20 Temmuz 2015’te Kobanê’ye geçmek isteyen çoğu SDGF’li gençlere yönelik düzenlenen katliamı değerlendiren PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, “Devrimci sosyalist gençliğe yönelik bu saldırı Kürt halkının kimlik ve özgürlük mücadelesinin sahiplenilmesinden duyulan korku, bunun esamesinin bile gelişmesine karşı bir kin ve nefret siyasetinin sonucudur. Erdoğan AKP çetesinin Kürt düşmanlığı bu düzeydedir. Kürtler hiçbir mevzi kazanmasın diye Türkiye'yi her düzeyde savaşa sürükleyen, en değerli evlatlarını katlettiren, her türlü kirli ittifaktan çekinmeyen bir güç ile karşı karşıya olunduğu bu katliamlarla gün yüzüne çıkmıştır” dedi.
ANF’nin sorularını yanıtlayan Ümit, ezilen halkların ancak birlikte mücadelesinin iktidar bloğunu boşa çıkaracağını söyledi.
20 Temmuz sürecini hem Kobanê şahsında hem de Türkiye gençliği açısından değerlendirebilir misiniz?
İnsanlığın içinde bulunduğu ve adına ne kadar yaşam denilebileceği soru işaretleri ile dolu olan gerçeklik içinde Kobanê'de açığa çıkan mücadelenin dünya insanlığını derinden etkilediğidir. Bunun nedeni insanlığın yaşam için bir çıkış aradığıdır. Kapitalist sistemin yarattığı bunalım sadece ekonomik ve siyasi krizlerle yansımasını bulmuyor. Her şeyden önce toplumsal sorunlar yığını olarak ciddi bir sosyal ve bireysel bunalımlar zinciri oluşturmuştur.
Her türlü sapkınlık, tükeniş, doyumsuzluk, intihar gerçekliği, şiddet ve yıkım bunun sonucu olarak gündemdedir. Sadece Ortadoğu coğrafyasında değil dünyanın en modern sistemini kurduğunu iddia eden yapılar açısından da bu güncelliğini ortaya koyuyor, yaşamın ‘yaşanılmazlığını’ her gün yeni örnekleriyle ortaya seriyor. Bu nedenle Kobanê direnişi insanlık açısından yeni ve özgür bir yaşam seçeneği olarak umut kaynağı olmuştur. Bir benzetme yaparsak, demokratik ve özgür bir sistem olarak düşünülen konfederalizm güneşi Kobanê'den ilk ışıklarını saçmıştır. Bu ışık henüz şafak vaktinde olsa da Kobanê direnişinin görkemi, kahramanlığı inanılmayacak kadar güzel bir hayalin büyüsüne insanlığı sokmuştur.
20 Temmuz'da Kobanê'nin karşısında Suruç'ta bir araya gelen çoğu SGDF'li devrimci sosyalist gençler işte ortaya çıkan bu iradeden etkilenen ve buna Türkiye cephesinden yanıt olmak isteyen özgür bireylerdir. Türkiye'de AKP Erdoğan faşizmi İŞİD çetelerini destekler ve Kobanê'nin düşüşünü planladıklarını itiraf ederken bu gençler şahsında halkların kardeşliği ve birlikte yaşam umudunun korunacağının istem ve arayışı vardır. Bu sadece direnişin zaferini ilan ettiği zaman değil direniş geliştiği zaman da Türkiye'nin devrimci demokrat kesimleri bu mücadeleye destek verdiler. Şehit verdiler. Demokratik sosyalist bir çizginin Ortadoğu ve Türkiye'deki başarılarına katılmayı bir onur bildiler. Suruç'ta AKP-Erdoğan çetesinin gerçekleştirdiği bu saldırıda 33 genç şehit düştüğünde 'Türkiye'nin vicdanını vurdular' dediğimi biliyorum. Ancak şunu da biliyorum ki Türkiye'de kendini kurumlaştırmaya çalışan bunun için her türlü komplo ve ihanetten çekinmeyen Erdoğan-AKP çetesinin geliştirdiği faşizme karşı halkların birleşik direnişinin gelişmesinin önüne geçilemeyecektir. Bu şehitler, bu 33 genç özgür yürek, Kürdistan özgürlük mücadelesinin bir parçası olmuştur. Bu hareketin mayasında bulunan Türkiye toplumu ile demokratik ulusu inşa etme kararlılığı daha da yükselmiştir. Bu vesileyle onlara vermiş olduğumuz mücadele ve zafer sözünü, Türkiye'yi demokratik ve özgür bir yaşam ile inşa etme sözümüzü de tekrar ediyorum.
Türkiye toplumunun faşist ideolojik argümanlarla milliyetçi, dinci ve devletçi zihniyet altında kendi öz kültürlerinin kırımdan geçirildiği bir dönemde Suruç'ta Kobanê direnişini sahiplenen bu gençler hareketimiz açısından da doğru değerlendirilmesi gereken mesajlar vermişlerdir. Devrimci sosyalist gençliğe yönelik bu saldırı Kürt halkının kimlik ve özgürlük mücadelesinin sahiplenilmesinden duyulan korku, bunun esamesinin bile gelişmesine karşı bir kin ve nefret siyasetinin sonucudur. Erdoğan AKP çetesinin Kürt düşmanlığı bu düzeydedir. Kürtler hiçbir mevzi kazanmasın diye Türkiye'yi her düzeyde savaşa sürükleyen, en değerli evlatlarını katlettiren, her türlü kirli ittifaktan çekinmeyen bir güç ile karşı karşıya olunduğu bu katliamlarla gün yüzüne çıkmıştır. Katliamın gerçekleştiği o günleri yeniden değerlendirdiğimizde göreceğiz ki AKP rejimi Kürt halkının Bakurê Kürdistan’da ve Rojava'da geliştirdiği askeri-siyasi hamleler karşısında gerileme yaşamıştı. Türkiye'de Kürt sorunun çözümü için oluşan umut büyümüş ve demokratik kesimlerin tümü Kürtlerin başta Rojava olmak üzere her alandaki kazanımlarına destek veren bir pozisyona gelmişlerdi. Yani Rojava devrimi Bakur'daki demokratik devrimci gelişmelere yön verir hale gelmişti. Bundan duyulan büyük korku ile önce Suruç sonrasında Ankara katliamları geliştirildi. Uyanan bilinç, katliam ve şiddet politikalarıyla vurulmak istendi. Ancak bir kere uyanan, farkına varan asla eskisi gibi olamaz. Bu da toplum bilimin bizlere öğrettiği bir gerçeklik oluyor. Farkına varmak her ne kadar sancılı ve zor da olsa özgür düşünce ve yaşamın ilk adımı oluyor. Suruç'ta bir araya gelen yüzlerce genç, gerçekleşen katliamla bir şeyin daha farkına vardı. Kürtler özgürleşmeden Türkiye özgürleşemez. Türkiye'nin demokrasi ve özgürlük sorunu Kürt halkının özgür iradesi ile yaşamını inşa etmesinden geçer.
Kobanê Direnişi’nin ikinci yıl dönümünde ellerinde oyuncaklarla inşa için Kobanê’ye geçmek isteyen Türkiye devrimci gençliğine karşı yapılan katliam nasıl okunabilir?
Kobanê insanlık açısından bir sembol haline gelmiştir. Kobanê'yi Kürtler açısından bir mezarlığa çevirmek isteyen güçlere cevap ise Kobanê'nin yeniden inşası temelinde gerçekleşebilirdi ki Türkiyeli gençler bu inşa sürecinde yer almak için sınıra yürümüşlerdi. Önder Apo 'Benim sınırdan geçerek özgürlük mücadelesini geliştirdiğim yerden Türkiye-İŞİD çeteleri yine aynı yerden mücadeleyi bitirmek istediler' diyerek saldırıların amacını tarih ve güncel gerçeklik içinde çarpıcı bir şekilde değerlendirmiştir. Bu sınır hattında yani Kobanê-Suruç hattında Türkiyeli gençlerin geliştirdiği bu eylemin de güncel ve tarihi karşılığı vardır. Bu hattı bir ayrılık, saldırı, ölüm hattına çevirmek isteyenlere karşı halkların birbirini yaşattığı, desteklediği bir alana çevirmek! Bu nedenledir ki günlerce burada nöbet tuttular, direnişçilere umut verdiler, telleri kaldırıp katıldılar. Sonrasında ise yine yıkım ve saldırı değil yaşam ve inşa gücü olarak ezilen, yok edilmek istenen, yoksul ve yalnız bir halka yoldaş olmak istediler. AKP devletinin tüm katliamcı siyasetine karşı yüreklerinde en temiz düşlerle Kobanê'nin inşasına katılmak ve yaşamı birlikte kurmak dışında bir amaçları yoktu. Ellerindeki oyuncaklar işte bu masum düşlerin, güzel yaşam ve kirletilmemiş, çıkar ilişkilerinden azade bir fedakarlığın simgesi olmuştur.
Suruç saldırısı arkasında yatan amaçları ancak iktidar ve devlet ilişki ve zihniyetinin dışından baktığımızda çarpıcı bir şekilde görebiliriz. İlk ve temel amaç Kürt ve Türk halklarının birlikte hareket etmelerinin önüne geçmektir. Bunun için ne kadar masum ve iyi niyetlerle hareket edilirse edilsin bunu aklına bile getirenlere cezası mutlaka kesilmek istenmektedir. Bu konuda en küçük bir adımın bile Kürt özgürlük hareketine, direnişçilere ve halka umut kazandırdığı bilinmektedir. Bu konuda faşist devlet aklının çizdiği çizginin dışına çıkılması en büyük tehdit olarak görülmektedir. Kürtleri kaybettiğini bilen devlet aklı Türkiye halklarında bu yönlü küçük bir kıpırdanışı bile korku, katliam ve şiddetle bastırmayı bir politika olarak benimsemiştir. Yürüttüğü politikalarla Kürtleri sistemin dışında bırakan soykırımcı uygulamaların Türkiye halklarınca anlaşılmasından, bu uygulamalarının desteksiz kalmasından korkmaktadır. Ancak eskiler söylemiş; korkunun ecele faydası kalmamıştır.
İkincisi Türkiye'de demokratik sosyalist mücadelenin gelişmesinin önüne geçmektir. Tüm dünya bilmektedir ki Kürt özgürlük mücadelesi sosyalist çizgide ısrar eden ve yaşamın inşasını da bu temellerde geliştirmek isteyen bir harekettir. Bu konuda ilkesel yaklaşımı nettir. Tek bir PKK'linin, özgürlük savaşçısının, komutanının bireysel bir birikimi yoktur. Sosyalizmin ilk ilkesi bu olsa gerek. Mülkiyet ve sermayenin birikim sistemine karşı durmak. Bir lokma bir hırka felsefesi ile yaşayan ve mücadele eden, en büyük sevinç kaynakları halkın özgürlük sistemini geliştirmek olan bir hareketten bahsediyoruz. Bunun kapitalist sistem ve işbirlikçileri tarafından en büyük tehdit olarak görüldüğünü bilmek gerekir. Var olan sistemin dışında bir yaşamı yaşayan ve bunu topluma taşımak isteyen bir toplumsal harekettir Kürt özgürlük hareketi. Türk devleti ve AKP rejimi toplumun üzerine çöreklenmiş ve kendi çizdiği sınırlar dışında bırakalım yaşamayı düşünmeyi bile engellemek istemektedir. Türkiye'de demokratikleşme demek sömürünün sınırlanması demektir. Öncelikle de ekonomide demokratikleşme, paylaşım, gelir dağılımında bir denge demektir.
Suruç'ta vurulan gençler ile birlikte adım adım savaşın içine çekilen Türkiye toplumu gelinen aşamada savaşla terbiye edilen bir halk konumundadır. AKP Erdoğan çetesi sadece Kürtlerin başına silah çevirmemiştir. Öncelikle adına hareket ettiği Türkiye toplumuna silah çevirmiş, savaş ile yönetmiştir. Tarihten bir hatırlatma yaparak bu cümlemi de tamamlamak istiyorum. Cumhuriyet kurulurken dışlanan bir kesim Kürtler olurken diğer kesim sosyalistler olmuşlardır. Osmanlı'nın yıkılışı ardından Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, her iki kesimin savunması ve katkılarıyla gerçekleşen ayakta kalış sonrasında Türk faşizmi tarafından komplo ve darbelerle sistemin dışına itilmiştir. Şimdiye kadar da Kürtler ve sosyalistler darbeler, komplolar ve imha saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Türk devlet geleneğinin bu politikası sürdürülmek istenmektedir. Türkiye'nin demokratikleşmesi, gerçek anlamda Türkiye sosyalizminin gelişmesini gerekli kılmaktadır. Diğerleri demokrasi cilasına bulanmış oyunlar olmanın ötesine geçmeyecektir. Bu anlamda Türkiye sosyalist güçlerinin Kürdistan'daki demokratik sosyalizm deneyimi ve birikimleriyle buluşmasının önüne geçilmek istenmiştir.
Bilindiği üzere Bakurê Kürdistan'da bugün demokratik öz yönetim direnişleri sürüyor. Bu direnişlere karşı Saray çeteleri sivil halka vahşice saldırmaktadır. Türkiye’de ise DAİŞ'in saldırıları varlık göstermektedir. Hem Kürdistan ile dayanışma hem de halklara yapılan saldırılara cevap olma yönünde Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin rolü tam olarak nedir?
Tüm Kürdistan parçalarında direniş, mücadele devam etmektedir. Rojava'da 5. yılına giren devrimci sürecin demokratik kurtuluş ve özgür yaşam inşası temelinde geliştirilmesi için çok yoğun bir mücadele verilmektedir. Bakurê Kürdistan'ından çıkarak bugün dört parçada Kürt halkının gururu ve kurtuluş destanı haline gelen PKK'nin Kürt halkı üzerindeki soykırım sistemini kırarak Ortadoğu'yu demokratikleştirme mücadelesi çok yönlü olarak devam etmektedir. Rojava'da da Bakurê Kürdistan'da da ortaya çıkan direnişler şunu göstermektedir ki; Kürtler artık kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Bunun farklı bir devlet sistemi olarak yorumlanması ya da ayrılıkçı hareket olarak gösterilmesi kesinlikle egemen ulusların bir oyunu olmaktadır. Ulus devlet yapısını kabul edilmediği doğrudur. Bir olguya olmadığı bir şey gibi yaklaşılması olgunun, o şeyin inkarı karşılığında gerçekleşebilir ki Kürtlere zorla Türklük kimliğinin kabul ettirilmesi dün olduğu gibi bu gün de kabul edilmeyecek bir durumdur. Eğer ki Türk devleti Kürtleri kendi sınırları içerisinde tutmak istiyorsa Kürt kimliğini tanımak ve haklarını vermek zorundadır. Aynı sınırlar içinde halkın kendi temsilcilerini seçmesi, kendi idari ve ekonomik sistemini kurması, kendi imkanlarını toplumsal gelişiminin hizmetine sokma isteminden daha meşru bir talep olamaz. Kendi ana dilinde eğitimden tutalım toplumsal savunma güçlerini geliştirmesi olması gerekendir. Bu konuda çatışmanın özünde Türk devletinin başına geçmiş olan, kendisini başkomutan olarak ilan ederek savaşı birebir yürüttüğünü kabul eden Erdoğan-AKP çetesinin tekçi hegemonik dayatmasından kaynaklanmaktadır.
Bir gerçekliğe daha dikkat çekmek isterim ki JÖH ya da PÖH çetelerinin saldırıları direnişler olduğu için olmuyor. Kürt halkının kırk yıllık mücadelesi sonucunda ortaya çıkan kazanımları boşa çıkarmak, Kürt halkının iradesini kırmak ve teslim almak için oluyor. Direnişin yoğunlaştığı alanda bu çetelerin saldırıları görünür hale geliyor, Suriye'de, Irak'ta, Şengal'de İŞİD adı altında yürütülen saldırılar Bakur Kürdistan'da bu çeteler tarafından yürütülüyor. Bunun doğru anlaşılması büyük önem taşıyor ki sanki öz yönetim direnişleri olmasa, Kürtler kendi kendilerini yönetme taleplerini bir tarafa bıraksalar saldırılar yokmuş, olmayacak anlamını veriyor. Bu kesinlikle yanlış bir algı biçimidir. Öz yönetim direnişleri Kürt sorununun çözümünün reddedildiği, Önder Apo'nun en koyu bir tecride mahkum edildiği bir süreçte gelişmiştir. Masayı deviren Erdoğan AKP iktidarı akabinde Kürdistan'da 'baş üstünde baş, taş üstünde taş bırakılmayacaktır' sözüyle yeni dönemde uygulayacağı soykırım politikalarını özetlemiştir. Kürtler Kürt olmakta ısrar ettikçe saldırılarını sürdüreceğini bilmek gerekir. Yine Erdoğan'ın 'ya baş eğilecek ya baş verilecek' sözünü de bu çerçevede anlamak gereklidir. Bu cümlede baş eğdirilecek, başı gidecek olan Kürtler olmaktadır. Demek ki öz yönetim direnişleri buna karşı geliştirilmiştir. Denilebilir ki eğer saldırılar olmasaydı öz yönetimler ilan edilmeyecek miydi? Tekil ya da toplumsal olsun her varlığın kendi kendini yönetme hakkı yaşam hakkının bir parçasıdır. Öz yönetim projesi yeni bir proje değildi ki! Başta Demokratik siyaseti yürüten kesimler olmak üzere bu taleplerini programlaştırarak halka götürdüler ve halk yüzde seksen-doksan oyla bu programı Kürdistan'da kabul etti. Halkın bu iradesini tanımayanlara karşı öz yönetim ve öz savunma direnişleri en meşru ve olması gereken bir duruşu ifade etti.
DARBE YAPAN KARŞI DARBELERİN ZEMİNİNİ HAZIRLAR
Öz yönetim alanlarına IŞİD tarzıyla saldıran AKP faşizmi açısından gelinen noktanın hiçte iç açıcı olmadığı bilinmektedir. Türkiye'nin 7 Haziran seçimleriyle birlikte demokratik siyaset kanalları üzerinden içine girdiği demokratik değişim sürecini 1 Kasım darbesiyle engellemek istemiştir. Erdoğan'ın kendisi bu seçimleri yok hükmünde sayarak Türkiye ve Kürdistan halklarının iradesini yok hükmünde saymıştır. 1 Kasım darbesi Haziran ve Kasım ayları arasındaki 4 aylık bir geçiş süreci içerisinde hazırlanmış ve Türkiye toplumuna dikte edilmiştir. Bu bir darbe değil de nedir? Demokratik bir ortamda gelişen ve tarihi Kürt-Türk barışının koşullarını yaratan seçimlerin sonuçları reddedilerek tek adam diktası geliştirilmek istenmiştir. Bu da tarihin gösterdiği bir gerçekliktir. Demokratik siyasetin yollarını kapatarak tüm muhalefetin soluğunu kesmek isteyen AKP hegemonyası bu hamlesiyle kendi sonunu da hazırlamıştır. İşte şu anda Türkiye Erdoğan ve AKP'yi hedefleyen bir darbe girişimi ile çalkalanmaktadır. Her ne kadar bu gelişmeyi de kendi lehine çevirme arayışında olsa da özünde Kürtlerle savaş, Ortadoğu'da halklarla savaş çizgisinin geldiği nokta iç savaştır. 15 Temmuz gecesi Erdoğan Atatürk havalimanında mevzilenmiştir. Soruyorum niye? Gelişmeler farklı olsaydı acaba Erdoğan'ı Türkiye'de bulabilir miydik?
Gelinen noktada açığa çıkan birkaç çarpıcı sonucu paylaşarak tamamlayayım. Birincisi Kürtlerin öz yönetim direnişleri sırasında PÖH ve JÖH adıyla hareket eden güçler IŞİD'le aynıdır. Rojava'da da bunlar Kürt halkına karşı savaşmıştır. Birkaç gündür ekranlarda darbeci sayılan erlerin başını polisle birlikte kesenler de aynıdır. Halklara yöneltilen bu kirli örgütlenme Türkiye'yi daha fazla vuracaktır. İkincisi Bakur'daki Kürt halkı direnişinde uluslararası kamuoyu göz yummuştur. Bu noktada Türkiye'nin stratejik konumu Kürtlere karşı kullanılmıştır. Türkiye'yi kurgulayan güçler bölgede kendi kaleleri olarak gördükleri Türkiye karşısında Kürtlerin katledilmesine göz yummuşlardır. Bu konuda Kobanê'de Kürt halkının direnişinin açığa çıkardığı sonuçların bir benzerinin Bakurê Kürdistan gelişmesi bir tehlike olarak görülmüştür. Bir nevi Türkiye'nin tümden denetimden çıkmasından ve Kürtlerin eline geçmesinden korkulmuştur. Bunun için Kürtlerin öz yönetim direnişleri kapsamında geliştirdiği mücadelenin zayıflatılması için Türk devletine destek verilmiştir. Bu noktada Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin gelişmesi sürecin en önemli gelişmelerinden olmuştur. Türkiye devrimci hareketleriyle Kürdistan özgürlük hareketinin bir hareket çatısı altında çalışma yürütmesi Türk devletinin ve özelde AKP rejiminin planlarını boşa çıkarmıştır.
HBDH’nin oluşması Kürt halkını soykırım sistemi içinde eritmeyi, Türkiye halkını faşizmin darbeleri altında soluksuz bırakmayı hedefleyen politikalar karşısında bir duruştur. Özellikle AKP'nin Kürtleri yalnızlaştırma, her cephe de anti Kürt ittifakları kurarak sıkıştırma politikalarına karşı Türkiye devrimci sosyalist geleneğinin demokratik özgür yaşamı birlikte inşa etme iradesi olmaktadır. Şu bir kez daha açığa çıkmıştır ki ezilen halklar ancak birlikte ilişki ve ittifaklar çerçevesinde egemenlerin hegomonik iktidar bloklarını boşa çıkarabilirler. Bu anlamda HBDH, Amed, Suruç ve Ankara katliamlarıyla engellenmek istenen halkların birlikte yaşama ve demokratik sosyalizmi kurma iradesi anlamını taşımaktadır.