Bir hukuk skandalı olan KCK davalarının özü siyasi komplo

Bir hukuk skandalı olan KCK davalarının özü siyasi komplo

Dört yıldır sürdürülen ve siyasi soykırım olarak tanımlanan “KCK” davalarının bilinen iç yüzü Ankara’da 4 avukat ve 1 siyasetçinin yargılandığı ve geçtiğimiz hafta toplamda 36 yıl 7 ay hapis cezasıyla sonuçlanan davada bir kez daha ortaya çıktı. Davada hakkında “örgüt üyesi olduğu” iddiasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası verilen İHD Ankara Şube Başkanı Av. Halil İbrahim Vargün, hukuk skandalı olan davanın siyasi komplo mantığıyla hazırlandığını belirterek, “Hazırlanan fezleke tamamen komplodan ibaret. Mahkemede hiçbir talebimiz kabul görmedi. Bu da davanın özünü çok net ortaya koyuyor. Asıl amaç bizim yürüttüğümüz hukuk mücadelesinin tasfiye edilip, yerine polis ve savcıların istediği her şeye itaat eden, itiraz etmeyen, boyun eğen avukatlar. 12 Eylül’den bu yana yürüttükleri korku imparatorluğunun yıkılmamasını istiyorlar” dedi.

14 Nisan 2009’da Diyarbakır’da startı verilen “KCK operasyonları”nın ikincisi Ankara’da yapılmıştı. 12 Mayıs 2009’da kapatılan DTP'nin eski PM üyesi Nedim Taş ve Av. Filiz Kalaycı, İHD Ankara Şube Başkanı Av. Halil İbrahim Vargün, İHD Genel Başkan Yardımcısı Av. Hasan Anlar ve Av. Murat Vargün gözaltına alınarak haklarında “KCK Ankara yapılanmasını oluşturdukları” iddiasıyla açılan davanın karar duruşması 24 Ocak’ta görülmüştü. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 4 yıldır süren yargılamanın karar duruşmasında kapatılan DTP'nin PM üyesi Nedim Taş'a "örgüt üyesi olmak" suçundan 10 yıl 6 ay ceza verdi. Av. Filiz Kalaycı'ya "Örgüt üyesi olmak" suçundan 7 yıl 6 ay, Av. Hasan Anlar, Av. Halil İbrahim Vargün ve Av. Murat Vargün'e de "örgüt üyesi olmak" suçundan ayrı ayrı 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi.

Bir siyasetçi ve 4 avukata toplamda 36 yıl 7 ay ceza yağdıran mahkemenin somut delili ise Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün hazırladığı fezleke oldu. Dava tam bir hukuk skandalı. Bununla da kalmayan davanın asıl amacının altında uygulanan siyasi komplonun da gerçek yüzü tüm yönleriyle açığa çıktı. Davanın hikayesi ise sanıldığı gibi “KCK” ile bağlantıdan çok yargılanan avukatların yürüttüğü hukuk mücadelesinin zorladığı polisin tasfiye amacı kapsamında hayata geçirilen bir komplo görünümünden ibaret. 2007 yılının 1 Mayıs’ına katılan o zamanki İHD Ankara Şube Başkanı Av. Filiz Kalaycı, karşılaştığı bir evrakta kendisiyle birlikte Av. Murat Vargün, yazar Temel Demirer gibi isimlerin fişlendiğini görmesi üzerine İHD’li avukatlar, polisler hakkında “kişisel bilgileri kayıt altına alarak suç işlemek suretiyle görevini kötüye kullandığı ve yasadışı işlem yaptığı” için suç duyurusunda bulunmuştu. 

Davada hakkında 6 yıl 3 ay hapis cezası verilen şu an ki İHD Ankara Şube Başkanı olan Av. Halil İbrahim Vargün, bulundukları suç duyurusuna takipsizlik verilmesinin ardından söz konusu gözaltılar ve “KCK Ankara yapılanması”nın ortaya çıktığına dikkat çekerek, 2006-2009 yıllarında avukat olarak yürüttükleri çalışmaların teknik ve fiziki takip ile an an izlendiğini belirtti. Suç duyurusundan 10 gün sonra emniyete sözde bir ihbar maili yollandığını kaydeden Vargün, “Yollanan bu mail ile bizlerin mail ve telefon numaraları ihbar ediliyor. Bunun akabinde de soruşturma başlıyor. Dönemin özel yetkili cumhuriyet savcısının yürüttüğü soruşturma iki yıl sürdü. Telefonlarımızı dinlediler. Maillerimizin şifresini kırıp bakıyorlar. Büro telefonlarımızı dinlediler. Yaklaşık 37 kez dinleme kararı alıyorlar. 12 Mayıs 2009’da ev ve bürolarımıza baskın yapıldı. 5 kişi gözaltına alındık. 3 gün gözaltında kaldık. Savcılığa ve nöbetçi hâkimliğe çıktık. Serbest bırakıldık. Filiz Kalaycı bir hafta sonra savcılığın itirazı sonrasında tutuklandı ve 9 ay cezaevinde kaldı. Yargılamaysa 2009’un sonunda başladı” diye konuştu.

SAVCI: OTURDUK AVUKATLARA CEZA VERELİM DEDİK

Bürosunda arama yapıldığında özel yetkili savcının da bulunduğunu ifade eden Vargün, “Arama yapıldığı sırada ortağım savcıya soruyor; ‘Niye bu aramayı ve gözaltını yapıyorsunuz? Nedeni ne?’ Savcı, ‘Bu avukatlar bize çok sert davranıyorlar. Biz oturduk hakimlerle bu avukatlara bir ceza verelim, ders verelim’ diyor. Bu bahsettiği sertlik ise savcının yaptığı usulsüzlüklere karşı bizlerin itirazı ve hukuksuzluğu önleme tavrımızdan kaynaklanıyor. Müvekkillerimizin hakkını hukukun korumaya dönük çabamızı sertlik olarak algılıyorlar. Yaşamları itaat üzerine kurulu olduğu için bizi de memur görüyorlar. Kamu gücünü ellerinde bulundurmaları nedeniyle hiyerarşik yapıdan kaynaklı olarak avukatlara piyon, figüran rolü biçmeye çalışıyorlar. Biz onların memuru, stajyerleri, olmadığımızı bizim amirlerimiz olmadıklarını söylüyoruz. Çünkü 12 Eylül’den bu yana bir sistemleri var. Sorgulanmasına tahammülleri yok. Savcıların da kafasında avukat tipi var. Karşılarında el pençe divan duran, usulsüzlüklere ses çıkarmayacak bir avukat tipi istiyorlar. Polisin komplosu gibi görünüyor ama esas itibariyle bir bütün olarak savcı-hakimlerin de içinde olduğu bir durum. Polisin tek başına hakimlik-savcılıktan kayıt dışı talimat almadan avukatlara bu tarz bir komplo kurması mümkün değil. Bunun garantisini alıp öyle yapıyorlar. Buna ilişkin delil ve kanıtlarımız var. Bu sadece polise bırakılırsa zaten tüm avukatlara yaparlar. Toplumun geneli için de bu söz konusu. Önce bir cesaret bulması lazım. Bu cesareti veren de savcı ve hakimler. Politik bir yaklaşım. Sözlü olarak da itiraf ediyor savcı ortağıma. Çekince görmüyor” dedi. 

POLİS KORKU İMPARATORLUĞUNUN KIRILMASINI İSTEMİYOR

Vargün, ayrıca siyasi davalara bakan avukatların bertaraf edilmek istenmesinin operasyonun ve davanın özü olduğuna dikkat çekerek, “Siyasi davaları takip eden avukatlar azınlıktadır barolarda. Tem şubelerine işimiz nedeniyle gittiğimizde sorunlar yaşıyorduk. Susma hakkı konusunda polislerin ‘bu örgüsel bir tavır’ yaklaşımına karşı biz de bunun bir hak olduğunu söylüyorduk. Usulsüzlükler oluyordu. Susma hakkını kullanan birisi için tutanağın kapatılması ve soru sorulmaması lazım. Oysa uygulamalarda gözaltındaki şahıs susma hakkını kullanmayı söylediğinde bir yığın soru soruyorlar. Bunun kötü muamele olduğunu söylüyorduk. Örneğin tutanakları imzaladığımızda şerh düşüyorduk bu yönlü. Bu nedenle polis bizleri müvekkillerimizle görüştürmüyordu. Müvekkillerimizin görüşmek istemediğini söylüyorlardı. Baroya bildirdik bunları. Çünkü nihayetinde görevimizi engelliyorlardı. Avukat hakları merkezi tem şube ile görüşüyordu. Söylediklerinin yalan olduğu ortaya çıkıyordu. Müvekkillerimiz de böyle birşey söylemediğini iletiyordu bize. İfade işlemleri sırasında saatlerce bekletilmemize itirazlarımız dahi polisi rahatsız ediyor. Sürekli mücadele ettik, ediyoruz. Bu onları rahatsız ediyor. CMK avukatlığı üzerinden bunu istemiyorlar. İstedikleri avukat tipi gelip tutanağı imzalayacak, itiraz etmeyecek, polisin her dediğine olur diyecek. Biz, gelip de tem önünde tutanakları imzalayıp kaçan avukatları da gördük. Avukatlar tabi haliyle korkuyor. Polis de bu korkunun kırılmasını istemiyor. Bu korkuyla çalışıyorlar. Avukatlık tarzımız onların istediği gibi olmayınca bizi nasıl bertaraf edeceklerinin arayışına girdiler. Davanın özü bu” dedi. 

İFADELERİN İÇ YÜZÜ 

Davada bir başka çarpıcı yön ise 5 kişinin avukatlar üzerine verdiği ifadeler. Tam bir hukuk ve polisiye komplo skandalı imzasını taşıyan bu durum davanın genel hatlarını da belirleyici özellikler taşıması bakımından da önemli. Vargün, polisin gözaltına alınanların yakınlarına kendileri hakkında “dağa göndermek, örgütsel tavır almaları için zorladıkları” yönelimiyle haklarında aleye ifadeler aldıklarını dile getirerek, “Yargılama sürecinde dinlenmelerini istedik. Tek tek getirildiler. Biri cezaevinde, biri Mardin’de, biri İstanbul’da, biri Kıbrıs’ta bu kişiler. Bu kişilerden bazıları bizi tanımıyor. Mardin’den ismini vermek istemiyorum, bir tanık geldi. Duruşmada konuştu. ‘Ben Mardin’de çiftçilikle uğraşıyorum, okuma yazma bilmiyorum. Ankara polisinden telefon geldi. Oğlunuz gözaltında gelin dediler. Geldim. Polisler etrafımı çevirdi. Şu belgeyi imzalarsan Ali’yi bırakacağız dediler. Parmak bastım. Okuma yazmam yok çünkü. Avukatlar hakkında suç duyurusunu, ifadeleri içeriyormuş. Polis bana bu şerefsizliği yaptırdı. Nefretle kınıyorum’ dedi. Oysaki biz bu insanın oğlunun avukatlığını da yapmadık. Ona rağmen polis bunu fırsat bilip hakkımızda böyle bir şey yapmaya kalktı. Duruşma tutanaklarında da var bunlar” diye belirtti. 

POLİSİN AVUKATLARI

Polisin psikolojik ve sosyal uygulamaları olduğunu ifade eden Vargün, “Gözaltına alınanların aileleri gelir gelmez onlara bu avukatı nereden buldunuz örgüt avukatıdır. Biz size avukat bulalım derler. Avukatları da emekli asker ya da polislerden oluşuyor. Zımni, örtülü bir işbirliği var aralarında. Onlarla çalışıyorlar. Bir öğrenci gözaltına alınıyor ve şunu diyor bu avukatlardan biri; ‘Bu ifadeleri imzalamazsan 15 gün gözaltında kalırsın.’ Ben bunu duydum. Şahit oldum. Oysa Türkiye’de gözaltı süresi maksimum 4 gündür. Ve bu öğrenci mahkemede avukatın kendisine söylediği bu sözleri aktardı. Ben avukatımı kınıyorum dedi ve avukatını bıraktı. Bu tarz avukatlarla çalışıyor polis. Aileleri bu şekilde psikolojik bir çembere alıyorlar. Alabiliyorlarsa avukatlar aleyhine ifade alıyor. Ailelerin de çocuğunu ve yakınını koruma iç güdüsü var. Polis de bunu iyi kullanıyor” dedi. 

MAHKEME-POLİS İŞBİRLİĞİ

Haklarında alehte ifadeleri alınan 5 kişinin de polisin baskı ve maniplasyon ile bu ifadeleri aldığını mahkemede söylediğini ifade eden Vargün, “Bunların çoğu tanımıyor bizi zaten. Ne bir merhabamız var ne de herhangi bir ilişkimiz. Beşi de ifadelerini geri çektiler. Biz 5 kişinin bu şekilde ifade verip polisin aynı muamelesine maruz kalmaları tesadüf olamaz, polisler suç işliyor dedik. Suç duyurusunda bulunduk ama mahkeme reddetti. Biz olsak en ufak bir şeyde suç duyurusunda bulunulsa hemen kabul edilir. Ama söz konusu polis olunca koruyor. Orada 100 kişi de olsa dikkate almayacaktı” diye kaydetti.

BAŞTAN SONA KOMPLO

Aynı zamanda insan hakları mücadelesi de yürüten avukatların bu yönlü etkinliklere katılımı da polisin hazırladığı fezlekede “delil” olarak mahkemeye sunularak, iddianameye konduğunu söyleyen Vargün, şunları dile getirdi: “İHD’de barış nöbeti tutmuşuz, 1 Mayıs’a katılmışız. Şehir dışına çıkmışız. 1993 yılında Elazığ’da kaybedilen İHD yöneticisi Metin Can’ın anmasına gidişimiz, o dönem DTK’nın toplantısı da varmış oraya katılmışız gibi gösterildi. Onu bile alıp aleyhimize kullanmaya çalıştılar. Gitmediğimiz eylemlere gitmişiz gibi yapmaya çalıştılar. İstanbul’daki ‘edi bes e’ eylemine gittiğimiz söyleniyor. Dinlenmişiz biz o dönem madem. Telefonlarımızın nereden sinyal aldığının tespitini istedik. Mahkeme reddetti. Bizim bu iddialara karşı ispat girişimlerimizin tamamı engellendi. İyi hazırlanmış, iyi düşünülmüş, iyi yürütülmüş bir komplo. Dava başladığından beri mahkeme başkanı 3 kez değişti. Savcılar değişti. Şimdi hakim ve savcının değişmesi bir şey ifade etmiyor. Tavır ve tutum aynı. Zihniyet aynı. Yargılandığımız süreçte 2009-2010 yılları arasında takip ettiğimiz hiçbir davayı izleyemedik mahkeme kararıyla. Yani avukatlık yapamadık. Filiz Kalaycı ve Murat Vargün yurtdışına gitti. Ben ve Hasan Anlar hakkında yurt dışı yasağı verildi. 4-5 kez kaldırılmasını istememize rağmen yurtdışı yasağımız sürüyor. Filiz hanıma 6.5 yıl değil 7.5 yıl verdiler. Bu bile ne kadar nefretle dolu olduklarını gösteriyor.”

HER YÖNÜYLE ELLERİNDE KALDI

Dava sürecinde Murat Vargün’ün 2005’te bir kişiyi dağa gönderdiği iddiasına karşılık barodan o tarihte Murat Vargün’ün nerede avukatlık yaptığını sorduklarını ifade eden Vargün, “O iddia edilen olayın gerçekleştiği tarihte Kars’ta avukatlık yaptığı ve 2006 sonuna kadar Kars’ta olduğu ortaya çıktı. Sonra bu maili gönderen avukatın baroda kayıtlı olup olmadığını sorduk, öyle bir şahıs da yok. Demetevlerdeki izbe bir internet kafeden atılmış bu mail. Kamera kayıtlarını istediğimizde silindiğini söylediler. Bunun olması mümkün değil. İnternet kafelere ruhsat verilmiyor kamera sistemi olmadığında. Böyle bir avukatın olmadığı ortaya çıktı. Tutulacak tarafı yok. Her yönü ellerinde kaldı” dedi.

AMAÇ AVUKATLARI VE TOPLUMU TEHDİT ETMEK

“Avukatlar üzerinde de baskı yaratmak istiyorlar” diyen Vargün, şunları söyledi: “2011’de 30’un üzerinde avukat tutuklandı. Yine ÇHD’ye yönelik tutuklamalar oldu. 2012’de KCK’li oldukları iddiasıyla avukatlar hakkında soruşturma açıldı. Muğla Barosu, ‘Ankara’da 4 avukat gözaltına alındı. Sesimizi çıkarmadık. Bu sayı 50 oldu. Buna da ses çıkarmazsak yarın 200 olacak’ diye açıklama yaptı. Ankara’da avukatlara yönelik böyle kapsamlı bir dosya ilk kez oldu. Bizden sonra da devamı geldi ard arda. Gelecek de. Bu operasyonun birinci amacı bizi bertaraf etmek ve ikincisi muhalif kesimlere bir tehdit. Bunda da nispeten başarılı oldular. Ama politik davalara giren avukatlar TEM şubeyi, DGM’leri iyi tanıyor. Öngörebiliyorduk biz bunu. Avukatlara yönelik bu sürecin hızlanacağını düşünüyorum. Bunun üzerinden topluma mesajlar vermeye çalışıyor siyasi iktidar. Bu son ÇHD operasyonu o şekildeydi. Avukatlarda da tedirginlik yaratmak istiyorlar. Ama istedikleri sonucu alamayacaklar. Nihayetinde biz gözaltılara, soruşturmalara girmeye ve hukuk mücadelemizi yürütmeye devam ediyoruz.”