Erdoğan’ın Öcalan’a yanıtı zayıf kaldı - Cahit Mervan
Erdoğan’ın Öcalan’a yanıtı zayıf kaldı - Cahit Mervan
Erdoğan’ın Öcalan’a yanıtı zayıf kaldı - Cahit Mervan
Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısına tam iki hafta sonra ‘Akil İnsanlar İstişare Toplantısı’nda cevap verdi.
Erdoğan’ın konuşması göreceli olarak kısa bir konuşmaydı. O her zaman gördüğümüz kızgın, kibirli ve indirgemeci tarzından biraz farklı bir performans sergiledi. Görüntü itibariyle böyle olsa da, konuşmanın dili ve vurgusu eskinin bir hayli izini taşıyordu. Yani Öcalan’ın Amed Newrozu'nda işaret ettiği çıtanın çok altındaydı, zayıftı. İçerikten çok, Türk toplumunun gazını almaya yönelik ‘ver coşkuyu’ konuşmasıydı.
Tabi ki Kürt hareketi, bütün aktörleriyle birinci düzeydeki muhatapları olan başbakan Erdoğan’ın konuşmasını değerlendirecekler. Sürecin ruhuna uygun ve uyum içinde olan sözlerine destek verecekler. Ama bir o kadar da Kürt sorununda süreci geriye çekecek, çağın gerisinde kalmış anlayışını da eleştirecekler. Gerekli uyarıları yapacaklar.
Bugün Türk medyasında bu konuşmaya ilişkin yaranmacı ve yağcı bir dilin öne çıkması muhtemel. Gazete manşetleri Erdoğan yaptığı ‘çıkışla’ dolup taşacak. Hem istişare toplantısına katılan yazarlar, hem de TV ekranlarından onu izleyen yazarlar ve bir de Erdoğan ne derse onda bir keramet olduğunu sananlar, bu yaranmacılık ve yağcılıkta yarışacaklar.
Bu toz duman içinde belki de yapılan bir iki doğru dürüst analiz güme gidecek. Bu nedenle işi şimdiden sağlam kazığa bağlamanın sayısız yararı var.
SÜREÇ ERDOĞAN’IN DEĞİL, ÖCALAN’IN İNİSİYATİFİNDE
Her şeyden önce bu süreç öyle Erdoğan’ın iddia ettiği gibi AKP’nin 2009’da başlattığı ‘Milli Birlik ve Beraberlik Projesi'nin devamı değil. Kamuoyunda ‘açılım’ olarak da bilinen o süreç tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. ‘Açılım’, ilk başta çözüm için yarattığı umuttan hızla uzaklaşarak, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiyeye yöneldi. Bunun sonucu olarak 14 Nisan 2009’da başlayan siyasi soykırım operasyonları sonucu 10 bine yakın Kürdistanlı rehin alındı. Bunların halen ağırlıklı bir kısmı içerde tutuluyor. Şimdiki son süreç ‘açılımın’ başarısızlığından dolayı başlayan ve daha çok da Öcalan’ın inisiyatifinde yürüyen bir süreçtir.
Öte yandan ‘açılım sürecinde’ AKP’nin kurduğu ‘istişare havuzları’ daha çok Kürt hareketine karşı tasfiye politikasının rasyonalize edilmesi için kullanıldı. Son yapılan ‘Akil İnsanlar İstişare Toplantısı’ ise tek taraflı değil, çift taraflı işleyen bir sürecin sonunda oluşturuldu. Ağırlıklı olarak iktidara yakın isimler yer almış olsa da, bu ‘Akil İnsanlar’ üzerinde Kürdistan kamuoyu başta olmak üzere, onurlu barış ve çözüm yanlısı güçlerin pozitif bir baskısı söz konusu. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi AKP’nin tasfiye politikalarına destek vermeleri veya çözüm yerine çözümsüzlük için çalışmaları söz konusu değil.
Kaldı ki 2009 açılım sürecinde yapılan ‘istişare toplantıları’ daha çok Kürtleri ve Kürdistan kamuoyunu hedef almaktaydı. Ancak son süreçte yapılan bu çalışmanın hedefi daha çok Türk kamuoyu.
Çünkü Kürdistan kamuoyu 2013 Newroz’u ile birlikte sözünü söyledi. Hem Öcalan, hem KCK ve BDP yöneticileri, hem DDKD, Azadi İnisiyatifi, KADEP, HAK-PAR, ÖSP gibi parti ve gruplar, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, dahası Kuzey Kürdistan’da öz yönetimin kurucu meclisi gibi çalışan DTK sürece ilişkin görüş ve önerilerini ortaya koydu. Bu nedenle bu ‘tarafta’ hemen hemen barış ve çözüm konusunda ikna edilecek kimse kalmadı.
ERDOĞAN’IN HAVUZUNDA KÜFÜRBAZLAR DA VAR
Erdoğan’ın konuşmasında hepimizin dert yandığı işin magazin yanını öne çıkaranları eleştirmesi ve uyarması yerindeydi. ‘Ancak geniş bir havuz oluşturduk. Katkı verebilecek, söz söyleyebilecek, örnek teşkil edecek temsil kabiliyeti yüksek, kanaat önderliği yapabilecek çok sayıda isim belirledik’ demesi inandırıcılıktan çok uzaktı.
O ‘Akil İnsanlar’ grubu arasında olmaması gereken birçok kişinin yanı sıra o ‘havuzda’ Yeni Akit adlı yeminli Kürt ve demokrasi düşmanı bir gazetenin, küfürbaz ve ırkçı genel yayın yönetmeni Hasan Karakaya’nın olması utanç vericiydi. Erdoğan, 'Uludere’ye akıtılan gözyaşı, PKK'ya verilen cansuyudur' diyecek kadar alçalan birisini bu havuza dahil etmemeliydi.
Erdoğan’ın 'Akil İnsanlar' toplantısında yaptığı konuşmada çok özel diyebileceğimiz ve satır arasına gizlenen bir mesajı yoktu. Eski ile yeniyi, demokrasi ile milliyetçiliği, Kürtlerin kolektif hak arayışlarıyla TC’nin terör nakaratını, kinle helalleşmeyi, çoğulculukla tekçiliği harmanlayan bir konuşma yaptı. Bir anlamda hem nalına, hem de yer yer mıhına vurdu. Kendi içinde dahi tutarlı bir konuşma değildi.
KÜRTLERİN BAŞKALDIRISI MEŞRUDUR
Her şeyden önce Erdoğan, Kürt sorununun tanımında Türk devletinin geleneksel söylemini tekrarladı. Kürtlerin zulme ve sömürgeciliğe karşı meşru başkaldırısını ‘terörizm’ olarak adlandırdı. 1984 Eruh ve Şemdinli’de patlayan ‘ilk kurşundan’ bu yana geçen 29 yıla atıfta bulunarak Kürtlerin bu süre zarfında hak arayışlarını ‘terör’ olarak adlandırdı.
Dahası tam da AKP jargonuna uygun olarak ‘yaşla kuruyu’ aynı anda yakmaya kalktı. İlk bakışta kulağa hoş gelen, ama Kürtleri cellatlarıyla aynı kefede tartan bir söylemi söz konusuydu.
"Silaha, teröre, bölücü anlayışlara sarılanlar ne kadar suçluysa, başta Diyarbakır Cezaevi olmak üzere insanlık dışı muameleyle, işkenceyle o örgütün adeta kurulmasına çanak tutanlar da o kadar suçludur. Kan döken örgüt ne kadar suçluysa, o örgüte inanılmaz fırsatlar sunan, hiçbir yerde bulamayacağı istismar bataklıkları sunanlar da o kadar suçludur. Sadece şu son birkaç ay içinde kimi siyasetçi, kimi akademisyen ve kimi yazarların sergilediği faşizm, inanın terör örgütünün 29 yılda yaptığı tahribattan çok daha fazlasını yapmıştır" demesi tehlikeli bir saptırmaydı. Açıkça bir demagojiydi. Tarihi gerçeklerle, bilimle ve vicdanla hiçbir alakası yoktu.
Her şeyden önce Anadolu ve Kürdistan’da sadece Kürtler değil, her kim ki hak arayışında bulunmuşsa merkezi devletin, yani daha önce Osmanlı’nın, sonra da Kemalist Cumhuriyetin silahını, terörünü karşısında bulmuştur. Eğer bu topraklarda ret, inkar, asimilasyon ve soykırım politikaları uygulanmamış olsaydı, ne geçmişte, ne de günümüzde silahlı bir başkaldırı hareketi yaşanmayacaktı. Dahası Kürtlerin sömürgeciliğe ve faşizme karşı kendilerini koruma ve hak arayışı olarak tümüyle meşru bir araç olarak devreye koydukları başkaldırıyı Diyarbakır zindancı başlarıyla, cuntacılarla aynı tutmak hem büyük bir vicdansızlıktır, hem de Kürtlere ve diğer halklara karşı uygulanan zulme ve soykırıma çanak tutmaktır.
Öte yandan Erdoğan’ın ‘Kan döken örgüt’ söylemi tam bir demagojidir. Bu söz yalandır, bilimsel olmadığı gibi, tarihsel meşruluğu da söz konu değildir. Bu sürecin ruhuna, diline ve geleceğine de aykırıdır. Yıllardır ırkçılık ve Kürt düşmanlığıyla eğitilen kitleleri sözüm ona ikna etmek adına sarf edilen bu sözlerle ‘kucaklaşma’ filan olmaz.
Son 29 yıldır Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yaptıklarını ‘terör örgütünün tahribatları’ olarak nitelemesi de doğru değil. Erdoğan ve Türk yetkililer hiç kusura bakmasınlar, bu 29 yılda onların ‘kan döken örgüt’ dediği, bizim ise PKK olarak adlandırdığımız Özgürlük Hareketi olmamış olsaydı, en azında Kuzey’de Kürt ve Kürdistan diye bir şey olmayacaktı. 12 Eylül cuntası ağır bir yenilgi almayacaktı. Ergenekon iktidarda olacak, Erdoğan Türkiye’de başbakan dahi olamayacaktı. Göstermelik de olsa Kenan Evren’i kimse yargılamaya dahi cesaret edemeyecekti.
GEVERLİLER HAVA ALANI DEĞİL ÖZ YÖNETİM İSTİYOR
Erdoğan’ın konuşmasındaki başka bir ‘eski’ ise Ecevit’in köy-kent projesini çağrıştıran vaatleriydi. Bilmem ‘havaalanı yaptık. İşte 10 yılda 40 milyar yatırım yaptık’ gibi. İyi de sorunun kaynağı bu değil ki. Yani bu sorun Ecevit’in geçen yüzyılda iddia ettiği gibi bölgeler arası geri kalmışlık sorunu değil. Bu sorun Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme sorunudur. Geverliler Erdoğan’dan hava alanından önce gasp edilmiş haklarının iadesini ve kendi kendilerini yönetme hakkını istiyorlar. Hem de Kürt olarak. Sorun budur.
Erdoğan konuşması hepten mi yanlış şeyler içeriyordu. Tabi ki değil. Örneğin "Bu ülkede gençlerin ölümüne, tiraj kaygısıyla, reyting endişesiyle bakanlar oldu ve bunlar halen de var. Bu ülkede ocaklara düşen ateşe, kaybettiği ve kazandıklarıyla, kasasına giren ve çıkan parayla bakanlar oldu ve bunlar da halen var. Akan kana bakarken, kendi canlarını, kendi çocuklarını, kendi kardeşlerini gözünün önüne getirmeyip, sadece reytingini, şöhretini, imajını düşünenler oldu ve bunlar da halen var’ derken doğruyu söylüyordu.
GEÇMİŞİ UNUTARAK GELECEĞE İLERLEMEK ZOR
Ancak Erdoğan, AKP ve çevresi son dört yıldır tam da bu politikayı yürüttü. Kazan Vadisi’nde gerillalar bu konseptin sonucu olarak kimyasal silahlarla katledildi. Geçen yıl 24 Mart’ta bu anlayış sonucu 15 kadın gerilla Bitlis’in Şex Çuman vadisinde hunharca ortadan kaldırıldı. Bu ‘akan kana bakarken’ tam da Erdoğan’ın baş danışmanı, reyting sever Fehmi Koru, Fethullah Gülen’in sözcüsü Hüseyin Gülerce daha fazla katliam için önerilerde bulunuyorlardı. Sri Lanka modelleri, ‘Küçük Kandilcilerin’ oradan kaldırılması gibi teoriler havada uçuşuyordu. Sanmasınlar ki unutuluyor. Bu önermeler sonucu Kortek ve Roboski katliamları yapıldı.
Her şeye rağmen Erdoğan bu konuşmayla ‘yeni bir sayfa’ açacaksa ve bu konuşma Kürt sorunun çözümü ve kalıcı barış için ‘Şimdi artık topyekün kucaklaşma zamanı. Şimdi ayrılıklara vurgu yapmanın değil, ortaklıklara vurgu yapmanın, acılara değil ortak zaferlere vurgu yapmanın zamanı. Şimdi hesaplaşma değil helalleşme zamanı’ olacaksa, bunun gereğini yapmalıdır.
Bu da Erdoğan’ın konuşmasında da atıfta bulunduğu cumhuriyetin kuruluş yıllarında gasp edilen Kürtlerin tarihsel, siyasal ve kültürel haklarını hiçbir gerekçe ileri sürmeden ve bunu pazarlık konusu yapmadan iade edilmesinden geçer.
Helalleşmenin de, kucaklaşmanın da o zaman bir manası olur.