Çözüm süreci ve Erdoğan'ın ırkçı kibri-Cahit Mervan
Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kürt sorununa ve çözüm sürecini ilişkin yine hayli 'ilginç' açıklamalarda bulundu. Bir süredir başlattığı 'çıkışlarına' yenilerini ekledi.
Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kürt sorununa ve çözüm sürecini ilişkin yine hayli 'ilginç' açıklamalarda bulundu. Bir süredir başlattığı 'çıkışlarına' yenilerini ekledi.
Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kürt sorununa ve çözüm sürecini ilişkin yine hayli 'ilginç' açıklamalarda bulundu. Bir süredir başlattığı 'çıkışlarına' yenilerini ekledi.
Erdoğan'ın açıklamaları karşısından hayret edenler, şaşkınlık içinde olanlar var. 'Onu demek istemedi, şunu demek istedi' gibi işi pişkinliğe vuranlar da var. Ancak Erdoğan Kuveyt'ten dönüş yolunda uçakta yaptığı açıklamalarla onunun her sözünde 'bir keramet var' sananları bir kez daha ters köşeye yatırdı. Değim yerindeyse dalkavukluk uçurumundan aşağı yuvarladı.
Erdoğan'ın Kürtleri hedef alan açıklamalarını 7 Haziran seçimleriyle pekala ilişkilendirmek mümkündür. Bu konudaki en yaygın görüş, Erdoğan'ın AKP'den MHP'ye kayan milliyetçi tabanı tutmak için bu yönlü çıkış yaptığıdır. Bu görüş elbette ki yabana atılmaması gerekiyor.
ERDOĞAN'IN YENİ TANRISI DEVLETTİR
Ancak Erdoğan'ın seçim atmosferinde söyledikleri şeyler aslında onun ve temsil ettiği devletin kimyasıyla alakalıdır. Kibir ve ırkçılıkla yoğrulmuş, soykırım tehdidi ile giydirilmiş sözleri sadece seçim monologu saymak ciddi yanılgıdır.
Erdoğan ne diyor?
''Bunu Kürt sorunu diye ifade etmek ayrımcılıktır ve ülkemizi bölmeye yönelik bir adımdır. Daha önce dediler ki biz silah bırakıyoruz. Bıraktılar mı? Yok. Bırakıp çıkacağız dediler çıktılar mı? Zaman zaman 'taraflar' diye ifade kullanıyorlar. Kimsin de tarafsın bu ülkede tek başına devlet vardır. Siz vatandaş olarak haklarınızı alırsınız. Siz masaya oturamazsınız, böyle bir masa yok. Böyle bir masa olduğu anda adeta Türkiye Cumhuriyeti devleti olmaz. İzleme Heyeti diye bir şey de yok. Siz devlete silahı bırak derseniz devlet silah bırakmaz. Devlet mal güvenliğini can güvenliğini sağlayacak.''
Erdoğan söylediklerini üç başlıkla toplamak mümkün:
Bir: Kürt sorunu yoktur. Dolaysıyla Kürtler için her türlü hak talebinde bulunmak bölücülüktür.
İki: Olmayan bu sorunun çözümü için devletle Kürtler arasında görüşme ve masa söz konusu değildir. Kürtler hiçbir şart ve koşulda devlet ile müzakere masasına oturamazlar. Kürtler kim ki bir taraf olsunlar!
Üç: Devlete biat etmezlerse Kürtler yok edilecektir.
ERDOĞAN 30'LARIN TÜRKİYE'SİNİ ÖZLÜYOR
Dikkat edilirse Erdoğan MHP'nin ve en keskin ırkçılarının bile terk etmek zorunda kaldığı söyleme geri dönüyor. Kürtlere sadece soykırım ve köle olma kapısını açık bırakıyor. Kibirli, üstten ve son 100 yıldır Türkiye'de çokça örneğine rastlanan ırkçılar gibi konuşuyor. Kürtleri küçümsemekle kalmıyor, onları yok sayıyor. 'Sen kimsin ki' diyerek bütün bir Kürt toplumunu rencide ediyor. Aslında insanlarının hizmetinde olması gereken devleti kutsuyor, ona bir tanrı gibi taparak devlet fetişizmi yapıyor.
Erdoğan çok açık şekilde 1930'ların Türkiye'sine geri dönüyor. Kürtlere 'sen kimsin ki' diyerek aslında 1930 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde "Dost, düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler; bu memleketin efendisi Türklerdir. Saf Türk ırkından olmayanların Türk vatanında tek bir hakları vardır: Türklere hizmetçi olma, köle olma hakkı" diyen dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt gibi konuşuyor.
Irkçı ve kafatasçı olduğunu gizlemek içinde sıradan yalanlara, sıradan demagojiye başvuruyor. Çözüm sürecine ilişkin kamuoyuna yalan söylüyor.
Çözüm sürecinin hiçbir aşamasında 'devletin silah bırakması' gündeme gelmediği halde açıkça bir çarpıtma yaparak milyonların zihninde korku ve milliyetçiliği tetikliyor. Dahası Oslo ve İmralı'da var olan görüşme ve müzakere masalarını, heyetleri inkar ediyor.
HEM OSLO'DA, HEM DE İMRALI'DA MASA VARDI
Halbuki Oslo'da da, İmralı'da da masa vardı. Bu masaların etrafında her iki kesimi temsil eden heyetler görüşmeler yaptı. Oslo müzakerelerine ilişkin ses kayıtları Türkiye'deki barış karşıtları tarafından, hem de makaslanarak ve montaj yapılarak dolaşıma sokulduğunda Erdoğan 'hayır böyle bir görüşme ve müzakere olmamıştır' deseydi, bugün söylediklerinin bir parça tutarlılığı olabilirdi. Ancak o günde bu günde Türk hükümet kanadında hiç kimse Oslo müzakerelerini yalanlamadı.
Peki bu müzakereler kimler arasında ve nasıl yapıldı?
Oslo'da PKK-Türk devlet heyetleri bir masa etrafından hem de üçüncü bir tarafın gözlemciliğinde günler, hatta ayları alan görüşme ve müzakereler yaptılar. Görüşme ve müzakereler yazılı metin haline getirildi. Her iki heyet eşit sayıda katılımcılar tarafından temsil edildi.
Oslo'da olan masa kaç kişilikti, rengi neydi, yüksekliği ne kadardı, nasıl bir odada yapıldı, kimler PKK ve devlet heyetleri içinde yer aldı, onu belki bir gün bu işin sahipleri açıklarlar. Kim bilir, belki gelecekte barış ve çözüm gerçekleştiğinde yapılan bu müzakerelerin video kayıtlarını dahi izleme olanağı bulacağız.
Oslo müzakerelerinden kamuoyu çok sonraları haberdar oldu. O meşhur ses kayıtlarının deşifre edilmesiyle işin ciddiyeti anlaşılmış oldu. 14 Temmuz 2011 günü Silvan'da Türk ordusunun yaptığı provokasyon sonucu müzakere masası çökerken şimdi masanın olmadığını söyleyen Erdoğan o zaman Kürt hareketini sorumlu tuttu. 'PKK masayı devirdi' diye kıyametleri kopardı.
Oslo müzakereleri gizli yapıldı. Ancak İmralı öyle mi?
ERDOĞAN HEYET ARACILIĞIYLA ÖCALAN İLE GÖRÜŞTÜ
İmralı sürecinin Oslo'dan en önemli farkı devlet bizzat esir tuttuğu PKK lideri Abdullah Öcalan ile masaya oturdu. Görüşme ve müzakerelerden kamuoyu haberdar edildi. Erdoğan yapılan görüşmelerden haberdar olduğunu, hatta Öcalan ile yapılan görüşme ve müzakerelerin her anından haberdar olduğunu, heyeti Ada’ya bizzat kendisinin gönderdiğini söyledi. Türk heyeti Öcalan ile görüşmeleri Erdoğan adına yürüttü. Zaten başlayan çözüm süreci de her iki lider adıyla anıldı.
İmralı'da 2012 yılının sonlarına doğru başlayan diyalog, aslında 2013 yılının başında müzakerelere dönüştü. Ortak 'mutabakat belgesi' oluştu. Bu ortak mutabakat belgesine' göre her iki tarafın üzerinde uzlaştığı bir yol haritası çıktı. Buna uygun adımlar atıldı. PKK üzerine düşeni yapmaya başladı. Ancak devlet ve AKP hükümeti 'mutabakat belgesinde' öngörülen adımları atmadı. Zamana yayarak çözüm sürecini çürütmeye başladı. Sürecin akamete uğramaması için her seferinde ya Öcalan, ya PKK, ya da her ikisi birlikte yeni hamleler yapmak zorunda kaldılar. Çözüm sürecini Erdoğan ve ekibinin dalaverelerine rağmen uçurumun kenarından çekip aldılar.
ERDOĞAN BEKLENTİSİ TASFİYEYDİ
Erdoğan, AKP hükümeti ve devlet çözüm sürecinin başlangıcından çok uzaktalar. Çözüm sürecinden beklentileri gerçekleşmedi. Onlar çözüm sürecinin Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin tasfiyesine yol açacağını düşünüyorlardı. Plan ve programlarını bunun üzerine kurmuşlardı. Bunun için hem ortaklarıyla birlikte suikastlar yaptılar, hem de yoğun psikolojik bir savaşa başvurdular. Ancak istedikleri sonucu elde edemediler. Kürdistan Özgürlük Hareketi aksine hem içerde gelişip güçlendi, hem de uluslararası arenada yeni stratejik hedefler elde etti. Şengal ve özellikle de Kobanê direnişi sonrası bu gelişmeler ciddi manada ete kemiğe büründü.
Erdoğan'ın çözüm süreci başladığında 'gerekirse baldıran zehri içeceğim' dediğinde Kürt ve Kürdistan sorununda barışçıl ve demokratik çözümden yana olan herkesten büyük destek almıştı. Ancak çok geçmeden bunun çözüm için değil, tasfiye için olduğu anlaşıldı. Bu gerçekleşmediği için Erdoğan çılgına dönmüş durumda.
Bu nedenle Erdoğan'ın son çıkışları sadece AKP'ye seçim zaferi kazandırmak için değil. Bu kibrin ve ırkçı histerinin esas nedeni bölgede ve dünyada hızla yükselen ve ciddi manada muhatap kabul edilen Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin varlığıdır. O Kürtlerle eşit ve demokratik bir ilişkiyi kabul etmekten çok uzaktır. Kürtlerin kolektif hak taleplerini İçine sindirmiyor. Meseleyi bireysel haklar temeline indirgeyerek bir halkı, bir ulusu toptan yok sayıyor.
KİBİR VE IRKÇILIK FELAKET GETİRİR
Ancak bunun yol olmadığı çoktan anlaşılmış durumda. Irak'ın devrilen lideri Saddam Hüseyin'de böyle yaptı. Şimdi Şam'a sıkışmış Beşar Esad da aynı yolu izledi. Sorunları demokrasi ve barış içinde çözeceklerine Irak ve Suriye sınırları içinde yaşayan halkalar üsten baktılar. Kibir ve ırkçılık havuzunda yüzdüler. Sınırları içinde yaşayan bütün halklara ve topluluklara 'siz kim oluyorsunuz' diye çıkıştılar. Sonları ortada...,
Erdoğan bu yolu takip eder, kibrini ve ırkçı histerilerini aşağı çekmeyi beceremezse tarih Saddam ve Esad'ınkinden başka bir yazgı onu bırakmaz. Erdoğan unutmasın ki 7 Haziran tarihin bir anıdır. Kendisi değil.