Gaydalı: Keşke ‘her şey düzgün’ demekle her şey düzelebilseydi

Meclis’teki bütçe görüşmelerinde söz alan HDP Bitlis Milletvekili Mahmut Celadet Gaydalı, “İthalatçı devlet anlayışı o kadar egemen oldu ki buğday bile ithal edilir hale geldi. Bu ülkenin asıl hayati alanlarından olan hayvancılık bitirildi” dedi.

HDP Bitlis Milletvekili Mahmut Celadet Gaydalı, Meclis’te devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı.

Gaydalı şöyle konuştu:

Bir bütçe sürecinin daha sonuna yaklaşıyoruz. Gönül isterdi ki hazırlanan bütçe katılımcı, özgürlükçü, barışçıl ve şeffaf olsun. Fakat bu bütçenin içerisinde özgürlükler değil, kısıtlamalar; barış değil, savaş; şeffaflık değil, şaibe vardır. Bu bütçenin aynı zamanda şöyle bir tarihi yeri vardır ki o da "OHAL'i kaldırdık" diyenlerin OHAL yetkileriyle kendilerini donatıp "halkın bütçesi" adı altında hazırladıkları 2'nci bütçe olmasıdır. Biz, bu bütçenin şeffaflıktan, adaletten, eşitlikten ve denetimden uzak olduğu kanaatindeyiz. Bir yandan halka yüklenen vergiler artırılırken diğer yandan vergi cennetlerinde milyonları hiç edenlerin de farkındayız.

İktidar 15 yıldır bu ülkede bütçe hazırlıyor. Peki, bugüne kadar hazırladığınız bütçelerde asıl sorun alanlarıyla ilgili ne yaptınız? Hayvancılıktan tarıma, ekonomiden adalete, çevreden uluslararası ilişkilere, eğitimden insan haklarına varıncaya kadar tüm alanların içi boşaltıldı. Bakın, tüm tarım arazileri birer, ikişer imara açıldı. Bugün, Çukurova gibi verimli bir bölge betonlaştırıldı. Sanayileşme hırsıyla meraları yok edecek tasarılara imza atıldı. Çiftçi adeta tarımdan koparıldı. Ülkenin en büyük zenginliklerinden olan tütün, üvey evlat muamelesi gördü.

Sadece tarım alanları değil, tarımla uğraşan emekçiler de mevsimlik işçiler de bu ülkenin bir yarası haline geldi. Türkiye'de 6-6,5 milyon insandan oluşan tarım iş gücünün yaklaşık yarısı mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmaktadır. İstatistiklere göre, her 2 mevsimlik işçiden 1'i doğduğu andan itibaren mevsimlik tarım için seyahat etmekte ve ortalama 48 farklı kente mevsimlik tarım iş gücü olarak gitmektedir. Mevsimlik tarım işçilerinin yaklaşık yüzde 60'ı ulusal yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bunca yıldır bütçe hazırlayan iktidar bu sorunu hala çözemedi.

İthalatçı devlet anlayışı o kadar egemen oldu ki buğday bile ithal edilir hale geldi. Bu ülkenin asıl hayati alanlarından olan hayvancılık bitirildi. Yüksek fiyata et satışları, eti artık bir lüks tüketim malzemesi haline getirdi. Aynı zamanda, iki market üzerinde oluşan et satışları, beraberinde haksız bir rekabet doğuracak ve sadece bu marketlerin hızlı büyümesine yardımcı olacaktır. Bu durum, küçük esnafın piyasada tutunmasını zorlaştıracaktır.

Tarım ve hayvancılığın yanında çevre sorunları da bu ülkede her geçen gün artmasına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tamamen "Şehircilik Bakanlığı" olarak çalışmıştır. Türkiye, nefes alınamaz bir ülke haline geldi. Ormanlar her geçen gün biraz daha yok oldu, yeşil alanlar mega projelere kurban edildi. Bakın, sadece Türkiye adına değil, dünya adına önemli bir adım olan Paris İklim Sözleşmesi, Yeşil Fon'dan ekonomik kaynak alınamayacağı gerekçesiyle askıya alındı. Ne yazık ki iktidar, bunun ekonomik bir kaynak olarak değerlendirilmemesi bilincinde değil. Bilakis, bu sözleşme gelecek nesillere karşı en önemli sorumlulukların başında gelmektedir. Maalesef, son noktada ekolojiyi "ekonomi" olarak anlayan bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız. "Rant olmadan hayat olmaz" diyenlerin ekolojik yıkıma duyarlı olması beklenemez.

Ekolojik problemler hala sürerken bir yandan da ekonomik problemler hayat buldu. Dolar 3,80 olmuş, bakanlar "Türkiye ekonomisi güçlü, Türkiye ekonomisi büyüyor" demekten başka bir şey bilmiyor. Keşke "her şey düzgün" demekle her şey düzelebilseydi. 2016 yılının tamamında 29,5 milyar TL açık veren bütçe, 2017 yılının ilk on ayında 35 milyar TL açık vermiştir. İşsizlik artıyor, genç işsizlik artıyor, kadın işsizliği artıyor, yoksulluk artıyor ama soracak olursanız "Her şey yolunda, hiçbir sıkıntı yok, büyümeye devam" diyecekler. Yine offshore hesaplarında milyon dolarlar çevirenlere bir şey olmayacak, olan halka, garibana olacak. İktidarın bazı konularda ciddi anlamda sorumluluk alması gerekmektedir.

Sorulan bazı soruların etrafında dolanıldı veya hiç cevap verilmedi. Sayın Kılıçdaroğlu "Çiftçi Malta'ya, Man Adası'na gidebiliyor mu? Kamyoncu, TIR’cı vergi cennetine gidebiliyor mu" diye sordu, kimse cevap vermedi. Bari ben cevap vereyim; bunun cevabı tabii ki hayır. Çiftçi traktör yerine yat veya kotra alsaydı, kamyoncu da kamyon yerine gemi alabilseydi hem yakıtını yarı fiyatına alacaktı hem de cennetin nimetlerinden faydalanacaktı. Ama bu dünyada olmadı, inşallah öbür dünyada bunun tersi gerçekleşir.

Sayın Oktay Vural'ın Ulaştırma Bakanına yönelik bazı soruları vardı. "Otoyolların bakım maliyetleri açısından, 1 kilometre otoyolun bakım maliyeti 2006'da 27 bin lira iken 2016'da 259 bin lira olmuş; artış yüzde 480. Devlet ve il yollarının 1 kilometre bakım maliyeti incelendiğinde, emanet bakımda 2006 yılında 9 bin, 2016 yılında ise 24 bin lira olmuş; artış yüzde 65'tir. İhale bakımından ise 1 kilometre bakım 2006'da 2 bin lira iken 2016'da 21 bin lira olmuştur; artış yüzde 880'dir. 2006-2016 yılları arasında Tüketici Fiyat Endeksi'nin yüzde 118, Üretici Fiyat Endeksi'nin yüzde 96 arttığı dikkate alındığında, birim maliyet bakım maliyetlerinin artışı dikkat çekicidir" demiştir ve açıklama istemiştir. Sayın bakan ise bu hususta "demir yollarında ve kara yollarında kilometre başına bakım masrafları arttı, yüzde yüz doğru tespit. Sebebi: Yüz sene önce yapılan demir yollarını kaderine terk etmiştik, bakım yapmıyorduk; karayollarını kaderine terk etmiştik, bakım yapmıyorduk. Biz şimdi bakımları, iyileştirmeleri, modernizasyonu yaptığımız için elbette ki bakım masrafları artacak, artıyor; nitekim bunun gereğini yapıyoruz." demiştir. Sayın Bakan AKP'nin alışkanlık hâline getirdiği Sultan Abdülhamit döneminden başlayarak dönemlerini mukayese ediyorlar. Şunu hatırlatmak isterim ki Sayın Vural'ın sorduğu soru 2006 ile 2016 yılları muhasebesi ve mukayesesidir, bu dönem tamamen AKP iktidarlarının dönemidir. Mühendislik eğitimi almış bir bakanın birim fiyat mukayesesini böyle temelsiz, sığ ve akla mantığa uymayan bir şekilde geçiştirmesini de kendisine yakıştıramadım. Bu, resmen gargara yapmak ve halkı uyutmaktır.

Gönül isterdi ki bakanın, işçi ücretlerine yüzde 300, yüzde 500 zam yaptık, dolayısıyla maliyetler arttı demesiydi. Gerçek şu ki bu artışlar işçi için değil müteahhitler için yapılmıştır. Enerji Bakanı konuşmasında da sondaj gemisi satın alındığından bahsetmiştir. Bizde bu teknoloji olmadığından, bunu çalıştırmak için gereken ekip ve ekipmanın olmadığı da hepinizin malumudur. Eğer bundan sonra bu teknolojiyi geliştirip Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de profesyonelce bu işi yapacak ve bu konuda söz sahibi olacak isek bu doğru bir adımdır, aksi takdirde israftır. Bu işi profesyonelce yapan ekip ve ekipmanıyla kiralanacak bir gemiyle sondaj yaptırılması daha ekonomik olabilirdi. Tabii, gemi konusunda benim sizler kadar tecrübem yok ama petrol ve sondaj konusunda biraz malumatım var. Kara sondajında bile kule, ekip ve ekipman kiralanması büyük şirketler tarafından tercih edilen bir husustur, daha ekonomik olur çünkü komple personeliyle beraber bir kule sondajı günlük 100 bin dolara kiralanıyor; geminin fiyatının ne olduğunu bilmiyorum. Ama alınan gemi konvertible bir gemi ise sondaj faaliyetleri bitince yelkenleri açıp sahillerimizde turistik seferler yapıp turist gezdireceğiz diyorsanız diyeceğim bir yok. Mükemmel olmanıza gerek yok, sahte olmayın yeter.”