Geleneksel Kürt medreseleri ve asimilasyon - V

Türk devleti, 1990’larda Kürt Özgürlük Hareketi’nin gelişmesine paralel olarak medreselerin etkili olduğu sosyolojik zemin üzerine dini görünümlü paramiliter ‘Hizbullah’ı örgütleyip saldı.

Devlet, Kürtleri Türkleştirme politikalarını kararlı ve sistematik olarak uyguladı. Kürtlerin İslam anlayışıyla taban tabana zıt bir çizgiyi Kurdistan medreselerine dayatan ‘Hizbullah’ da bunun aparatlarından biriydi. Kürtlerin Hizbulkontra dediği ve JİTEM ile birlikteliği deşifre olan bu yapı, Kürt siyasetçi, gazeteci ve alimleri katletti.

1960-1970’lı yıllarda başlayan Türk-İslam Sentezi menşei dini örgütler, süreç içerisinde ayrışarak farklı isimlerle Kürdistan’da Türkleştirme politikalarının parçası oldu. Türkleştirme politikaları paralelinde devletle ortak hareket eden dini görünümlü milliyetçi örgütler, Kürt medrese kültürünün etkisizleştirilmesi ve kontrol altında tutulması yönünde faaliyete bulundu. Kürt medrese geleneğinin oluşturduğu İslami ve Kurdistanî doğal direniş alanı, Türkleştirme politikalarına karşı resmi ideoloji ve türevi olan dini-milliyetçi akımlara karşı kendi dinamikleriyle mücadele etti. 1980’li yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi’nin toplumsallaşmaya başlaması ve gelişmesi, Kürtler ve devlet için yeni bir sürecin başlangıcı oldu. Devlet, giderek gelişen Kürt Özgürlük Hareketi’nin önünü kesmek için askeri yönelme dışında sivil, siyasi ve dini çevreleri de savaşın parçası haline getirdi. Devlet, algı oluşturma üzerine kurduğu itibarsızlaştırma politikalarına milliyetçi ve radikal dini çevreleri de dahil ederek kullandı. Din adı altında geliştirilen itibarsızlaştırma politikalarına karşı Kürt medrese meleleri hakikati topluma anlatarak bu politikaları boşa çıkarıyordu. Kürt melelerin gerilla cenazelerine sahip çıkması, kitlesel taziyelerde bulunması, halkın gerilla mücadelesini sahiplenmesi açısından pozitif bir gelişmeydi. Doğal medreselerin etrafında oluşan dini ve kültürel etkiyi kıramayan devlet, bu alanı da savaşın tarafı olarak belirledi. Düşük yoğunluklu savaşa Kurdistanî medrese geleneğinin oluşturduğu sosyolojik alanı da dahil ederek tarihin en kanlı süreçlerinden birini başlattı. Devlet, Cumhuriyet tarihin en radikal ve karanlık paramiliter örgütü olan ‘Hizbullah’ı 90’larda piyasaya sürdü.

KÜRT MEDRESELERİNE SIZDILAR

1970’li yıllarda Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar ve Türk Nurcular içinde yetişen kadrolara kurdurulan ‘Hizbullah’, 1990’lı yıllarda Kürt alimlere, siyasi şahsiyetlere, gazeteci ve yurtsever insanlara yönelik kanlı cinayetleriyle sahne aldı. 1980’li yıllardan itibaren Kürt medreselerine sızdırılan ‘Hizbullah’ kadroları, Mardin, Batman, Amed, Bingöl gibi illerde bazı medreselerde etkili oldu. İslam dünyasında eğitim kalitesi kabul görmüş Kurdistan medreseleri ilk defa ‘sapma’nın eğitim merkezi oldu.

KÜRTLÜK KENARA İTİLDİ

Yazar Kadir Amaç, ‘Hizbullah’ın dar bir sahada medreselerde etkili olmasının devletin özgür medreselere sivil-dini müdahalesinin bir devamı olarak geliştiğini belirterek, bu müdahalenin siyasal İslami misyonerlerin elliyle gerçekleştiğinin altını çizdi. Amaç, “Bu süreçten sonra Kürt medreselerinde Ehmedê Xanî ve Melayê Cizîri’nin eserleri yerine Seyit Kutup, Mevdudi, Hasan El Benna gibi Arap politik ilahiyatçıların eserleri Arapça okunmaya başlandı. Kürt medreselerine siyasi İslamı bulaştıran, mele ve feqîleri örgütleyen kişi Hüseyin Velioğlu ve kanlı örgütüdür” dedi.

‘HİZBULLAH’ KURDISTANÎ DEĞİL

Şeyh Said Derneği Başkanı Mehmet Kasım Fırat, Kurdistan’daki ‘Hizbullah’ın, Kurdistanî bir oluşum olmadığını belirterek, Kürt kültürüne, sosyolojisine aykırı bir yapılanma olduğunu söyledi. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt medreseleri etrafında oluşan toplumsal hafızanın direngenliğini kırmak için devletin çeşitli politikalar devreye koyduğunu kaydeden Fırat, şunları söyledi: “Tek partili dönemde inkar ve ret politikaları şiddetle uygulandı. Çok partili dönemde ise aynı politikalardan farklı olmayan ama biraz daha sivil bir asimilasyon siyaseti izlendi. Türk-İslam Sentezi anlayışı çerçevesinde Kurdistan’a dönük dini politikalar, yani dini duygular üzerinde Kürtlerin sosyolojisi ve kültürü hedef alındı. Bir de sisteme zararı olmayan, sorgulamayan, ulusal ve milli kaygıları bulunmayan tarikat şeyhlerinin nüfuzu altındaki medreseler, bu politikalar için kullanıldı. 80 ve 90’larda daha farklı politik dengeler oluştu. Kürtlerin hak ve hukuk talepleri daha belirgin, örgütlü ve derli toplu olarak ortaya çıktı. ‘Hizbullah’ı bu anlamda değerlendirmek gerekir. Kurdistanî bir yapı değil. Kürt ve Kurdistanî bütün kazanımlara karşı durdu. Gerek İran, gerekse Türkiye’deki derin iş birlikleri olsun hepsi Kurdistanî kazanımların karşısındadır. Türkiye’deki duruşları da Kürt halkının lehine değil, aleyhinedir. Kurdistanî olmadıkları gibi Tevhidî de değiller. O dönem devletin şiddet politikalarıyla örtüşen, benzeşen ve göz yumulan bir anlayış sergilediler. Bu anlayışa direnen birçok değerli meleyi katlettiler. Bunlar, İslam dini için değildi.”

MELELER HEDEF ALINDI

Kurdistanî medreselerin oluşturduğu kültürel ve sosyolojik alanın aynı zamanda Kürt siyasetini besleyen bir alan olduğunu vurgulayan Fırat, şöyle devam etti: “Devlet burada ‘Hizbullah’ı kullandı. Yıllardır daha yumuşak ve sivil dini referanslı yapılarla asimile etmeye çalıştığı toplumsal direnişi bu sefer daha radikal dini görünümlü bir örgütle baskı altına almaya başladı. Bu, medreselerin etki alanında gelişen bir alandı. Kurdistan’da medreseler sadece dini eğitim kurumları değil, aynı zamanda örf-adetlerin öğretildiği, yaşatıldığı ve yeni nesillere aktarıldığı yerlerdir. Kürt medreseleri etrafında oluşan kültür, toplumsal değer yargılarıyla uyumludur. Kurdistanî kimlikle uyumlu devam eden yapılardı. Bu kültürü yaşatan benimseyen meleler hedef alındı. Katledildi ya da sürgün edildi. Kürt siyasetinin yükselmesi ile alakalı bir süreç yaşandı. Devlet, dini anlamda Kürt siyasi hareketleri kötülemek ve karalamak için bir propaganda geliştirdi. Toplumun gözünde itibarsızlaştırmak istedi. Dağda ölen bir Kürt çocuğu için namazı kılınmaz, taziyesi yapılmaz v.s. kontrollerindeki kurumları da bunun parçası haline getirdi. Medrese meleleri ise burada insani, İslami, Kurdistanî ve ahlaki bir tavır ortaya koydu. Kürt gençlerin cenazelerine sahip çıktılar. Dini ritüellerini yerine getirdiler. Taziyelerine katılım sağladılar. Bu Kurdistanî bir sosyoloji ve kültürdür. Hedef alınan ve direnişi kırılmayan bu sosyolojik zemindi. Birçok mele sürgün edildi, bazıları katledildi. Bazıları susturuldu. ‘Hizbullah’ı, bu sosyolojik zeminin kırılması üzerinde değerlendirmek gerekir. Bu sosyolojiyi dejenere etmeye hizmet etti. Devlet ile aynı paralelde hareket etti. PKK ile savaş adı altında meleleri hedef aldıkları bilinen bir şey. Devlet, yıllardır asimile edemediği doğal İslami ve Kurdistanî sosyolojik zemini böylece baskı altına aldı. Kurdistanî meleler toplumun değeri, hafızası ve kültürüdür. Meleler şahsında bu değerler hedef alındı. ‘Hizbullah’ gibi örgütler bu politikaya hizmet etti. 90’larda sürgün edilen meleler kendi toplumundan uzaklaştı. Bu değerler bu şekilde etkisiz kılındı. Şunu söyleyebilirim; devlet, kültürel, dil ve sosyolojik olarak Türkleştiremediğini dini anlamda radikalleştirme ve kontrol altına alma siyasetini bu tarz örgütlerle geliştirdi. ‘Hizbullah’ da bu kültürü ve sosyolojiyi dejenere etmeye yönelik bir pratik içinde oldu.”

DEVLET POLİTİKALARININ PARÇASI

Demokrat İslam Kongresi Şura Üyesi ve Muş Din Adamları Derneği Başkanı Ahmet Sadioğlu, ‘Hizbullah’ın devlet politikalarının bir parçası olarak geliştiğini belirterek, şunları dile getirdi: “Devlet o dönemde bir vahşet uyguladı. İnsan hakkını, onurunu ve hukukunu savunan herkesi hedef aldı. Duyarlı bütün Kürtler hedefti. ‘Hizbullah’ı bu şiddet politikası ile değerlendirmek lazım. Devletin şiddet politikasının tetikçisi oldu. Bunun için Kürt medreselerine sızdılar. Buradan camilere yöneldiler. Radikal-ideolojik bir din anlayışını herkese dayattılar. Buna karşı çıkan herkese şiddet uyguladılar. Camileri örgütlenme alanına çevirdiler. Buna karşı çıkan cami imamını da, cemaatini de hedef aldılar. Birçok mele bu radikalizme karşı çıktığı için katledildi ya da göç etmek zorunda kaldı. Kürt meleleri buna onay vermedikleri için ‘Hizbullah’ın olduğu alanlarda etkisiz kılındı. Bütün bunları devletin gözetiminde, onayıyla yapıyorlardı. Toplumda değer ve denge unsuru olan insanların bazılarını devlet bazılarını ise ‘Hizbullah’ katletti. Kurdistanî hiçbir değer yargıları söz konusu değildir. Devletin kirli işlerini üstlenen paramiliter bir yapıdır.”

KÜRTLÜK VE KURDISTAN DERTLERİ YOK

Azadî Partisi Genel Başkanı Ayetullah Aşitî ise şu hususlara dikkat çekti: “İlim Kitapevi açıldığı zaman İhvân Lideri Hasan en Benna’nın kitaplarını bedava dağıtıyorlardı. Benim gibi birçok medrese talebesi de bu kitapları temin etmiş ve okuyordu. Hasan en Benna kitabında Mısır halkının sorunlarından bahsediyordu. Kendi ulusuna yönelik fikir ve düşüncesini, bu sorunların İslami esaslar üzerinde çözülmesi yönünde ortaya koyuyordu. Kendi halkının sorunlarını öncelik olarak ele alıyordu. Ancak ‘Hizbullah’ ortaya çıktığında Kurdistanî bir meseleden bahsetmedi. Kürt ve Kurdistan sorunuyla ilgili bir dertleri olmadı. Daha çok ümmetçilik adı altında Kurdistan coğrafyasında farklı yönelimleri oldu. Kürt ve Kurdistan diye bir davaları olmadığını düşünüyorum. Etkileri dışındaki medreselerde kabul görmediler. Etkileri altındakileri ise şeyh-mürit ilişkisi olarak değerlendiriyorum. Kurdistan’ın tümü de zaten onları milli duruşa karşı olarak biliyor.”