Geleneksel Kürt medreseleri ve asimilasyon - III

Türk devleti, medreseler yerine Kurdistan’da kurduğu okullardan sonuç almayınca bu sefer daha sivil ve Türk-İslam Sentezi oluşumların önünü açtı.

Türk devleti, ilk döneminde Kürt halkını ‘tekçi' ve ‘Türkleştirme’ politikaları ile asimile etme üzerine kuruluş sürecini tamamlamayı esas aldı. Bu süreçte siyasi ve askeri olarak yenilen Kürtler, geleneksel medreseleri etrafında yüz yılların birikimiyle gelişen sosyolojik ve kültürel kazanımlarını korumayı başardı.

Kürt siyasi ve askeri mücadelesi, 1925’te Şeyh Said Ayaklanması, 1936’da Ağrı Direnişi ve 1937-38’de Dersim’e yönelik soykırım sonrası yenildi. Bu süreçte Kurdistan’da on binlerce insan katledildi. Yerleşim yerleri yakılıp viraneye çevrildi. Binlerce insan sürgün edildi. Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükûn ve Mecburi İskan Kanunu gibi yasalar askeri önlemlerle Kurdistan’da şiddetle uygulandı. Devletin asimilasyon okulları, Kurdistan’da yaygınlaşarak devam etti. Kürt medreseleri de çatışma ortamının siyasi, toplumsal değişimlerin etkisinde varlıklarını sürdürerek, Kürtçe eğitim vermeye devam etti. Kurdistan’ın kırsal köylerinde ilköğretim düzeyinde Kürtçe ile Kur’an ve Kürtçe okunan mevlid eğitimi devam ediyordu. Daha merkezi mahalle ve köylerde ise üniversite düzeyinde eğitim veren medreseler, gizlilik içinde varlığını koruyordu. Bu medreselerde mezun olan meleler, Kurdistan’da hem aydın statüsünde hem de itibar ve saygın kişiler olarak toplumla iç içe yaşıyordu. Medreselerde Kürtlük korundu. 1950’den sonra Kürt medreselerin doğal tarihi Kurdistanî duruşunu kıramayan devlet, Türk-İslam Sentezi bağlamında gelişen dini ideolojik kurumlarla medreselerin etkisini kırmayı esas alan politikalar geliştirdi. Türkleştirme esaslı politikalar kapsamında dini duygular üzerine söylemler geliştiren devlet, tarihe mal olmuş Kürt alimleri, Türk olarak yansıtarak asimilasyon politikalarını Kürt tarihini Türkleştirerek sürdürdü.

TÜRKLEŞTİRME; VAZGEÇİLMEYEN SİYASET

Kürt medreseler geleneğinin Kurdistan’da güçlü dini ve yurtsever bir birikime sahip olduğu için asimilasyona karşı durduğunu ifade eden PİK Genel Başkanı Hikmet Serbilind, devletin Kürtlere yönelik asimilasyon politikasının dönemsel olmadığının altını çizdi. İttihat ve Terakki geleneğinden gelen asimilasyon politikasının Cumhuriyet döneminde şiddetle uygulandığını kaydeden Serbilind, “Cumhuriyet döneminin tümünde bu politika sistematik olarak uygulandı. Kürtlerin Türkleştirilmesi, tüm Türk iktidarların uyguladığı ve vazgeçmediği bir siyasettir. Tek parti dönemi bunu katliamlarla uyguladı. 1950’den sonra çok partili dönemde de bundan vazgeçilmedi. Sadece direnen Kurdistanî alanların etkisizleştirilmesi üzerine farklı yöntemler denendi. Kurdistan medreseleri etrafında oluşan dini, sosyolojik ve kültürel alanlar her zaman hedef oldu” dedi.

KURDISTAN'DA CAMİLER DE TÜRKLEŞTİRİLDİ

Kurdistan'da 1960-1970 yıllarından itibaren dinin de Türkleştirildiğini belirten Serbilind, şöyle devam etti: “Baskı ve katliamlara rağmen Kürt medreseleri dini ve Kurdistanî duruşuna devam etti. Devletin Türkleştirme okullarına karşı medreseler Kürtçe eğitim vermeye devam etti. Bu geleneğin kırılması için tek partili dönemden sonra Diyanet daha aktif kullanıldı. Merkezi yerlerde Kürt meleleri camilerde tasfiye etmeye başladılar. Camileri de Türkleştirdiler. Çünkü Kürt meleleri, camileri ibadet ve eğitim yeri olarak kullanıyordu. Bu camilerde Allah’ın dini Kürt dili ile öğretiliyor ve anlatılıyordu. Devlet-Diyanet merkezli paralel bir din geliştirildi. Türk-İslam Sentezi çerçevesinde asimilasyon politikalarını Kurdistan’daki camilere de yansıttılar. İmamlara maaş bağladılar bu şekilde halkın dayanışmasını kırdılar. Çünkü medrese melesi özgürdür. Halkın içindedir. Halk onun geçimini sağlıyor. Maaş alan cami imamı devlete bağlıdır. Allah’ın dinini değil devletin dinini anlatır. İslam da para karşılığında namaz kıldırmak dürüst değil. Devletten maaş alan imam, onun istediğini yapar. Allah’ın dediğini değil. Bu şekilde Kurdistan’da medreseler etrafında gelişen dini ve Kurdistanî dayanışmayı hedef aldılar.”

KÜRTLERE REVA GÖRÜLEN DEĞİŞİM

Şeyh Said Derneği Başkanı Mehmet Kasım Fırat ise 1950’lerden sonra Türkiye’de değişen siyasi dengelerin Kurdistan’a yönelik asimilasyon politikalarına da farklı şekilde yansıdığını belirti. “Şiddet ve katliamlar belki durdu ama asimilasyon politikaları devam etti” diyen Fırat, "Kürt yoktur, söylemi ‘kendini Kürt sananlar’ şeklinde gösterdi. Kürtlere reva görülen değişim bu kadardı diyebiliriz” dedi.

Kürt bilincinin beslendiği tüm alanların devletin hedefi olduğunu ve bunun hiçbir zaman değişmediğinin altını çizen Fırat, şöyle konuştu: “Kurdistan’da devletin şiddet ile yok edemeyeceği bir mücadele alanı oluşmuştu. Bu mücadele alanı, Kurdistan medrese geleneğinin tarihsel hafızasını oluşturduğu bir alandı. Direnme geleneği olan bir alandı. İslami ve Kurdistanî bir duruşa sahipti. Halkın sahip çıktığı ve koruduğu bir gelenektir. Cumhuriyet ile Türkiye genelinde dini eğitim kurumları tahrip edildi. Din ortadan kaldırıldı. Türkleştirildi. Kurdistan’daki faal medreselerde gerçek din eğitimi öğretildi ve yaşatıldı. Hem İslami hem de Kurdistanî bir direniş alanı oluştu. Bu medreselerde yetişen ve tarikatların politik amaçlarına alet olmayan meleler doğal yurtsever, entelektüel, hak ve hukuk bilen kişiliklerdi. Medreselerde İslami eğitim Kürtçeydi. Kürtlük bilinci, ruhu korundu ve geliştirildi. Devlet bunu yok edemeyeceğini anlayınca bu sefer kontrol etmeye ve amacından uzaklaştırmaya yönelik politikalar geliştirildi. Diyanet ile bunu denedi. Sivil İslami hareketlerin Kurdistan’daki medrese alanlarına yönelmesi de bu politikaların sonucudur.”

ŞEYH VE TARİKATLARLA KONTROL

Fırat, Kurdistanî doğal İslami anlayışın kırılması amaçlı politikaların uygulanmasında tarikat şeyhlerinin kullanıldığını tekrarlayarak, şöyle sürdürdü: “Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt medreseleri daha çok meleler tarafında faaliyete geçirildi. Tarikat şeyhlerin etkisi azaldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletle ortak hareket etmelerine rağmen bunların medreseler üzerindeki etkisi azalmıştı. Bu boşluğu meleler doldurdu. Ufak tefek medreselerde yüzlerce yurtsever mele yetişti. Meleler, birçok tarikat şeyhine göre daha dürüst ve yurtseverdi. Daha da entelektüeldi. Hak ve hukuk talebi doğaldı. Topluma doğal liderlik yapıyordu. Toplumun sorunlarına vakıftı. Çözüm gücüne ve itibarına sahipti. Şeyh ve tarikatlar tekrar medreselerde etkili olmaya başladı. Kurdistan’da oluşan toplumsal tepki, siyasi hak talebine dönüştürülmek yerine daha dini görünümlü çıkar taleplerine yönlendirildi. Melelerin etkisinin bu dönemde kırılmasına yönelik politikalar izlendi. Birçok mele itibarsızlaştırıldı. Daha çok şeyhler ön plana çıkarıldı. Bu olaylar medrese kültürünü olumsuz etkiledi. Halkın değil, daha çok şeyhin/tarikatın çıkarları ön planda tutuldu. Bu ikilemde Diyanet ve diğer milliyetçi İslami akımlar faydalandı. Din kardeşliği söylemi ile Kürtlere yönelik asimilasyonun başka bir versiyonu ortaya çıktı."

TARİHSEL HAFIZA YOK EDİLİYOR

Medrese kökenli tarihçi-yazar Kerem Serhatlı da asimilasyon politikaların 1950’den sonra din kisvesi altında sürdüğünü belirterek, “Kürt medreselerinde tarihte bir çok alim, edebiyatçı, şair, siyasetçi ve bilim insanı yetişti. Bunların çoğu Türk, Arap ve Fars olarak biliniyor. Bunlar resmi tarihte bu şekilde yazıldı. 1950’den sonra daha etkili kullanıldı. Kürtler de milli bilinci öldürmek, bunun yerine tümüyle dini duygu yaratmak üzerine tarihsel hafıza tahrip edildi. Bunu Türk-İslam Sentezi çerçevesinde faaliyet gösteren cemaatler yaygınlaştırdı. Medreseler, dini ideolojik eğilimlerin örgütlenme alanına dönüştü. Menderes dönemi ile başlayan bir süreçtir” dedi.

KÜRT MEDRESE TARİHİNİ ÇARPITIYORLAR

Kürt medrese tarihinin çarpıtılmasının da bu süreçle birlikte yoğunlaştığını ifade eden Serhatlı, “Bu tarihte başlayan bir süreç var. İslami cemaatler adı altında Kuürdistan coğrafyasında yoğun milliyetçilik akımları başladı. Bunlar tarihteki önemli Kürt alimlerini Türk diye tanıttılar. Mesela İbrahim Hakkı Hazretleri, Türk olarak yazılıyor. Oysa Malazgirtlidir. Kürt bir alimdir. Sofi Ali’nin oğludur. Tilo medresesinde Şeyh Fakirullah'ın feqîsidir. Astronomi üzerinde çalışmıştır. Yazdığı marifetname kitabında güneş sisteminden bahsediyor. Dünyanın yuvarlak olduğunu yazmış. O dönemin koşullarında bunlar ilktir” diye konuştu.

Kurdistan medrese geleneğinin tarihsel ve bilinçli bir gelenek olduğunun altını çizen Serhatlı, 1710'da Osmanlı döneminde Reqa Valisi olan ve Malatya’nın Arapkir ilçesinden olan Kürt Yusuf Paşa’nın Urfa’da medrese kurduğunu kaydetti. Yusuf Paşa’nın vakıfnamesinde medrese eğitiminin Kürtçe olmasını istediğini ve bunu vasiyet ettiğini hatırlatan Serhatlı, şunları ekledi: “Yusuf Paşa o dönem İç Anadolu’ya sürgüne edilen Kürt çocuklarını getirip o medreselerde okutuyor. Özelikle sürgün edilen Kürt çocuklarını tercih ediyor. Bu büyük bir miras. Bu mirasa sahip çıkmayan, çarpıtan suni bir Kürt medrese anlayışı yaratılar. Kürt İslami medrese gerçeği budur. İslam kimliği adı altında çarpıtmalar, Menderes döneminde başlandı kullanılmaya. Kürt şeyhler, tarikatların çoğu da buna sesiz kalarak ortak oldu.”