Evrim Alataş: Kafanızdaki değil, karşınızdaki Kürdü dinleyin
Evrim Alataş: Kafanızdaki değil, karşınızdaki Kürdü dinleyin
Evrim Alataş: Kafanızdaki değil, karşınızdaki Kürdü dinleyin
“Vecizeleri, mesajları ve yasalarıyla bedene oturmaya çalışan, yer yer beline vurulan penslerle daralan, yer yer dikişleri patlayan Cumhuriyet”in uzak hatırası... 1960’lar ve 70’ler... Nurhak’ın yası... “Rüyalardan keramet, ocaklardan derman, dedelerden ikrar almaya alışmış köylü”nün devrim düşüne dalışı... Ve “tüm zamanların, her şeyin intikamını alma” öfkesini biriktiren 12 Eylül kâbusu...” böyle başlıyordu Evrim Alataş ile yapılan bir röportajın giriş cümleleri. Ne kadar da güzel özetliyor Evrim’i içinde bulunduğumuz durumu.
12 Nisan Evrim’in ölüm yıldönümü. 12 Nisan 2010’da yaşamını yitirdi. Tanımayanlara biraz tanıtmak, tanıyanlara da yine de hatırlatmak lazım Evrim Alataş’ı… Kürttür. 15 Nisan 1976’’da Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Gölpınar köyünde doğdu. Ocaklardan derman, dedelerden ikrar almaya alışmış bir Alevidir. Hakikat kapısını arar dururdu. İçselleşmiş bir Alevi kimlik bilinci vardı. Sosyalist hareketin içinde bulmuştur kendisini. Ailesi, büyükleri Deniz Gezmişlerin mücadelesinde önemli yer alırlar. Aile içinde ulus-sınıf-cins bilincini sentezleyerek öğrenmiş. Ama o bütün bunların bileşkesini kendi doğallığında yaşıyordu. Malatya’dan İstanbul’a göçerttiğinde askeri-polisi-cezaevlerini iyi biliyordu. Hızlı, sosyalist kızıl saçlı bir devrimciydi lise yıllarında. Sonra gazeteciliğe başladı. Sosyalist dergilerden sonra Özgür Basın Geleneğinin önemli temsilcisi olan Yeni Politika, Demokrasi, Ülkede Gündem, Özgür Bakış, 2000’de Yeni Gündem, Yedinci Gündem, Özgür Gündem, Özgür Politika gazetelerinde muhabir, editör ve yazar olarak çalıştı. Evrensel, Birgün, Taraf, Radikal’de köşe yazıları, Birikim ve Esmer dergilerinde yazılar yazdı. “Gazeteciliğe 1995 yılında Yeni Politika gazetesi ile başladım. Gündem geleneğinin gazetesiydi. Oraya yakın hissediyordum kendimi. Yazmak ilgimi çekiyordu. Edebiyat ise kendiliğinden gelişti.” diyordu. Gerçekten de öyle oldu ve önce “Mayoz Bölünme Hikayeleri” adlı kitabında milliyetçi Türk devletinin Kürdistan kentlerinde 1990’lı yıllardaki anlamsız yasaklarını trajikomik notlarda topladı. Sonra ARGK gerilla saflarına katılan bir grup Kürt gencinin öyküsünü “Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer” kitabında anlattı. Sinema yönetmeni Miraz Bezar ile birlikte “Min Dit” filminin senaryosunu yazdı. Filmi çektiler. Film 46. Altın Portakal Film Festivali’nde En iyi öykü ödülünü aldı. Uluslararası festivallerde gösterildi. Devletin kirli savaşının mağduru yoksul Kürdistan çocuklarının ve kadınlarının öyküsüydü.
Erken yaşta amansız bir hastalığa yakalandı. Kanserdi. Çokça mücadele etti. Kansere aldırmadan yazılar, kitaplar yazdı. Film çekti. Kürdistan dağlarına gitti. Gerillaları gördü. Onlarla yaşadı. PKK’nin kurucularından Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan’ı çok sevmişti. Evrim, Ali Haydar Kaytan’ın Doğu Kürdistan-Güney Kürdistan sınır hattındaki “tehlikeli” araziden nasıl geçirdiğini heyecanlanarak anlatırdı. Gerillayı çok severdi. Kürdistan’ı özellikle de Amed’i… İstanbul’da gazetecilik yaptığımızda “neden Amed’de değiliz ki” diyordu. Sonra gidip Amed’e yerleşti. Amed’in her köşesinden öyküler türetiyordu. “Her insanın bir öyküsü var ama Amed’dekilerin başkadır” diyordu. Onun için Amed Kürdistan’ın kalbi ve bir özetiydi. “Amed halkı ya ölüme tanık oldu ya da ölümün kıyısından geçmişti. Bunları yazmak lazım” deyip duruyordu. Öyle de yapıyordu. Hep yazıyordu. İnsanların yaşadıklarını hissederdi. 1999 15 Şubatı’nda “Eylem haberi değil eylem yapalım” diyordu.
Hep “bu halk ve bu hareket kazanacak!” diyordu. Buna inanarak da yazıyordu. Bakın 18-03-2007’de Radikal gazetesinde Perihan Mağden üzerinden Kürtleri, PKK’yi, Öcalan’ı küçümseyen Türk milliyetçilerine, liberallerine ve “tatlı su solcu aydınları”na hitaben şunları yazıyordu:
“Bugüne kadar bir şeyi ziyadesi ile ve de karşılıklı "kıvırdığımızı" düşünüyorum. Bu kıvırma hali Kürtlerin kendisini sürekli "biz kötü insanlar değiliz" savunması altında hissetmesi, aydın ve entelektüellerin ise görmek istediği Kürdü görmesinde yattığını düşünüyorum. Bu hal fazla sürmeyecektir.
Türk kökenli aydın ve entelektüeller, karşılarındaki oluşumu yorumlamadan önce tanımak durumundadır. Öcalan'ı "diktatör", "terörist", "psikopat" gibi tanımlayıp, Kürtlerin de er geç hepten böyle düşüneceğini beklemek, Kürtlerin dağdakilerden bir gün soğuyacağını veya dağdakilerin durduk yere kendilerinden soğuyup aşağı ineceğini beklemek, Mağden'de olduğu gibi başkalarında da hayal kırıklığı yaratacaktır. Ve bu hayal kırıklığı öyle bir yere varacaktır ki "En güzel ve en cesur çocuklarını dağlarda öldüren" lanet bir halk ve siyaset noktasına ulaşacaktır. Bu yazı, bu konuyu kurtarmaz. Bu yazının tek derdi, potansiyel "pişman olası" kitleye bir uyarıdır. Kürt Kürt'tür! Bir gün bu kafasında yaralar olan, kaba saba, kıllı, iri yarı, eğitimsiz insanlardan sıkılabilirsiniz. Dert bu değil. Lakin hayal kırıklığına uğramak istemiyorsanız, kafanızdaki değil, karşınızdaki Kürdü dinleyin. Tercümana ihtiyaç duyacaksınız evet, ne yapalım, dil ayrı.”
Evrim gerçekten de Kürtleri, Kürdistanı, gerillaları konuşurken ve yazarken derin bir sorumluluk bilinci ile anlatırdı. Bezar dağında katledilen onlarca ARGK gerillasını Fidel’in şahsında anlatırken de her satırında bunu görebilirsiniz. Sahici bir insandı. Bedel ödeyen insanlara saygısını hiç yitirmedi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, sezgileri ve duyguları ile Evrim Alataş’ı çok iyi anlatmıştı birkaç cümlesi ile. Nisan 2010 görüşme notlarında şöyle diyordu Öcalan: “Gazeteci Evrim Alataş hayatını kaybetmiş. Üzüldüm. Başsağlığı diliyorum. Ben Evrim’in birkaç yazısını okumuştum. Yazılarını özellikle doğduğu köy ve Kürt çocuklarla ilgili bir yazısını beğenmiştim. Aynı zamanda Teslim Töre’nin yeğeniymiş galiba. Ben onun, Malatya’nın, kendisini halkına adamış Zeynep(Zilan) ve Müslüm Doğanların hatırasını önemsediğini biliyorum. Okuduğum yazısından da bu sonucu çıkarmıştım. Kürt halkı ve Malatya gençliği Evrim’in de, Zilanın da, Müslümün de anılarına bağlı kalmalı, anılarını yaşatmalıdır. Başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Halkımızın başı sağolsun. Evrim, Zilan, Müslümlerin anısını yaşatmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. “
Son günlerde dilime dolanmış duruyor, “Evrim yaşasaydı” eğer, Kürt meselesinin çözüm süreci tartışmalarında ne güzel laflar ederdi birilerine. Örneğin CHP içindeki çakma alevi vekillere, Türk milliyetçiliğinin “katı, sıvı, gaz hali”nin türevlerine neler söylerdi. Birazını, hatta pek çoğunu tahmin ediyorum. Zaten vakti zamanında söylemişti Evrim. CHP’nin ne menem bir illet olarak Malatya, Maraş, Dersim, Adıyaman, Erzincan gibi Kürt kentlerinin merkezinde ve köylerinde kol gezdiğini romanına konu edinmişti. İnsanın bu memlekette Kürt, Alevi, Sosyalist, kadın ve de gazeteci olmasının ne kadar zor ama bütün bunların bilinci ile ne kadar güçlü olduğunun güzel bir hakikatiydi Evrim Alataş. Yaşasaydı yapılan tartışmalara kayıtsız kalmaz ve şu cümle ile yanıt verirdi “Kafanızdaki değil, karşınızdaki Kürdü dinleyin. Tercümana ihtiyaç duyacaksınız evet, ne yapalım, dil ayrı.”
Son not benim Evrim ile tanışıklığım, birlikçe çalışmışlığım oldu. Aynı lisedeydik, sonra aynı gazetede. 15 yılı aşmıştı tanışıklığımız. Hep eksikliğini hissettiğim bir dostluk, yoldaşlık…