Dumlupınar’dan günümüze yalan sanatı -Cahit Mervan

Dumlupınar’dan günümüze yalan sanatı -Cahit Mervan

Türk başbakanı Tayyip Erdoðan’ın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliði genel kurulunda yaptıðı konuşmanın içeriði, tonlaması, sesinin yüksekliði, vücut dili, yüzündeki gerginlik birçok açıdan dikkat çekiciydi.

Erdoðan baðırarak, el kol hareketleri yaparak, gergin bir yüz profili çizerek PKK’yi ‘dış güçlerin taşeronu’ olarak suçladı. KCK yönetimini hedef alarak Kandil'li ‘bir taşeronluk ofisi’ olarak niteledi.

Şimdi buraya AKP’nin ve Türk devletinin kime nasıl taşeronluk yaptıðını uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanıyorum. Kürecik’te kurulan füze kalkanı projesi bunun en son örneðini oluşturuyor.

Türk başbakanı Erdoðan yeni bir şey söylemedi. Türk devletinin kurulduðu günden beri Kürt hareketini karalamak için kullandıðı ‘dış güçlerin oyunu, maşası ve taşeronu’ resmi tezini tekrarladı. Erdoðan’ın farkı kirli ve psikolojik savaşı bu konuşmayla bizzat kendisi podyuma taşıdı.



34 Kürt gencinin yaşamına mal olan Roboski katliamı gündemdeki yerini korurken, özelliklede Wall Street Journal gazetesinin Pentegona dayandırdıðı haberi orta yerde dururken ve kamuoyu hükümetten doyurucu cevap beklerken, Erdoðan hakikati öldürmek için konuşmasında Kürdistan Özgürlük Hareketine aðır suçlamalarda bulundu.

Türk başbakanı seviyeyi hayli aşaðıya çekerek, geçtiðimiz hafta sözde ‘yılın haberini’ yayımlayan Sabah gazetesinin sahte fotomontaj manşetine gönderme yaptı. Laboratuarda montaj tekniðiyle üretilen bir fotoðrafı ve buna istinaden dizilen yalan bir haberi kendi ‘tezi’ için dayanak seçti. Referans aldı.

Türk başbakanının TOBB genel kurulunda yaptıðı bu konuşma, son dönemlerde Kürtlere karşı yürütülen psikolojik savaşta hayli ‘atak’ olan Sabah gazetesinde birinci sayfadan ‘Kandilde kan ticareti’ başlıðıyla verildi. Bu başlıðın hemen üstünde her zaman olduðu gibi ‘özel haber’ logosu ile ‘Dumlupınar bir daha asla’ manşeti atılmış. Ve sözüm ona Türk donamamsının denizaltı facialarını önlemek için özel bir gemi inşa edeceði yazılmış.

Bu haber ne kadar doðru, ne kadarı yalan onu şimdilik bilmek mümkün deðil. Şimdilik bu manşeti de ‘Özel haber’ diye sunduklarına göre, ‘bu işte bir bit yeniði vardır demek’ en doðrusu. Ancak konumuz Türk donanmasının denizaltı facialarını önlemek için en son teknolojiyi kullanarak bir kurtarma gemisi inşa edip etmediði deðil.

Konumuz şu: Sabah’ın daha önce KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ı hedef alan foto montajlı haberi ve Türk başbakanın bu yalan haberi kendisine rehber ederek giriştiði karalama harekatı ile 3 nisan 1955 gecesi Çanakkale boðazında batan Dumlupınar denizaltısına ilişkin o dönem yapılan haber arasında çok benzerlik var. Ýkisi de psikolojik savaş laboratuarında üretilmiş, toplumu yanlış bilgilendirmeyi, aldatmayı amaçlıyor.

3 Nisan1955 gecesi Çanakkale sularına gömülen Dumlupınar denizaltısına ilişkin üretilen haberin tekil olmadıðını, bunun sistematik olarak yapıldıðını günümüzde Türk medyasının manşetlerine oturan o sözde ‘özel haberlere’ bakınca anlıyoruz. Yıllar yılları kovalıyor, sistemler deðişiyor, çað deðiyor. Ama Türk devletinin yalan üretmek için kurduðu mekanizma tıkır tıkır işliyor. Basın 1950’lerde olduðu gibi emir komuta zinciri içinde manşet atmaya, haber yapmaya, laboratuarda fotoðraf ve görüntü üretmeye devam ediyor.

Şimdi Sabah’ın bir kez daha manşetinde adını zikrettiði Dumlupınar hadisesi olduktan sonra, tıpkı bugün Kürt hareketine karşı olduðu gibi, Türk gazeteleri hep birlikte, yani yukardan gelen telgraf talimatı üzerine ‘vatan sað olsun’ manşetini atmışlardı.

Gazeteler, Dumlupınar denizaltısı batarken gemi kaptanı ile karada bulunan askeri birlik arasında telsiz konuşmasının yapıldıðını, 81 kişilik mürettebatın kaptanının bütük bir kahraman gibi son sözlerinin ‘vatan sað olsun’ olduðunu aktarmışlardı. Türk kamuoyu tam 40 yıl geminin batışını böyle bildi. Böyle inandı. Tarih kitapları böyle yazdı. Dumlupınar için açılan resim sergilerinde panolara böyle yazıldı.

Gel zaman git zaman o dönem genelkurmay başkanlıðında basın ve halk ilişkiler başkanlıðında ‘askerilik görevini’ yapan Orhan Birgit yıllar sonra anılarını kalem aldı. Birgit, anılarında daha sonra Hürriyet gazetesinin patronu olan Erol Simavi ile faciaya ilişkin bir haber yaptıklarını, kaptan ile kule arasında hiçbir telsiz görüşmesinin olmamasına raðmen gemi kaptanına atfen düzmece bir telsiz konuşması uydurduklarını ve kaptanın aðzından ‘vatan sað olsun’ diye yazdıklarını anlatacaktı. Ve bunu da ‘masum, ama gerekli bir yalan’ olarak anlatacaktı.

Yani Dumlupınar batarken, ne gemi kaptanı ‘vatan sað olsun’ demişti, nede denizaltının batışını saatler sonra öðrenen kara birlikleri böylesine bir şey duymuşlardı. Ama bir faciadan sahte bir tarih ve yalan üretilmesi gerekiyordu. Yapılan buydu.

Şimdi Sabah gazetesinin ‘yılın haberi’ diye kamuoyuna yutturmaya çalıştıðı, Türk başbakanın ise malzeme sıkıntısından olsa gerek psikolojik savaş için dört elle sarıldıðı ‘yılın haberi’ işte bu Dumlupınar haberinin bir devamıdır. Emin olun eðer Dumlupınar gemisi battıðı zaman laboratuarda fotoðraf üretme tekniði bugün ki gibi gelişmiş olsaydı, belki gazeteler bu haberi bir fotoðraf ile süsleyerek ‘asrın haberi’ diye sunacaklardı.

Dumlupınar batarken gemi kaptanı ‘vatan sað olsun’ dememişti, ama gazeteler öyle yazmıştı. Tıpkı Sabah gazetesinin ‘özel haber’ adı altında fotomontaj bir fotoðrafı kamuoyuna gerçekmiş gibi sunması gibi. Basın o dönem Dumlupınar’da ölüleri konuşturtarak haber yapmıştı. Ama Sabah bir adım daha ileri giderek, sað insanı öldürttü. Erdoðan’ında can simidi olarak sarıldıðı ‘yılın haberinde’ Güney Kürdistan’da yaşayan bir insanı, kedilerin dahi kimlik belgelerinin olduðu Danimarka’da öldürttü!

Ýşte Erdoðan konuşmasında referans bu. Her halde laboratuarlarda üretilen bir fotoðraftan ve haberden medet ummak bir başbakan için üzücü bir durum olsa gerek. Doðrusu seviye bu kadar düşürülmemeliydi. Kalibre bu kadar aşaðı çekilmemeliydi. Belki de Erdoðan ve ekibi, ‘çıplak kralı kaftan içinde’ sunan Türk basını, bu topraklarda düşmanlıðında bir ‘raconu’ olduðunu unutmuştur.

Ne diyelim şimdi? Kürt şair Ahmet Arif’in ''Mertçe olsun isterim dostlukta, düşmanlıkta'' dizilerini mi hatırlatsak? Yoksa ‘vatan sað olsun’ yalanından buyana attıkları, üfürdükleri yalanlarının hayrını mı görün diyelim?

ANF NEWS AGENCY