Eliaçık: Elitizm halktan kopuk ‘sarayda’ yaşamaktır

Yazar İhsan Eliaçık asıl elitizmin sarayda yaşamak, kayyum rektör atamak ve seçimleri tanımamak derken AKP’nin 18 yıldır yarattığı “mağdur” kimliğine son derece uzak olduğunu söylüyor.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında olan başörtülü bir kadına “Vitrin mankeni” demesi yıllardır bitmeyen tartışmayı alevlendirdi. Birçok kadın buna tepki gösterdi. Yine Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektör ile “elitist” ve AKP’nin bu tarz söylemlerine kadar birçok konu tartışılmaya devam ediyor. Öte yanda AKP’nin son yıllarının hemen hemen hepsinin dini, milli ve hamaset politikalarından oluşması ve sık sık gündeme gelmesi de siyasi çıkmazının bir parçası olarak okunuyor.

İlahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık’a yakın zamanda Ayasofya hamlesinden başörtü tartışmasına, elitizmden AKP’nin 18 yıllık ‘mağdur’ söylemi ile bugün geldikleri noktaya kadar geniş bir çerçeveyi sorduk.

Başörtü tartışması Erdoğan’ın “Vitrin mankeni” sözleriyle yeniden alevlendi. Aslında iktidar zaman zaman bu tartışmayı gündeme getiriyor. Hiç bırakmadı. Bunu elinden bırakmayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan bunu zaten öteden beri yapıyor şöyle bir geçmişe doğru baktığımızda, Türkiye'nin siyasi hayatında dini konuların çok fazla yer tuttuğunu görebiliriz. Örneğin Adnan Menderes ezanı yeniden Arapçaya, yani aslına çevireceğim diyerek iktidara gelmişti. 18 yıl kadar Türkçe ezan dönemi yaşanmıştı çünkü. Erdoğan da başörtüsünü her yerde serbest bırakacağım diyerek başa geldi. Erdoğan'ın ana vaadi buydu diğerleri bu kadar ağırlıklı değildi. Türkiye'de geniş bir kesim başörtüsü yüzünden mağduriyet yaşamıştı. Bunun da verdiği rüzgarla iktidara geldi. Dolayısıyla başörtüsü Ak Parti'nin ana meselesi ve bugün başörtülü bir kadını CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun yanında gördüğünde, oyuncağı elinden alınmışcasına mızmızlanıyor. O benim oyuncağım, onunla ben oynarım diye adeta geri istiyor. CHP Genel Başkanı yanındaki başörtülü kadına da “vitrin mankeni” diyerek hakaret etmekten de geri durmuyor. Fakat şöyle bir durum var bunlar Türkiye'nin esas sorunları değildir. Evet, bunlar sorundur toplumda karşılığı da var ama şu anki sahici sorunlar değildir. Sahici sorun şudur bütçe görüşmelerinde karara bağlandı, sarayın bir günlük harcaması 11 milyon! Yine yakın zamanda asgari ücret belirlendi 2 bin 825 lira. 3 bin 970 tane asgari ücretlinin maaşını saray bir günde harcıyor. Asıl sahici ve kalıcı sorun bu. Bunları örtbas etmek için iyi bildikleri yerlerden mevzuların çıkmasını, siyasetin bunun etrafında tartışılmasını istiyorlar. O yüzden sık sık dini tartışma yapmaya çalışıyorlar başörtüsü de bunun en temellerinden biri.

Sizin de dediğiniz gibi dini temalı konular sık sık gündeme geliyor. Örneğin Ayasofya meselesi, milli ve dini duyguların bir harmanı oldu. Peki bu hamleler neyi gösteriyor?

AKP'nin bu konularda başarılı olduğunu, en azından bu konuları gündeme getirdiğinde oylarını koruduğunu -artmasa bile- ve onun işine geldiğini gösteriyor. Ayasofya tartışması da bunun gibi bir örnek. Aslında yapılması gereken şey yapılmadı.

Neydi sizce yapılması gereken?

Siyasetten uzak, hakikat ve adalet bağlamında düşünüldüğünde yapılması gereken şey Ayasofya'nın Ortodoks Kilisesi’ne, kilise olarak devredilmesidir. Çünkü bizim böyle bir camiye ihtiyacımız yok. Bir başka kilisenin de cami yapılmasına ihtiyacımız yok çünkü bu 500 sene önce olmuş bitmiş bir mevzu. Şu an tarihi yazan bizleriz, zaten etrafında 50- 60 tane cami var, yine karşısına Sultanahmet denilerek yüce gönüllülük ve çoğulculukla dünyaya hoşgörü dersi verilebilirdi. Böyle bir fırsat varken onlar ne yaptı yine dini ve milli duyguları kışkırtarak, kimlik siyaseti yaparak hatta diyanet başkanı oraya silahla çıkarak başka bir mesaj vermek istedi. Oy oranlarına baktığımızda öyle aman aman bir şey de olmadı. Boş boşuna bir tarihsel kurum ve gerçek olmayan aldatıcı bir dini kimlik politikası ortaya atıldı.

Başörtüsü tartışmalarına da bağlantılı olarak Erdoğan bunu mazlumların sesi olarak yaptıklarını. Yıllarca kendilerinin mağdur kesim, karşı tarafın ise elitist ya da monşer olduğunu, 18 yıllık iktidarı boyunca çokça yineledi. Elitist tartışması Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektörde yine ortaya çıktı. Peki AKP özellikle rant, saray, şatafat gibi birçok tartışmanın odağıyken mazlumluk kimliğini kaybetmedi mi?

Erdoğan'ın en iyi becerilerinden bir tanesi de kendi yaptığı şeylerle karşı tarafı suçlamak. Elitizmin daniskasını yapıyor ama karşı tarafı elitist olarak suçluyor. Haksızlığın daniskasını yapıyor ama karşı tarafa haksızlık yapmakla suçluyor. Sürekli kendini mağdur olarak tanımlıyor fakat çoktan elitist, saray ve güç sahibi birine dönüşmüş durumda. Onlar hala kendilerini Türkiye'nin dışlanan mağdur dindarları gibi gösteriyorlar. Sonsuza kadar da bu tanımdan vazgeçmek niyetinde değiller. Sarayda lüks ve şatafatta yaşasa da ayağı asfalta değmese de kırmızı halılardan inmiyor olsa da o hala mağdur. CHP'liler, Beşiktaş'ta, Kadıköy'de Boğaziçi'nde oturanlar onlara göre elitist. Onlarsa Anadolu'dan Kasımpaşa'ya gelmiş, bir omzu eğik, kabadayı üsluplu bir şekilde yürüyerek mağdurların sesi oluyor. Yıllardır inşa ettiği kimlik bu fakat o köprünün altından çoktan sular akıp geçti. İlk iki dönem belki inşa ettiği kimlik içerisinde olduğu söylenebilir ama artık değişti. Elitst diyor peki neymiş bu elitist? Elitizm tam da seçimleri tanımamaktır, halktan kopuk saray hayatı yaşamaktır ya da kayyum rektör atamaktır. Elitizm tam da bu saydıklarımdır. Onlar Boğaziçi'nde okuyanları da yanlış tanıyor. %70’i Anadolu'dan gelmiş çocuklar bunlar. Öğrencilerin her yıl hangi demografik yapı ile üniversiteye girdiği araştırmaların sonucuna bakıldığında bunlar ortaya çıkıyor zaten. Ya Anadolu'dan kasabalardan gelen ya da İstanbul'da özellikle bu bölgelerden göç alan yerlerde oturanların çocukları. Öyle yalıda oturanların çocukları falan değil.

Tüm bu tartışmaları topladığımızda AKP’nin karşısında gördüğü tüm kesimlere baskı mekanizmasını daha da ağırlaştığı gerçeği de duruyor önümüzde. Madem mağdurlar neden bu kadar baskı?

Genellikle iktidarlar devirlerinin sonuna doğru baskıyı artırır. Gitmemek için de direnirler bunun sebebi de demin bahsettiğimiz o elitist ve lüks hayatı bırakmamak içindir. Çünkü bu koşullarda Cumhurbaşkanı emekli olduğunda da bile elitist, bir lüks bir hayat sürebilir. İkincisi asıl mesele iktidardan gitmemek. En büyük sebebi de suça bulaşmış olmaları çünkü hem ülke içinde hem uluslararası alanda çok fazla suça bulaştılar. Para kaçakçılığından tutun da katliam ve cinayetlere kadar. Birçok şeyin zanlısı ve şüphelisi haline geldiler. Kendi iktidarları boyunca bir sürü katliam, faili meçhul cinayet işlendi. Kimin işlediği biliniyor ama bir şey yapılmıyor aynı zamanda yolsuzluk dosyalarıyla ülkeye çalkalandı ama yine somut tek bir adım atılmadı. Hem uluslararası anlamda hem de içerde bu dosyaların yeniden açılacağını çok iyi biliyorlar. Para kaçakçılığından dediğim gibi savaş suçuna kadar çok geniş bir suç skalası bu. Geri kalan ömürlerinin hiç de iyi geçmeyeceğini dair duydukları korkudur bu. Ve bu korku onlar uyutmuyor, iktidardan gitmemek için o yüzden her türlü baskı aracını da yöntemin de kullanmaktan geri durmuyorlar.