Bonn’daki uluslararası hukuki konferans sona erdi

Bonn’daki uluslararası hukuki konferans sona erdi

MAF-DAD ve Azadi öncülüğünde Almanya’nın Bonn kentinde dün başlayan ve Kürdistan, Türkiye, Avrupa ülkeleri ile ABD’den birçok katılımcının yer aldığı Üçüncü Uluslararası Hukuk Konferansı sona erdi.

Konferansın bugünkü son oturumunda terör tanımı ve terör listelerine karşı ‘Hukuksal ve Politik Çözüm Arayışları’ başlığındaki tartışmalardan sonra, ‘Terör’ ve ‘Terörizm’ söylemlerine karşı yürütülen mücadeleler tartışıldı. Yüz civarında avukat-hukukçu, sosyolog ve insan hakları savunucusunun katılımcının yer aldığı konferansta son olarak sonuç bildirgesine yönelik hukuki detaylara ilişkin görüş alışverişi de yapıldı.

Konferansın son bölümünde konuşan Alman avukat Sönke Hilbrans, PKK ve HPG’nin meşru savunma örgütleri ve gücü olarak tanınabilmesine ilişkin konuştu. Hilbrans, Almanya’daki Kürtlere yönelik davalarda 129b maddesinin öne çıktığını ve böylelikle yurt dışında aktif bir örgütün üyelerinin cezalandırıldığını hatırlattı.

PKK ve HPG’nin meşru bir savaş yürüttüğünü kaydeden Hilbrans, bunun sömürgeci ve işgalci bir güce karşı verilmesinden dolayı kesin olduğunun altını çizdi. Hilbrans şöyle dedi: “Kürtler baskılara karşı haklı olarak silaha başvurdularsa, bu durumu kabul ettirmemiz gerekiyor. Kürtleri mahkemelerde bu durumun göz önüne alınmasını sağlayacak şekilde davaların ele alınmasına çalıştık.”

‘ALMAN MAHKEMELERİ TÜRKİYE’NİN TERÖRÜNÜ GÖRMEK İSTEMİYOR’

Kürt hareketinin Türkiye’ye karşı bir rasyonel şiddet uyguladığı, şiddetin HPG’nin orantılı bir stratejinin parçası olduğunu belirten Sönke Hilbrans, bu durumun mahkemelerde dile getirilmesi gerektiğini söyledi. Hilbrans şöyle devam etti: “Örneğin 90’larda 1600 Kürt köyünün tümüyle ortadan kaldırıldığını okuduk. Faili meçhulleri, devletin halka karşı şiddetini dile getirdik.

Kürt diline, siyasetine karşı bir baskı olduğu biliniyor. KCK davaları da buna dahil ve bunun dozu yükseltilmiş durumda. Sürpriz bir şekilde, Alman mahkemeleri bunu göz önüne almak istemediler. Mahkemeler halen o duruma gelmemiştir ve halen Kürtlerin eylemlerinin meşru olmadığnı söylüyorlar.

‘SİLAHLI MÜCADELENİN HAK OLDUĞUNU KABUL ETTİRMEMİZ GEREKİYOR’

PKK’nin 1996’da Cenevre Sözleşmesi’ne dahil olarak silahlı mücadelenin baskılara karşı mücadelede bir hak olduğunu kabul ettirmek istediğini dile getiren Hilbrans, “Her yıl neredeyse BM’nin yeni bir anlaşması imzalanıyor ve burada devletlerin otonomilere karşı mücadeleleri olmasına rağmen, hala hiçbir şekilde bunun uygulanması pratikte mümkün olmadı.

Hollanda’da Tamil-Elam Kaplanları (LTTE) kararı vardı: Hollanda Devlet Güvenlik Mahkemesi, LTTE’nin mücadelesinin Cenevre Sözleşmesi’ne dayanarak, merkezi hükümete karşı hem birinci hem de ikinci ek protokolden yararlanabileceğini söylemiştir. Bu tamamiyle Alman hukukundakinin tersini göstermektedir” dedi.

HPG VE ORDU ARASINDAKİ SAVAŞTA YER ALMAYANLARI YARGILAYAMAZSINIZ

Almanya’da PKK ve ya HPG üyesi kişilerin yargılandığını, ancak hiçbir şekilde silah almamış kişilerin yargılanamayacağına vurgu yapan Hilbrans, “İkinci ek tutanakta kişisel sorumluluk olduğunu ve Cenevre Sözleşmesi’ne göre, ‘eğer bir hareketin üyesi kendisi savaşa katılmamışsa zararını göremez’ ilkesi vardır. Hata şuradadır: Eğer silahlı bir kişi değilse, o zaman üyelik de söz konusu değildir” dedi.

SİLAHLI MÜCADELENİN HUKUKİ STATÜ KAZANMASINA AĞIRLIK VERİLMELİ

Kürt özgürlük hareketinin Türkiye’nin yanı sıra Suriye’de yani Rojava’da aktif bir mücadele verdiğini hatırlatan Hilbrans, silahlı mücadelenin hukuki statüsünün tanınması için çalışmaların yoğunlaşması gerektiğinin de altını çizdi.

Hilbrans şöyle devam etti: “Kimse önceleri Rojava’nın oluşacağını öngörmüyordu. PKK’nin Türkiye’nin doğusunda bir ayrılık hareketi olarak görülüyordu. Daha önemli olan ve göremediğimiz, bir hareketin silahlı bir örgüt olmaktan çok hukuki statüsünün olması gerektiğidir.”

Hilbrans, Kürt hareketinin meşru savunma tezini uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kabul ettirmesinin de önemli olduğunu vurguladı.

ALMANYA’DAKİ YARGILAMALARDAKİ HUKUKSUZLUKLARA AĞIRLIK VERİLDİ

Konferansa Frankfurt kentinden katılan ve PKK’nin Almanya’daki yasağına ilişkin çalışmalarıyla da bilinen avukat Stephen Kuhn ise konuşmasında, Almanya’da PKK yasağına kadar gelişen süreci irdelerken, mevcut davaların yarattığı mağduriyetlere dikkat çekti.

Kuhn şöyle dedi: “PKK’nin bu AB terör listesinden silinmesi gerekiyor. Ama bu olsa bile Almanya’da bir değişim getirmeyecektir. Tamamiyle siyasi bir mücadeledir ve keyfi bir durum halini almıştır. Halen 129b kapsamında yargılamalar yapılmaktadır. Terörizm terimine gelince hiç bir zaman ceza hukuku kapsamında görülmemektedir. Gerçek teröristler cinayetten yargılanırlar ve bunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Kürtlere yönelik soruşturmalar bunun uygun olmadığını gösteriyor.”

PKK davalarının 1980’lerde başladığını ve o dönemde sahte pasaportlar yapmak, iltica konularında çalışma, zorla para toplamak, ayrılanlara karşı cezalandırmalardan yargılamalar olduğunu belirten Kuhn, şöyle devam etti: “Ve PKK üyeliği tek başına suç teşkil etmemekteydi. Türkiye’deki savaşın ilerlemesi ve Almanya’da da bazı kundaklamalar nedeniyle artık ‘terörist bir teşkilat’ olarak görülmeye başlandı. Sadece sıradan kişiler de Dernekler Yasası’nı ihlalden yargılandılar. Öcalan posteri taşımak bile buna yetiyordu. Öcalan yakalandıktan sonra ‘PKK kriminal bir örgüttür ve destek verenler de yargılanacaktır’ denildi. 1993’den bu yana bu hep böyle. 2010’da yargıtayda verilen bir kararda yine aynı davranış sergilendi ve ‘yurt dışındaki bir terörist örgüte üye olmak’ suçlamasıyla yargılanıyorlar. Böylelikle üyelik ile yöneticilik arasındaki ayrım da kaldırıldı ve insanlar 10 yıla kadar hapisle cezalandırmayla karşı karşıya kalacaklar.”

‘ALMAN YARGISI MEŞRU OLMADIĞINI GÖSTERİYOR’

Almanya’da yaşayan Kürtlere yönelik davalarda birçok hukuksuzluklar olduğunu kaydeden Stephen Kuhn, Türk Devleti’nin işlediği insanlık suçlarının mahkemelerce bilinmesine ve kabul edilmesine rağmen, kişilerin tek taraflı olarak yargılandıklarının altını çizdi. Kuhn mahkemelerce yapılan tespitlere ilişkin şu bilgileri verdi:

“Burada çıkan kararlar oldukça çelişkilidir. Örnek olarak: Avukatlarımızın verdiği dilekçelerden dolayı bir mahkemenin yaptığı tespit var. Bir şahıs para toplamaktan dolayı yargılandı. Ve mahkemenin tespitinde, ‘Kürt siyasiler baskıya maruz kalmakta, Türk devleti ağır baskı ve savaş yürütmekte. PKK’ye karşı kimyasal silah kullanmıştır, 3 bini aşkın köy yok edilmiş, şahıslar tutuklanmış, işkence görmüş, kaybedilmiştir. PKK sempatizanları öldürülmüş, sistematik olarak da işkenceye maruz kalmışlardır ve bunun tekrarlanmaması için çalışma yapılmamış.’

Tüm bunlar bir kararda geçiyor ve bu kişi sırf para topladığı için 3 yıla kadar hapse mahkum ediliyor. Eğer bu mahkeme bu tespiti yapıyorsa, aldığı kararla meşru olmadığını gösteriyor.”

PKK üyelerinin de yargılandığı 129b maddesinin 11 Eylül sonrasında tanımlandığını anımsatan Kuhn, “Uluslararası (ABD kaynaklı) taleplere Almanya da hemen çok istekli olarak yanaştı. Almanya bir göç ülkesidir ve kısmen de çatışmalardan dolayı birçok insan diasporada mücadelelerini sürdürüyor ve bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Ancak, Alman hukuku buna cevap olacak bir durumda değil ve siyasi çıkar ve de oportüniteye göre değerlendiriliyor.”

129b maddesinin tamamen siyasi gerekçelerle devreye konulduğunu Alman yargısının da kabul ettiğini belirten Stephen Kuhn, “Özgürlük mücadelelerine terörist olarak bakılıyor ve bize net olarak bunun ‘hukuki değil de siyasi bir karar olduğu’ cevabını verdiler. O zaman bu keyfidir ve hukuk devletinde olmaması gerekir.

Montesquieu’nin ‘hakim sadece hukukun sözcüsü olmalıdır’ sözü var. Ama Almanya’da hakimler hükümetin sözcüsü gibi davranıyor” dedi.

Kuhn, Almanya’daki PKK davalarına ilişkin savcılık ve mahkemelere verilen bilgilerin kaynağının Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) ile Federal Kriminal Dairesi (BKA)’nın memurları olduğunu belirttiği konuşmasında, “Birkaç tane BKA memuru geliyor ve hiçbir şekilde Türkiye’ye gitmemiş ve tamamiyle BfV bilgilerine dayanarak, PKK’nin terörist bir örgüt olduğunu söylüyorlar” dedi.

KÜRTLERİN KADERİNİ TAYİN HAKKINA YÖNELİK KONSENSÜS NEDEN YOK?

Konferansın sonunda ‘Siyasal ve hukuki mücadele olanakları nasıl gelişitirilebilinir?’ başlığıyla yapılan sonuç bölümünde ise, İnsan Hakları ve Demokrasi için Hukukçular Birliği (EJDM) Genel Sekreteri avukat Thomas Schmidt ile Hollanda’da avukatlık yapan Dündar Gürses katıldılar.

Burada ilk olarak söz alan avukat Dündar Gürses, Avrupa Birliği Konseyi’nin 6 ayda bir yaptığı ‘terörist örgütler listesi’ güncelleme işlemine yönelik olarak, “AB Konseyi bütün Avrupa ülkeleri adına konuşuyor ve ‘Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı için bir uluslararası bir konsensüs yok’ diyor. Ayrıca ‘bu olsa bile, PKK’nin onun siyasi temsilcisi olacağı anlamına gelmiyor’ deniyor. Bu da hukuk çalışmasının yanı sıra siyasi çalışmanını ne kadar önemli olduğunu gösteriyor” dedi.

AB’nin Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı ya da kimin onun meşru temsilcisi olduğu hakkında konuşmasını eleştiren Gürses, AB’nin birçok örgütü listesine alma kararının gerekçelerini savunamaz halde olduğuna dikkat çekti.

TERÖR LİSTESİNİN KENDİSİ HAK İHLALİ ÜRETEN BİR KONUMDA

Kürtler de dahil terör listelerine karşı hukuki çalışmaların devamını isteyen Gürses, “Bu tür konferanslarda çıkacak bilgiler listeden çıkarılmalara ilişkin dava için çok önemli, çünkü konuştuğumuz konular; UKKTH, uluslararası hukuk, savunma hukuku, terörizm kavramı, terörle mücadele kavramlarının nasıl da muhalifleri kriminalize etmek için kullanıldığını çok güzel açıklıyor” dedi.

Terör listesinden dolayı çok geniş bir kesimin olumsuz etkilendiğine dikkat çeken Dündar Gürses, Almanya’da seyahat kısıtlaması, polise imza zorunluluğu gibi uygulamaları eleştirirken, terör listesinin kendisinin ‘hak ihlali üreten’ bir konumda olduğunun altını çizdi.

Gürses şöyle dedi: “Eğer liste bir halkı kriminalize ediyorsa, buna karşı çok yönlü bir mücadele yürütülmelidir. Hollandalılar örneğin Türkiye’deki davalara gidiyor, raporlar yazıyor ancak lobi çalışmalarına katılmıyorlar, ki katılmalıdırlar. Diğer taraftan İnterpol vasıtasıyla 1500-2000 arası kişi aranıyor ve bu Türkiye’nin baskı aracı olarak kullanılıyor.”

ROJAVA KANTONLARININ TANINMASI VE ŞENGAL’İN SOYKIRIM OLARAK KABUL EDİLMESİ

Rojava’da kantonların ilan edilmesi ve Kürtlerin kendilerini bu şekilde ifade etme isteğinin desteklenmesini de isteyen Dündar Gürses, bu konunun hukuki açıdan da önemli olduğunu söyledi.

Gürses ayrıca, “Rojava’ya yönelik hukuki destek devam etmeli ve özellikle Şengal’deki katliamların soykırım olarak tanınması için çalışmalar başlatılmalıdır” dedi.

Türkiye’deki yargısız infazların ve insan hakları ihlallerinin yeni güvenlik yasasıyla artacağını vurgulayan Gürses, yakın dönemde yaşanacakların araştırılması, bilgilendirmeler yapılması ve kamuoyunda hissedilmesinin sağlanmasını da istedi. Gürses, Paris’te 9 ocak 2013’te 3 Kürt kadın devrimcinin yaşamını yitirdiği katliamın uluslararası bir heyetle takibe alınmasını ve bununla bir baskı aracı oluşturulmasını da önerdi.

SCHMİDT: TEMEL HEDEF PKK’NİN LİSTEDEN ÇIKARILMASI OLMALI

EJDM Genel Sekreteri Thomas Schmidt ise, Paris’te 3 devrimci kadının katledildiğini hatırlatırken, Türkiye, Suriye ve diğer ülkelerdeki Kürt militanların da katledilmeye devam edildiğini dile getirdi.

Schmidt, “Kürtler cezaevlerine konularak, nötralize ediliyor ve mücadeleleri haksızca yok edilmek isteniyor. Yine önümüzdeki aylarda önemli davalar olacak ve hukukçular olarak takip etmeliyiz” dedi.

Kendisinin de bu davalara katıldığını ve hukukçular dışındaki kesimlerin de ilgisini önemsediğini kaydeden Schmidt, “Ben birçok kez böyle davalara katıldım ve tüm arkadaşlarımız da katılmalıdır. Siyasi ve ya hukuki kimliği olmayan kişiler de bu davaları takibe ikna edilmelidir. Hem Almanya’da hem de Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi için bu önemlidir” tespitinde bulundu.

Temel hedefin PKK’nin tamamiyle ‘terör örgütleri listesinden silinmesi olmasını isteyen Schmidt, hukuki çalışmaların tümüyle buna odaklanmasının da önemine dikkat çekti.

OLDUKÇA BAŞARILI GEÇTİ

İki gün boyunca ‘terör’, ‘terörle mücadele’, ‘meşru savunma’, ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ gibi tanımlar etrafında birçok sunum ve tartışmanın yapıldığı Üçüncü Uluslararası Konferans, terör örgütleri listesine karşı önerilerin tartışılmasıyla son buldu.

Konferans’ın sonunda hazırlanan sonuç bildirgesi tasarısı okunarak, katılımcıların öneri ve eleştirilerine sunuldu. Yapılan tartışmaların ardından sonuç bildirgesine bazı önerilerin de dikkate alınması kararlaştırıldı.

Bildirgenin önümüzdeki günlerde açıklanması kararlaştırıldı.