‘Cerablus işgali yenildiklerinin göstergesidir’

Cerablus işgalinin Rojava devrimine yapılan alçakça bir saldırı olduğunu vurgulayan MLKP'li Baran Serhat, “Bu işgal ile geride kalan plan ve stratejilerinin iflas ettiğini, haklı ve onurlu mücadelemiz karşısında yenildiklerinin göstergesidir” dedi

Kürt halkının yükselttiği her ses, yürüttüğü her mücadelenin aynı zamanda Türkiye'nin ve hatta bölgenin tüm emekçilerinin özgürlüğünün güvencesi olduğuna dikkat çeken MLKP Rojava Yöneticilerinden Baran Serhat, “Kürt özgürlük mücadelesi, türlü gerekçelerle yalnız bırakılırsa, bundan en ağır şekilde Türkiyeli emekçiler etkilenecektir” dedi. Türkiye'de askeri ve sivil faşist darbelerin esas hedefinin, Kürt Özgürlük hareketi, Aleviler, işçi sınıfı, kadın, gençlik, devrimci ve komünist hareketler olduğunu söyleyen Serhat, “kendi onurunuz ve özgür geleceğiniz için örgütlenin, mücadele edin. Mücadele ederek kazanmaktan başka bir yol yoktur” çağrısında bulundu.

Rojava ve Kuzey Kürdistan’daki gelişmelerin birbiri ile bağlantılı olduğunu söyleyen Serhat, Türk devletinin Rojava ve Suriye’de çeteler üzerinden yürüttüğü savaşı kaybettikten sonra Cerablus işgali ile sahaya indiğini söyledi. Türk askerinin Cerablus işgalinin, halklara, özgürlüklere ve Rojava devrimine yapılan alçakça bir saldırı olduğunu vurgulayan Serhat, “Bu işgal ile geride kalan plan ve stratejilerinin iflas ettiğini, haklı ve onurlu mücadelemiz karşısında yenildiklerinin göstergesidir” dedi.

Geliştirilen deriniş ve gerillanın etkin eylemlikleri sonucunda Türk devletinin, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı ailesi ile görüştürmek zorunda kaldığını anlatan Serhat, “Öcalan iradesini ortaya koyarak topu devlete atmıştır” tespitinde bulundu.

MLKP-Rojava Komutanlarından Baran Serhat Cerablus işgali ve sonrasındaki gelişmeler ile Türkiye’deki AKP darbesini konuştuk.

‘TEHDİT BÜYÜK VE CİDDİDİR”

Türk devleti uzun süre çetelere verdiği destekten sonra Cerablus ve Suriye topraklarına bir işgal hareketi geliştirdi. Bu işgali nasıl değerlendiriyorsunuz?

Faşist sömürgeci Türk devletinin Cerablus işgali ile Ortadoğu ve bölgeye yeni bir yaşam alternatifi sunan Rojava devrimine, sahip çıkan, destek ezilen bölge halklarının özgürleşme umutlarına, Kobanê-Afrin kantonlarının birleşmesine karşı yapılan alçakça bir saldırıdır. Devrimin ilk gününden bu yana, El Nusra'dan DAİŞ'e, KDP'den ENKS'ye kadar, çeşitli işbirlikçiler aracılığı ve farklı isimler altında her türlü karşı devrimci saldırı ve komployu Kürtlere ve bölge halklarına uygulayan faşist sömürgecilik, şimdi “resmi” savaş güçleriyle sahaya inmiş oldu.

Bu işgal geride kalan planlarının, saldırılarının, stratejilerinin tümünün iflas ettiğinin, haklı ve onurlu mücadelemiz karşısında yenildiklerinin göstergesidir. Cerablus işgali ile başlatılan yeni dönem, faşist sömürgeciliğin elindeki son imkanların kullanılmasıdır. Rojava-Kuzey Suriye Federasyonu'na açık savaş ilan etmek dışında, ellerindeki tüm imkanları neredeyse tüketmelerine rağmen elde edebildikleri fazla bir şey değildir.

Bölge üzerinde çıkarları olan dış güçlerin bu işgalde payları nedir?

Bölgede çıkarları için varolan emperyal güçler tarihsel işbirlikçileri sömürgeci Türk devletinin “tampon bölge” oluşturmak adına Cerablus işgaline izin verdiği açıktır. Bu işgali ile hergün giderek daha fazla meşruiyet ve geri dönülmez kazanımlar elde eden Rojava devrimimizi sınırlamak ve gelimini engellemek istiyorlar. ABD ve diğer emperyalist güçler DAİŞ'e karşı YPG-QSD güçleriyle mecburi bir askeri işbirliği yapmak zorundaydılar. Devrimin daha kalıcı hale gelmesini engelleme, yapabiliyorlarsa bozma, öncülerini saflarına çekme ya da var olan çizgilerinden uzaklaştırma gibi amaçları da olan bu işbirliğinin esası askeriydi. Onlar Rojava ve QSD’yi tümden karşılarına da alamıyorlardı. Rojava devrimimin öncülüğünde bölge halkları artık bir güç ve irade sahibi ve öyle bir kalemde yok sayılacak, ihmal edilecek bir güçte değildir.

Minbic zaferiyle yeni bir aşamaya erişen Rojava devrimi ister koalisyonlar ile ister ise koalisyonsuz kendi yolunda yürümeye devam edecektir. Bu yürüyüş Rojava kantonları birleşecek, tarihsel bir haksızlık sona erecek ve bölgede, yepyeni imkanlar boy verecektir. Gelişmelere bakıldığında Türk devletinin işgali şu an için sınırlı bir alan belirlenmiş gibi görünse de, faşist Türk devleti bir oldu bitti yaratarak, vardıkları anlaşmanın sınırlarını zorladığı görülüyor. Fakat bölgedeki dengeler öyle karmaşık ve hassas ki, bu pek o kadar kolay olmayacak. Türkiye bölgede bir işgalci güçtür ve mutlaka defolup gitmek zorunda kalacaktır.

İşgal ile birlikte sınırda halka dönük işkence, katletmeler yine YPG ve Öz savunma güçlerine dönük saldırılar Türk devleti arttı bu saldırılarla neyi amaçlıyor?

Faşist Türk devleti ateşle oynuyor, Rojava'ya saldırmaları için hiçbir meşruiyetleri, dünya ve bölge halkları nezdinde inandırıcılıkları yoktur. Bu nedenle, gerekçeler yaratmak, bunun için provokasyonlar çıkartmak istiyorlar. Faşist Türk devletinin çeşitli provokasyon saldırıları işgal ile birlikte gündeme geliyor. En son Kobanê sınırındaki işgal duvarının inşasında yaşananlar, Endiwer Derik’ten Afrin'e kadarki sınır boylarında sivil insanların işkence edilerek katledilmesi, YPG karakol ve YPG ya da QSD güçlerinin denetiminde olduğu köylerin bombalanması faşist Türk devletinin Rojava'ya düşmanlığının dışavurumudur. Bu saldırılarla sadırı ve ateş altında bir Rojava imajı yaratarak bölgeyi insansızlaştırmaya ve sistemi bozarak ENKS gibi güçlere kara propaganda imkanı yaratmaya ve bunlar olmazsa fiili bir çatışma durumu yaratmaya çalışıyorlar.

Minbic zaferinden sonra Cerablus ve Bab gibi alanların da QSD ve yerel askeri meclislerce temizleneceğini biliyorlar ve Kobanê-Afrin hattının birleşmesini bu işgal ile engellemek istiyorlar. Sınırlardaki bu saldırılar ile dikkatleri başka taraflara çekmeye, birçok cephede güçlerimi çatışma ve savunma pozisyonu içerisine çekerek zayıflatmaya çalışıyorlar. Cerablus işgaliyle aynı günlerde rejim güçlerinin Haseki saldırısı, DAİŞ'in Şeddadi alanında ağır bir saldırıya girişmesi, Afrin’in köylerinin vurulması, Halep'teki Kürt denetimindeki bölgelerin ateş altında tutulması, sınır boyundaki tüm saldırılar ve hatta ENKS'nin Girkê Legê ve Rîmelan gibi alanlardaki provokatif çıkışları birbirinden bağımsız değildir. Tüm bu saldırılara rağmen rahatlıkla söyleyebilirim ki, iyi yoldayız!

‘TÜRKİYE BÖLGELİK AKTÖR YERİNE JANDARMALIĞA SOYUNDU’

Peki bu işgal hareketinin Kuzey Kürdistan'daki mücadele ile bağlantısı var mı?

Rojava ve Bakur Kürdistan'daki gelişmeler zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdırlar. Rojava devrimi, Bakurê Kürdistan'daki mücadeleden, orası da buradan kopuk ele alınamaz. Sömürgeci devletle, ateşkes ve müzakere yapıldığı dönemlerde bile, burada savaş devam ediyordu. Belki ellerinde Türk bayrakları yoktu. Ama Nusra'dan DAİŞ'e kadar tüm Kürt, özgürlük ve demokrasi düşmanlarının elinde Türk devletinin silahları, lojistiği ve insan desteği vardı. Tüm bu desteğe rağmen Rojava devriminin zaferlerimiz Bakur'da da derin etkiler yarattı. 7 Haziran seçimlerinin başarısında, Rojava'daki zaferlerin yeri az değildir. Onun için Kobanê çocuklarına oyuncak getiren Türkiyeli sol ve devrimci gençler Suruç’ta AKP-DAİŞ çeteleri tarafından katledildi.

7 Haziran seçim başarısından sonra Erdoğan'ın saray darbesi gündeme geldi ve savaş konseptini devreye koydu. 20 Temmuz Pirsus katliamı ve 24 Temmuz Medya Savunma Alanlarının bombalanması ile Bakur’da yeniden başlayan savaşla birlikte, Türk devleti Rojava ekseninde, doğrudan sahneye çıkmak istedi. Iç ve uluslararası dengeler buna o gün çok fırsat vermedi. Rusya uçağını düşürdüler, ABD-YPG ittifakına karşı rest çektiler. İran'la ilişkileri bozdular... Hiçbir sonuç alamadılar. Giderek siyasi ve ekonomik kriz derinleşti, çatlakları büyüdü. Bu başarısızlık üzerine Davutoğlu’na darbe yapıldı. Kürdistan’daki şehirleri yakıp yıkma ile istedikleri başarıyı elde edemeyen Erdoğan-AKP’nin başarısızlığı üzerine 15 temmuz darbe girişimi oldu ve iç dengeler değişti.

Türk devleti pozisyon değiştirerek, Rusya'dan özür dilendi ve ‘uçağı biz değil FETÖ düşürdü.’ Kavgalı oldukları Rusya başta olmak üzere İran ve İsraile türlü tavizler vererek ilişkileri düzeltmeye çalışıp, ‘Esad'lı geçişe razıyız’ dediler, ABD isterse Rakka'ya da gideriz noktasına geldiler. Hasılı kelam “bölgesel aktör” olmak iddialarının yerine, yine bildik jandarmalığa soyundu. Tüm bunlar, adım adım bütünleşmekte olan Rojava Kürdistan'ını ve Kuzey Suriye Demokratik Federasyonunu engellemek aynı zamanda darbe kriziyle dengeleri bozulan iç kamuoyunun dikkatlerini “dış düşman” olgusuna çekmek ve en önemlisi, Bakur'da sürmekte olan, işgalci Türk ordu ve polisine ağır darbeler vuran gerilla hareketini, Rojava şantajıyla engellemek için yapıyorlar. Adına “Kürt koridoru” dedikleri bu hattın birleşmesi aynı zamanda, DAİŞ'in, El Nusra'nın ve diğer çete gruplarının Türkiye ile sınır ilişkisinin bitmesi anlamına da geliyor. Sonuç olarak Türkiye işgalle sınırları kaldırdı, onları kovup, artık yeni sınır kurdurmamak hem burada hem de Bakur'da boynumuzun borcu olsun.

İmralı işkence sistemine karşı gelişen direniş ve mücadele sonucunda görüşme sağlandı. Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekir?

Müzakere sürecine nokta konulması ve yeni bir saldırı dalgası İmralı tecridinin ağırlaştırılmasıyla başladı. Sayın Öcalan en son 5 Nisan’da adaya giden heyete olabilecekleri söylemiş ve görüşmelerin kesilebileceğini belirtmişti. Nitekim tam öngörüleri doğrulandı görüşmeler kesilerek, darbe mekaniği devreye girdi, savaş alabildiğince ağırlaştı. Sömürgecilik mevcut pozisyonunu koruyarak Kürt sorununa çözüm geliştiremezdi. Çünkü çözüm sömürgeci faşizmin yenilmesi demekti.

Yeniden sayın Öcalan'a rehine muamelesi yaparak Kürt Özgürlük Hareketi'ni teslim almaya çalıştılar. Ama yine başaramadılar. Mutlak tecrit, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, ciddi bir tehdit boyutuna ulaştığı için halklarımız haklı olarak kaygılandı. Başta kahraman gerillaların ve kentlerdeki YPS'nin savaşımı ve halkın açlık grevi ve sokaklardaki direnişi sonuç vererek devlete geri adım attırdı. Darbe girişiminden sonra “hücre cezası” verdiklerini açıkladıkları Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ı kardeşiyle görüştürmek zorunda kaldılar. Bu mücadelenin bir kazanımıdır. Halkımızın sloganda belirttiği gibi “direne direne kazanacağız” başka yolu yok.

Sayın Öcalan Kürt halkı arasında birleştirici bir güçtür. Onun şahsında kitleselleşme düzeyi artan bir halk hareketi oluşuyordu. Savaşın düzeyi, kimi Kürt çevrelerini, geride bırakırken, devlet onlara oynadı. Öcalan’ın üzerindeki tehdide karşı eylemler bu kesimleri de kapsayan bir düzeye gelmeye başladı. Amed'deki açlık grevi yayılma olasılığı olan bir harekete dönüştü. Gerilla bu süreçte fedaice eylemlerini derinleştirdi ve sömürgeciliğe daha ağır darbelere vurmaya başladı. “Önderlik güvencede değilse, kimse güvence değildir” açıklaması ve ardından yapılan Elazığ, Cizre, Çelê gibi güçlü eylemler ve süren direnişler devleti geri adım atmak zorunda bıraktı.

Bir de Öcalan’ın çağrıları oldu, bu konudaki değerlendirmeleriniz nelerdir?

Sayın Öcalan'ın kamuoyuna yansıyan mesajlarındaki çağrısı net. “Süreci bitiren devlettir. Dolayısıyla adım atması gereken de yine onlardır. Çözüm niyetleri varsa, yetkisi olan iki kişi gelsin, konuşalım, çözelim. Yoksa bu savaş 80 yıl daha sürer” demiş. Burada hem barış isteği hem de, gerçek bir çözüm olmazsa 80 yıl da sürse, bir savaş iradesine sahip olunduğu ifade edilmiş. Artık top Saray diktatörünün kucağında. Süreç faşist saray cuntası tarafından sertleştirilerek ilerletilmeye çalışılacak ama onun da koşulları giderek zorlaşıyor. Bu çağrıya rağmen savaş sürecekse, az çok şerefli ve tutarlı her insan, vicdanı ve ahlakı olan bir toplum, bundan sonra yaşanacak her ölümden saray diktatörlüğünü sorumlu tutacak, tutmak zorundadır. Barıştan yana olan herkesin “Öcalan'ın çağrısına cevap verin, Kürt varlığını ve haklarını tanıyın” diye sesini yükseltmesi gerekir.

15 Temmuz sonrası Erdoğan-AKP'nin geliştirdiği karşı darbe ile şimdi devrimci demokrat kesimler tasfiye ediliyor. Öğretmenler, memurlar işten atılıyor. Belediyelere kayyum atanıyor. Erdoğan faşizminin pervasızlaşmasına karşı neler yapılması gerekir?

Saray diktatörü Tayyip Erdoğan darbe için “Allah’ın lütfu” diyerek, bu krizi kendi iktidarını pekiştirmek için fırsata çevirmeye çalıştı. yor. Karşı darbe yaparak, süreci faşist diktatörlüğünü güvenceleyecek şekilde ilerletiyor. Türkiye'de askeri ve sivil faşist darbelerin esas hedefi, Kürt Özgürlük hareketi, Aleviler, işçi sınıfı, kadın ve gençlik hareketidir. Devrimci ve komünist hareketlerdir. Yapılanlar bu gerçeği bir kez daha doğruluyor. Fettullahçıları tam bir cadı avı ile tasfiye ederlerken, asıl hedefin devrimci, yurtsever ve ilerici güçler olduğunu kısa sürede çıkardıkları KHK'larla ve saldırılarla gösterdiler. Belediyelere kayyum atamaları, akademisyenlerin görevden uzaklaştırılmaları, memurların tasfiyesi, vekillere tutuklama tehditleri, gazete, dergi, tv kapatmaları faşist saray rejiminin karşı darbesinin uygulamalarıdır. Eğer engellenmezse, mülkiyetlere el koymalardan toplu sürgünlere, kitlesel katliamlardan zorunlu iskana kadar her türlü saldırıyı sürdürecekler.

Bu sadece Kürtleri hedefleyen bir şey değil. Önce Kürtleri ezmek istiyorlar. Çünkü en örgütlü ve dirençli güç bugün Kürt Özgürlük hareketidir. Eğer bu barikatı aşarlarsa, diğerlerini ezip geçebileceklerini düşünüyorlar.

Bugün, Kürt halkının yükselttiği her ses, yürüttüğü her mücadele aynı zamanda Türkiye'nin ve hatta bölgenin tüm emekçilerinin özgürlüğünün güvencesidir. Eğer Kürt özgürlük mücadelesi, türlü gerekçelerle yalnız bırakılırsa, bundan en ağır şekilde Türkiyeli emekçiler etkilenecektir. Bugün FETÖ'cü diye yüzbinlerce insana yapılanların aynısı, Alevilere, ilericilere, laiklere, özgürlük ve onurdan yana tüm ezilenlere, kadın hareketine, kısaca burjuva Türk, Sünni ve selefi olmayan herkese kat kat fazlasıyla yapılacaktır. Üstelik yarın onlar aynı ideolojik mayadan geldikleri için şimdinin mağdurları FETÖ'cülerle uzlaşıp, anlaşsalar bile, “bizim cenah”la bu olmayacaktır. Zira o mayada, özgürlük, Kürt, kadın, alevi, komünizm ve demokrasi düşmanlığı bakidir. Şimdi Kürt hareketiyle arasına mesafe koymaya çalışan liberaller, “Kürtler de PKK'ye tavır alsın” diye aslında devlete mesaj verenler, ölü taklidi yapan sahte solcular, mecalsiz demokratlar o gün geldiğinde bu kimliklerini bile savunamaz hale geleceklerini bilmelidirler.

Çağrımız Türkiye'nin onurlu, vicdanlı tüm ezilenlerinedir. Korku köleliktir, köle olmayı asla kabul etmeyin. Saray faşizminden ve onun saldırılarından korkmayın. Tüm baskılara rağmen mücadele eden Kürt Özgürlük hareketi, komünist, devrimci güçler var. Demokratik alanda halkların bir arada olduğu partiler var. Yine faşizme karşı omuz omuza dövüşen Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) var. Onurlu aydınlar, işçiler-emekçiler, devrimci sosyalist gençler var ve geri adım atmadan direniyorlar. Sizlerde bu direniş saflarda yerinizi alın. Tam bir faşist darbe uygulaması olan kayyumlara karşı Kürt halkı direniyor. Darbecilerin 20 maddelik bir planı basına yansımıştı, açın bakın. Erdoğan diktatörlüğünün yaptığıyla neredeyse birebir aynı. Yani, darbe sürüyor. Siz de darbeye karşı direnin ve direnenlerle birlikte sokaklara çıkın. Atanmış kayyumların geri çekilmesi, seçilmiş eş başkanların görevlerine iadesini isteyin. Bunun için gerçek demokrasi nöbetleri tutun. Erdoğan diktatörlüğü için değil, kendi onurunuz için yapın bunu. Örgütlenin, mücadele edin. Mücadele ederek kazanmaktan başka bir yol yoktur diyoruz. Ve mücadele eden, direnen tüm halklarımızı da saygıyla selamlıyoruz.