Kalkan: 4. Stratejik Dönem’deyiz

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK’nin kuruluş öncesi, kuruluşu ve sonrasından bugüne kadarki 41 yılın dört stratejik dönemini izah ederek, 4. Stratejik Dönem’in askeri, siyasi ve toplumsal parametrelerini anlattı.

AKP yönetimindeki Türk devletinin 2009’daki uygulamalarıyla artık demokratik siyaset yapmanın, müzakere geliştirmenin koşulları kalmayınca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geri çekildiğini hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Demokratik siyasi mücadele yürütme koşulları kalmayınca da PKK yine strateji değiştirmek zorunda kalmıştır. AKP hükümetinin geliştirdiği yeni siyasi-askeri süreci değerlendirerek 3. Stratejik Dönem’e son verip 4. Stratejik Dönem’e girildiğini ilan etmiştir. Yani ‘Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ ile mücadele yürüteceğini ilan etmiştir. Son 10 yıldır da devam ediyor” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK’nin 41. kuruluş yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. İki bölüm halindeki söyleşinin ilk bölümün paylaşıyoruz.

41 yıllık PKK tarihinde yaşanılan dört stratejik dönem gerçekliği nedir, hangi esaslar üzerine şekillenmiştir?

Öncelikle PKK’nin resmi kuruluşunun 41. yıl dönümünün, yani Parti Bayramımızın başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, halkımıza ve dostlarımıza kutlu olmasını diliyorum. Başta büyük şehidimiz ve PKK’nin anısının örgütlenmesi olan Haki Karer olmak üzere sayıları 40 bini aşan kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 42. Parti yılında amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü tekrarlıyorum.

Bu temelde sorulan soruya gelirsek; kuşkusuz PKK bilimsel bir harekettir. Felsefe ve ideolojinin gereklerine göre hareket ettiği gibi, siyaset ve askerliğin gereklerine göre de hareket etmektedir. Siyaset ve askerlik biliminin ise en temel iki unsuru strateji ve taktiktir. Bu nedenle 41 yıldır siyasi ve askeri alanda var olan ve mücadele eden PKK’nin de farklı dönemlerde esas aldığı strateji ve taktikler söz konusudur. Önder Apo “Strateji, düşünce; taktik ise uygulamadır” dedi. Yani pratik olarak ifade etti. Genelde stratejiye ‘yol çizme, yol bulma’ tanımları da getiriliyor. Taktik ise pratik adımları, uygulamaları ifade ediyor. Strateji, bir amaç doğrultusunda yürütülecek mücadelenin yolu; taktik ise o yolda atılan her adımı ifade ediyor.

Şöyle de diyebiliriz: Strateji, bir siyasi ve askeri amaca ulaşmanın en doğru ve kısa yolu; taktik ise o yolda yürümenin her başarılı adımıdır. Dikkat edilirse strateji, belli bir zaman dilimini içine alan bir süreci öngörürken; taktik çok daha kısa anlık hareketleri ifade ediyor. Yani strateji, belli özellikler taşıyan siyasi ve askeri sürecin teorik analizi; taktik, yapılan analiz temelinde belirlenen yolda pratik adımlar atmayı içeriyor. Bundan dolayı ‘stratejik analiz’ kavramı kullanılıyor. Örneğin strateji çizmekten söz ediliyor. Demek ki, bir durum değerlendirmesi ya da başka bir ifadeyle süreç değerlendirmesi oluyor. Tabi bu amaçsız, hedefsiz bir süreç değerlendirmesi değildir. Öncelikle teori ve programla belirlenmiş bir amaca ulaşabilmek için içinde bulunulan siyasi-askeri sürecin değerlendirilmesidir. Dolayısıyla söz konusu amaca nasıl bir mücadeleyle ulaşılabileceği sorusuna doğru cevap vermeyi içeriyor. Dikkat edilirse strateji ile taktik arasında kopmaz bağlar olduğu görülüyor. Siyasi mücadele alanında buna “politikalar belirlemek, politika yapmak, politik mücadele etmek”; askeri alanda ise “muharebe” deniliyor. Her muharebe, yani çarpışma aslında bir taktik uygulamadır.

‘Stratejik analiz yapmak için nelere dikkat etmek ya da esas almak gerekir?’ biçiminde soru sorulursa buna öncelikle programla belirlenen ideolojik-siyasi amaçların gözetilmesi, esas alınması gerekir, cevabı verilebilir. Bir stratejik analiz, sahibini amaca götürecek en doğru ve kısa yolu bulmayı ifade eder ki, böyle bir yol bulunabilmesi için amacın belirlenmesi gerekir. Yani stratejik sürecin sonunda hangi siyasi-askeri amaca ulaşılmak isteniliyor, onun önceden tespit edilmesi gerekir.

STRATEJİK ANALİZİN UNSURLARI

Böyle bir ideolojik-siyasi amaç belirlendikten sonra, stratejik analizin unsurlarını şöyle sıralayabiliriz:

* Askeri açıdan değerlendirirsek düşman gücün durumunun değerlendirilmesi. Güçlü yanları, zayıf yanları, hesapları ve ilişki-ittifakları nelerdir? Buna çok yönlü olarak düşman cephesinin değerlendirilmesi denilebilir.

* Kendi gücünün, durumunun değerlendirilmesidir. Böyle bir analiz yaparak belli amaçlar için başarı elde edebilmenin stratejik yolunu çizmek isteyen gücün, kendi durumunun objektif somut ifadelendirilmesi gerekir. Gücü nedir, zayıf ve güçlü yanları nedir, ne kadar aktifleşmiştir? Bunların değerlendirilmesini içerir.

* Zaman ve mekan mefhumlarıyla ilgisi vardır. Hangi zaman dilimi içerisinde hareket edilecek, söz konusu siyasi ya da askeri mücadele hangi mekanda yaşanacak, hangi coğrafi koşullarda yürütülecek, söz konusu mekanın özellikleri nelerdir?

* Üçüncü tarafların durumu. Birbiriyle çatışma pozisyonunda ya da karşıt olan güçlerin dışında kalan üçüncü taraf diyebileceğimiz iç ve dış siyasi ve askeri güçlerin durumu nedir, ne tür politikalar izliyorlar, süreçte nasıl hareket edebilirler, kimden yana tavır alabilirler, karşıt olan her iki tarafın olası müttefikleri kimlerdir, ne kadar ilişki geliştirebilirler, hangi koşullarda bu ittifaka dönüşebilir, ittifaklar stratejik düzeyde mi olur yoksa herhangi bir dönemde mi müttefik olur, stratejik ve taktik ittifakları harekete geçirme koşulları, olanakları, imkanları taraflar açısından nedir?

STRATEJİK MÜCADELE ÇİZGİSİ

Bütün bunların analizi temelinde stratejiyi çizmek isteyen güç öngördüğü amaca hangi güçleri esas alarak, temel güç sayarak, hangi güçleri stratejik müttefik görerek, hangi güçleri taktik ilişki ve müttefikler olarak değerlendirerek ne tür mücadele yöntemlerine başvurarak nasıl bir mücadele hattı izleyerek söz konusu amaca yürüyeceğini tespit eder. İşte buna “stratejik mücadele çizgisi” diyoruz.

Bütün bu analizler yapılıp öncü, temel güç, stratejik ve taktik müttefikler belirlendikten sonra amaca ulaşmak için hangi mücadele ve yol yöntemlerinin kullanılması gerektiğinin tespit edilmesine “stratejik mücadele çizgisinin belirlenmesi” diyoruz. Tabi binlerce/on binlerce kadroya/militana dayanması; yüz binlerce/milyonlarca insanı şu veya bu biçimde harekete geçirmesi gereken, başarıyı ancak böyle sağlayabilecek olan bir hareket bütün bunları teorik düzeyde düşünsel olarak analiz eder; kadrolarını, sempatizanlarını, taraftarlarını, dostlarını bunun gereklerine göre eğitir, donatır, ikna eder ve örgütler. Böyle yapılırsa ancak söz konusu mücadeleyi başarıyla yürütebilir. Önüne koyduğu amaca ancak o koşullarda ulaşabilir. Çünkü insanlar -başta kadrolar ve militanlar olmak üzere- hangi amaca ulaşmak istediklerini, o amaca hangi yoldan giderek ulaşacaklarını, bunun için hangi mücadele yöntemlerini kullanacaklarını, kimlere dost kimlere düşman gözüyle bakacaklarını, kimlerle hangi düzeyde dostluklar kurabileceklerini bilir, bu konuda eğitilir ve hazırlanırlarsa strateji boyunca örgütlenme ve eylem faaliyetlerini başarıyla yürütür. Böyle olursa başarılı politikacılar, komutanlar, savaşçılar haline gelirler. Hangi anda hangi taktiği belirlemek, politikayı esas almak ve onu nasıl uygulamak gerektiği konusunda bilinç sahibi olurlar. Bu da söz konusu hareketin doğru, etkili, yeterli mücadelesini ve başarılı olmasını getirir. Kadrolar, sempatizanlar, kitleler; amacı, yürünecek yolu, dostu ve düşmanları tanımaz, eğitimsiz ve hazırlıksız olursa her anda ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemez. Dolayısıyla işleri başarıyla yürütemez. Böyle bir durumda sadece liderliğin, önderliğin bunları bilmesi, emir vermesi, talimatlar çıkarmasıyla bu iş yürütülemez. Bir toplumsal hareket, hatta bir askeri hareket bile o düzeyde emirlerle yürütülebilecek bir hareket kesinlikle değildir. En azından belli bir kadro gücü bu konuda son derece bilinçli, hazırlanmış, durum değerlendirmesi yapabilen, politika belirleme, taktik karar alma ve onun uygulamasını yönetebilme gücünde olmalıdır ki, böyle bir mücadele yürütülebilsin, söz konusu hareket işleri başarıyla sürdürebilsin.

4. STRATEJİK DÖNEM’DEYİZ

PKK Önderliği de bu esaslar üzerinde PKK’nin siyasi-askeri mücadelesini geliştirmeye özen göstermiştir. Geçen 41 yıllık süre içerisinde bu esaslar temelinde PKK’nin dört stratejik dönemden geçtiğini biliyoruz. Şu an 4. Stratejik Dönem içerisinde bulunuluyor ki, bu 2010’dan itibaren PKK’inin yürüdüğü stratejik yolu ifade ediyor. Bunu “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi” olarak da tanımladı.

Aynı zamanda şu anlama geliyor: Demek ki, geçen 41 yıllık süre içerisinde dört temel süreçten geçilmiştir. Dört farklı özellikler taşıyan politik ve askeri süreç yaşanmıştır. Şimdi 4. bulunuluyor. Bunun gereklerine göre de programla önüne koyduğu amaçlara ulaşmak için nasıl bir mücadele yol/yöntemi uygulaması gerektiğini “4. Stratejik Dönem” ya da “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi” olarak ifade ediyor.

Her stratejik dönem içerisinde sayısız taktik uygulama ve süreçler var. Özellikle 2. Stratejik Dönem çok zengin ve hareketli geçen bir gerilla savaşı dönemini ifade ediyor ki, o dönemde taktik uygulama çok daha yoğun ve yaygındı. Bu 4. Stratejik Dönem’de de durum benzerdir. Neredeyse günde iki sefer taktik değiştirme, yeni taktiklere başvurmak gerekebiliyor. Sabah-akşam politika değişikliği gerekebiliyor. Siyasi-askeri mücadele bu denli hızlı ve hareketlidir. Bu hıza ulaşabilmek için de değişen koşulların gereklerine göre anında yeni politikalar belirlemek, politik değişiklikler yapabilmek, politik-askeri mücadelede başarı sağlatacak taktikler belirleyip gerekli taktik adımları başarıyla atabilmek gerekiyor.

1. STRATEJİK DÖNEM

1. Stratejik Dönem, “ajanlaşmış yapı kurum ve kişilere karşı devrimci şiddet” temelinde mücadele stratejisi olarak tanımlanabilir. Önder Apo, “Kürdistan Devriminin Yolu”nda partileşme sürecinin stratejisi olarak böyle bir stratejik tanımlamayı yapmış ve yazılı olarak geliştirmiştir. Önder Apo, böyle bir siyasi-askeri mücadele sürecine girilişine de 18 Mayıs 1977’de Antep’te Haki Karer yoldaşın katledilmesine dayandırmıştır. PKK, söz konusu katliama kadar genel teorik-ideolojik hat oluşturmaya çalışan bir grup düzeyinde olduğunu, bu temelde propaganda ve eğitim çalışması yürüttüğünü; bazı tarihi adımlar atma arayışı, çabası içerisinde bulunduğunu ama bu adımların ne zaman hangi biçimde atılacağının çok belli olmadığını, bu belirsiz durumun Önder Apo’nun “benim gizli ruhum gibiydi” dediği Haki Karer yoldaşın katledilmesiyle aşıldığı, belirgin hale geldiğini ortaya koymuştur.

Bunu belirgin kılan, karşı tarafın yani TC devletinin tutumu, içine girdiği politik-askeri süreçtir. Bu süreç, hala bir teorik gelişme düzeyinde de olsa, henüz bir propaganda grubu düzeyinde bile bulunsa, sadece Kürtlerin varlığı, özgürlük ve demokrasi haklarının propagandası yapılıyor olsa da buna devletin -Haki Karer’in katledilmesi örneğinde olduğu gibi- katliamla cevap vermesi durumudur. Böyle bir katliam, başta Önder Apo olmak üzere Apocu gruba ‘devam edenin sonu böyle katledilme olacaktır, bu işten vazgeçin, bu çalışmalardan uzak durun’ mesajını vermiştir. Bu son derece açık ve net bir gerçekliktir. Böyle bir katliamda ajan ihbarcı yapıyı kullanmıştır. Onları örgütleyen polis ağını kullanmıştır. Yerel işbirlikçi-ajan kesimlere dayanmıştır. Nitekim bir yıl sonra da Hilvan’da “Süleymanlar” denen aşiretçi çete, MHP-polis işbirliğiyle Halil Çavgun yoldaş benzer bir biçimde katledilmiştir.

Bu durum şu gerçeği ortaya çıkarmıştır: Sömürgeci egemenliği sürdüren, soykırım uygulayan devlet, Kürdistan’da kendisini yoğun bir ajan, işbirlikçi, ihbarcı birey ve kurumlarla şekillendirmiş, toplum üzerinde böyle bir hakimiyet kurmuştur. O halde topluma ulaşabilmek, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere yurtseverlik bilincini, devrimci bilinci, özgürlük mücadelesi bilincini götürebilmek için bu ajan, işbirlikçi ağın kırılması gerekir. Bunlar kırılmadan topluma ulaşmak, ulusal kurtuluş mücadelesini propaganda etmek, eğitim yapmak ve insanları harekete çekmek mümkün değildi. Onun için ajan yapı, kişi, kurum ve yapılara karşı mücadele, onları etkisiz kılma, onları dağıtma görevi çıkmıştır. Topluma ulaşabilmek, onları eğitip örgütleyerek özgürlük mücadelesine çekebilmek için toplum üzerinde hakimiyet sürdüren bu ajan ağının, kurumlarının, kişilerin mutlaka dağıtılması ve parçalanması gerekirdi. Pratikte ortaya çıkan bu gereklilik, siyasi-askeri mücadeleye adım atarken PKK’nin önüne böyle bir mücadele çizgisini çıkarmıştır. “Ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı devrimci şiddet temelinde mücadele” böyle bir mücadeleyi bireysel birkaç kişilik gruplar halinde PKK’nin aday kadroları yürütmektedir.

Ulusal kurtuluş bilincini, örgüt ve eylemin gerekliliğini propaganda ederken sözlü propagandanın önü Antep Katliamı’yla kesilince bu sefer propaganda yani eğitim ve örgütlemeyi PKK basit bireysel küçük silahlarla silahlı propaganda tarzında yapmayı öngörmüş ve Hilvan-Siverek direnişleri bu noktada ileri bir düzeyde çok daha kompleks bir yapı arz etmiş ama Kuzey Kürdistan’ın birçok alanında da ona bağlı olarak söz konusu ajan, işbirlikçi yapılara karşı geliştirilen böyle bir eylemlilik toplum üzerindeki bu ajan ağını ürkütmüş, korkutmuş, parçalamış; böylece toplum o egemenlikten kurtularak PKK ile ilişkilenen, özgürlük bilinci edinen, özgürlük eylemine yönelen bir hareketlilik kazanmıştır.

PKK’nin işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere toplumun en dinamik kesimlerine ulaşması, taraftar bulması, örgütsel olarak büyümesi böyle gerçekleşmiştir. 1977-80 arasında özgürlük mücadelesine öncülük edecek devrimci bir parti olarak PKK’nin doğuşu, şekillenmesi resmen ve fiilen gerçekleşmiştir. Ayrıntıda, uygulamada birçok hatası, eksikliği, başarısızlığı olsa da genel stratejik hedef olarak devrimci bir partinin başarıyla kuruluşu gerçekleştirilerek aslında söz konusu stratejik dönem öngörülen amaca ulaşmıştır.

2. STRATEJİK DÖNEM

İfade ettiğimiz sürecin 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yeni bir durum kazandığı, kendini yeni bir siyasi-askeri duruma evrilttiği bilinmektedir. Böylece 12 Eylül darbesi ile başlayan sürece ise PKK yeni bir mücadele stratejisi oluşturarak girmeyi gerekli görmüş, bunu Temmuz 1981’de Lübnan-Filistin sahasında gerçekleştirdiği PKK 1. Konferansı’nda yazılı ve sözlü bir stratejik analiz haline getirmiştir.

Pratik olarak 12 Eylül 1980’den Mart 1993’e kadar, fakat resmiyette ise Ocak 2000’e kadar geçen süreci, 2. Stratejik Dönem olarak tanımlayabiliriz. Aslında esas stratejik dönem 12 Eylül 1980 darbesinden sonra başlayan, 1993’teki ateşkese kadar olan süreçtir. PKK Önderliği 93 ateşkesiyle birlikte yeni bir süreç değerlendirmesi yaparak yeni bir stratejik çizgi geliştirmek isterken bu durum TC devlet yönetimine hakim olan çeteci güçler tarafından engellenmiş, dolayısıyla söz konusu süreç Ocak 2000’de gerçekleşen 7. Kongre’ye kadar uzamıştır. 2. Stratejik Dönem’in analizini, karar ve kabulünü 1981 Temmuz ortasındaki 1. Konferans belirlerken, yeni bir stratejik değişimi 2000 yılı Ocak ayında yapılan PKK 7. Olağanüstü Kongresi gerçekleştirmiştir.

2. Stratejik Dönem’e, “Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” diyoruz. PKK 1. Konferansı’nda bu tartışılıp değerlendirilmiş, teorik analizi geliştirilmiş ve karar haline getirilmiştir. Ardından “Kürdistan’da Zorun Rolü” isimli kitapta bu stratejik mücadele çizgisi çok yönlü bir teorik izaha kavuşturulmuştur.

Bu dönemde değişen karşı tarafın durumudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı egemenlik olarak varlığını sürdürmektedir ama 1980’e kadar bu egemenliği toplum üzerinde daha çok ajan, işbirlikçi yapıyla sürdürürken PKK’nin bu yapıyı darbeleyip dağıtması ardından 12 Eylül darbesiyle de ordu bu yapıyı bir tarafa iterek, hatta var olan devlet kurumlaşmasını bir tarafa iterek, Kürdistan’da sömürgeci-soykırımcı egemenlik olarak sadece darbeyle yönetimi ele geçiren ordu gücünü ortaya çıkartmıştır. Artık sömürgeci-soykırımcı egemenlik siyasi-askeri boyutta tek bir güç olarak ordu gücü olarak ortaya çıkmıştır. Siyaseti ortadan kaldırmıştır. Siyasi partileri, onlara dayalı bütün kurumlaşmaları 12 Eylül darbesi yok etmiştir. Her şeyi ordu gücüyle ve askeri emirle yürütür hale gelmiştir. Artık siyasi, ideolojik, örgütsel çalışma yapmanın, mücadele etmenin koşulları Türkiye’de ve Kürdistan’da kalmamıştır. En küçük bir imkan bile 12 Eylül darbesi bırakmamıştır.

O halde böyle bir durumda Kürdistan’ın özgürlüğü için ulusal kurtuluş için mücadele nasıl yapılabilir, sözlü, yazılı propaganda yürütme imkanı yoktur, parti kurma ve siyaset yapma imkanı yoktur. Legal imkanlar tümden ortadan kalkmış, o halde illegal çalışacaksın. İdeolojik-siyasi çalışma imkanları ortadan kalkmış, o halde askeri çalışacaksın. İşte 12 Eylül darbesinin dayattığı askeri saldırıya karşı PKK’de kendi stratejisini “Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” olarak tanımlamıştır. Bunu üç stratejik aşama olarak öngörmüştür;

* Stratejik Savunma,

* Stratejik Denge,

* Stratejik Saldırı.

Temel mücadele biçimi olarak gerilla savaşını esas almıştır. Bu çerçevede programda belirlediği amaca ulaşmak için bir mücadele yolu çizmiştir. Bunun için esas ve temel aldığı güç işçi-köylü aydın gençlik ittifakıdır. Bu birliğin 2. stratejik temel halkası Türkiye Demokratik Devrim Hareketi’dir. 3. stratejik halkası Kürdistan Ulusal Hareketi’dir. Dış stratejik ittifak halkası sosyalist devletler, hareketler ve tüm devrimci demokratik güçlerdir. Taktik ittifaklar ise tüm darbeye karşı olan, faşizme karşı olan, halkların özgürlüğünden yana olan ve TC ile çelişen tüm güçlerdir. Böyle bir ittifak öngörmüştür. Her türlü uzlaşıcı, teslimiyetçi pasifist eğilimi ideolojik mücadeleyle yok edip devrimci savaşla 12 Eylül faşist askeri darbesini yenilgiye uğratıp Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü kabul eden yeni bir demokrasiye açık, demokratik devlet sisteminin ortaya çıkartılmasını önüne hedef olarak koymuştur.

MÜTTEFİKLER GEREĞİNİ YAPMADI

2. Stratejik Dönem, böyledir. Nitekim bunun hazırlık çalışmalarını gerilla eğitimi temelinde yapmış, 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli eylemleriyle bu stratejik çizgiyi Kuzey Kürdistan’da Botan-Hakkari hattı merkez olmak üzere uygulamaya koymuştur. 1993’e kadar amansız ve kesintisiz bir gerilla savaşını bütün zorluklarına rağmen yürütmeye çalışmıştır. Böyle bir mücadeleyle 12 Eylül faşist askeri darbesini teşhir ettiği, zayıflattığı, darbelediği gibi, Kürt sorununu açığa çıkartmıştır. Dünyada, Türkiye’de Kürtleri tanınır, Kürt sorununu bilinir, Kürtlerin haklarını konuşulur hale getirmiştir. Aslında stratejik müttefik olarak öngördüklerinin başarılı olamaması bu stratejinin tam başarısını engellemiştir. 90’ların başına geldiğinde Stratejik Denge’ye doğru gidilirken iki stratejik müttefike dayanarak bu stratejik başarıyı sağlamayı öngörmüş durumdaydı. Fakat bilindiği gibi bu iki stratejik müttefik gereklerini yapamadı. Biri Türkiye Demokratik Halk Devrimi’ydi, tamamen tasfiye olmuştur. Kürdistan’da gelişen ulusal kurtuluş devrimiyle yürüyecek devrim yapacak düzeyde değildi.

Sovyetler Birliği’nin çözülmesi durumu da 2. stratejik müttefiki de ortadan kaldırmıştı. Böylece aslında stratejik müttefiklerinin yok olması sonucunda PKK, Botan-Behdinan’da bir kurtarılmış alan yaratıp Kürt sorununun çözümünü oraya dayandırmak istedi. Bu yönlü pratikte sınırlı kalsa da bazı adımlar attı. Sonuçta karşı tarafında ciddi biçimde zorlanması, bölgedeki gelişmeler, dünyadaki gelişmeler, Körfez Savaşı’nın etkileri vb. durumların sonucunda özellikle Özal kişiliğinin de devreye girmesiyle Mart 93’te ateşkes ilanına gidildi.

1. KONFERANS’LA BELİRLENEN STRATEJİNİN SONU

Ateşkes, 1. Konferans’la belirlenen stratejinin sonuydu. Çünkü o strateji, 12 Eylül darbesiyle somutlaşan devlet sistemini yıkıp Kürt sorununu çözümünü öngören yeni bir devlet yapılanmasını amaçlarken, ateşkes karşıdaki devleti yıkmaktan vazgeçmeyi, onu demokratik dönüşüme uğratmayı hedeflemeyi içeriyordu. Böylece amaçta bir değişiklik vardı. Dolayısıyla bu amaca uygun olarak da yol ve yöntemlerde değişiklik geliştirmeyi PKK Önderliği öngörüyordu. Fakat bunu TC devletine, ordusuna hakim olan topyekun özel savaşçı çete yönetimi engelledi, ateşkes sürecini sabote etti. İmha saldırılarını dayattı. PKK de söz konusu imha saldırılarını önlemek için amansız bir gerilla direnişine yöneldi. 93-98 böyle büyük bir direnişle geçti. Buna rağmen stratejik değişimi, 1 Eylül 1998 ateşkesiyle PKK Önderliği öngördü. Buna da küresel kapitalist modernite sistemi, Kürdistan’da sömürgeci-soykırımcı egemenliği sürdüren esas güç, uluslararası komplo saldırısıyla engel olmaya çalıştı. Bu durum 9 Ekim 1998 komplosu, ardından 15 Şubat 1999 komplosundan giderek stratejik değişim tanımlaması, ancak 2000 yılı Ocak’ında yapılan 7. PKK Kongresi’ne kaldı.

7. Kongreye giderken 15 Şubat komplosu temelindeki saldırılarını değerlendiriyordu. Burada temel tutum Önder Apo’ya yaklaşımdı. 11 Ocak’ta Ecevit başkanlığındaki DSP-ANAP-MHP koalisyonu idamı uygulamayacağını kararlaştırdı ve açıkladı. 2 Ağustos 2002’de anayasadan, yasalardan idam cezasını kaldırdı. Böylece askeri saldırılarla imha yaklaşımı mevcut devleti yöneten güçler tarafından geriye çekilmiş oldu. PKK de bu durumu değerlendirerek 7. Olağanüstü Kongre’de ‘Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’ni değiştirdi. İmralı mücadelesi merkez olmak üzere yeni strateji olarak ‘Demokratik Siyasi Mücadele Stratejisi’ni esas aldı. Bu mücadele temelinde Kürt’ü inkar eden, imha etmek isteyen zihniyeti ve siyaseti darbelemeyi, değiştirmeyi, Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlı olarak Kürt sorununun da demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirmeyi öngördü. Böylece yeni bir stratejik mücadele süreci başladı. Ocak 2000’den Haziran 2010’a kadar böyle bir 10 yıllık somut demokratik siyasi mücadele stratejisi süreci yaşandı. Burada temel mücadele demokratik siyasi mücadeleydi. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın demokratik eylemliliğiydi. Hedef faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti değiştirmek, Kürt varlığını ve ulusal haklarını kabul ettirmekti. Böylece demokratik siyasi mücadeleyle Türkiye’deki demokratikleşmeyi geliştirerek Kürt sorununu da bu demokratikleşmenin bir temel parçası olarak çözmeyi öngördü.

Bu sürecin nasıl geliştiği bilinmektedir. Çok yoğun kitlesel eylemliliğin, demokratik siyasi mücadelenin geliştiği bir süreçtir. Kitle eylemleri en ileri düzeyde olmuştur. Türkiye’de demokratikleşme arayışları, çabaları belli bir gelişme sağlamıştır. Diğer yandan çeşitli düzeylerde görüşmeler ortaya çıkmıştır. İmralı’daki görüşmeler, Oslo görüşmeleri vb. görüşme süreçleri ortaya çıkmıştır. Bunlar temelinde demokratik siyasi mücadele ve müzakere yöntemleriyle Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün gerçekleştirilmesi sağlanmak istenmiştir. Bu sürecin uzun bir döneminin ateşkes koşullarında geçtiği, 1 Haziran 2004’ten itibaren ateşkes sona erse de düşük yoğunluklu bir askeri hareketliliğin olduğu, tamamen demokratik siyasetin önünü açmaya dönük bir askeri durumun yaşandığı bilinmektedir. Gerisi tümüyle halkın mücadelesi, demokratik siyasi görüşmeler, parlamento mücadelesi gibi yöntemlerle geçmiştir.

2009’UN BELİRLEYİCİ ÖZELLİKLERİ

2000’den itibaren resmen ve fiilen gelişen bu stratejik mücadele sürecinde 2009’un son derece belirleyici özellikler taşıdığı bilinmektedir. Her şeyden önce 29 Mart 2009’da yapılan yerel seçimlerdir. Bu seçimlerde Demokratik Toplum Partisi, Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesini savunan parti olarak Kürdistan’da yüzde 70’e yakın oy almayı başarmıştır. Bunun ardından hemen PKK yeniden ateşkes ilan ederek demokratik siyasi çözümün önünü açmak istediğini duyurmuştur. AKP iktidarı bunun karşısında zorlanınca “Kürt açılımı, demokratik açılım” gibi kavramlar geliştirmeye yönelmiş, buna karşı Önder Apo Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için “Yol Haritası” hazırlamış, 15 Ağustos 2009’da AKP hükümetine vermiştir.

Demokratik siyasi mücadele gelişimiyle iyice sıkışan AKP, Yol Haritası’nı gizlediği gibi, boşa çıkartıcı çabalar içerisine girmiştir. Önder Apo, bunları etkisiz kılmak için Kandil’den ve Mexmûr’dan iki grup halinde Barış ve Demokratik Çözüm Grubu’nun Türkiye’ye gelmesi çağrısı yapmış ve 19 Ekim 2009’da PKK tarafından bunlar da gönderilmiştir.

Bütün bu taktik adımlar ‘Kürt açılımı’ ve ‘demokratik açılım’ adlarıyla hile yapmaya çalışan AKP yönetiminin maskesini düşürünce ve demokratik siyasi mücadeleyi çok ileri düzeye çıkartınca bu sefer demokratik siyasi mücadele koşullarını tümden ortadan kaldırarak darbe niteliğinde bir siyaset değişimine gitmiştir. En başta İmralı’da Önder Apo’nun kaldığı yer ve koşullar değiştirilmiş “tabutluk” gibi bir yere konmuştur. Bunu 17 Kasım’da yapmıştır. Önder Apo bunu “17 Kasım Darbesi” olarak daha o zamandan zaten tanımladı.

Diğer yandan seçilmiş belediye başkanlarını tutuklamış, Demokratik Toplum Partisi yöneticilerini tutuklamışlardır. En son 11 Aralık’ta Demokratik Toplum Partisini de kapatıp eşbaşkanlarına siyaset yasağı getirerek, aslında demokratik siyasi mücadelenin koşullarını tümden bitirmiştir. Bir askeri darbe niteliğinde demokratik siyaset yapmayı imkansız hale getirmiştir.

Bunun doğru olmadığına yönelik Önder Apo’nun uyarıları dikkate alınmayınca nitekim Mayıs 2010’da “artık demokratik siyaset yapmanın, müzakere geliştirmenin koşulları kalmamıştır” diyerek geri çekilmiştir. O zamana kadar çözümde aracı olmak için çaba harcarken artık bunun gerçekleşme koşulları kalmadı, diyerek geri çekilmiştir. Demokratik siyasi mücadele yürütme koşulları kalmayınca da PKK yine strateji değiştirmek zorunda kalmıştır. AKP hükümetinin geliştirdiği yeni siyasi-askeri süreci değerlendirerek 3. Stratejik Dönem’e son verip 4. Stratejik Dönem’e girildiğini ilan etmiştir. Yani “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi” ile mücadele yürüteceğini ilan etmiştir. Son 10 yıldır da devam ediyor.

4. Stratejik Dönem, yani Devrimci Halk Savaşı Stratejesi nedir, neyi amaçlıyor, kimler tarafından yürütülüyor, kimleri hedefliyor, hangi yöntemleri kullanıyor, ne tür ilişki ve ittifaklara dayanıyor, hangi yol yöntemleri uyguluyor ve nereye ulaşmak istiyor?

Bir defa 1 Haziran 2010’dan itibaren başlayan 4. Stratejik Dönem olan “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi”ni, 2. Stratejik Dönem’deki “Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” ile karıştırmamak gerekiyor. Temel değişiklikler var;

PKK’nin 2003’ten itibaren gerçekleştirdiği paradigmasal değişimdir. Paradigma değişimi, PKK’nin hem savunma anlayışında hem de Kürt sorununun çözümünü öngören ideolojik-siyasi çizgisinde önemli değişiklikler yapmıştır.

PKK, devlet endeksli iktidar odaklı bir parti olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünü yeni bir devlet kurma hedefinden çıkarmıştır. Ulus devlet ideolojisinden kopmuştur. Devlet ulusu çizgisine karşı Demokratik Ulus çizgisini geliştirmiştir. Demokratik Ulus çizgisi, bir alanda yaşayan bütün toplulukların, bütün farklılıkların kendilerini özgürce örgütleyerek demokratik konfederalizm çizgisinden demokratik birlik içerisinde yaşama çizgisidir. Buna demokratik özerkliğe dayalı Demokratik Konfederalizm diyoruz.

DEVLET+DEMOKRASİ

Demokratik Konfederalizm, farklılıkların kendilerini özgürce örgütlediği ve demokratik özerklik temelinde özgürce yaşamlarını sürdürmesi oluyor. Demokratik Konfederalizm ise demokratik konfederal ilkeler çerçevesinde birlik ve dayanışma içerisinde yapmalarını ifade ediyor. PKK böyle bir paradigmasal değişim yaşamıştır. Bu anlamda devrimi, bir devleti yıkıp bir başka devlet kurmak olarak algılamamaktadır. Tam tersine devleti sınırlandırarak demokrasiyi, yani demokratik toplum örgütlülüğünü büyütmeyi, geliştirmeyi, devrimci gelişme olarak öngörmektedir. Bunu da devlet+demokrasi ilkesi biçiminde formüle etmektedir. Hangi yöntemle olursa olsun sürdürdüğü mücadeleyle amacı devleti sınırlandırmak ve küçültmek, demokrasiyi yani demokratik toplum örgütlülüğünü büyütüp geliştirerek toplumun kendi kendini özgürce yönettiği bir siyasi-ahlaki durumu ortaya çıkartmaktır.

Bu bakımdan son on yıldır yürütülen Devrimci Halk Savaşı Stratejisiyle gerçekleştirilmek istenen Kürt sorununun çözümü kesinlikle devlet + demokrasi temelindeki bir sözümdür. Devleti sınırlandırma, küçültme demokratik toplum örgütlülüğünü büyütüp geliştirerek toplumun kendi yaşamını kendi örgütlülüğü temelinde sürdürdüğü bir siyasi ortamı oluşturmadır.

ÖZ SAVUNMA ÇİZGİSİ

Bununla birlikte askeri yaklaşımında da önemli bir değişiklik olmuştur. Savaş ve savunma anlayışı değişmiştir. Önder Apo, şöyle ifade etti: “Dünyayı yenecek gücümüz olsa da hiç kimseye saldırmayacağız, dünya birleşip üzerimize gelse meşru ulusal demokratik haklarımızdan asla vaz geçmeyeceğiz.” Devrimci savaş anlayışı bu ilke temelindeki bir duruştur. Buradan devrimci halk savaşından kastı; halkın eğitimi, örgütlendirilmesi, demokratik siyaset temelinde Demokratik Konfederalizm çizgisinde kendini örgütleyip kendi kendini yönetir hale gelmesidir. Bunun temel bir parçası da özgür bir toplum olabilmesi için kendi kendisini savunmasıdır. Buna yönelen her türlü devlet saldırısı karşısında direnme, gerilla tarzıyla savaşma ve söz konusu demokratik topluluğun kendi öz savunmasını gerçekleştirme, güvenliğini sağlamadır. Buna esas olarak öz savunma da denildi.

2. Stratejik Dönem’de gerillaya dayanarak bir düzenli ordu kurma ve devlet inşa etme hedeflenirken “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi”nde gerillaya dayanarak toplumun öz savunmasını eğitip örgütleyip geliştirme ve demokratik toplumu, Demokratik Konfederalizmi ortaya çıkartma hedeflenmektedir. Dolayısıyla öz savunma, PKK’nin yeni paradigmasının temel savunma çizgisidir. Gerilla mücadelesiyle oluşturmak, yaratmak istediği esas savunma sistemidir. Gerillanın önüne toplumun öz savunma temelindeki eğitimini, örgütlenmesini ve yönetimini koymaktadır. Bu çerçevede “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi”, Kürt sorununun ve temel toplumsal sorunların Demokratik Ulus çizgisinde, demokratik özerkliğe ve Demokratik Konfederalizme dayalı çözümünü gerçekleştirebilmek için toplumun demokratik eğitimini, örgütlenmesini geliştirmeyi ve buna yönelen her türlü iktidarcı, devletçi, işgalci saldırı karşısında toplumun öz savunma gücüyle savunulması anlamına gelmektedir.

2009’dan itibaren AKP yönetimindeki TC topyekun faşist-soykırımcı saldırıyla PKK’yi imha ve tasfiye edip Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi önüne hedef koyunca, PKK de işte böyle bir paradigmaya dayalı olarak “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi”yle söz konusu imhası saldırıları başarısız kılmayı hedefleyen, bunun için değişik alanlarda başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm toplumsal kesimleri öz savunma temelinde eğitip örgütleyerek demokratik siyasi yönetimi, demokratik toplum örgütlülüğünü sürekli parça parça büyütüp geliştirmeyi hedeflemektedir.

Burada mücadele yol ve yöntemlerinde bazı önemli değişiklikler ortaya çıkmış bulunmaktadır. 2004’ten 2010’a kadar yeni paradigma temelinde Kürt sorununun çözümünü, yani demokratik özerklik ve Demokratik Konfederalizm temelindeki çözümü, İmralı ve Oslo görüşmeleriyle, kitlelerin demokratik siyasi eylemleriyle gerçekleştirmeyi öncelikle esas alırken, demokratik siyasetin meclis çalışmalarıyla gerçekleştirmeyi esas alırken 1 Haziran 2010’dan sonra “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi” sürecinde ise gerilla öncülüğünü geliştirmeyi, toplumun öz savunma bilincini ve eğitimini, örgütlülüğünü öne çıkartmayı, devletin tutuklama ve imha temelindeki faşist-soykırımcı saldırılarını karşı gerilla ve öz savunmaya dayalı olarak silahlı direnişi geliştirmeyi, bunun yanında olabildiği kadar kitle eylemlerini demokratik siyaseti, görüşmeleri de ikincil, üçüncül mücadele biçimleri olarak uygulamayı öngörmektedir.

Dağdaki gerilla savaşı, şehirdeki öz savunma savaşı, ovalardaki savaş, şehir direnişleri ve eylemleri gerilla tarzında gelişen eylemler olmuştur. 2005-2010 arasında temel mücadele yöntemleri 1 Haziran 2010’dan sonra ikincil, üçüncül sırada gelen tali duruma düşen mücadele yöntemleri haline gelmiştir.

Devam edecek...