Demokratik çıkış hamlesi-Selahattin Erdem

Çelişki ve çatışmaların yoğun olduğu son derece kritik bir süreçten geçiyoruz.

Çelişki ve çatışmaların yoğun olduğu son derece kritik bir süreçten geçiyoruz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticileri istedikleri kadar üst perdeden konuşmaya ve meydanlara topladıkları kalabalık kitlelere güvenmeye devam etsinler, aslında on üç yıllık iktidarlarının en kritik ve zorlu bir dönemini yaşıyorlar. Hem "İç Güvenlik Paketi” adı altında çıkarmaya çalıştıkları yasa ile yaratmaya çalıştıkları faşist polis devleti, hem de Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe açıklaması ardından gayrı ihtiyari sarf ettiği "Hasretle beklediğimiz açıklama” sözleri bunu gösteriyor. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın sözleri AKP’nin ne kadar sıkışık bir durumda olduğunu ortaya koyuyor.

Nasıl sıkışık bir durumda olmasın ki, şimdiye kadar izlediği tüm iç ve dış politikalar başarısızlıkla sonuçlanmış bulunuyor. İsrail ile bu kadar çatışmalı olmak, bölgede alternatif bir güç yaratmak şurada kalsın, AKP’nin bölge, Avrupa ve ABD ile ilişkilerinin ciddi bir biçimde zarar görmesine ve bozulmasına yol açtı. Esad karşıtlığı ve Suriye’deki iç savaşa bu düzeyde katılması hiçbir olumlu sonuç vermediği gibi, AKP’nin neredeyse perişan duruma düşmesine yol açtı. Mursi yanlısı olarak Mısır’daki darbe yönetimiyle çatışmalı durumu yaşaması, giderek Arap aleminden tümden uzak düşmesini getirdi. Öyle ki, Kobanê’deki direnişiyle Kürdistan Özgürlük Hareketi faşizme karşı küresel insanlığın savunucusu haline gelirken, AKP hükümeti DAİŞ ve İran ile ilişkiye mahkum bir güç durumuna düştü.

Son haftalarda Süleymanşah türbesini taşıyarak Suriye’de daha rahat politika yürütme imkanına ulaşmaya çalışarak, sık sık Suudi Arabistan’ı ziyaret edip ve belki de gizliden Sisi yönetimiyle görüşmeler yaparak Arap alemiyle ilişkileri düzeltme çabası yürüterek, Bağdat ve Hewlêr’i sürekli ziyaret ederek ve dilinden düşürmediği "çözüm sürecine” dayanarak politik duruşunu düzeltmeye çalışsa da, taşıdığı antidemokratik zihniyet ve sadece kendi iktidarını düşünen pragmatist tutumuyla başarılı olamamaktadır. Ne "İç Güvenlik Paketi” ne geniş kitlelerin meydanlarda toplanması ve ne de Tayyip Erdoğan’ın giderek tek kişilik savaş haline gelen "paralel yapı” ile çatışmaları keskinleştirmesi bu durumu değiştirememektedir.

Her ne kadar kırk yıllık Kürt direnişi şoven Türk milliyetçiliğini ciddi bir biçimde darbeleyerek epeyce geriletmiş olsa da, söz konusu güçler hala etkinliğini korumakta ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sık sık ifade ettiği gibi darbe mekaniği işlerliğini korumaya devam etmektedir. Geçmişten beri darbeyle iktidar olan ve varlığını bu temelde sürdüren güçler, eğer fırsatını bulurlarsa Mısır’daki gibi yeni darbe girişimlerini her an gündemleştirebilirler. Darbe mekaniğinin dış temsilcileri olan lobiler, gladiolar, her türlü kirli savaş ittifakları varlıklarını ve güçlerini korurlarken, bu tür çevrelerin iç uzantıları da faaliyetlerini sürekli artırmaktadırlar. 

Doğal olarak Türkiye, bu iki iktidar bloğunun keskin çelişki ve çatışması içinde sürekli bir gerginliği yaşamaktadır. Bu durumun günlük siyasete yansıması sürekli bir ağız dalaşı ve ölçüsüz atışma olmaktadır. Demokratikleşme anlamında Türkiye toplumuna verecek hiçbir şeyleri bulunmayan bu iki blok, sürekli bir gerginlik ve çatışma içinde toplumu denetimde tutmaya ve çözümsüz yüzlerini gizlemeye çalışmaktadır. Öyle ki, her şeyi kendi çelişki ve çatışmalarına bağlı kılıp, kendileri dışında üçüncü bir çizginin, özellikle de demokratik bir alternatif çıkışın gelişmesinin önünü kapatmak istemektedirler.

İşte bu durum toplumun düşünce gücü üzerinde ciddi yanılsamalara yol açmaktadır. Özellikle karşılıklı "yalaka” olarak tanımladıkları güçlerin aktif çabasıyla bu zihniyet çarpıtılması bilinçli ve planlı bir biçimde ortaya çıkarılmaktadır. Bu noktada yaratılan en ciddi çarpıtmalar şu biçimdedir: Birincisi; Türkiye’deki her şeyin bu iki blok arasında yaşandığı iddia edilmektedir. İkincisi; her taraf karşıtını dış güçlerin uzantısı biçiminde tanımlamaktadır. Üçüncüsü; söylenen her söz ve gösterilen her davranış bu iki bloktan birinden yana sayılmaktadır. 

 

Söz konusu iki iktidar bloğunun benzer bir biçimde böyle düşünmesi ve böyle davranması, belki de aralarında bu temelde zımni bir uzlaşmayı yaşaması elbette anlaşılır bir durumdur. Çünkü kapitalist modernite sisteminin dünyayı yönetme tarzı böyledir. Ancak kendisini bu bloklar dışında ve halkın sözcüsü olarak gören güçlerin, yani demokratik güçlerin benzer durumu yaşaması elbette anlaşılır değildir. Fakat pratikte yaşanan da budur. Aslında bu iki blok dışında ve üçüncü çizgi konumunda olması gerekenler, tuhaf bir biçimde yaşananları hep bu ikilem içinde değerlendirmektedir. Bu durum, demokratik güçlerin psikolojik savaştan etkilenme düzeyini ortaya koymaktadır.

Benzer bir durum 28 Şubat tarihinde HDP Heyeti'nin yaptığı açıklama ve demokratikleşme çağrısı karşısında da yaşanmaktadır. Bazıları söz konusu açıklama iktidar partisiyle yan yana yapıldı diye bu sonuca varmaktadır. Bazıları "İç Güvenlik Paketi” mecliste görüşülürken bu açıklama yapıldı diye bu sonuca ulaşmaktadır. Bazıları ise bu açıklamadan AKP yararlanıyor diye bu sonucu dile getirmektedir. Tabi bunların olup olmadığı belli değildir. Ancak böyle olsa bile bunlara dayanarak söz konusu açıklamaya karşı çıkmak demokrasi çizgisi açısından anlamlı ve anlaşılır değildir.

Oysa gerçek demokratik çizgi, var olan çatışmayı sadece iki iktidar bloğu arasındaki çatışma olarak görmez. Kendisini söz konusu iktidar blokları arasında bir taraf yapmaz, tersine onlar dışında üçüncü bir taraf olarak kendini ortaya koyar. Ayrıca mevcut blokların her şeyi kendi çatışmalarına bağlayan anlayışlarına karşı mücadele eder. Riskli ve tehlikeli durumu ortadan kaldırmanın ve söz konusu çatışma içinde halkın çıkarını savunacak yeni bir siyasal yönetimi üçüncü bir güç olarak geliştirmenin yolu budur.

Bugün milliyetçi ve dinci iktidar bloklarının çatışması içinde Türkiye’nin demokratikleşemediği ve sorunlarını çözemediği ortadadır. Dahası ülkenin ve toplumun değerleri aşırı derecede sömürülmekte, yokluk ve yolsuzluk sürekli artmaktadır. İktidar blokları arasındaki denge de bir taraftan yana dengenin bozulması da Türkiye’nin geleceğini riske atmaktadır. Ortadoğu’da yayılan ve derinleşen çatışma durumu ülkenin geleceğini tehdit etmektedir. 7 Haziran genel seçimi bir çıkış olarak görülebilir, fakat her iki iktidar bloğunun da seçimi bu temelde değerlendirme zihniyeti ve politikası yoktur.

İşte böyle bir ortamda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 28 Şubat'taki açıklaması tarihi öneme sahiptir. Aslında hem stratejik ve hem de taktik olarak bir demokratik çıkış hamlesi niteliğindedir. Mevcut iktidar blokları arasındaki çatışmadan demokrasi hareketini yararlandırmanın tek doğru ve etkili yolu budur. İçi doldurulduğunda Türkiye’yi demokratikleştirecek ve Kürt sorununu çözecek olan, açıklamada ilan edilen söz konusu on maddedir. Türkiye’nin tüm demokratik güçlerini birleştirecek olan da onlara seçimi kazandıracak olan da bu on maddedir.

Dolayısıyla başta HDP olmak üzere tüm demokratik güçlerin söz konusu on madde etrafında birleşmesi ve bunu yeni bir demokrasi hamlesi olarak görüp 7 Haziran seçiminde zafer kazanmak için yönelmesi gerekirken, bu noktada çekinceli yaklaşıp ters tutumlar göstermek anlaşılır değildir. Bu tarz anlayış ve ruh halinin izleri bile yok edilerek, Önder Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği on maddeyi seçim programı yapıp 7 Haziran'da devrim niteliğinde bir seçim zaferi kazanmak için tam bir birlik ve bütünlük içinde çalışmaya seferber olmak gerekir.

Türkiye’yi tehlikeli gidişten kurtaracak ve Kürt sorununu çözüme götürecek olan tek yol, 7 Haziran seçiminde demokratik güçlerin zafer kazanmasıdır. Bunu sağlayacak olan da Önder Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği on maddeyi program yaparak ve bu program etrafında birleşerek örgütlü bir çalışmaya seferber olmaktır. Önder Abdullah Öcalan’ın açıklaması tüm demokratik güçler için böyle bir çağrıdır ve herkes bu tarihi çağrıya sahip çıkarak gereğini başarıyla yerine getirmelidir.


KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA