi. Konferansta Türk yargısının Kürt siyasal ve kültürel jenosidinin de önemli bir rol oynadığına değinilerek, Türk ve Kürt tarafının acıları aşarak dökülen bunca kana rağmen barış sürecine doğru kararlı ve emin adımlarla ilerleyerek barış sürecini pekiştirmesi gerektiği ifade edildi.
Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast Queen’s Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Türkiye’de Kürt sorunu’ adlı konferansın öğleden sonraki oturumların da Kürt sorununun parametreleri tartışıldı. ‘Türk hukuku içerisinde Kürtlerin mağduriyeti’ başlıklı ikinci oturumda ilk olarak Kent Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Darren Dinsmore söz aldı. Dinsmore, Kürt bölgelerindeki zorunlu göç olgusunun altını çizerek, Köy yakmalarının boşaltmaların Türkiye demografisi açısından yarattığı tahribatlara değindi. 90’lardan beri devam eden bir süreç yaşandığını söyleyen Dr. Dinsmore, köyleri yakılan yıkılan Kürtlerin ikinci jenarasyonun köye geri dönüşünün çok zor olduğunu vurguladı. Bu geri dönüşün sağlanması için öncelikle koruculuk sistemin lağvedilmesi gerektiğinin altını çizen Dr. Dinsmore, şunları kaydetti: “Alt yapıları, ekonomileri yok edildi. Tarım alanları yakıldı. Hayvanları telef edildi en önemlisi habitatları yok edildi. Tabi bunun yanında bu göç eden Kürtlerin birinci ve ikinci jenerasyon farklılıkları var. Bu da başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Devam eden bir süreç var ama pratik bağlamda bir sürü zorluklar var.” Türk yargısına karşı AİHM’in daha zorlayıcı bir kurum olması gerektiğini belirten Dr. Dinsmore, “Örneğin AİHM’de ilk defa faili meçhul ve köy boşaltmaları üzerinde bir içtihat yarattı. Ancak bu içtihat bile yapılan ağır ihlallerin önüne geçemedi. Bu ağır ihlallere rağmen önerilen reformların hayata geçmesi için Türk devleti ve Kürt tarafının bu hasssas dengeyi çok kararlı bir şekilde durmalıdır. Bu barış süreci için elzemdir” diye kaydetti.
‘TÜRKİYE SİCİLİNİ DÜZELTMELİ’
Queen’s Üniversitesi Hukuk Bölümü doktora öğrencisi Hannah Russel da AİHM’in içtihatlarına değinerek, Kürt meselesi konusunda Türkiye’nin Avrupa standartlarının gerisinde olduğunu vurguladı. Türkiye’nin işkence, faili meçhul cinayetler, kayıplar noktasında özellikle çatışmanın yoğun olduğu dönemlerden kalma sicilinin düzeltmesi gerektiğini ifade eden Russel, Türk ve Kürt tarafının acıları aşarak dökülen bunca kana rağmen barış sürecine doğru kararlı ve emin adımlarla ilerleyerek barış sürecini pekiştirmesi gerektiğini vurguladı.
‘TÜRK DEVLETİ AYAK DİRETİYOR’
Konferans düzenleyicileri arasında yer alan Queen’s Üniversitesi doktora öğrencisi Av. Deniz Arbet Nejbir, AİHM’in Kürt sorununa dair ayrımcılık hususunda ilerici yorumlar yaptığını fakat Türkiye’nin reformlarını uygulama sahasına geçirirken ayak dirediğine değindi. Kürt dilinin kimliğinin ana dilde eğitim gibi konular da Türkiye’nin kat etmesi gereken çok yol olduğunu ifade eden Av. Nejbir, ‘Kürt’ kelimesinin bile bugün hala tabu olmaktan çıkmadığına işaret etti. Türk yargısının politik olarak devletin resmi düzleminin dışına çıkmadığınıa dikkat çeken Nejbir, “Türk yargısı kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereğini yerine getirerek daha bağımsız hareket etmelidir. Hukuk devleti ilkelerine uygun hareket etmelidir. Bugün Türkiye’nin yatığı reformlar semboliktir temel hakları esas alacak maddeler değil. Çünkü Anayasa’ya aykırılık teşkil ediyor. Yasal reform yapılıyor ancak bu reformlar Anayasanın başka maddeleri tarafından boşa çıkarılabiliyor. Çünkü mevcut anayasa değişiklik yapmayı red ediyor. Bunun için ve en önemlisi Kürt dilinin kimliğinin kamusal alanda kullanılması ve yasakların kaldırılması için Yeni sivil ve demokratik Anayasa ihtiyacı vardır. Ancak bu şekilde Kürtlerin hukuksal statüsü garanti altına alınabilir ve barışın yolu açılır” şeklinde konuştu.
‘YAŞAM HAKKI İHLAL EDİLDİ’
Aynı oturumun ikinci kısmında konuşan Prof. Dr. Nazan Üstündağ da Kürt - Türk çatışması içerisinde çocukların yaşadığı deneyimlere odaklanarak, söz konusu çatışma sürecinde çocuk haklarının ihlal edilmesi hakkında konuştu. Üstündağ’ın ardından İHD MYK üyesi ve insan hakları aktivisti Av. Reyhan Yalçındağ Baydemir bir konuşma yaptı. Kürt kadınlarının siyasal ve hukuksal mücadelelerine değinen Yalçındağ, Kürt coğrafyasında kadınların söylenmeyen insan hakları mücadelesine değindi. Kürt coğrafyasınd eğitime ulaşma hakkının engellendiğini, işsizliğin had safhada olduğunu ve en önemlisi yaşam hakkının orantısız bir şekilde ihlal edildiğine vurgu yapan Yalçındağ, bundan en fazlada kadınların nasibini aldığını dile getirdi. Yalçındağ son olarak insan hakları mücadelesinde kadınların daha aktif rol alması için teşvik edilmesi gerektiğini söyledi.
‘ÖCALAN REJİM DEĞİŞİKLİĞİNİ İFADE EDİYOR’
Konferansın son oturumunda ise ‘Türkiye’de Kürt sorununa yapıcı ve barışçıl çözümler’ başlığı tartışıldı. Bu bölümde ilk olarak konuşan ‘Öcalan’a özgürlük Kürdistan’a barış’ İnisifayiti üyesi gazeteci Havin Güneşer bir konuşma yaptı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Adası’nın yasa dışı bir konumunun olduğunu ve yasaların geçerli olmadığı bir ada olduğunu belirtti. İmralı’ya Türk devleti tarafından özgün bir hukuk uyguladığını ve bu İmralı’nın ‘Avrupa Guantanamosu’ olduğunu ifade eden Güneşer, “Kürt tarafı sorunun çözümü nasıl tartışıyor. Bugün İrlanda ve Güney Afrika örneğine baktığımızda çözümde sistem değişikliği yok.Ama Öcalan salt Kürtlüğe dayalı değil bunu da aşan ve yeni bir rejim değişikliğini ifade ediyor. Devlete alternatif bir devlet değil devletin alternatifini oluşturma yaklaşımı vardır. Sadece Kürtlere özgü bir çözüm değil aynı zamanda bu çözüm tüm topelumsal katmanlarında problemlerini çözecek bir proje. Bu açıdan sadece Türkiye’nin değil Avrupa’nın da bakış açısının değişmesi gerekiyor. Kürtlerin yok sayılmasını sadece Türk devleti değil Avrupa’da buna ön ayak oldu. Kürtler sadece Türkiye’de değil bütün Avrupa ve hatta dünya çapında sistemlerin resmiyetinde yok sayıldı.” Amed Newrozunun bu resmi ideolojinin parçaladığının teyidi olduğunu vurgulayan Güneşer, ”Şu anda Avrupa başta olmak üzere tüm yeni demokrasi yeni bir yaşam yaratmak isteyenlerin pratikleşeceği zamandır bu süreç. Avrupa için salt kaygı duymak yetersiz. Kaygılar ancak karşısında tedbir alınarak onu gidererek ortadan kaldırılır. Avrupa sosyal, kültürel ve politik alanları ve en önemlisi medyasını Kürtlere açmak durumunda. Avrupa’da Kürtler kriminalize edildi ve artık bundan vazgeçmek durumundadır” dedi.
‘YENİ ANAYASA’ MERKEZİ YÖNETİM DARALTILMALI’
BDP Dış İlişkiler Sorumlusu Nazmi Gür de ‘Demokratik Özerklik’ ve ‘Yeni Anayasa’ konusunda BDP’nin yaklaşımını anlattı. Gür, BDP’nin resmi ideolojinin kalıplarına sığmayan herkesin partisi olduğunu söyleyerek, “Bu nedenle BDP’nin yabancı basında ya da akademik metinlerde ‘Kürt Yanlısı’ parti olarak tanımlanmasını çok da doğru bulmuyoruz. BDP, sosyalistleri de, liberalleri de, muhafazakârları da, Alevileri de, Sünnileri de, Kürtleri de, Türkleri de, Arapları da ve tabii ki gayri-Müslim kimliklerin de haklarını savunmaktadır. Farklı kesimleri ve yaşam tarzlarını partimizde bir araya getiren en temel şey farklılıklarımızla bir arada yaşayabilmenin imkânlarını yaratmaktır” şeklinde konuştu.
Sosyal Medya üzerinden konferansa katılan Prof. Dr. Sevtap Yokuş ise ‘Yeni Anayasa’ tartışmalarına değinerek, Türkiye’de, “akut” bir şekilde ve en üst düzeyde yaşanan çatışmaların ötesinde, genel olarak birçok toplumsal grup, etnik ya da dinsel nedenlerle bir çatışma yaşadığını ifade etti. Bu çatışmalar nedeniyle bölünmüş, birbirinden çok uç noktalara varacak kadar farklı talepleri olan bir toplumla karşı karşıya olduğunu dile getiren Yokuş, “Şu ana kadar dışlanan, “ötekileştirilen” tüm toplumsal kesimleri içine alabilecek ve kendilerini ifade edecekleri özgürlükçü ortamın sağlanabilmesi nasıl bir anayasanın özeti niteliğindedir.. Merkezi yönetimin daraltılarak yerelin öne çıkarılması bağlamında, demokratik olmayan merkezi yapılar yerine yerel-bölgesel yönetimlerin geliştirilmesi, bu yolla doğrudan demokrasi kanallarının açılması. Yine bu kapsamda her düzeyde yönetim örgütlenmesi ve işleyişinde tam bir şeffaflığın sağlanması için gerekli koşulların oluşturulması, bu yönlü hukuksal düzenlemelerin başta anayasa olmak üzere “yeni” olarak oluşturulması gerekir” dedi.