Her yerde Kürt düşmanlığı
Tayyip Erdoğan yönetiminin Kürt düşmanlığı derinleşerek ve yayılarak devam ediyor. Kuzey Kürdistan ve Türkiye metropollerinde Kürtleri hedefleyen faşist terör ve katliamlar toplumsal yaşamın her alanına yayılmış bulunuyor.
Tayyip Erdoğan yönetiminin Kürt düşmanlığı derinleşerek ve yayılarak devam ediyor. Kuzey Kürdistan ve Türkiye metropollerinde Kürtleri hedefleyen faşist terör ve katliamlar toplumsal yaşamın her alanına yayılmış bulunuyor.
Tayyip Erdoğan yönetiminin Kürt düşmanlığı derinleşerek ve yayılarak devam ediyor. Kuzey Kürdistan ve Türkiye metropollerinde Kürtleri hedefleyen faşist terör ve katliamlar toplumsal yaşamın her alanına yayılmış bulunuyor. Kayyum ataması temelinde gerçekleştirilen belediye işgalleri ve özgür basının yasaklanması ardından Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Eşbaşkanları Gülten Kışanak ve Fırat Anlı da gözaltına alındı. AKP baskı ve saldırılarının devam edeceği ve Kürt varlığına ve özgürlüğüne dair tüm değerleri hedefleyecek şekilde derinleşeceği değerlendiriliyor.
Bilindiği gibi, Kobanê’de DAİŞ işgalinin kırılıp yenilgiye uğratılması ve Kobanê’nin özgürleştirilmesi ardından 2015 Nisanından itibaren Tayyip Erdoğan Dolmabahçe Mutabakatını reddederek ve İmralı görüşmelerini durdurarak Kürt karşıtı ve düşmanı bir siyasal çizgi izlemeye başlamıştı. “Kürt sorunu yok” diyerek ve Kürt sorununun çözümü için çalışanları suçlayarak Kürt Özgürlük Hareketini birinci düşman olarak hedef aldığını ortaya koymuştu.
Topyekün faşist özel savaş konsepti temelindeki AKP saldırıları ve katliamları Tayyip Erdoğan’ın bu kararı ve açıklamaları ardından peş peşe geldi. Öncelikle HDP’nin 7 Haziran seçim çalışmalarına yönelik faşist baskı ve terör uygulamaları gelişti. HDP’nin seçim çalışmalarını engelleme ve il-ilçe binalarına yönelik bombalama saldırılarını, 5 Haziran 2015 günü DAİŞ adıyla Amed mitingine yönelik katliam girişimi izledi.
Tarihi 7 Haziran 2015 genel seçimi ardından yaşananlar herkes tarafından biliniyor. Bir yandan DAİŞ adıyla 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamları gerçekleştirildi, diğer yandansa 24 Temmuz gününden itibaren Kürt halkına ve özgürlük hareketine karşı topyekün bir faşist saldırı savaşı başlatıldı. Böyle bir devlet terörü ve katliamlar altında 1 Kasım darbe seçimi ile iktidarı yeniden gasp eden AKP’nin, 2015-2016 kışı boyunca başta Cizre ve Sur olmak üzere çok sayıda Kürdistan şehrini yakıp yıktığı, yüz binlerce insanın kış ortasında evsiz-barksız kalmasına yol açtığı, yüzlerce insanı vurarak ve yakarak katlettiği bilinmektedir.
Söz konusu kış sürecinde başta Cizre olmak üzere Sur, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova ve İdil’deki AKP uygulamalarının savaş ve insanlık suçu kapsamında olduğu tartışmasızdır. Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi söz konusu faşist terör ve soykırım uygulamalarını 2016 yazı boyunca ve günümüze kadar da yoğunlaştırarak sürdürmüştür. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve Kürt halkının barış ve demokratik çözüm yönündeki bütün çabalarına rağmen, Tayyip Erdoğan yönetimi sürekli faşist saldırıyı ve katliamları esas almıştır.
Bu temelde milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırarak HDP grubunu tutuklama baskısı altına almış, 15 Temmuz askeri darbe girişimi ardından 20 Temmuz’da ilan ettiği OHAL darbesiyle Kürt halkına yönelik soykırım saldırılarını doruğa çıkarmıştır. Bu çerçevede kayyum atamalarıyla DBP’li belediyeleri işgal etmiş, özgür basını yasaklamış, onlarca belediye eş başkanını ve meclis üyesini tutuklamış, dağda ve şehirde Kürtlere yönelik terör uygulamalarını ve tutuklamaları sürdürmüştür.
Bugün Tayyip Erdoğan’ın kişisel ve ailesel varlığını, AKP’nin ise iktidarını Kürtlerin yokluğuna bağlamış olduğu tartışmasızdır. Bu durumu artık gizlememekte, tersine açık olarak ifade de etmektedirler. Bu işin kolayını da bulmuş durumdadırlar. “Fetö’ye ve DAİŞ’e karşı” diyerek Kürt halkına ve özgürlük güçlerine saldırmakta ve dünyanın gözü önünde açık bir soykırım saldırısını Kürtlere karşı yürütmektedirler.
Günümüz dünyasında AKP’nin zihniyetinin ve siyasetinin sürdürülmesi mümkün değildir. AKP’nin Kürt düşmanı ve dinci-milliyetçi ulus-devlet çizgisine başta Kürtler olmak üzere bölge halkları ve küresel sistem güçleri karşı çıkmakta ve bu zihniyeti ve siyaseti yok etmek için çalışmaktadırlar. Çünkü bu zihniyet ve siyaset faşist ve soykırımcıdır, Kürt düşmanı ve halklar karşıtıdır. Dolayısıyla AKP’nin dinci-milliyetçi ulus-devlet faşizmini ayakta tutması mümkün değildir. AKP zihniyeti ve siyaseti aşılmış durumdadır ve mutlaka tarihin çöp sepetine atılacaktır.
İşte bu durumu gördüğü ve bu gerçeği bildiği için, Tayyip Erdoğan yönetimi topyekün faşist özel savaş saldırılarını Kürt düşmanlığı temelinde tırmandırarak ömrünü biraz daha uzatmaya çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi Kürt düşmanlığı yaparak ve Kürt Özgürlük Hareketini ezerek iktidarını uzatabileceğini düşünmektedir. Çünkü AKP faşizmine karşı ayakta kalan ve faşist AKP iktidarının alternatifi olan Demokratik Türkiye çözümünü dayatan tek güç Kürt Özgürlük Hareketidir. Bunun içindir ki, AKP sözcüleri Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü faşist saldırıyı “Ölüm-kalım savaşı” olarak tanımlamaktadır.
Tayyip Erdoğan yönetiminin Kürt düşmanlığı sadece Kuzey Kürdistan ve TC sınırları içiyle de sınırlı değildir. Yaşamın her alanında Kürt düşmanı olduğu gibi, dünyanın dört bir yanında da Kürt düşmanıdır. Tayyip Erdoğan’ın Güney Kürdistan’da bugün ortaya çıkmış olan statüyü engellememiş olmayı kendileri açısından “Tarihi hata” olarak tanımladığı bilinmektedir. Açığa çıkmaktadır ki, eğer güçleri yeterse Güney Kürdistan’daki mevcut statüyü yok etmek için saldıracaklardır. Yani güçleri yettiği an Güney Kürdistan’a yönelik böyle bir saldırı yapacaklardır.
Zaten mevcut durumda Güney Kürdistan’da yirmi binin üzerinde askeri güçleri ve yüzden fazla tankı vardır. Güney Kürdistan’ın belli başlı kentlerinin hepsinde TC askeri ve istihbarat güçleri mevcuttur. Bir yönüyle Güney Kürdistan TC’nin yarı askeri işgali altındadır. Bu güçle ve ekonomik ilişkilerle Güney Kürdistan yönetimini denetim altında tutmaktadır. Musul savaşı çerçevesinde Tayyip Erdoğan’ın Kürt düşmanlığını açık bir biçimde ortaya koyduğu görülmüştür.
Tayyip Erdoğan yönetiminin Kürt düşmanı tutumunun görüldüğü en önemli bir alan Rojava Kürdistan ve Suriye olmaktadır. Baştan beri Beşar Esat yönetimiyle çelişki ve düşmanlığının altında esas olarak Kürt düşmanlığı yatmaktadır. Geliştirdiği düşmanlıkla erkenden Beşar Esat’ı yıkarak Suriye savaşının uzamasını ve derinleşmesini engellemek istemiştir. Çünkü uzayan ve derinleşen Suriye savaşından Kürtlerin yararlanabileceğini düşünmüş ve Rojava devriminin gelişebileceğinden korkmuştur. Nitekim AKP’nin korktuğu şey başına gelmiştir.
Başlangıçta tıpkı Güney Kürdistan yönetimi gibi Rojava yönetimini de denetim altına almayı hedefleyen bir siyaset izlemiş, ancak bunu başaramayınca Rojava düşmanlığı açıkça ortaya çıkmıştır. Şimdi tüm gücüyle “YPG ve PYD’nin terör örgütü olduğunu” dünyaya kabul ettirmeye çalışmaktadır. Başarısız olunca da 26 Ağustos’tan itibaren Cerablus işgaline başlamıştır. Savaş uçakları ve tanklarla Rojava halkını katletmesine rağmen, “PKK’yi vurduğunu” iddia etmektedir. Halbuki PKK’nin Rojava’da olmadığını, PYD’nin PKK olmadığını herkes bilmektedir.
Erdoğan, Rusya ile ilişki kurarken birinci şartı “Rusya’nın Kürtleri desteklememesi” olmaktadır. ABD ve AB’nin Kürt varlığını kabul etmemesi ve kendi dayattığı Kürt soykırımını kabul etmesi için her şeyi yapmaktadır. ABD’de bir Kürt lobisinin oluştuğunu düşünmekte ve varsaydığı lobiyi dağıtmak için her şeyi yapmak gerektiğine inanmaktadır. Baştan beri desteklediği Bayan Clinton ne zaman ki “Kürtleri destekleyeceğini” açıklayınca hemen düşman ilan etmektedir.
Erdoğan’ın esas aldığı ve sürdürdüğü Kürt düşmanlığının dünyada başka bir örneği yoktur. Kürtlere yönelik her türlü hakaret yanında açık bir faşist-soykırım saldırısı da yürütmektedir. Gerçek böyle olmasına rağmen, AKP çöplüğünde yemlenen bazıları hala “Kürt olduklarını ve AKP’nin Kürtlere hak verdiğini” söylemekte ve Kürt halkını kandırmaya çalışmaktadır. Tabi Kürt halkı böylelerini iyi tanımakta ve AKP çöplüğünde yemlenen bu hainleri de efendileriyle birlikte tarihin çöp sepetine atmaya hazırlanmaktadır.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA