Dağlara yolculuktan notlar 1-Şahin Can
Dağlara yolculuktan notlar 1-Şahin Can
Dağlara yolculuktan notlar 1-Şahin Can
Ayrı Bir Modernite – Demokratik Modernite
Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısından sonra tüm Türkiye’de çok farklı bir hava oluştu. Aylar önce ilk defa gördüğüm PKK gerillalarının bu süreç hakkında ne düşündüklerini öğrenmek için yine yola koyuluyorum.
Gitme istemimi ilettiğim arkadaşımdan birkaç gün sonra olumlu cevap geliyor. Kısa süren hazırlıktan sonra yola çıkıyorum. Geçtiğim şehirlerde şimdi farklı bir hava var. İnsanların gözleri ışıl ışıl. Bundan birkaç ay önce yine aynı yerden geçmiştim. Ama baharın doğa nasıl canlanıyorsa buradaki insanlar da Öcalan’ın açıklamasından sonra öyle canlanmış gibiler.
Amediye, kayalar üzerinde kurulmuş kent
Sınırı geçtikten sonra Zaxo’ya, oradan birkaç küçük kasabadan sonra Amediye denilen tarihi bir kente akşam vakitlerinde varıyorum. Kayalar üzerinde kurulmuş bir kent. Uzaktan çok güzel bir manzarası var. Her iki yanında yüksek dağların olduğu, baş döndürücü bir güzelliğe sahip. Baharın insanın içine usulca sızan bir soğuğu var. Ay ışığı bulutların arasına girip çıkarken dağlara gizemli bir güzellik katıyor.
Yaklaşık üç saatlik bir araba yolculuğundan sonra gerillaların alanlarına girdimizi yolda nöbet tutan gerillalardan anlıyorum. Selam veriyorlar. Hava soğuk ama elleri sımsıcak. Üzerlerinde ince askeri bir yağmurluk var. Saçları hafif ıslak. Gözleri pırıl pırıl.
On beş dakika daha arabayla yol alıyor ve duruyoruz. Beni Mahsum adında uzun boylu bıyıklı, diğeri ise Tirêj adında orta boylu geniş omuzlu Malatyalı bir gerilla karşılıyor. Gülümseyerek karşılıyorlar. Heyecan verici değil mi? diye soruyor Mahsum. Ne diyorum? Süreç, Amed’de toplanan milyonlar herkese heyecan verdi değil mi, diyor. Mahsum, Mardinli, Mıhelmi Araplarının yoğun olduğu bir mahallede büyümüş. Daha sonra Avrupa’ya göç etmişler. Tirêj ise ODTÜ bilgisayar mühendisliğini okurken gerilla saflarına katılmış.
Bulutların üstüne doğru yolculuk
Arabadan indiğimiz yerin kenarında büyük bir nehir akıyor. Adını soruyorum. “Avaşin” diyor. “Mavi su” demekmiş. “Baharın maviliği çok belli olmuyor ama yazın gelirsen maviliğini görürsün” diyor. “Yanlış vakitte geldin. Sırf bu suyun maviliğini görmek için bile olsa yazın gelmen lazım” diyor. “Ama baharda gelmiş olmakta bir şans” diye ekliyor. Bu dağlar baharın bir başka güzel.
“Uzun bir yürüyüşe hazır mısın, Üç saat yürümeye dayanabilir misin?” diye soruyor. “Arada bir dinlenirsek olabilir” diyorum.
Başlıyoruz yürümeye. Bir süre sonra Avaşin denilen nehir boyunca yürümeyi bırakıp ayrı bir vadiye doğru sapıyoruz. Bu vadide de su akıyor. Avaşin kadar olmasa da büyük bir dere. Dere boyu yürüyoruz. Yürüdükçe vadi daralıyor. Kayalar arasında açılmış geniş bir patika boyunca yürüyoruz. Bir saat sonra büyük suya karışan daha küçük bir su kenarında duruyor su içiyoruz. Hava bulutlu. Hafif bir yağmur başlıyor. Tekrar yola çıkıyoruz. Dere boyu yürüyüşümüz devam ediyor. Yarım saat sonra yukarı doğru bulutların içine, dağın doruklarına doğru hareket ediyoruz. Yukarı doğru çıktıkça sis yoğunlaşıyor. Yol yokuş yukarı olduğundan biraz zorlanıyorum. Ayrıca serin hava, bol oksijen ciğerlerim patlayacak gibi hissediyorum. Tam pes ediyorum ki dağın doruğuna varıyoruz. Aslında dağın doruğu değil vadiyi oluşturan yamaçlardan birinin bir basamağı sadece. İlerde ayrı bir yükselti daha görülüyor. Ama o yükseltiye paralel yürüyoruz. Yürüyoruz. Havanın serin olması bir avantaj. Çünkü bu kadar yürüyüşten sonra hiç terlemedik ve yürüyüşten dolayı aslında üşümedik de.
Ve sonunda devasa bir kaya kitlesine doğru yaklaşırken bir kadın gerillaya rastlıyoruz. Gülümseyerek bizi karşılıyor. Sıcak bir merhaba sonrasında önümüze geçiyor. Devasa kaya kitlesinin içinde açılmış bir deliğe giriyoruz. Yüz metre kadar kaya içerisinde açılmış tünelde yürüyoruz. Büyük bir salona giriyoruz. Salonun duvarları yeşil branda, brandanın üzerinde ise PKK bayrağı ve Abdullah Öcalan’ın resmi var. Yirmiye yakın gerilla var. Tek tek selamlaşıyorum. İçeri sıcak. Ortalıkta soba göremiyorum. “Yeriniz nasıl böyle sıcak oluyor?” Kısa boylu Halil isimli gerilla gülümseyerek cevap veriyor; “Gizli bir ısıtma sistemimiz var” diyor. Herkes birlikte gülüyor. Sonra Halil devam ediyor. “Kışın sıcak, yazın serin olur buralar” diyor.
Kurutulmuş bamya, fasulye, domates ve patlıcandan yapılmış bir sebze yemeği ve sıcak bir saç ekmeği getiriyorlar. Ben, Mahsum ve Tirêj sofranın etrafına oturuyoruz. İri taneli denilebilecek lezzetli bir pirinçte var. Çok güzel bir tadı var. İran pirinci diyorlar. Ayrı güzel bir kokusu var bu pirincin.
Yemeği yedikten sonra büyük cam fincanlarla tavşan kanı çaylar geliyor. Sıcacık. İçimi ısıtıyor.
Çevremdeki gerillaların çoğu diğer gezimde gördüklerim gibi gençler. Yedi kadın, on iki erkek gerilla salonda oturmuş.
PKK mücadelesi kapitalist sisteme karşıdır
Sayın Öcalan yeni bir dönem başlattı. Ne hissediyorsunuz? diye başlıyorum.
Evet diyor karşımda oturan gerilla. Adı Numan, Diyarbakırlı. Kısa boylu esmer. Yüzü yuvarlakça. “Evet. Yeni bir mücadele dönemine girdi Kürt halkı” duruyor. Hatta diye devam ediyor “Büyük bir hamle başlattı Önderliğimiz”
“Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite adına büyük bir hamle.”
“Neden bir hamle?” diye soruyorum.
“Yıllardır bölge ve dünya halkları kapitalist güçler tarafından pek çok trajediyle karşılaşmışlar. Kürtler imha edilmek istenmiş, Türk halkı ve pek çok halk devletlerce pek çok kirli politikayla sürü haline getirilmişler. İşsizlik diz boyu, fakirlik diz boyu. Bu fakirlikleri, bu baskıları perdelemek içinse bir halk adına dünyanın pek çok devletinde diğer halk ve kültürleri yok etmeye girişmişlerdir. Mesela Türk ulusu adına egemen güçler pek çok kültür ve halkı yok etme girişiminde bulunmuşlar.
Tabi bu baskılara karşı dünyanın pek çok halkı gibi Kürtler de direnmişlerdir. Direnişler günümüze kadar en son PKK öncülüğünde önemli bir aşamaya gelmiştir” diyor Numan.
Edip, devam ediyor. Edip Niğdeli bir Türkmen. Lise yıllarında İzmir’de PKK ile tanışmış ve gerillaya katılmış.
“Yıllardır yürütülen bu mücadelede pek çok bedel verilmiş olsa da Kürtler bu mücadeleyle kendilerinin farkına vardılar. Aslında Türkiye’de pek çok kesimde de bir uyanışı ve gerçeklikleri görmeyi sağladı. Ben de katılırken farkına vardığım şimdi daha derin hissettiğim hakikat ise PKK Türk halkına karşı bir hareket değil. Hatta Türkiye halklarının örgütü. PKK mücadelesi kapitalist modernite güçlerine karşı savaş yürüttü.”
PKK ‘bölücülüğe’ karşı bir hareket
İran’dan katılmış Agit adlı gerilla da sohbete katılıyor. Agit, uzun boylu diğer gerillalara göre yaşça daha büyük.
“Şimdiye kadar PKK’ye ‘bölücü’ denirdi ya. Aslında PKK bölücülüğe karşı savaşan bir hareket. Ortadoğu’da halklar arasına çizilmiş sanal ve suni sınırlara karşı mücadele eden bir hareket. Aslında tüm Ortadoğu ve dünya halkları adına ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı yürütülen bir mücadele.”
Edip araya giriyor. “Ben Türkmenlerin haksızlığa uğradığını, aslında halkın elitler tarafından ezildiğini PKK’den öğrendim.”
Goran adında orta boylu esmer tenli Suriyeli gerilla da sohbetimize dahil oluyor. “Şimdi gerek Suriye, Türkiye gerek tüm Ortadoğu ve Orta Asya bir yeni sistem arayışında. Bu, ekmek su kadar somut bir ihtiyaç haline gelmiş durumda. Burada tarihte köy devriminde olduğu gibi günümüzde de Mezopotamya halkları hem buna hem de dünyanın yeni bir sistem arayışına öncülük edecek güçtedirler.”
Urfalı şişmanca gerilla Rêzan gülümseyerek sohbete katıldı.
“Şimdi kapitalizm ciddi bir krizde ve aynı zamanda bu krizden kurtulabilmek için her zaman ki gibi büyük komplolar, oyunlar peşinde. Şimdiye kadar PKK ve Kürt halkı bu mücadelede önemli bir seviye kazandı. Artık kapitalist sistemin bu sürecinde gelinen düzeyi büyük bir hamleye ve büyük kazanımlara dönüştürme zemini çok fazladır. Yapılacak hamle böyle bir hamledir.”
İsrail’in açıklaması yapılan hamleye bir cevap
Uzun boylu zayıf bir kadın gerilla salonun köşesindeki televizyona doğru yöneldi. Haber vakti dedi.
Gerillalarla birlikte haberleri izlemeye başladık. Son dakika haberi olarak bir yazı ekranın altından geçti. “İsrail Mavi Marmara olayı için Türkiye’den özür diledi”
Televizyonu açan Arjin adlı kadın gerilla heyecanla “Gördünüz mü? Önderliğimizin yaptığı hamleye karşı nasıl da hemen hamle yapıyorlar” dedi.
Ne alakası var diye bir an düşündüm. Gözlerimden, içimden ne geçtiğini anlamış olsa gerek, Arjin devam etti.
“Öyle ne alakası var diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama bu hamle eğer başarılı olursa Ortadoğu ve dünya siyasetinde nasıl etkide bulunacak bunu İsrail çok iyi görüyor” dedi.
Zaman o kadar çabuk geçmişti ki. Bir de uzun yol yürüyüşünden yorgun düşmüştüm. Bulunduğum birliğin komutanı Şiyar adlı gerilla yoruldunuz, yatacağınız yer hazır, isterseniz sizi oraya götüreyim dedi. Gerçekten çok yorulmuştum. Kalktım. Şiyar’ın arkasından oturduğumuz salondan çıkan ayrı bir tünelden geçerek küçük bir odaya girdik. Burada özenle katlanmış düzenlenmiş yatak ve battaniyeler vardı. Teşekkür ettim. Şiyar başka bir isteğim olup olmadığını sordu. Yok dedim. İyi geceler dileyerek çıktı. Yatağa uzandım. Uzanmamla uyumamın arasında kaç dakika hatta kaç saniye geçti bilemiyorum. Uyudum.
İkinci gün güneşli
Sabah saat 6’da Şiyar adlı gerilla beni Rojbaş diyerek uyandırdı. Dışarı çıktım. Gökyüzü dünkü gibi değil. Masmavi. Güneşin ışınlarıyla otlar ve çiçeklerin üzerindeki su taneleri ışıl ışıl parlıyor. Karşımızda olanca heybetiyle bir dağ yükseliyor. Bu dağın ismi ne diye soruyorum. Ahmet adlı gerilla “Kurejaro” diye cevap veriyor. Türkçe anlamı “Fakirin oğlu” imiş. Kahvaltıda peynir, zeytin ve incir reçeli var. Lezzetli bir çay ve kahvaltıyı dışarda taşlardan yapılmış bir masada yiyoruz. Hava hafif serin olsa da bol oksijenli böyle bir ortamda kahvaltı yapmak iştah açıyor. Kahvaltıdan sonra bana iki gerilla eşlik ediyor. Ayrı bir gerilla kampına doğru gidiyoruz.
Otuz yıllık gerilla patikalarında yürüyüş
Bir süre küçük tepeler aşarak ilerliyoruz. Sol yanımızda Kurejaro denilen dağ sağ tarafımızda gerillanın Şıkefta Bırindara dediği yüksek bir dağ. Yol çok yorucu değil. Buralar Türkiye sınırı. Sınırın öte yanında Çukurca ve köyleri var. Yürüdüğümüz patikalar çok geniş. Birlikte yürüdüğümüz kısa boylu zayıf gerillaya “Neden bu patikalar böyle geniş?” diye soruyorum. “Buralar sınır” diyor. “1970-1980’li yıllarda Saddam’ın yaptığı Enfal katliamına kadar da burada sınır ticaretiyle uğraşan köylüler yaşarmış. Tabi aynı zamanda tarım ve hayvancılıkla da uğraşırlarmış. Bu patikalar onlardan kalma. Tabi biz de 1980’den beri buralardayız. PKK’nin ilk kamplarından biri bu alandır” diyor. Bir saat kadar yürüdükten sonra 7-8 gerillanın ilerde ateşin etrafında oturup sohbet ettiklerini fark ediyorum. Gelişimizden haberdar gibiler. Kalkıp bize doğru geliyorlar. “Hoşgeldiniz” diyorlar. Beni ateşin başına davet ediyorlar. Oturuyoruz. Soğuk bir su getiriyorlar. Yürüyüşten sonra iyi geliyor.
Saklanan bir demokratik uygarlık gerçeği var.
Öcalan’ın bahsettiği demokratik modernitenin ne olduğunu soruyorum. Anlamak istiyorum. Demokrasi ve demokratiklik şimdi herkesin kullandığı bir kavram. Modernite de öyle.
“Doğru. Demokratik moderniteyi anlamak için aslında tarih algımızı ve kapitalist sistemin anlattıklarını sil baştan tekrardan düşünmemiz gerekir. Tarihin ilk devleti Sümer’den bu yana aslında devletle alakalı olmayan hatta devletten uzak yaşamayı yeğleyen devlet dışı pek çok kesim var. Sümerden bu güne gelen devletçi uygarlıkla birlikte, paralel gelen bir demokratik uygarlık var. Mevcut tarih bilgileri hep devletçi uygarlıkla ilgili. Saklanan gizlenen bir demokratik uygarlık var. Bu yönlü kapitalist devletçi uygarlık kendini tek gibi göstermeye çalışsa da Ortadoğu’da Afrika’da Amerika hatta Avrupa da bile devlet sınırları içinde olsa da devlet anlayışı dışında yaşamayı yeğleyen milyarlarca insan var. Kapitalist uygarlık o kadar güçlü ve büyük değil. Sadece sanal ve ideolojik hegemonyasından kaynaklı insanlar kapitalist uygarlığı çok büyük görüyorlar” diyor Kawa adlı Hakkârili gerilla. Kısa boylu ve kel bir gerilla.
Bu arada çay geliyor. Yanında kuru üzüm getiriyorlar. Çayımızı içerken sohbetimize devam ediyoruz.
Peki, demokratik uygarlığın kapsamına kimler giriyor daha somut söyler misiniz? diye soruyorum.
Şimdi Ailede, aşirette, kabilede, çeşitli mezheplerde ve pek çok toplumsal birimde yine ahlak denen toplumsal kurallarda devletçi uygarlık anlayışı dışında pek çok şey var. Şimdi devletçi bazı özellikler taşıyor olsalar da aslında saydığım öğeler özünde demokratik modernite değerleridir. Şimdi kapitalist modernite ağlarının olduğu her alanda aslında ayrı karşı kutup olarak demokratik modernite yaşıyor diyor Kawa.
Ne geçmişte bir altın çağ hayali ne de geleceğe ilişkin bir ütopya tasarısı
Şoreş adlı orta boylu dolgun gerilla sohbete katılıyor.
“Demokratik modernite ne geçmişte bir altın çağ hayali ne de geleceğe ilişkin bir ütopya tasarısıdır. Günlük hatta anlık ihtiyaç olarak düşünce ve eylemde gerçekleşen yaşam tarzımızın ifadesidir. Ne eski anıların yad edilmesi ne de geleceğin hayalleriyle avunulmasıdır. Farklılıklar içinde birlik olarak varoluş haline demokratik modernite diyoruz biz.”
“Geçmişte özü, ilkeleri olan güzel anlamlı bir yaşam tarzının güncel hali de diyebiliriz demokratik moderniteye” diye ekliyor Kawa.
Kawa devam ediyor: “Kapitalist modernitenin günümüzde üç temel boyutu var. Bunlardan biri kapitalist üretim, ikincisi endüstriyalizm diğeri ise ulus devlettir. Bunlar kapitalist modernitenin üç temel ayağıdırlar. Demokratik modernite ise üç farklı ayağa sahip. Bunlar ahlaki politik toplum, eko endüstriyel toplum ve demokratik konfederalizmdir. Bunları öyle birbirinden ayrı şeyler değildir. Hepsi birbirini besler ve birbirine bağlılar.
Sohbetimiz devam ederken iki gerilla yan tarafta bir sofra hazırlıyor. Suları ve kaşıkları da getirdikten sonra bizleri davet ediyorlar. Yemekte “kerenk” dedikleri bir ot, bulgur pilavı ve soğan salatası var. Her üçü de çok lezzetli olmuş. Yemek yerken bir arkadaş kalkıp sımak suyu getiriyor. Acılı turşu suyuyla sımak karıştırılarak yapılmış bu içecek iştahımızı açıyor. Bu güzel güneşli gün. Güzel bir manzara ve lezzetli doğal yemekler.
Yemek yerken gerillalar birbiri ardına espriler yapıyorlar. Yemek yedikten sonra sohbetimize devam ediyoruz.
Ahlaki politik toplum demekle neyi kastediyorsunuz? Diye soruyorum.
Sohbetimize Fırat katılıyor.
Politika devlet işi değildir, toplumun işidir
“Ahlaki politik toplumu anlamak için öncelikle politika ve ahlak kavramlarını nasıl tanımladığımızı bilmen lazım. Politika herkesin bildiği gibi bazı elit kesimlerin halk tarafından seçilmesi ve onların yaptıkları iş değildir. Aslında iktidar kavramıyla çok karıştırılır. Devlet işini politika olarak görürler. Ne sadece yönetim işidir. Ne de iktidar işi. Toplumun kendi ihtiyaçlarını belirleyip bunu sağlamak için giriştiği eylemdir. Toplumun kendi kimliğinin farkına varması bunu koruyup geliştirmesinin yoludur politika. Ahlakta toplumun yazılı olmayan kurallarıdır. İyi ve kötüyü belirler. Bir yönüyle ahlak toplumun politik hafızasıdır. Kapitalist modernitede toplumu ahlakın yürütemeyeceğini iddia ederler onun yerine hukuk denen kuralları koyarlar. Şimdi herkesin öyle biliyor olmasına rağmen eğer şimdi toplum halen varsa bu hukukun gücünden değil ahlakın gücündendir.”
Peki, ahlak ve politikası olan bir toplumun başka bir şeye ihtiyacı olmaz mı? diye soruyorum.
Hayır diye kesin bir şekilde cevap veriyor Fırat. “Eğer ahlak ve politika olmazsa, yok olursa toplum olmaz, kendini sürdüremez ama farklı olgular o kadar hayati değildir toplum için. Mevcut haliyle ulus devlet sisteminde kapitalist modernitede ahlak ve politika çok fazla küçültülmüşlerdir. Bundandır ki toplum şimdi o kadar sorun yaşıyor. Hırsızlık, adam öldürme ve insan vicdanının kaldıramayacağı onca suç bu toplumun ahlaki ve politikliğinin getirildiği düzeyden kaynaklıdır. Politika yerine ulus-devletin devasa bürokratik idaresi konulmuş, toplumların demokratik işlerliği kalmamıştır. Ulus-devlet idareciliği toplumun en ince gözeneklerine kadar sızmıştır. Tüm gerçekleşmelerini, ortak işlerini bürokrasiye terk etmiş bir toplum, hem zihin hem de irade olarak gerçekten ağır bir felçlilik hali geçirir.”
Sohbetimiz devam ederken kuş cıvıltıları yoğunlaşıyor. Çok güzel sesler insanı mest ediyor. Siirtli mavi gözlü Rızgar sohbete katılıyor. Sarışın kıvırcık saçları var. Sesi tok.
“ Öyle zannedildiği gibi sınıflaşma toplumun doğasında olan bir şey değildir. Aslında sınıf devletle birlikte ortaya çıkmıştır . Bir toplum ne kadar az sınıflaşırsa o kadar ahlaki politiktir. Tarihe bakalım. Bundan yirmi yıl önce Anadolu ve pek çok köyde görülen ve şimdi sayıları az da olsa pek çok köy yaşantısına bir bakalım sınıflaşma yoktur. Olsa da minimumdur. İlişkilerde hiyerarşi yoktur. Şimdi bu yaşamı bize geri yaşam olarak göstermeye çalışsalar da yaşamın özünün temizliği ve özgürlüğe yakınlığı oralarda daha fazladır. Ve oralardaki ahlaki politik düzey daha iyidir. Eskisi gibi işte ilk başta kapitalizmi yaşayalım da proleterlerimiz olsun onlar devrim yapsın demek sınıflaşmayı yani modern kölelerin ortaya çıkmasını kabul etmektir. Bu bilgi çarpıtmasına karşı durmak gerekir.
Kısa boylu esmer bir gerilla elinde çay tepsisi ve kuru incir dolu bir tabakla oturduğumuz yere geliyor.
Çaylarımızı yudumlarken sohbet devam ediyor.
Tüm bu söylenenler farklı olsa da Rızgar’ın söyledikleri sol literatürde duyduklarımdan da farklı. Nasıl olurda proleterleşmeye karşı çıkılır? Diye soruyorum.
Proleterleşmeden de işsiz kalmadan da yaşanabilir.
“Bakın eski dönem köleleri ile mevcut dünya işçilerinin farkı hemen hemen hiç yoktur. Birisi ücretlidir diğeri ücretsiz. Biri zorla çalıştırılır. Diğeri çalıştırılmak için çok yoğun iş arar. Hatta çalıştırılamayan ve kendini şanssız hisseden milyonlar vardır. Bu toplumsal doğaya terstir. Tarihte ve günümüzde de kooperatif ve komünler örgütlenmesiyle proleterleşme olmadan ve kimse işsiz kalmadan toplum devam edebilmektedir. Bu örnekler var. Bunları görmek, anlatmak şarttır.” Diye Rızgar cevap veriyor. Ve duruyor.
Şoreş suskunluğunu bozuyor.
“Modern demokratik toplum tüm toplumsal işleri üzerinde düşünen, söyleyen ve kendini kararlaştırarak eyleme geçiren toplumdur. Toplumun kendisi farklılaşmaya, çok kültürlülüğe farlılık içinde birlik anlayışıyla yaklaşır. Çünkü toplum devlet gibi değildir. Devletler, iktidarlar farklılaşma ve çok kültürlülüğe karşıdırlar. Eğitim sistemleri buna göredir. Bundandır Kürtçe eğitime halen karşılar. ”
Hava artık yavaş yavaş soğuyor. İçeri giriyoruz. Büyük bir oda, ortasında küçük bir televizyon var. Yerde hasır denilen plastik halı. Gerillaların her şeyi pratik yaşama uygun. Kolay taşınabilir cinsten. Halı rolünü oynuyor bu hasırlar. Hem televizyon izleyip hem yemek yiyoruz. Tartışma programlarını çoğunlukla gülerek izleyen gerillalara şaşıp kalıyorum. Bir süre televizyon izledikten sonra uykumun geldiğini gören gerillalar beni ayrı bir odaya götürüyorlar. Orada önceki akşam kaldığım kamptakine benzer yatak beni bekliyor. Tartışmalar beni yormuş. Yeni şeyler. Soğuğu birkaç dakika hissetsem de kısa süre sonra alıştım. Gözlerim yavaş yavaş kapandı.
DEVAM EDECEK...