Bir darbe ve Erdoğan’ın gayri nizami savaşı...-Cahit Mervan
Şimdi Erdoğan açısından esas hedef onun mutlak iktidarının önündeki en büyük engel Kürtler ve demokrasi güçleridir. Aslında bu dünde böyle idi bugünde böyledir.
Şimdi Erdoğan açısından esas hedef onun mutlak iktidarının önündeki en büyük engel Kürtler ve demokrasi güçleridir. Aslında bu dünde böyle idi bugünde böyledir.
15 Temmuz akşama Türkiye’de ‘’tuhaf’’ bir darbe girişimi oldu. Bir iddiaya göre sabaha doğru saat 03’te başlaması gereken hareket akşam saatlerinde başlatıldı. Bunun birçok nedeni olduğu söyleniyor. Nedeni ne olursa olsun ortada bir erken doğum söz konusu. Erken doğumu ise Erdoğan ve adamları yaptırdığı gözüküyor. Darbenin başarısızı kılınacağı ve bunun sonucu olarak Erdoğan’ın darbeye karşı ‘’dik durmuş demokrasi kahramanı’’ ilan edileceği sanki en küçük ayrıntısına kadar düşünülmüş. Öyle ki darbe başladığı andan itibaren Erdoğan’ın merkezinde olduğu başka bir darbe mekaniği hareket geçti.
15 Temmuz akşamı çok sayıda general ve üst düzeydeki subayın içinde yer aldığı darbe girişimi 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerden çok farklı nitelikler taşıyordu. İlk kez bir darbe veya darbe girişimi çok sayıda kişinin ölmesine yol açtı. Asker, polisle çatıştı. Uçaklar ve helikopterler parlamentoyu, MİT ve Polis Özel Kuvvetleri’nin karargahını bombaladı. Erdoğan bağlı polisin yanı sıra ’’özel ordusu’’ olduğu söylenen güçler ilk kez açıktan görüldü. Birkaç saatlikte olsa kelimenin gerçek manasında iç savaş yaşandı.
ERDOĞAN’IN ÖZEL ORDUSU VE DAİŞ AÇIKTAN SAHAYA İNDİ
Türk cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve onun çağrısı üzerine darbeyi önlemek için sokağa çıkan kitlenin yapısı ve ruh hali çok ilginçti. Yakın gelecekte Türkiye’de olabilecekler açısında da hayli ipucu veriyordu. Daha çok faşist-gerici ve şeriatçı sloganlarla sokağa inen kitle, bizzat Erdoğan’ın özel ordusunun yönlendirmesiyle darbe karşıtlığını tam bir linçe çevirdi. DAİŞ, artık İstanbul ve Ankara’da sokağa indi diyecek türden görüntüler ortay açıktı. Bazı askerler linç edilerek, bazıları ise kafaları kasaturalarla kesilerek infaz edildi. Bir sonraki gün ise bu gerici-faşist kitleler Malatya, İstanbul ve Osmaniye’de olduğu gibi birçok yerde Kürtlere ve Alevilere karşı saldırıya girişti. Bu gerici-faşist DAİŞvari kalkışma aslında Kürtlere, Alevilere, hayat tarzı farklı olan toplum kesimlerine, Türk-Hanefi olmayanlara ve azınlıklara karşı başlatılacak daha geniş ve kendileri açsından sonuç alıcı saldırının ön provası gibiydi.
Türk cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanlarından Şeref Malkoç’un "Milletimizin ruhsatlı silah almasının önü açılacak" demesi bununla alakalı. Bununla söylenmek istenen şey şudur: ‘’illegal olan silahlı bir gücümüz var, bunu legalleştirmek istiyoruz.’’
Sosyal medyada da çokça paylaşılan silahlı gayri nizami güçlere ait görüntüler bize bu konuda yeterli bir fikir veriyor zaten. Bu darbe girişimi ile birlikte Erdoğan’ın gayri nizami silahlı örgüt, DAİŞ ve benzeri yapılar legale çıkmış oldu. Sokaklarda bu net olarak görüldü.
MUTLAK İKTİDAR İÇİN HER ZAMAN BÜYÜK PROVOKASYON LAZIM
Hatırlanacağı gibi Almanya’da Adolf Hitler’de iktidara seçimle gelmişti. Ancak mutlak egemenliği yoktu. 1933 yılının başında ülkedeki krizi çözmek için başbakan olarak atandı. Onun ilk yaptığı iş ise özel örgütü aracılığıyla, şuanda da Almanya’nın Federal Parlamentosu’nun olduğu Reichstag’ı yakmak oldu. Bu yangın ülkede faşizme karşı direnişin öncüsü olan komünistler ve sol güçler üzerine yıkıldı. Yangın sonrası Hitler’in özel örgütü sokaklarda tam bir terör estirdi. Artık SS’ler vardı. Hitler’e biat etmeyen partiler kapatıldı. Almanya Komünist Partisi'nin parlamentodaki 181 milletvekili ve parti ileri gelenleri tutuklandı. Partinin lideri Ernst Thälmann da tutuklandı. 11 yıl tek kişilik hücrede kaldı. Ve 1944 yılında bizzat Hitler’in emriyle kurşuna dizilerek infaz edildi.
Raiestag yangınını Hitler mutlak iktidarını kurmak için iyi bir fırsata dönüştürmüştü. İşi bozan tek şey göstermelik mahkemede Komintern liderlerinden Georgi Dimitrov ve arkadaşlarının savunmasıydı. Hitler kitleleri harekete geçirmek için Resitag yangınının bir ‘üst akıl’ tarafından, yani dünya komünist hareketi tarafından planlandığı ve yapıldığını iddia ediyordu. Savunmalar bu iddiayı boşa çıkardı. Gerçekten de yıllar sonra Almanya’nın, Avrupa ve dünyanın kaderinde bir dönem noktası olan bu büyük provokasyonun bizzat Hitler’in gayri nizami güçleri olan SA ve SS tarafından organize edildiği belgelerle ortaya çıktı. Ama o dönem Hitler, şimdi Erdoğan yaptığı gibi mutlak iktidar için büyük provokasyon lazım gerçeğinden hareket etti.
ERDOĞAN HABERİ OLDUĞU DARBEYİ YÖNLENDİRDİ
15 Temmuz günü gerçekleşen ve kısmı olarak bir iç sava görüntüsü veren darbe girişiminde Erdoğan ve adamlarının özel bir örgütlemesi var mıydı? Bunu söylemek için daha erken. Ama ortada Erdoğan’ın gayri nizami harp örgütü tarafından bir yönlendirme yapıldığı, darbenin bilindiği halde kansız önlenmediği ve sonuçlarının mutlak iktidar tesisi için kullanıldığı netlik kazanıyor. Darbe girişimi ile birlikte tutuklanacak, tasfiye delecek olanların listesinin uzunluğu bile bunu ortaya koyuyor.
Daha tehlikeli olan ise darbeye karşıtı gösterilerin hedef değiştirerek gerçek manda her türlü darbe ve diktatörlüğe karşı olan kesimlere yönelmesidir. Bu nedenle 15 Temmuz günü askeri bir darbenin püskürtülmesi sonucu havuz Türk medyasının yutturmak istediği gibi kazanan ne yazık ki demokrasi değil, DAİŞ soslu faşizm olmuştur.
ESAS HEDEF KÜRTLER VE DEMOKRASİ GÜÇLERİDİR
Birçok yerde Kürtlere, Alevilere ve Müslüman olmayan topluluklara saldırı bunun en açık göstergesidir. Bu saldırıların münferit olmadığının altını ısrarla çizmek gerekiyor. Bu saldırılar darbe ’’karşıtı’’ gösterilerde "Ya Allah bismillah Allahu ekber" diye yürüyen kızgın ve öfkeli kitlelerin kontrol dışı hareketleri değil. Bunu böyle okumak büyük bir yanılgıdır.
Kitlelerin darbe karşıtı öfkesi bizzat Erdoğan’ın gayri nizami savaş örgütünün yönlendirmesiyle hızla hedef değiştirmektedir. Çünkü darbecilerin işi başlarken bitmiş, erken doğum yaptırılmış ve sonuçsuz kalmıştır.
Şimdi Erdoğan açısından esas hedef onun mutlak iktidarının önündeki en büyük engel Kürtler ve demokrasi güçleridir. Aslında bu dünde böyle idi bugünde böyledir.
Bu nedenle bugün darbe girişimi ve onun ortaya çıkardığı sonuç üzerinde Erdoğan’ın mutlak egemenlik kurmak hamlesi ortada iken ’’bir musibet bin nasihatten daha iyidir’’ tekerlemesi üzerinden bir beklenti içine girmekte büyük bir yanılgı olacaktır. Erdoğan ve mevcut hükümetin böyle bir derdi yoktur. Kitleleri gerici-ırkçı sloganlarla sokaklara döken ve idamı geri getireceğini söyleyen, darbecilere cevap verirken dahi Kürt kanı akıtmaktan bahseden bir anlayıştan bu ’’musibet’’ sonucu hayırlı bir çıkış beklemek alanı bütünüyle darbecilere terk etmek olacaktır. Erdoğan’ın darbe içinde darbe yaparak, mutlak iktidarının kurulmasına bilerek veya bilmeyerek destek anlamına gelecektir.
Unutulmamalıdır ki, dünyanın hiçbir yerinde ırkçı, faşist ve gerici kalkışmayla darbeler geriletemez, ülkeye demokrasi gelmez. Türkiye’de olan budur. İktidar bloğunun içindeki parçalanma ve bunun yol açtığı kanlı hesaplaşmadan demokrasi çıkmaz. Çünkü darbe girişiminde bulunanlarında, sözde bu darbeyi engellediğini iddia eden Erdoğan ve adamlarının da demokrasi ve özgürlük diye bir dertleri yok.
Ancak ortada esaslı bir soru var: Mutlak iktidarı için kanlı bir geçişe ihtiyaç duyan Erdoğan bu çivinin üstünde oturabilecek mi?
Bunun çok zor, hatta imkânsız olduğu biliniyor. Bu nedenle her zamankinden daha çok iş Kürtlere ve demokrasi isteyen güçlere düşüyor.
Kürtlerin unutmaması gereken en yalın gerekçe ise şimdi darbeci diye tutukladıkları generallerle birlikte Erdoğan ve onun gayri nizami özel savaş örgütü Kürdistan’ı yakıp yıktılar. İnsanları diri diri yaktılar. Vahşette sınır tanımadılar. Kürt gençlerinin, kadın ve çocuklarının cenazelerine dahi sıradan insani saygı göstermediler. Hiçbir Kürdün Kürdistan’ı yakıp yıkan general ve subaylarında içinde olduğu darbecilerin başına gelene üzülecek hali yok. Ancak bunun yerine geçen kadronun da onlardan farklı olduğunu söylemek içinde bir nedeni yok.
O zaman Bakurê Kürdistan ve Rojava açısından durum daha hassas bir noktaya gelmiştir. Birleşmek ve her türlü diktatörlüğe karşı direnmek bu dönemin temel çıkış noktası olmalıdır. Bütün darbeler döneminde en ağır baskıya uğramış Kürtler ve gerçek demokrasi isteyenler güçlerini birleştirmeli, enerjilerini iyi kullanmalılar. Ortada püskürtüldüğü iddia edilen bir darbe, bunu takip edecek darbeler var, birde mutlak iktidar kurmak için darbe içinde darbe örgütleyen gerici-faşist kuşatma var.
Tamda şimdi darbeye ve faşist kuşatmaya karşı demokrasi ve özgürlük seçeneğini öne çıkartmanın zamanıdır.