ANALİZ

Hitler’in Lebensraum’u, Erdoğan’ın Misak-i Milli’si

Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tümden Güney ve Rojava Kurdistanı’nı, Irak ve Suriye’yi işgal etmek istediğini açıktan dillendirmeye başladı.

Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tümden Güney ve Rojava Kurdistanı’nı, Irak ve Suriye’yi işgal etmek istediğini açıktan dillendirmeye başladı.

Misak-i Milli'den bahsediyor. “Musul, Kerkük bizimdir” diyor. Dahası gönlünden geçen haritaya göre Türkiye’nin mevcut sınırlarını Kuzey Afrika’ya, Arabistan çöllerine, Basra’ya, Yunanistan adalarına, Balkanlara, hatta işler yolunda giderse Viyana kapılarına kadar götürmek istiyor.

Çünkü ona göre şuan mevcut ellerinde bulundurdukları “780 bin metrekareye 20 milyon metrekareden” gelmişler! Erdoğan bu konuda kendisine şu veya bu şekilde “sağduyu” çağrısı yapanlarda ateş püskürüyor: “Maalesef hem batı hem de güney sınırlarımızda Misak-i Milli hedeflerimizi koruyamadık” diyerek “zorunluluklardan bu durumu esas alarak kabul edip kendimizi tamamen bu kabuğun içinde hapsedemeyiz” diyor.

Daha açık bir deyimle mevcut Türkiye sınırlarının yetmediğini, yeni topraklar elde etmek gerektiğini söylüyor. Yani yeni “yaşam alanları” istiyor. Bu sadece bir diktatörün çılgınlık hali değil, bu aynı zamanda şuan Türk devletinde sorunları çözmek için egemen anlayıştır.

ERDOĞAN, HİTLER’İN İZİNDE

Erdoğan’ın yukarda aktardığımız sözlerinin benzerlerini birinci dünya savaşından sonra “yeni yaşam” arayışı içine giren Almanya’da en popüler sözlerdi. Politikacılar konuşmalarında ve “aydın” zevatın yazılarında benzerlerini görebilirsiniz. Hitler’in ‘Kavgam’ adlı kitabında bu konuya ilişkin hayli yekûn bulunmakta. Bugün Erdoğan’a ilham veren Hitler, o günlerde ‘Kavgam’ adalı kitabında “yeni yaşam” alanı için şöyle diyordu:

“Nasyonal sosyalist hareket nüfusumuzla toprağımızın yüz ölçümü arasındaki nispetsizliği kaldırmaya, tarihi geçmişimizle hiçbir çıkar yolu olmayan şimdiki güçsüzlüğümüz arasındaki uyuşmazlığı yok etmeye çalışmalıdır. Toprağın yüz ölçümü maişeti temin etme kaynağı olduğu gibi siyasi iktidarında bir dayanak noktasıdır.”

İşte tam da Erdoğan’ın Hitler’le yolu “tarihi geçmişimizle hiçbir çıkar yolu olmayan şimdiki güçsüzlüğümüz” noktasında kesişiyor. Ve derinleşiyor. Her ikisine göre de 1914 savaş yıllarında her iki imparatorluğun kaybettiği topraklar “güçsüzlüktü.” Bu nedenle onları tekrar geri almak ve sınırlara katmak için harekete geçmek gerekiyor.

1933-45 yıllarında Almanya’da iktidar olan Adolf Hitler bir deli miydi, bir dahi miydi başka bir tartışma konusudur. Ama o iktidara geldiğinde veya getirildiğinde ilk hedefi yeni yaşam alanları “Lebensraum” için harekete geçmek oldu.

Hitler harekete geçti. 12 yıl Almanya’yı yönetti. Ülkeyi “yaşam alanı” için savaşa soktu. Savaş yaklaşık olarak 9 yıl sürdü. 50 milyon insan öldü. Bunun yaklaşık 10 milyonu “yaşam alanı”, “Büyük Almanya” için cepheye sürülen Alman halkındandı. İkinci Dünya Savaşı bittiği zaman Almanya mevcut “Lebensraum”uda kaybetti. İkiye bölündü. Almanya İmparatorluğu’nun hayalleri halkalarını direnişi karşısında çöküp gitti.

Almanya’nın sınırlarını genişletmek Hitler’in, bir icadı değildi. Konu dahası önce birçok kez gündeme gelmiş, teorisi yapılmıştı. Örneğin daha 1930 yılında dönemin Almanya Başbakanı Heinrich Brüning 1. dünya savaşında Alman İmparatorluğu’nun toprak kaybetmiş olmasını içine sindirmiyor ve "Almanya'nın kendine yeterli doğal yaşam alanı olmalıdır" diyordu. Ancak bu yeni “yaşam alanı” edinme teorisinin babası ise ünlü coğrafyacı Friedrich Ratzel’di. “Lebensraum” kavramını ilk kez o 1901 yılında kullanmış, daha sonra bunu ırkçı fikirlerle beslemişti. Ratzel’ın görüşleri Hitler’e esin kaynağı oldu.

Hitler iktidara geldiğinde tam da Ratzel’in fikirlerine uygun olarak ilk yaptığı iş “Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya'nın sınırlarına dâhil edilmesi” işine girişmek oldu. “Büyük Almanya” için ilk önce Avusturya işgal edildi. Daha sonra Alman “azınlıklarının” yaşadığı her yer teker teker işgal edilmeye başlandı. Hitler’e göre nerede bir Alman varsa sınır oraya kadar uzatılmalıydı. Ve ya en azından 1. Dünya Savaşında çöken Almanya İmparatorluğu’nun sınırları nereye kadarsa oraya kadar gitmekti. Hitler tabi ki bununla kalmadı. Tek bir Alman’ın yaşamadığı birçok yeri hem de yakarak-yıkarak ‘Büyük Almanya’nın sınırları içine dâhil etti.

Her yer yer artık Almanya idi. Tarih yeniden, ırkçı ve “Büyük Almanya” için yazılmaya başlandı. Her ülke üzerinde hak iddia edildi. Öyle ki Berlin’den binlerce kilometre uzaklıktaki Volga kıyıları bile “Alman toprağı” olarak ilan edildi.

Kitleler ağır faşist ve ırkçı bir propaganda ile gerçekten vatan için, kendilerinin olan ancak onlardan alınan topraklar için savaştıklarına inandılar.

ENVER-TALAT-CEMAL PAŞALAR KORUYAMADI

Tıpkı şimdi Türkiye’de ekseri çoğunluğun Erdoğan’ın çizdiği Osmanlı haritası içinde kalan her yeri “Türk vatanı” sayması gibi. Erdoğan öncesi de bu sıkça dile getirildi. Her zaman Musul ve Kerkük başta olmak üzere Suriye, Irak ve Kürdistan’ın Güney-Batı parçaları üzerinde hak iddia edildi. Yalan ve tümüyle gerçeklerden uzak bir tarih yazıldı. Osmanlı gerçeği yeni kuşak “Türklerden” gizlendi.

Osmanlı İmparatorluğu geniş bir alana hükmediyordu ama o sınırları zor, şiddet ve kılıç zoruyla çizmişti. Osmanlı İmparatorluğu halklarının ve inançların gönüllü bir birlikteliği değildi. Parçalanması ve çöküşü de bu nedenle kaçınılmaz hale geldi. Çöktüğü zamanda sınırları içinde yaşayan halklara büyük acılar ve felaketler yaşattı. Tam da Erdoğan’ın dediği gibi “batı ve güney sınırlarını korumak için” içte kalan halklar soykırıma tabi yutuldu. Ermeniler, Asuri-Süryaniler, Pontus-Rumlar ve sonuç olarak zamana yayılmış şekilde Kürtler soykırıma tabi tutuldu. Soykırımları planlayan ve uygulatan tescilli ırkçı Enver-Talat-Cemal paşa üçlüsü o dönemin eserleriydi. Amaçta “batı ve güney sınırlarını korumamaktı.”

Erdoğan işte bu üçlünün başaramadığını kendisi denemek istiyor. O nedenle dikkat edilirse eğer Erdoğan artık Suriye ve Irak “meselesini” bir “terör” ve “güvenlik” meselesi olmaktan çıkardı. Hedefi büyüttü: “2016 yılında 1923 psikolojisiyle hareket edemeyiz. Biz o tarihteki konumumuzu korumayı korumak üzerine kuramayız.”

Bundan daha açık bir itiraf olmaz.

Yani sorun Erdoğan ve adamlarının sıkça dile getirdiği gibi ne “terör”, ne “güvenlik” sorunudur. Türk devleti ve başındaki “milli şef” Erdoğan daha önce dillendirilen yüzyıl önce, yani 1914 öncesi çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali altında bulunan bütün toprakları tekrardan istiyor. Bunun için ne gerekiyorsa yaparım diyor. Yapıyor da.

DARALMIŞ YENİ BİR MİSAK-İ MİLLİ

Kuzey Kürdistan’ı işgal ettiği yetmiyormuş gibi 1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını gerekçe göstererek Rojava ve Başurê Kurdistanı’nı, Kürdistan’ın ayrılmaz parçaları olan Kerkük ve Musul’u, Suriye’yi, işgal etmek istiyor. Yunanistan’dan ise savaş yoluyla olmasa bile-gerçi hiç belli olmaz-şantaj ve baskı yoluyla bazı adaları istiyor. Açıkça toprak talebinde bulunuyor.

Erdoğan ve onun arkasındaki Türk sermayesi bu hedefin önündeki en büyük engel olarak da Kürtleri görüyor. Bu nedenle Kürtlere karşı hayatın her alanında “düşman hukuku” uyguluyor. Rojava’ya saldırıyor. Musul için envaı türlü provokasyon peşinde koşuyor. El altından DAİŞ güçlerini Kerkük’e salıyor.

Tablo şudur: Erdoğan tıpkı 1933 yılında Alman savaş sermayesinin bir projesi olarak iktidara getirilen Hitler gibi hem içteki sorunları‚ “çözmek” için, hem de sınırları genişletmek ve kendi değimiyle “kabuğu kırmak” için savaş istiyor.

Erdoğan’ın son dönemlerde artan savaş ve ırkçı çıkışlarını sadece iç kamuoyunu uyutmak, olası “başkanlık referandumu” için hazırlık olarak okursak bu sadece işin bir kısmını görmek olur. Zaten Erdoğan Rojava’ya savaş uçakları ve ağır silahlarla saldırarak bu savaşı ilan etmiş durumda.

Peki, bu savaştan Türk devleti için ne çıkar derseniz,-falcı değiliz ama- görüne o ki Türkiye’nin parçalanması kaçınılmaz olur. Yani sınırları genişleteyim, 1914 öncesi işgal ettiğim topraklara geri döneyim derken, daha küçük daralmış yeni bir “Misak-i Milli” ile karşı karşıya kalabilir.