Erdoğan karar vermek için 14 Haziran’ı bekliyor

AKP’nin tek parçalı bir bürokrasi yaratmadığı gibi parti içerisinde de tartışmalar olduğunu söyleyen Hakkı Özdal, Erdoğan’ın bu tartışmaları gördüğünü ve yeni bir karar için Biden ile görüşmeyi bir fırsat olarak gördüğünü belirtiyor.

Yaklaşık iki aydır Sedat Peker’in yaptığı ifşalar üzerinden farklı birçok konuda tartışma yürütülüyor. Peker bir yandan derin devlete, diğer yandan mafyaya bir başka taraftan da bu yapılarla iç içe geçmiş iktidara yönelik kendisinin de parçası olduğu itiraflarda bulunuyor. Bunlar olurken AKP içindeki kliklerin çatışması, Erdoğan sonrası tartışmaları, MHP’nin buradaki pozisyonu; iktidarın toplumsal muhalefete ilişkin hamleleri ve Erdoğan’ın uzun süredir beklediği ABD Devlet Başkanı Biden ile görüşme günü var. Tüm bu yaşananları, uluslararası bir değişim rüzgarının Türkiye kıyılarına vurması olarak yorumlayan gazeteci Hakkı Özdal ile hem bu yaklaşık 2 aydır ortaya saçılan ilişkiler ağını hem de iktidarın durumunu, olası hamlelerini konuştuk.

Öncelikle biraz baştan başlarsak bugün derin devlet ya da adına mafya-çete-devlet toplamında bir isim koyacağımız yapıyı nasıl tanımlamalı?

Devletin geçmişten hatta Osmanlı'dan bu yana gayrinizami işlerini üstlenen küçük bir çekirdek ya da devlete ilişmiş başka bir grup olarak tanımlayabiliriz. Hatta bizzat devlet tarafından kurulmuş bir yan organ, tıpkı Hamidiye Alayları gibi. Gerek Osmanlı sarayında gerekse cumhuriyet döneminde her zaman içeride bir yerde yer alıyor. Fakat bugün kontrgerilla, çeteler ya da mafya olarak bahsettiğimiz bu büyük kompozisyondaki mefhum, 12 Mart darbesinden sonra ortaya çıkıyor. Bunun 50'li yıllarda NATO'da kurulan gladyo ile doğrudan ilişkisi var. Fakat 71 darbesi kendinden önce güçlenmiş işçi hareketi ile devrimci gençliğe karşı Türkiye'deki egemen sınıfların bir savunma ve restorasyon hamlesi. Bu esnada ordunun organize ettiği ve yönettiği bir süreçte hem MİT hem de emniyetin içerisinden bir özel harp örgütü ortaya çıkıyor. 1971 darbesinde bizzat işkencelere katılmış MİT mensuplarından emniyet teşkilatı üyelerine kadar pek çok kişinin içinde bulunduğu bir yapı. Öyle ki 1971'de anılan isimler hala günümüzde geçiyor.

Mehmet Ağar ve Mehmet Eymür gibi mi?

Evet, başka isimler de var misal hayatını kaybetmeseydi Şükrü Balcı da olacaktı. Türkiye'de derin devlet dediğimiz şey bir gelenektir diyebiliriz; ama bugün mutasyonlarla bir şekilde günümüze kadar gelmiş, konuştuğumuz bu yapı 50 yıllık bir tarihe dayanıyor.

Peki, 50 yıl önce ortaya çıkan bu yapıyı şu an mutasyona uğramış dediğiniz haliyle karşılaştırabilir muyuz, bazı isimler hala anılıyor dediniz fakat farklılıklar ve benzerlikler nelerdir?
Türkiye'de iktidarı elinde tutanlarda çeşitli değişiklikler oldu. Örneğin ANAP gibi 80'den sonra liberal, muhafazakar bir yapı iktidara geldi. Daha sonra DYP, SHP iktidar vardı ki orada daha çok DYP'nin önde olması söz konusuydu. DYP ile birlikte de ülkücülerin aktif olduğu daha milliyetçi bir sağ, iktidar olmuştu. Arada bir 28 Şubat süreci var daha sonra İslamcılar iktidar oldu. Şimdi bunları art arda sıraladığımızda birbirinden farklı gibi görünse de sonuç olarak hepsi sağcı birtakım iktidarlar. Bunlar gelip geçti fakat içerideki çekirdek yapı değişmedi. Çünkü onların tutunduğu birkaç çıpa var. Bunlardan biri günümüzde de devam eden fakat yaklaşık 40 yıldır süren Kürt sorunu ve bunun üzerinden şekillenen bir beka meselesi. Kürt sorununu hem bir vatan, millet propagandası için araçsallaştıran hem de Türk devletinin bekası için onun çözümsüzlüğünü kullanışlı hale getiren bir çıpa bu. İkinci olarak da elbette toplumun diğer ezilen kesimlerindeki hareketler. 12 Eylül darbesinin sola ve sendikalara karşı büyük şiddet göstermesi tesadüf değil.

Tabii bu iki temel sebebin yanı sıra uluslararası ilişkiler bazında da gözettikleri bazı şeyler var ki bizzat uluslararası istihbaratla da doğrudan bağlantılılar. İçerideki bu iki temel çıpa ile uluslararası ilişkilerin oluşturduğu çerçeve, bu yapıyı 50 yıldır çok da fazla değiştirmeden bugüne getiriyor. Zaten bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Öte yandan bu yapı Türkiye'deki siyasal iklime göre kendini konumlandırabiliyor. ‘Çıktık açık alınla’ diye çok rahat cumhuriyetçi marşlar söyleyebilirler, o dönemin muhaliflerine ‘takunyalı’ da diyebilirler ki bunu yapmışlardı. Bugün Ayasofya'da fetih veya şükür namazı kılıp laikliği savunanlara ‘azgın azınlık’ da diyebilirler. Onlar için siyasal kabuk dönemin koşullarına uyabildikleri bir esvap, bir tür giysi gibi. Bu yapı omurga olarak başta bahsettiğimiz o ezilen halk hareketlerinin bastırılması, Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve uluslararası ihtiyaçlarla varlığını sürdürebiliyor. Siyasal iktidarlar konusunda da mutasyon geçirebiliyor. 

Tarihsel kökeni konuşmuşken NATO şemsiyesi altında kurulan gladyodan bahsettiniz. Ama Avrupa ülkeleri mesela İtalya'nın gladyoyu dağıttı biliniyor peki Türkiye neden bu yapıyı dağıtılmadı ya da dağıtmadı?

Gladyo, NATO üyesi birçok ülkede gerçekleşmiş Belçika, İtalya, Fransa, Almanya ve Türkiye gibi ülkelerde de ucu ortaya çıkmış bir örgütlenme. Aslında bu örgütler günışığına çıktıktan sonra değil, Sovyetler Birliği çözülüp Varşova Paktı da ortadan kalktıktan sonra farklı bir şekilde uyarlandılar. Batı demokrasisi diye anılan İtalya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde görece komünizm bir tehdit olmaktan çıktığında ya da demokrasinin yine görece bir refah seviyesine ulaşmasıyla bu örgütlerle sahici hesaplaşmalar yapılıyormuş gibi gösterildi. Ama örneğin İtalyan başbakanı Aldo Moro'nun kaçırılıp öldürülmesi hala aydınlatılmış değil. Yine Almanya'da Kızıl Ordu Fraksiyonu militanlarının cezaevindeki şüpheli ölümleri açığa çıkarılmış değil. İki Almanya'nın birleşmesinde işlenen suikastlar ve cinayetler de gölgede kaldı. Dolayısıyla gladyo Avrupa'da yeterince mücadele edilmiş ve sonuçları görülmüş bir mesele değil. Şiddet üreten yanı tasfiye edilmiş, o yüzden onlar daha iyi bir hesaplaşma yapmış gibi görünüyor. Bizde gladyoya anti-komünist müktesebata ihtiyaç kalmadığı zaman karşısında tahmin ettiğinden ya da umduğundan çok daha büyük bir Kürt sorunu vardı.

Türkiye egemen sınıfları ile doğrudan bağlantılı olan bu yapılanma kendini bu koşullara uyarladı. Susurluk olarak andığımız yapının hem faaliyet alanı hem de unsurları devletin Kürt hareketi ile girdiği asimetrik mücadelesi içerisinden çıkmış isimler. O yüzden Türkiye’dekinin değişimi Batı Avrupa'dakinden farklı oldu. Yeni sorunlar çerçevesinde kendini şekillendirdi. Öncelikli olarak Kürt sorunu burada çok önemli ve belirleyici. İkinci olarak da 70'lerden bu yana bu yapının iktisadi alanla da çok grift bir ilişkisi var. Dolayısıyla sermaye gruplarının içinde de fonksiyonu olan bir yapı ki bugün ortaya çıkan itiraflar da bunu gösteriyor. Zira pek çok büyük holdingin adı bu ilişkiler ve suçlarda geçiyor.

Peki, Sedat Peker ne oldu da bu itiraflara başladı. Sadece dediği gibi kendi kişisel çıkarları için mi yoksa çok daha farklı ilişkiler ağı var mı arka planda? İkinci olarak da bu mafya- devlet ilişkisi ve iktisadi ilişkiler bugün bize neyi gösteriyor?

Şu an gelinen noktanın Sedat Peker'i motive ettiği çok açık, İtalyanların bir deyimi olan bu işin “raconunda” böyle bir öfkeye müsait duygu alanları var. Hatta hayatta kalmak için böyle reaksiyonlar da göstermesi gerekiyor belki. Sedat Peker kendisiyle birlikte iş yapan ve ondan siyasal olarak yararlanan kişilere ‘siz beni tanıyordunuz, bizim raconumuz budur, siz beni satıyorsanız ben de sizi satarım’ diyor bir bakıma. Ama bana kalırsa Sedat Peker bunları tek başına yapmıyor prodüksiyon olarak. Ama şunu da söylemiyorum Sedat Peker'in arkasında şunlar, bunlar var demiyorum çünkü ben böyle bir bilgiye sahip değilim. Sadece şunu biliyorum Sedat Peker bu ifşaları başlamadan önce Türkiye'de siyasal iktidarın hegemonyası zayıflamaktaydı. Hem ekonomik kriz hem salgının kötü yönetimi hem de insanların yakın geleceğe dahi umutlarının olmayışı iktidarın hegemonyasını zayıflatıyordu.

Sedat Peker harekete geçiren şey hükümeti zayıflatmaktan çok, hükümetin zaten zayıflamış olmasıydı.

Öte yandan Sedat Peker'in bahsettiği konular içerisinde uluslararası bazı meseleler var. Suriye'ye silah gönderilmesi, petrol ticareti, Venezüella üzerinden uyuşturucu trafiği gibi iddialar. Bu iddialar küresel ölçekteki bir değişim anı ile örtüşüyor.

Nedir bu değişim anı?

Şöyle ki burada Amerikan seçimleri önemli Trump'ın kaybedip Biden'ın yeniden kazandığı bu seçimlerde Amerikan kapitalizminin, yani bir nevi küresel kapitalizmin hem ittifaklar ve müttefik politikasını hem de işleyişi yeniden restore edeceği açıktı. Bu çerçevede dikkat çeken ve huzursuzluk çıkaran ülkelerden bir tanesi Türkiye idi. Biden daha seçilmeden önce Erdoğan’ı güvenilmez bulduğunu söylüyordu, seçildikten sonra da bir telefon ambargosu ile bunu fiili bir şekilde davranışa dönüştürdü.

ABD'de sözcüsü yaptığı basın açıklamasında Erdoğan - Biden görüşmesine dair birkaç başlık verdikten sonra bir cümle kullandı 'Biden zaten Erdoğan'ı tanıyor.' Bu cümle gerçekten ilgi çekiciydi, siz ne düşünüyorsunuz, niçin söylenmiş olabilir?

O açıklamayı görmedim ama malum görüşme 14 Haziran'da. Aslında daha öncesinde görüşme çok istendi fakat 14 Haziran’a da razı oldular ve bu ifşaatlar da bu bilinen tarihten bir buçuk ay önce başladı. Ben hatta bunların doğrudan 14 Haziran görüşmesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü Erdoğan sadece dışarıdan değil, içeriden de 14 Haziran öncesi bir seçime zorlanıyor gibi geliyor bana.

Çünkü Erdoğan 7 Haziran seçimi, üzerine de 15 Temmuz ile birlikte perçinlenmiş ve daha güçlü hale gelmiş şekilde ittifak desenini değiştirdi. Bunun bazı sonuçları var uluslararası alanda: Mavi Vatan, Libya, Doğu Akdeniz, Yunanistan ile ilişkiler Azerbaycan, hatta Rusya ve İran'la ilişkilerde de bazı neticeler... Küresel Batı bu sonuçları istemiyor. Aslında Erdoğan bunların istenip istenmediğini bilmiyordu çünkü ayakta kalabilmek için bu ittifaka bir şekilde mecbur kalmış, sürüklenmişti. Biden ile başlayan küresel değişimin dalgaları şu an Türkiye kıyılarına vuruyor. Sedat Peker'in açıklamaları da bundan bağımsız olamaz ben böyle düşünüyorum.

Peker ifşalara başlayıp bunlar da çok ciddi bir etki ürettikten sonra halihazırda özellikle güvenlik bürokrasisi içerisinde olan; jandarma, polis, MİT ve ordudaki bazı kesimlerin de yeni döneme uyum sağlayacak şekilde davrandıklarını düşünüyorum. Hatta bazı basın kuruluşlarına, kişilere ve bence Peker'e de bilgi - belge akışı sağladıkları kanaatindeyim. Bu da Erdoğan'ın Türkiye'de tek bir bürokrasi oluşturmadığını gösteriyor. Türkiye'de NATO atlantik grubu etkisinde bir devlet geleneği var. Kaldı ki bu devlet geleneği yırtıcı hayvan gibidir bir şekilde ayakta kalmayı ve bunun yollarını bulmayı da bilir. Özetle uluslararası bir şemsiye altında, devletin içinde bu yaşanıyor. Aslında ilk kez yaşanmıyor, Sedat Peker bu çatışmayı gösteren birkaç şeyden sonra ortaya çıktı.

Nedir bu çatışmayı gösteren emareler?

Örneğin 2019 sonunda başlayan hükümetini İlker Başbuğ'la yaşadığı gerilim. Gare operasyonundan sonra ortaya çıkan tablo. Şöyle düşünmek lazım bu iktidar Gare’dekinden de fazla kaybı Suriye'de bir gecede 34 asker ile verdi. Onun altından bir şekilde bir hamaset ile kalkmayı bildiler, bu kadar gürültü olmadı. Ama Gare’de hem toplumun hem de güvenlik bürokrasisinin içindeki tepkileri tutamadılar. Burada artık şu ortaya çıktı, iktidarın siyasal fırsatlar için aldığı askeri risklerin boyutu rahatsız etmeye başladı devletin içinden de bazı kesimleri. O zamanı hatırlayalım, AKP kongreler yapıyordu, Erdoğan bir sürprizim var diyordu, belki de o kongrelerde ilan edeceği başarılı bir operasyon hayal ediyordu. Ama olmadı... Bir şekilde dediğim bu çevrelerden homurtular yükselmeye başladı.

Bunlar dışında ne vardı?

Bir de amirallerin bildirisi oldu. Orada amiraller arasında Natocular da Avrasyacılar da aslında bir toplam devlet aklı vardı. Türkiye'nin bulunduğu koşullar içerisinde Montrö'yü ve yine Kanal İstanbul üzerinden İstanbul Boğazı ve Karadeniz'in statüsünü tartışmaya açarak büyük bir krizin yaşandığını düşünen bir bakış vardı. Hatırlarsanız bu ilk çıktığında ‘bu bir darbedir’ diye kıyamet koparıldı. Ama şu an hiçbir şey hatırlanmıyor.

Zaten serbest bırakıldılar yanılmıyorsam.

Evet, hepsi serbest bırakıldı. Birkaç adli kontrol kararı vardı bunun da uygulanıp uygulanmadığını bilmiyoruz. Ben hatta hiç sanmıyorum. Çünkü o bildiri bir müzakereydi. O krizler bir şekilde Erdoğan'ı ve hükümeti zayıflatarak atlatıldı. Şu anki açıklamalar ise devlet içi yapının bir diğer ucundan geliyor. 2015 ve 2016'da siyasal amaçla kullanıldığını kendisi de itiraf eden bir kişi tarafından yapılıyor bu ifşaatlar. Hem manipülasyona ve hedef şaşırtmaya çok açık hem de diğerlerinden daha fazla sarsma gücüne sahip. Dediğim gibi Peker güçlü bir hükümeti zayıflatmak için değil, zaten zayıf bir hükümete karşı bunları yapıyor. Peker aynı bilgilere 2018'de sahip olsa ve bunları çıkarsa aynı etkiyi yaratmayacağını kendisi de biliyor.

Bu tartışmalar ekseninde iktidarın çok parçalı bir yapısından da bahsediliyor. Soylucular, Pelikancılar delinen Berat Albayrak cephesi ve de Hakan Fidan tarafı. İktidar içindeki bu kliklerin Erdoğan sonrası dönem için planları konuşuluyor. İktidarın zayıfladığında siz de bahsettiniz fakat Erdoğan hala güçlü bir figür. Peki bu zayıflama içerisinde Erdoğan'ın payına ne düşüyor ve bu diğer kliklerin Erdoğan sonrası planları, en azından kamuoyuna yansıyan kısmı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Erdoğan evet önemli bir figür. Çoğunluğu kırdan koparılmış, ucuz emek ve işgücü olarak şehirlere itilmiş bir kesimin sesi oldu. Onu bir ikbal olarak gördüler. Şunu kabul etmek lazım ki Erdoğan'ın toplumda bir karşılığı olduğu ve %50 oy aldı. Zaman zaman söylem ve ittifaklar değiştirdi; fakat ittifaklar Erdoğan'ın toplumdaki karşılığı azaldığında hemen pazarlık yapılabilecek ya da atılabilecek şekilde kuruldu. Erdoğan şimdi biraz da bunun sonuçlarını yaşıyor. Evet, Erdoğan zayıflıyor çünkü Türkiye ekonomik sorunları aşamıyor, salgın da bunun üzerine geldi. İnsanlar ölçüsüz zenginleşme ile derin yoksullaşmayı çıplak gözle görüyor. Dolayısıyla bunun siyasal sonuçları oluyor.

Elbette bir Erdoğan sonrası münakaşası vardır. Çünkü AKP başından bu yana hep çok parçalı bir yapıdaydı. Fakat Erdoğan'ın seçim kazanma becerisi ve onun imgesi bu parçalı yapının üzerinde bir kubbe gibi ‘mutlak’ bir şekilde duruyordu. Bu imge sarsılmaya başlayınca aşağıda bir hareketlenme oldu tıpkı kubbesi sağlam olmayan bir yapının kolonlarının ve duvarlarının çatlaması ya da sarsılması gibi. Parçalı bir yapı var evet Pelikancılar, Soyucular, hakyolcular, milli görüşçüler, Fidancılar ve daha başka birçok tarikat çatışmaya başladı. Zaten biz Erdoğan'ın sessiz kaldığı o 3 hafta anladık ki her yapı birbirine karşı bir dosya ve hazırlık içerisinde. Soylu'nun Ağar’a karşı bir dosyası var, Ağar’ın Soylu’ya karşı veya Pelikancıların her ikisine de. Vaktiyle birbirine düşman dediğimiz yapılar bu defa birleşip başka tarafa cephe aldı. Örneğin Pelikancılar ve Soylu'nun yakınlaşması gibi. Dolayısıyla AKP içerisi karışık ve bunun karışık olmasının sebebi de Erdoğan'ın siyasal imgesinin zayıflaması. Erdoğan bence bunu görüyor ve o da 14 Haziran'ı bekliyor, yeni bir düzenleme ve de kendi önünü de görebilmek için.

AKP'nin dönem dönem ittifak değiştirdiğini siz de söylediniz ve bunun sonuçlarında yaşadığını da. Peki bu süreçte MHP ve AKP ittifakı ne noktada? Örneğin yargı atamalarını MHP kadrolarına tasfiye gibi okuyan kesimler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

MHP şu an halihazırda oy potansiyelinden farklı bir güce sahip iktidar üzerinde. Bürokraside ve özellikle de yargıda kadrolaşma fırsatı buldular bu süreç içerisinde. Bir de AKP bu akçeli işler yönünden göz önünde yıpranan bir parti olurken, MHP ise daha çok devlet bekası üzerinden beslendi. Hatta MHP kendisini devlet bekasının sigortası gibi göstermeyi başardı. O yüzden MHP Erdoğan'ın öncekiler gibi kolay vazgeçebileceği bir ittifak değil. İşte tam da bunun sıkıntılarını yaşıyor Erdoğan. Kaldı ki Soylu'nun MHP'nin ve Erdoğan'ın grup toplantılarından bir gün önce çıkıp konuşması tesadüf değildi. Programda kendini savunmaktan ziyade Erdoğan'a ve Bahçeli'ye yönelik sözler söyledi. Ertesi gün Devlet Bahçeli de Erdoğan'da Soylu'ya sahip çıktı. En azından Erdoğan için sahip çıkmak zorunda kaldı denebilir. Hem kolay vazgeçebilecek bir ittifak hem de yeni durumlara uyum sağlama konusunda Erdoğan'ın esnekliğine sahip değil. Örneğin Erdoğan uluslararası koşullara bakarak yeniden liberal söyleme dönme esnekliğine sahip.

Var mı öyle bir ihtimal?

Bence yok ama yine de bir tıynet olarak bunu yapmaya sahip biri. Ama MHP’deki doktrinler yüzünden böyle bir virajı alma esnekliği yok. Şimdi ortaya çıkan ilişkilerde gösteriyor, Sedat Peker de söylüyor ülkücülük kavramının ki artık bu kavram 80’lerdeki gibi değil; sokakta, mafyada, siyasette ve hatta iktisadi alanda bir karşılığı var. Bundan vazgeçmek sol liberallerden vazgeçmek gibi değil. Ancak kendini çok güvende hissederse bu konuda çok keskin bir şeyler yapabilir.

Batının da AKP’ye MHP’yi atması yönünde bazı göz dağları olmuştu. 14 Haziran'da bu konu da masada olacak mıdır ya da masa altında?

Evet, Fransa'da bozkurtlar meselesi, Almanya'da da Osmanlı ocakları üzerinden bir kapatma söz konusuydu. İlla ki 14 Haziran'daki konulardan biri bu olacaktır. Aslında Batı bizzat AKP ile MHP'nin ittifakına karşı cerrahi bir operasyon yapmak yerine, zaten söylemleriyle bu ittifakı zora sokan bir pozisyonda. Fiili olarak söyledikleri bir şeyi 14 Haziran'da yüz yüze de aktarmış olacaklar.

Aslında sizin sorarken söylediğiniz ‘Biden, Erdoğan'ı tanıyor’ sözü görüşmenin içeriğine dair de ipucu veren bir cümle. Evet, 14 Haziran Erdoğan için bir karar verme günü olmasa da karar vermek için malzemeyi topladığı bir gün olacak. O yüzden Peker'in de videolarına bir 14 Haziran ambargosu koyması bir tesadüf değil.

Son olarak şunu sormak istiyorum belki biraz da birleştirerek AKP içerisinden 15 milletvekilinin Soylu’ya karşı bir huzursuzluk içinde olduğu basına yansıdı. Öte yandan bu kadar olay olurken HDP’ye yeniden kapatma davası, Ahmet Şık'a soruşturma açıldı, Interpol kabul etmediğini söylese de Can Dündar'a yeni bir kırmızı bülten çıkarıldı. Bunların hepsinin üst üste yaşanması sadece bir gündem kapatmadan mı ibaret?

AKP içinde yaşanan sıkıntının özellikle uluslararası medya üzerinden yansıtılması da önemli. Öte yandan HDP kapatması fiilen hayatta bir davayken ondan vazgeçmek cari bir sonuç üretiyor. Bir nevi sözde demokratikleşme hamlesi gibi ‘bakın biz bu davayı bitirdik. Hayır parti kapatma yanlısı değiliz ama onlar da terörle arasına mesafe koysun’ söylemi üzerinden yeni bir hamle yapılabilir seviyede şu an. O açıdan Erdoğan için işlevli de olabilir. Çünkü Erdoğan'ın sırtından atacağı taş sayısını artırmak, vereceği taviz sayısını artırmak gibi gösterilebilir. Mutlaka böyledir demiyorum ama son dönemki hareketlenmenin karşılığı bu olabilir. Bir de Erdoğan’ın 7 Haziran’ı işaret etmesinin sebebi şu anki mevcut rejim 7 Haziran'dan sonra kurumları, aktörleri ile hukuka ve demokrasiye bakış açısıyla bunun da üzerine 15 Temmuz durağından da geçip yenilenerek çıktı. Kendisi ile birlikte hareket edenlere başlangıcı işaret ediyor Erdoğan. Bir nevi en güçlü olduğu dönemleri hatırlatıyor. Ama şunu da unutmamak lazım her meydan okuma, güçlü olunduğu anlamına gelmez. Meydan okuma bazen bir güç ilizyonu yaratmaya da yarayabilir. Erdoğan'ın bugüne kadarki en büyük gücü sandık oldu. Bugün toplumun önüne sandık konulsa, anketleri kastederek söylemiyorum çünkü bazen onlar yanıltıcı da olabiliyor; Erdoğan o sandıktan eski gücüyle çıkmaz. O yüzden şu an yakın zamanda o gücü kullanamayacağını bildiği için zaman kazanmaya çalışıyor. Zaman kazandığında ve güçlendiğinde hem içerde hem de dışarıda tartışmalara karşı bir duruş sergileyecek. Örneğin ‘açım açım diyenlere siz doyurun’ sadece bir gaf değil bence. Erdoğan kendi tabanındaki erimeyi de kutuplaştırmaya çalışıyor. Vaktiyle kendisi ile yürümüş ve şimdi gitmiş olanları nankör ilan ederek, şu an yanındakilerle aralarına sert bir söylem üretiyor. Sadece giden gitsin olarak değil, gidenleri nankör olarak tanımlayıp bu gidişlerin bir trend haline gelmesinin önüne geçmeye çalışıyor.