Foti Benlisoy, Kürdistan’daki savaşla ordunun siyasal inisiyatif ve kapasitesinin artırıldığını, bunun da ordu içinde kızışmalara yol açmış olabileceğini söyledi. "Erdoğan’ın kişilik kültü etrafında oluşmuş şefçi bir hâkim parti rejiminin konsolide olması gibi ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız" diyen Benlisoy, muhalefet çevrelerinin seyirci konumundan çıkması gerektiğini kaydetti.
Yazar Foti Benlisoy, gündeme ilişkin ANF’nin sorularını cevapladı...
'SAVAŞ ORDU İÇİNDEKİ BÖLÜNMEYİ KIZIŞTIRMIŞ OLABİLİR'
İktidar kendisini en güçlü hisettiği bir dönemde, askere de bir o kadar koruma zırhı getirmişken neden gerek duyuldu darbeye?
Siyasal iktidar ne kadar güçlü görünüyor olursa olsun, darbe öncesinde devlet içinde fraksiyonlaşmanın çok kesif bir hale geldiği, siyasal iktidarın devlet içerisinde güvenemediği unsurları tasfiyeye dönük girişim ve planlamalarda bulunduğu bir dönemden geçtiğimizi unutmayalım. Bir askeri darbenin belki bu şekilde ya da bu zamanlamayla olmasa da gerçekleşme ihtimali, aslında uzun zamandır konuşulan bir şeydi. Keza savaşın yeniden başlamasının ordunun siyasal inisiyatif ve kapasitesini artıran, dolayısıyla olası darbe girişimlerinin de önünü açan bir gelişme olduğu önceden de çokça vurgulanmıştı. Darbenin faili olarak gösterilen “cemaatin” devlet kurumları ve özellikle de ordu içerisinde bu düzeyde bir örgütlenmesine zamanında müsaade edenin de mevcut siyasal iktidar olduğunu hatırlatmaya gerek yok.
Kürdistan'da yaşanan savaştaki başarısızlık, darbeyi tetikleyici bir sebep midir?
Böyle bir başarı ya da başarısızlık, operasyonların genel gidişatı bir neden midir emin değilim açıkçası. Biraz evvel de değindiğim üzere savaşın daha genel bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. Son bir sene süregiden çatışmalar içerisinde ordu giderek daha ciddi bir siyasal güç ve etkiye sahip olmaya başlamıştı. Yakın zamana kadar yeni bir AKP-ordu ittifakından bahsedildiğini unutmayalım. Ancak elbette ordu da homojen bir bütün değil. Savaş, operasyonların yürütülme biçimi, askerin giderek daha fazla söz sahibi olması, bu artan güçle ne yapılması gerektiğine ilişkin olarak ordu içerisindeki bölünmeleri daha kızıştırmış da olabilir.
SOKAĞA ÇAĞRIYLA NE HEDEFLENDİ?
AKP darbe girişimi sonrası neden halkı sokağa çağırdı?
15 Temmuz gecesi meydana gelen kitle seferberliğinin darbe girişiminin püskürtülmesinde kilit önemde bir unsur olduğunu kabul etmek gerekiyor. Darbe girişiminin herhangi bir toplumsal meşruiyetinin bulunmadığı daha ilk saatlerde ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak halkın, elbette ağırlıkla AKP tabanının sokağa çıkışı, moral güç ve inisiyatifin bütünüyle darbe karşıtı güçlere ve elbet siyasal iktidara geçişinde belirleyici bir faktördü. Bu, yani bir askeri darbenin geriletilmesinde (sloganları, liderliği, kullandığı semboller vs. ne olursa olsun) bir sokak hareketinin belirleyici rol oynaması, Türkiye’nin darbeler tarihi açısından bir ilktir.
Darbe girişiminin püskürtülmesinin ardından hükümet bu sokak hareketini kendi lehine kullanmaya çalışıyor elbette. Ancak belli ki bir süre daha devam edeceğe benzeyen devlet-hükümet destek ve yönlendirmeli bu kitle seferberliğinin amacı, iktidar açısından "muhalifleri" linç etmek değil. Gerçekçi olalım: 7 Haziran, özellikle de 1 Kasım sonrasında "muhalefet", zaten devletin kolluk kuvvetleri aracılığıyla sokaktan silinmişti. Dolayısıyla bugün iktidar açısından böyle linççi bir mobilizasyona, muhalefeti sokaktan "süpürecek" kelimenin gerçek anlamıyla faşist bir kitle hareketine lüzum yok.
Kimi yerlerde bazı taciz ve saldırılar olsa da bu kitle seferberliğinin siyasal iktidar açısından çok daha başka bir işlevi olduğu iddia edilebilir. Amaç, devlet içerisinde çok keskin, radikal bir tasfiye harekatına girişir, bu anlamda devletin mimarisini dönüştürürken bunun yaratacağı kaçınılmaz homurtu ve sarsıntıları sokaktan gelen gürültüyle duyulmaz kılmak olabilir pekâlâ. Bu tasfiye hareketinin "yukarıda" yaratacağı kaçınılmaz tepkiler ve kargaşayı "aşağıda" soğurmak, görünmez kılmak ve ülkedeki tüm siyasal güçleri hizalamak hedefleniyor gibi. "Temizliğe", adeta her gün sokakta yapılan bir plebisit aracılığıyla güçlü bir ideolojik-politik itibar ve meşruiyet halesi sağlamak isteniyor muhtemelen.
‘ŞİMDİLİK İKİNCİ BİR DARBE İHTİMALİ ZOR’
Darbe girişiminin devamı gelir mi?
Darbe girişimi, devlet içerisindeki ihtilaf ve saflaşmanın ne dereceye vardığının en somut göstergesi. Bu çatışmanın elbette artçı sarsıntıları olacaktır. Siyasal iktidar bu nedenle ve hazır inisiyatif eline geçmişken devlet içi tasfiye ve “arındırma” operasyonunu büyük bir hızla yürütmek istiyor. Ancak açıkçası ben bir başka darbe girişiminin başarısız olanı takip edeceğine pek ihtimal vermiyorum. Böylesi bir girişimin ne toplumsal desteği ne de bu koşullarda seferber edebileceği ciddiye alınabilir politik ve askeri bir gücü olabilir. Üstelik, ordunun toplumsal ve meşruiyet ve itibarının çok ciddi yaralar almış bulunduğunu da unutmayalım.
‘DARBE GİRİŞİMİ MAZERETE ÇEVRİLECEK’
Bundan sonrası için nasıl bir ülke tablosu çizebiliriz?
Öncelikle darbe girişiminin mağlup edilmesi elbette hayırlı bir gelişmedir. Cunta başarılı olsaydı ne kadar korkunç bir siyasal iklimle karşı karşıya kalacağımızı herhalde söylemeye gerek yok. Karşımızda meclisi bombalamaya varan bir pervasızlığın olduğunu unutmayalım. Ancak darbenin yeni bir baskı dalgasının, mevcut fiili olağanüstü halin olağan hale getirilmesinin bir mazereti olarak kullanılacağının alametleri de ortada. Erdoğan’ın kişilik kültü etrafında oluşmuş şefçi bir hâkim parti rejiminin konsolide olması gibi ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Yani bugün asıl tehdit, başarısız askeri darbe girişiminin, fiili bir “sivil” yahut “kendine” darbe sürecine dönüştürülmesinin mazeretine çevrilmesi ihtimalidir.
'PANİK HAVASI ANLATILMALI; GİRİŞİMLERE İHTİYAÇ VAR'
Bu aşamada muhaliflere ne görev düşüyor? Nasıl yapmalı, nereden başlamalılar?
Öncelikle biraz serinkanlılığa ihtiyaç var. Kuşkusuz zor zamanlardayız. Ancak şu bizi panik ve dağınıklığa sürükleyen “burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” havasından bir an önce sıyrılmakta yarar var. Kendi yaşam alanlarını olası taciz ve saldırılar karşısında korumak zaman zaman çok önemli olsa da buna odaklanan ya da bununla sınırlı bir politik tutum, mevcut dağınıklığı daha da pekiştirmekten öte bir sonuç yaratmayacaktır. Mevcut çelişkili ortama (bir yanda sokakta geriletilmiş zalim bir askeri darbe girişimi diğer yandansa “demokrasiyi” büyük ölçüde otoriter bir çoğunlukçu hâkim parti rejimi olarak anlayan bir kitle seferberliği) uyarlı olabilecek siyasal hamlelere ihtiyaç var.
Ne kadar demagojik biçimde kullanılsa, içi ne kadar boşaltımış olsa da şimdilik mevcut “demokrasi” vurgusunu, hâkim iklimi hiç değilse bir ölçüde tersine çevirecek şekilde kullanmaya, onun içini somut talep ve siyasal hamlelerle doldurmaya soyunmak gerekiyor. Herkesin kendine adeta ayar verip iktidar gibi konuştuğu bir ortamda darbe karşıtlığını da demokrasiyi de muktedirlerin demagojik söylem ve çıkarlarına terk etmeyecek bir alternatif anlatının somutta oluşturulması elzem. Panik havasını çoğaltmaktan ve bir bozgun iklimi yaratmaktan başka bir şeye hizmet etmeyen “IŞİD’ciler sokakta” halet-i ruhiyesini terkedip mevcut darbe karşıtı iklimi bütün zorluklarına karşın lehe yoracak, demokratik ve sosyal kimi taleplerin bir nebze olsun gündeme getirilmesini sağlayacak girişimlere ihtiyaç var. Bunun için de bir an önce seyirci konumundan çıkmak gerekiyor. Bu elbette kolay iş değil; ancak uzun ve meşakkatli de olsa başka yürünecek yol yok.