Çözümün bir ayağı da PAM’ların temizlenmesi
Çözümün bir ayağı da PAM’ların temizlenmesi
Çözümün bir ayağı da PAM’ların temizlenmesi
Mayın veya patlamamış askeri madde (PAM) alanında çalışma yürüten Toplumsal Duyarlılık ve Şiddet Karşıtları Derneği (DUY-DER) aktivisti Özlem Öztürk, Kürt sorununun çözümü sürecinde ciddi yaşam tehdidi içeren PAM sorununun doğru tanımlanarak, temel hak ve özgürlük ilkeleri bağlamında çözülmesi gerektiğini vurguladı. Öztürk, sınırlarda ve sınırın iç bölgelerindeki mayın ve çatışma atıklarının temizlenmesi gerektiğini belirterek, “Mayın ve çatışma atıklarından zarar görmüş sivillerin haklarını içeren yasal güvenceler oluşturulmalı” dedi.
Kürt sorununun çözümü noktasında önemli konulardan biri de mayın veya patlamamış askeri madde (PAM) meselesi. Yoğunlukla Kürtlerin yaşadığı sınır hattı ve kırsal kesimde bulunan askeri alanların yakınındaki PAM’lar insanlar ve özellikle çocuklar için ciddi hayati tehlikelere sahip. Rüzgar, yağmur gibi doğal olayların hareket ettirdiği PAM’lar halen ciddi anlamda yaşam hakkı ihlalini doğuran bir pozisyonda. 2003 yılında Ottawa Sözleşmesi’ni imzalayan, ancak bu anlaşmanın hükümlerini kağıt üzerinde tanıyan Türkiye, kendi sınırları içerisindeki mayınların temizlenmesine ilişkin ciddi bir çalışma yapmadı. 2009 yılında çıkarılan Mayın Yasası kapsamında Suriye sınırındaki kimi mayınlar temizlendi. Ancak Irak, İran sınırlarındaki ya da sınırın iç kesimlerindeki mayınlar halen duruyor.
Uluslararası mayın raporlarını hazırlayan Landmine Monitor’un 2004 yılındaki raporunda; Türkiye’nin 1957 ile 1998 yılları arasında 936 bin 663 mayın döşediği belirtiliyordu. Yine 1989-1992 yılları arasında 39 bin 569 mayının bölgeye yerleştirildiği kaydedilen raporda, 2011’den itibaren Türkiye’de 981 bin 778 adet toprağa döşeli mayın bulunuyor. Misket bombası stoku bulunan Türkiye’de tümüyle Kürt coğrafyasındaki PAM’lar nedeniyle yüzlerce insanın hayatını kaybettiği ve sakat kaldığı her yıl yapılan araştırmalar ve hazırlanan raporlarda altı çizilerek vurgulanıyor.
Bu alanda Toplumsal Duyarlılık ve Şiddet Karşıtları Derneği (DUY-DER), 2007’den bu yana mayın ve patlamamış çatışma atıklarına karşı mücadele veriyor. DUY-DER aktivisti Özlem Öztürk, son süreçte Kürt sorununda yaşanan gelişmelerin önemli olduğunu ve desteklediklerini belirtirken, eleştirilerini de sıraladı.
‘SÜRECİN İÇERİĞİ OLMALI VE PAYLAŞILMALI’
Barış süreçlerinin ne kadar sancılı süreçler olduğunu dünyadaki örneklere de bakarak söylemenin mümkün olduğunu dile getiren Öztürk, “Kürt sorunu gibi kangren olmuş bir sorunun çözümünde de sancılı süreçlerin yaşanacağına hepimizin hazırlıklı olması gerekiyor. Ancak ilk aşamada önemli olan; meselenin çözümüne ilişkin iyi niyet ve kararlı tutumlardır. İyi niyet ve kararlı tutum bekler ve umarken, Başbakanın açıklamaları beni de düşündürmüyor değil. Daha kapsayıcı, sorunu ve çözüm sürecini insan hakları temelinde değerlendiren açıklamalar duymak istediğimi belirtmek isterim. Bu tür açıklamalar, sonuca dair pozitif ümitlerimizi artıracaktır. Çözüm sürecinin bir içeriği olmalı ve bu içeriğe göre hareket edilmelidir. Bu içerik ana hatlarıyla kamuoyu ile paylaşılırsa, hükümet de yükünü hafifletmiş olur. MHP ve CHP’nin de sürece dahil olmasını sağlayacak yöntemler geliştirmek, toplumun bütün kesimleri tarafından sürecin sahiplenilmesine katkı sunacaktır” dedi.
‘YASAL DÜZENLEME İŞLERİ KOLAYLAŞTIRIR’
“Aslında Türkiye gibi bir ülkede Kürt meselesi gibi sorunları çözebilecek bir arka planımız yok” diyen Öztürk, Türkiye tarihine bakıldığı zaman sorunların üstünün çizilerek veya yok sayılarak bugünlere gelindiğini ifade etti. Meselenin çözümüne kesinlikle destek olunması gerektiğini kaydeden Öztürk, “Hükümetin; parlamento, sivil toplum, Kürt sorunu konusunda çabaları olan her kurum ve kişiden faydalanması gerektiğini düşünüyorum. Örgütün sınır dışına çekilme konusunda; yasal güvencenin olması bana göre her iki tarafı rahatlatacak bir tutum olacaktır. Çekilme ile ilgili nasıl bir yol haritası belirlendiğini basından takip etmeye çalışıyoruz. Süreci gerçek bir barışla sonlandırabilmek açısından net yaklaşımlar ve yasal güvenceler işleri daha da kolaylaştıracaktır” ifadelerinde bulundu.
Kamuoyunda tartışılan PKK silahlı güçlerinin sınır ötesine çekilmesinin ya da silahsızlanmanın tek bir doğru formatının olmadığını, sınır ötesine çekilme ve silahsızlanma konusunda farklı meşru yöntemlerin de bulunabileceğini bilmek gerektiğini belirten Öztürk, yasal güvence verilmesi konusunda adımlar atılmayacaksa, başka meşru yöntemlerle bu sürecin tamamlanabileceğini vurguladı. Önemli olanın ölümleri engelleyecek ve sürecin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlayacak yöntemleri geliştirmek olduğunu kaydeden Öztürk, iki tarafında mutabık olduğu yöntemin uygulanması gerektiğinin altını çizdi.
‘AKİL İNSANLARDA STK TEMSİLCİLERİ VE KADIN YETERİNCE YER ALMADI’
Akil insanlar ya da hakikat komisyonlarının Kürt halkının neler yaşadığını ortaya koyabilecek, geçmişle yüzleşmeyi sağlayacağına dikkat çeken Öztürk, “Türkiye halklarının birbirini anlayarak, empati kurmasını sağlayacak, çözüm noktasında ne tür yasal, insani gibi düzenlemelerin yapılması gerektiği konusunda ön açıcı olabilecek yöntemlerdir. Hakikat komisyonları adı altında bir çalışmanın başladığı henüz bildiğim kadarıyla deklere edilmedi. Meclis’te bir komisyon kurulacağını biliyoruz sadece. Bu komisyonun görev tanımını henüz tam bildiğimi söylemem. Ama acilen hakikat komisyonu gibi komisyonlar kurulmalıdır. Akil İnsanlar fikri bana göre olumlu. Ancak bu insanların seçiminde, sivil toplum temsilcilerinin yeterince yer almadığını gördük. Ayrıca, kadın sayısı da çok az. Türkiye toplumuna süreci anlatmak ve bu konuda süreci canlı tutmak açısından da önemli buluyorum” diye kaydetti.
“Bizler Türkiye’de hep niyet okuduğumuz için ve herhalde şunlarda yapılacaktır gibi iyi niyetli yaklaşımlarımızla süreci takip ediyoruz” diyen Öztürk, kamuoyuna açıklanmış net bir yol haritası, çözüme ilişkin yöntemleri anlatan bir durumun söz konusu olmadığını ifade etti. Cezaevlerindeki insanlar için de bir planlama yapılmış olması gibi bir durumun olduğunu düşündüğünü kaydeden Öztürk, “En azından öyle olması gerektiğini ümit ediyorum. Belki de anayasa değişikliğinden sonra, bu durum daha da netleşecektir” dedi.
ÇERÇEVE TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜK İLKELERİ
Her sorunda olduğu gibi “mayın sorununun” da doğru tarif edilmesi gerektiğine işaret eden Öztürk, şunları belirtti: “Türkiye’de mayın bir güvenlik sorunu ile birlikte tanımlanmış, sivillere ve çevreye verdiği zararlar görülmeden güvenlik nedeniyle kullanıldığı biçiminde savunmalar yapılmıştır. Doğru. Her ülke kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Ama öncelikle vatandaşlarının güvenliği sağlanmalıdır. Bir ülkenin sorunlara yaklaşım biçimi, güvenliğini sağlamada kullandığı yöntemlerin insan haklarına uygunluğu, o ülkenin siyasi yapısı hakkında fikir verir. Mayın sorununa da temek hak ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde yaklaşmak gerekir. Vatandaşlarının yaşam hakkını koruma yükümlülüğünde olan devlet, hepimizin yaşam hakkını güvence altına almalıdır. ‘Güvenlik’ nedeniyle uygulanacak yöntemlerin vatandaşın yaşam hakkını tehdit eden unsurlar içermesi, hukuk devleti olma ilkelerini ihlal eder.”
‘BÜTÜNLÜKLÜ BİR PROGRAM HAYATA GEÇİRİLMELİ’
Yürürlükte olan mayın yasasının, sadece Suriye sınırının temizlenmesi ile ilgili hükümleri kapsadığını dile getiren Öztürk, “Öncelikle bu yasanın kapsamının genişletilerek, bütün sınırları ve sınırların iç bölgelerinde bulunan mayın ve çatışma atıklarını kapsaması, mayın ve çatışma atıklarından zarar görmüş sivillerin haklarını içermesi ve bunlara ilişkin yasal güvenceler sunması gerekmektedir. Mayın ve çatışma atıkları mağdurlarının mağduriyetlerini giderici programlar hayata geçirilmelidir. Türkiye mayın haritasının açıklanarak, bu bölgeler ile ilgili sivil halkın bilgilendirilmesi sağlanmalıdır. Nihai sonuç olarak, sınırlarda ve sınırların iç bölgelerinde bulunan mayın ve çatışma atıklarının temizlenmesi gerekmektedir” dedi.
‘ASLOLAN ÇÖZÜMDÜR’
Barış ya da çözüm süreçlerini insan hakları ve özgürlüklerinin tanınması, korunması, uygulanması ve geliştirilmesi süreçleri olarak algılamak gerektiğini kaydeden Öztürk, “O nedenle; bu sürecin aktörlerini siyasal kimliklerinden bağımsız olarak düşünmek gerekiyor. Ak Parti bu süreci yalnız başına yürütmüyor. Karşı tarafla görüşmeler yapıyor. BDP bu sürecin içinde. Keşke CHP ve MHP’de olabilse. Sürece, AK Parti’nin çözüm süreci diye bakmamak lazım. ‘Barış süreci veya çözüm süreci” olarak değerlendirdiğimiz zaman sürece dahil olmak daha da mümkün olacaktır. Her partinin bir seçim kaygısı vardır. Anayasa ve seçim yatırımı olarak da değerlendirilebilir. Şu anki dünya konjonktürünün gerekliliği veya Ortadoğu’da yaşanan değişimlerin bir sonucu, Suriye süreci veya Kürtlerin varlığının ve gücünün kabulü gibi birçok noktada yapılan değerlendirmeler var. Benim için bu sorunu kimin çözdüğünden çok nasıl ve hangi yöntemlerle çözülmeye çalışıldığı daha önemlidir. Şu anda iktidar partisi AK Parti olduğuna göre; sorunların çözümünde atılacak adımları gösteren ve gidilecek adreste orası” diye konuştu.