Celalettin Can: Sokağı kaybeden her şeyi kaybeder!
78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, Türkiye’deki 15 Temmuz darbesi ardından sol ve demokrat çevrelerin, sokakları faşistlere bırakmaması gerektiğini söyledi. Can, “Sokağı kaybeden her şeyi kaybeder” dedi.
MAXİME AZADİ
SÜLEYMANİYE
Cuma, 22 Temmuz 2016, 09:54
Celalettin Can, Süleymaniye’de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın görüşleri ekseninde Ortadoğu’da istikrar ve barışın tartışıldığı konferans sırasında ANF’nin sorularını yanıtladı. Can, Türkiye’deki darbe girişimi, AKP’nin darbeye verdiği yanıtı, bundan sonra yaşanabilecek olası gelişmeler ile sol ve demokrat çevrelerin tutumunu değerlendirdi. Can, Kürtlere karşı savaşan ancak başarısız olan iki gücün bir birbirine girdiği tespitinde bulundu. Can, sokakların faşistlere bırakılmaması gerektiğinin altını çizdi.
Türkiye’de 15 Temmuz’daki darbe kimler tarafından yapıldı, motivasyonları nelerdi?
Öncelikle şunu ifade edeyim. Biz 78’ler Girişimi’ni kurarken temel politikamız, darbecilerin yargılanmasıydı. Özellikle 12 Eylül darbecilerinin yargılanması ve bu yargılama üzerinden darbe hareketi ve kurumları ile yüzleşmeydi. Buradan da hareket ederek, darbeyi kınıyoruz. Bütün darbeleri kınadığımız gibi. Darbenin bir çözüm olmadığını peşin söylemek gerekir. Şunu söyleyebilirim. Bu darbe, aslında bir iç darbedir.
Benim kanaatime göre iddia edildiği gibi, Fethullah Gülen, Gülen Cemaati’nin darbesi değil. Bu darbe öyle bir darbe değil. Bu darbe ordu içerisinde, hala o Kemalist geleneği sürdüren, o zihniyete bağlı, sürdürmeye çalışan, faşist Atatürkçülerden tutun Atatürk’ü sosyal yoruma tabi tutacak kadar dahi ılımlı olmaya çalışan çok geniş bir cenahın aslında bir hareketi bu. Fethullahçılar da muhakkak vardı. Belki bazı solcular da olmuş olabilir. Ama ağırlıkla bu cenahın darbesi.
DARBE REJİM KAYGISIYLA YAPILDI
Bu darbe girişimi ile amaçlanan, hedeflenen Erdoğan’ın kendisi miydi yoksa bir rejim değişikliği de öngörüyor muydu? Bu darbenin karakteri neydi?
Bu darbe aslında Mayıs’ta bekleniyordu. Mayıs’ta bilenler biliyor, çeşitli çevrelerden bazı bilgi akışları vardı. Mayıs ayının kritik ay olduğu söyleniyordu. Ama Mayıs ayından önce bir şey oldu. Kürt coğrafyasında, Cizre’den başlayıp, Sur, Nusaybin ve Yüksekova’ya kadar Kürdistani bir oluşum oluşuyordu. Buna karşı ciddi operasyonlar vardı. Polis operasyonları yönetiyordu. Asker de o güne kadar operasyonları il yönetimi çerçevesindeki kendi yetkilerini kullanıp, yazılı talimatla orduyu Kürtlere karşı harekete geçiriyordu. Sonra, dikkat ederseniz orduya yetkiler tanındı. Ordunun elinden alınan operasyonel yetkileri genişletildi. Bu sanırım, ordunun üst kademesinde bir ayrışma yarattı. Ordunun bir kesimi buna ikna oldu. Hükümetin verdiği bu tavizler, orduya tanıdığı yeni yetkilere, kanaatime göre bu darbeyi gerçekleştirenler ikna olmadılar. Bunlar daha çok rejim kaygısıyla hareket ettiler. Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürkçü, laik bir hukuk devleti olduğu, bunun ciddi bir tehlikede olduğu, yolsuzluktan tutalım bu ordunun ideolojik olarak yeniden dizayn edildiği, bu şekildeki rejim kaygıları vardı. Bu kaygılar giderilemedi. Darbe rejim kaygısıyla gerçekleşti.
1977 DARBESİNE BENZİYOR
Siz aynı zamanda 12 Eylül darbesinin hem mağduru hem de tanığısınız. Bu darbe girişimi ile 12 Eylül veya daha önceki darbeler ile kıyaslandığında, neye benziyor?
12 Eylül darbesi emir-komuta ilişkileri içerisinde, bir tür ordunun birliği içerisinde gerçekleştirilen ve toplumdan devlete doğru, toplumun değişik kesimlerinde halkın can güvenliği çerçevesinde, geniş bir terörle toplumun bilincinin kirletildiği, her gün üç beş kişinin öldüğü, ülkenin gerçekten ciddi tehlikede olduğu, sadece devlet nizamı değil, halkın can güvenliğinin tehlikede olduğu gerekçesiyle geniş bir toplumsal mutabakat yaratıldı. Devlet düzeyinde de bu yaratıldı. İş adamları, oligarşik egemenliğin değişim kesimleri içerisinde genel bir birlik yaratıldı. Dahası, başka bir şey daha vardı. Amerikan emperyalizmi ile çok yakın bir ilişki içerisinde örgütlendi. Hatta (dönemin ABD Başkanı) Jimmy Carter’a haber verildiğinde “bizim çocuklar yapmıştır” gibi bir söylem kullanmıştı. Avrupa Birliği de bu darbeye destek verdi.
Emperyalizmin, Türkiye’deki işadamlarının, bütün iktidar çevrelerinin işbirliği içerisinde anlaşarak, uzlaşarak, geniş bir mutabakatla yapılan bir darbeydi. Bu ise kendi içerisinde başlangıçta uzlaşma olsa da, parçalanan, gruplara ayrılan, hatta o ayrışmayı da durdurmak veya yeniden sağlamak için birbirine darbe yapan, bir iç darbedir. Ve toplumda da geniş bir mutabakatı yok. Çünkü darbe karşıtı bir kültür de bu toplumda gelişti. Böyle bir dezavantajı var. 12 Eylül darbesi gelirken ne yapacağını biliyordu. Bunu topluma bir ölçüde kabul ettirmişti. Ama bu darbe, ne yapacağını bilmiyordu. Toplumsal mutabakat zayıftı. Kıyaslamak mümkün değil.
Bu daha çok Talat Aydemir darbesine benziyor. 27 Mayıs 1960 darbesi öncesindeki organizasyonda yer alan bir insandı. Sonra Kore’ye gitti. Darbenin yapılış zamanında bulundu. Dönüm geldiğinde dışında kaldı. Tepki darbesi yaptı. İnönü ilkinde affetti. Sonra bir daha darbe yaptı. Bu kez asıldı. Biraz onu andırıyor. Ama daha çok kanlı geçmesi itibariyle 1 Mayıs 1977 katliamı öncesi darbe girişimine benziyor. 77 katliamını gerçekleştirenler Namık Kemal Ersun, Kara Kuvvetleri Komutanıydı. Birinci Ordu da onun emrindeydi. Ülke tehlikeye giriyor, komünizm tehlikesi var. Namık Kemal en son etrafına topladığı 200’ün üzerinde subayla bir darbe tasarladı. Bazı iş adamları da destek verdi. Halit Narin, Sakıp Sabancı gibi. MHP de destek verdi. Ama Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Demirel, Ecevit gibi politikacılar, TÜSİAD’ın önemli bir kesimi içerisinde yoktu. Amerika da yoktu işin içerisinde. İzleyiciydi sadece. Belki başarılı olsaydı destek verecekti. Onlar 1 Mayıs’ta kendi hesaplarına göre 300’ün üzerinde insanı öldürüp bir şok ortamından yararlanıp darbeyi tasarladılar. Bence ona daha çok benzeyen bir darbe bu. Bir ölçü de Talat Aydemir ama esasen daha çok 1 Mayıs 1977 darbesine benzeyen bir darbe.
KÜRTLERE KARŞI SAVAŞAN İKİ GÜÇ BİRBİRİNE GİRDİ
15 Temmuz darbesi önemli oranda başarısız kılınsa da, AKP politikaları nedeniyle toplumdaki kaygıları gidermedi. Özellikle darbe sırasında sokağa çıkan insanların profilleri, hareketleri birçok çevrede endişelere yol açtı. Bu sokağa çıkan gruplarla ilgili siz ne düşünüyorsunuz, nasıl bir müdahaleydi ve nasıl bir dönemi ifade ediyor.
Bir kere şöyle bir durum var. Bu iki taraftarı, mesela darbe olmadan önce hükümet daha çok polise dayanıyordu. Klasik polise, özel harekata, özel timlere dayalı bir hükümet. Bütün bunları Kürtlerin üzerine sardı. Bunlar Cizre, Nusaybin, Sur ve Yüksekova’nın üzerine salındı. Onların yetersiz kaldığı noktada, başlangıçta operasyonların güvenliğini alan ordu, valiliğin il idare kurulu yetkisi çerçevesinde yazılı bir şekilde orada harekete geçirildi. Şu anda darbeyi yapan ordu harekete geçirildi. Onlar da Kürtlere saldırdılar. Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürtlere karşı savaşan iki güç aslında birbirine girdi. İşin aslı bu. Şayet AKP polis üzerinden başarılı olsaydı, devreye soktuğu ordu üzerinden de hareketi bastırsaydı, ciddi bir kazımayı tamamlayabilseydi, sanırım bu darbeyi yapamazdı kimse.
Demek ki bu iki güç, Kürtlere karşı savaşan ancak başarısız olup birbirine düşen güçler. Peki bu darbe rejim kaygısıyla AKP’ye karşı yapıldı. Darbe olduktan sonra halk sokağa çıktı deniliyor. Ben İstanbul’u duydum, sordum, görebildiğim kadar da gördüm. Çok büyük kalabalıklar yoktu. Hrant Dink’in cenaze merasimini gördük. Uğur Mumcu’nun cenaze töreni anlatılır. Büyük kitle hareketlerini biliyoruz. 1 Mayıs’a katılan insanları biliyoruz. Çok büyük kitle hareketleri yoktu. Televizyon biraz abartarak, kalabalıkların toplandığı yerleri çok büyük gösterdi. MHP bile yeterince katılmamıştı. CHP’liler katılmamıştı. AKP kitlesiydi, ama AKP’nin de daha çok böyle milliyetçi eğilimli, tekbir tekbir diye bağıran, idam idam diye, cihat cihat diye bağıran, en gerici, en ırkçı, en milliyetçi kesimlerin tepkisiydi. Hatta yollarda insanları sürükleyip ezme, linç politikası güden kesimlerdi. Çok şımarıkça ve kelle kestiler yani. İnkar etmesinler. Askeri yatırıp kellesini kestiler. Darbe, kırıntı düzeyinde de olsa demokrasiyi ortadan kaldırıyor. Ama bu darbeyi engelleyenler, bunun için sokağa çıkanlar çok daha gerici, çok daha ırkçı, çok daha Kürt düşmanı böyle bir kitle. Bu kitleden demokrasi çıkar mı?
Bir şey daha, aslında iki darbe süreci vardı. Tayyip Erdoğan aslında darbe süreci yaşatıyordu. Diğerleri darbe yaptılar. Onların darbesi elimine edildi. Ama Tayyip Erdoğan’ın darbesi bitmedi. Erdoğan bundan yararlanarak, darbeye karşı olan güçleri yan yana getirerek, kendi darbesini tamamlamaya çalışacaktır.
Şimdi şöyle bir durum da var. Darbe teşebbüsü öncesi Kürdistan’da işlenen suçlara karşı askere dokunulmazlık zırhı çabası vardı. Bu gözaltına alınıp tutuklananlar, bu yasadan ne şekilde etkilenecekler?
Asker ile ilgili soruşturma izni Başbakan’a bırakılmıştı. O da diyecektir ki soruşturun hepsini.
Peki tutuklananlar asker, subay veya generaller, önemli bir kısmının Kürdistan’da işlenen suçlara karıştığı belirtiliyor. Sizce bunlar Kürdistan’da işlenen suçlardan da yargılanabilir mi?
Cemaatle Tayyip Erdoğan, Ergenekon’u tasfiye etmek için bir ittifak kurmuşlardı. Çok kısmi bir şekilde Kürdistan’da bazı gözaltılar yaptılar. Fırat’ın ötesine geçmediler. Güya onların en demokrat olduğu, en demokrasiden yana olduğu, hatta Kürtlerle barışın koşullarını yaratmaya çalıştığı bir dönemdi, ama bunlar yine de Fırat’ın ötesine geçmediler. Ve devamla, bu darbelerde soruşturmalar asla bunların Kürdistan’da işlediği suçlara dönük olmayacaktır. Çünkü Kürdistan’da işlenen suçlar bütün bir ordunun suçudur. Tayyip’in yanında duran Genelkurmay Başkanı da bu işin içindedir. Onun emrini veren Tayyip Erdoğan’dır ve suça ortaktır. Ayrıca Kürtler söz konusu olunca, Kürtler bu devletin asıl sahipleri ve muktedirlerinin kırmızı çizgileridir. Kürdistan’daki suçlar yargılanmayacaktır. Generaller bundan dolayı yargılanmayacaklardır. Generaller var olan hükümeti alaşağı etme, devlet nizamına darbe vurma, hükümete darbe yapmaktan yargılanacaklardır. İnşallah yanılırız ama yargılanmayacaklardır. Çünkü Kürdistan’da işlenen suçların ortağı siyasi iktidardır.
AKP IŞİD TİPİ İNSANLARI SİLAHLANDIRARAK OLASI BİR DARBEYE TEDBİR ALIYOR
Sayın Öcalan da bir kaç yıl öncesinde darbe mekaniğinden bahsetti ve öngörüleri gerçekleşti. Hükümeti bu soruna verdiği yanıtlar göz önüne alınırsa, mevcut darbe dinamiğinin devam ettiğini söylemek mümkün mü? Bu politikalar daha ne tür sonuçlara yol açabilir?
Bana göre, bu süreç bitmemiştir. Asya’nın kanunudur bu. Kılıçla geleni kılıçla karşılarlar. Kılıçlar çekildi aslında ve kılıçların ilk aşaması, belki de en önemli aşamasında, darbeyi gerçekleştiren Kemalist, Atatürkçü, faşizan oldukça ciddi bir şekilde darbelendi. Hükümet işin orada bitmediğini biliyor. Orduda çok geniş bir kesimin buna aslında destek verdiğini, ihanetler veya çekilmeler nedeniyle bazı şeylerin kaldığının farkında. Ve hükümet şöyle bir şey yapmak istiyor. Size II. Mahmud’un hikayesini anlatayım. İkide bir Yeniçeriler ayaklanırdı. II. Mahmud da tutup Sancak-ı Şerif’i açıyor. Halkı da çağırıyor bir ayaklanma sırasında. Silahlandırabildiği kadar silahlandırıyor ve Yeniçerileri kılıçtan geçiriyorlar. Sonra da yeni orduyu kuruyor. Yeni ordunun farkı şu: Nispeten seküler bir ordu. Şimdi de dikkat ederseniz, halkı silahlandırmaktan bahsediyorlar, halkı sokaklara çıkarmaktan bahsediyorlar. 30-40 bin Suriyeli göçmeni vatandaşlığa geçirmek istediklerini söylüyorlar. Bunları şöyle okuyun: Suriye savaşında yer alan El Nusra, Ahrar-uş Şam ve hatta eski IŞİD’çileri silahlandırma olarak düşünün. Bu sürecin devam edeceğini ve bitmediğini, yeniler tepkiler geleceğini ve yeni darbeler olacağını bildiği için şimdiden bunun tedbirini alıyorlar. Kendi AKP’ci halkını, kendi Osmanlı ocaklarını, kendi taraftarlarını, IŞİD tipi insanları çok yaygın bir şekilde silahlandırarak, donatarak olası bir darbeye karşı tedbirini almaya çalışıyorlar. Bitmedi, yarım kaldı. Zaten şu anda operasyonlar devam ediyor. Mesele sadece darbeyi alaşağı etme değil. Türkiye’de iki kötü Anayasa Mahkemesi, RTÜK gibi, YÖK gibi, yasama, yürütme, yargı gibi cumhuriyetin kurumları vardı. Bütün bu kurumları içini boşaltarak, kendisine bağlayarak, Tayyip Erdoğan hep öne çıktı. Tek adam. Baas tipi bir başkanlığı andırıyor. Biat kültürü de buna eşlik edecek. İhvani bir biat kültürü. Bu çerçevede kurumları değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışıyor. Cemaat de, Erdoğan da ordunun derinliklerine girememişlerdi. Ordunun özündeki Kemalist Atatürkçü özü tasfiye edememişlerdi. Şimdi bu darbeyi gerekçe yaparak, silahlı güçlerle tedbirlerini almaya çalışarak, mümkün olduğu kadar ordunun derinliklerine inerek, Atatürkçü, Kemalist, nisbeten seküler denilebilecek yapıyı tasfiye edip ihvani bir ordu yaratmaya çalışıyorlar. Şansı çok az. Dışarıda çok zayıf düştü. Ama içeride güçlü olabilmek için, bu son süreci mümkün olduğunca kullanmaya çalışacak. Amaç ihvani bir ordu, ihvani kurumlar.
SÜRECİ SAYIN ÖCALAN GÖRDÜ
Bu süreci Sayın Öcalan gördü. Türkiye’nin kurumları demokratik değil. Türkiye darbelerle yüzleşmemiş. Türkiye sıkıştığı zaman çözümünü demokrasi ve demokratik uzlaşmalarda değil, darbelerde asma ve kesmelerde bulmuştu. Öcalan, darbe mekaniğinin devrede olduğunu ve darbe olabileceğini söylemişti. Zaten darbecilerle yüzleşmeyen, kendi darbecilerini yargılamayan, cezasız bırakan her kurum ve devletin başına gelebilecek bir durumdur. Öcalan da bunu gördü.
TÜRKİYE’DE RASYONEL DEVLET AKLI YOK
AKP ile birlikte rasyonel bir devlet aklından bahsetmek mümkün mü? Zira çılgınlıkla ifade edilebilecek politikaları var.
Uzun bir süredir Türkiye’de devlet ve hükümet kaynaklı rasyonel bir akıldan bahsetmek mümkün değil. Çünkü, bizzat hükümet olan güç bir rejim değişikliğinin peşinde. İyi kötü var olan parlamenter rejimin yerine, parlamentonun alabildiğine daraltıldığı Baas türü bir başkanlık rejimine dönüştürmek istiyor. Bunu değiştirmek kolay değil. Sosyal yaşam çok sekülarize olmuş. Bunu değiştirmek dönüştürmek zor. AKP de çeşitli manevralarla, altüst oluşlarla, ittifaklarla, manipülasyonlarla, siyaset oyunlarını sonuna kadar kullanarak değiştirmeye çalışıyor. Buna karşı olanlar var. Ayrıca Kürt hareketinin talepleri var. Türkiye’de düzenin oturmadığı, kurumların yerlerinin değiştirdiği, her şeyin bir nevi altüst olduğu kaosvari bir durum var. Tam kaosa dönüşmemiş. Topluma güven veren, bir araya getiren, birlik siyaseti izlenmiyor. Mümkün olduğunca ayrıştıran amip bölünen, en güçlü bölümü kendi tarafına bırakıp, onun üzerinden devleti ve kurumları ele geçirmeye çalışan bir zihniyet var. Hatta Cumhurbaşkanı açık söylüyordu. “Fiili bir durum var. Yasallaştırın” diyordu. Kaymakamlara dönüp diyor ki, bildiğiniz gibi çalışın, arkanızda ben varım. Bir kaosu bizzat kendisi yaratmaya çalışıyor. Rasyonel aklı kullanan bir yönetim olmadığı gibi, rasyonel aklın ortadan kalmasının bütün koşullarını yaşadık. Bu süreç devam edecek. Türkiye şu anda bölünmüş durumda.
EN GÜÇLÜ VE NET CEVAP HDP VE KCK’DEN GELDİ
Solcular ve demokratik çevreler, bu darbe girişimi sırasında nerede duruyordu, pozisyonları nedir?
Solun sesi yüksek çıkmadı. Çıksaydı, güç belliydi. Yeterince duyulmazdı. Ama bütün sol, istisnasız şu kültürü aldı. Darbeye karşı durdular. Sokağa çıkamadı. İdam diye bağıran insanlara karşı idama hayır diyemedi. Askere alacağız diyenlere karşı, yapamazsın diyemedi. İnsanları stadyuma toplayıp linç ediyorlar. Hukuk kuralları çerçevesinde bunları yargıla diyemedi. Ama buna rağmen bütün sol darbeye karşı. Zaten en büyük güçlerden biri HDP, her türden darbeye karşı olduğunu söyledi. Ama bunu açık söylerken de şu kaygısını da belirtti. “Darbeye karşıyız, darbeler meşru değildir, ama siz de darbeleri gerekçe yapıp, kendi rejiminizi oturtmayın. Baskı terör uygulamayın.” Bu şekilde kaygılarını ifade etti. Hatta Sayın Selahattin Demirtaş’ın niyeti nedir bilmiyorum ama meclise gitmedi. Sayın İdris Baluken gitti. Bu şu anlama da gelebilir. Darbeye karşıyız, ama hukuka da uygun davranın. Hukuk dışı davranmayın. Yanınızda da değiliz sizin. Ben öyle okudum. Yani HDP darbeye karşı net tavır aldı ve hükümetin yanında da yer almadığını ortaya koydu. KCK de açıklama yaptı. İki faşist gücün iktidar kavgası olduğunu söyledi. Doğru. En güçlü ses de buradan çıktı. HDP ve Kürt Özgürlük Hareketi’nden en güçlü cevap çıktı ve bu mesaj alındı.
HDP çevreleri darbe süreci sırasında sokağa çıkmamalarını, provokasyon endişesiyle ifade ettiler. Diğer solcu ve demokratik çevrelerde de benzer kaygılar olabilir ancak uzun vadede düşünülürse sokakların hükümet yanlısı grupların inisiyatifine bırakılması kabul edilebilir mi? Solcular bu durumu ne kadar izleyecek? Ne zaman harekete geçmeleri gerekiyor?
Benim kanaatime göre, ilk anda sokağa çıkmak darbeye destek şeklinde de okunabilirdi. Diğer darbeci Erdoğan’a destek biçiminde de anlaşılabilirdi. Bir de hakikatten de sokaklarda idamlar savunuluyordu, en ufak muhalif ses linç edilmeye çalışılıyordu. Çok çılgın, fütursuz, zincirinden boşanmış şekilde saldıran kitle vardı. Provokasyona açıktı. Ama biz sokakları bunlara bırakmayacağız, bırakmamalıyız da. Zaten bu bir havadır. Rüzgardır. Geçer. AKP kitlesi öyle çok demokratik kültürü olan, sokakları demokratik amaçlarla kullanan bir kitle değil. Asıl diğer AKP’ciler, yöneticiler yani, sokağa bile çıkmazlar. Sokağa çıkanlar geniş AKP kitlesi de değildi. En faşizan, en gerici kesimlerdi. Bu dalga geçer. Ama bizim mutlaka sokaklara çıkmamız gerekir. Muhakkak ki, bu darbeyi bahane edip, büyük operasyonlar yapacaklar. Kürtlere dönük de ilerde yüklenecekler. Anti-demokratik ortamı alabildiğine egemen kılmaya çalışacaklar. Bunların atacağı her anti-demokratik adıma, bizim sokağa çıkarak, sadece sokakla yetinmeyip, çok zengin mücadele biçimleriyle, tavır koyup tepki göstermemiz gerekiyor. Bu konuda da bedel ödemeyi göze almak gerekiyor. Sokağı kaybeden her şeyi kaybeder.
SOKAKLAR FAŞİSTLERE BIRAKILAMAZ
Uzun zamandır demokratik bir cephe kurulması yönünde çabalar var. Şimdi nasıl bir cephe bu yeni dönemi karşılar?
Şu an öne çıkan AKP çevresi ve onun tasfiye etmeye çalıştığı Kemalist çevredir. Bunun yanısıra önde olan ve yıpranmayan bir güç, Kürt Özgürlük Hareketi ve etrafındakilerdir. Diğer sol ve demokrat çevreler var. Onların pek bir gücü ve gündemi belirleme durumu yok. Öyleyse bizim yapmamız gereken, en toplumsal ve ilerici güç olan Kürt Özgürlük Hareketi ve etrafındaki güçleri esas alıp, “Kürtlerin etrafında örgütleniyoruz” yalanını da bir kenara bırakıp, Türkiye’de demokrasi tehlikede, halk tehlikede, var olanı bile kaybetme ve daha kötüsü ihvani bir rejimin kurulması gündemde olduğu bir dönemde AKP’nin yarattığı bütün olumsuzluklara tepki göstermemiz gerekiyor. Halk toplantıları ile halkı bilinçlendirmemiz gerekir. Halkımızla birlikte bulunduğumuz mahalleler, sokaklarda, büyük kitle hareketleri, serhildanlar örgütleyerek bu süreci karşılamak gerekir. Bazen bedel de ödemek gerekir. Biz sokakta silah kullanmayacağız. Kimseye saldırmayacağız. Kavga, dövüş yapmayacağız. En doğal demokratik haklarımızı kullanacağız. Sokakları bu faşistleri, Türkiye’nin ve Kürtlerin geleceğini karatmak isteyenlere bırakmamalıyız. Zaman direnme zamanıdır, zaman Türkiye’ye sahip çıkma zamanıdır. Zaman Kürdistani halklara sahip çıkma zamanıdır.