Kalkan: Bir formül mutlaka bulunmalı

Kalkan: Bir formül mutlaka bulunmalı

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Öcalan’ın ilan ettiği demokratik çözüm sürecinin yürütülüşünde bazı sıkıntı ve zorlukların olduğunu belirterek, “Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bir formül mutlaka bulunmalı” dedi. Kalkan, Ekim ortasına kadar Öcalan’ın koşullarının değişmesi, hukuki açıdan Türkiye’de köklü bir demokratik reform yaşandığı süreç olması gerektiğini söyledi.

Hükümet tarafından yapıldığı söylenen çalışmaların henüz kamuoyuna yansımadığını anımsatan Kalkan, Öcalan’ın “Ekim ortasına kadar bu iş bitmeli” sözüne dikkat çekerek, “Bu olmazsa hiç kimse PKK’yi/Kürtleri alternatifsiz sanmasın. Bu tür olasılığa da hazır olmadığımızı sanmasın. Tersine dönebilir” uyarısında bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Yeni Özgür Politika gazetesinden Nurdoğan Aydoğan’ın sürecin başlangıcı, seyri, mevcut durum ile tarafların yaklaşım ve beklentileri konusundaki sorularını yanıtladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz’da paylaştığı manifesto ile birlikte başlayan süreç, bir anlaşma temelinde yürümüyor mu?

Newroz’da Önder Apo’nun ilan ettiği yeni demokratik çözüm sürecinin yürütülüşünde bazı sıkıntılar, problemler var, zorlukla oluyor. Çünkü amaçlar farklı, görüş ayrılıkları var. Bazılarının sandığı ya da ifade ettiği gibi öyle bir anlaşmayla yürümüyor. Yani önce neler yapılacak taraflar anlaşmış da ondan sonra böyle bir süreç gelişmiş değil. Sadece çatışmanın durması, silahlar yerine fikirlerin ve siyasetin devreye girmesi yönünde karşılıklı bir mutabakat, söz verme var. Bunun dışındaki demokratik siyasi mücadeleyle sorunların çözümünü ifade ediyor. Bu anlamda süreç daha karmaşık, daha kapsamlı bir mücadele süreci. O tür düşünceler sürecin bu karakterini yadsıyor, görmezden geliyor, dolayısıyla süreci muğlaklaştırıyor, anlamsız kılıyor. Sanki mücadelesiz bir biçimde de bu süreç yürüyecekmiş, sorunlar çözülecekmiş gibi bir algı yaratıyor. Yanlış, tehlikeli bir durum. Söyleyenlerin amaçlarından, gücünden, etkilerinden öte bu tür anlayışların özellikle halk üzerindeki etkisi tehlikelidir. Çünkü mücadeleden alıkoyar, duyarsız kılar; görev ve sorumluluklarına sahip çıkmaktan uzaklaştırır. Halk böyle olursa, devrimci demokratik güçler böyle olursa, süreci mücadelesiz yürüyen bir süreç sanırsa, dolayısıyla görev ve sorumluluklarının bilincinde olup onlara sahip çıkarak pratik çalışma yürütmezse süreci kim yürütecek? Mücadeleyi kim geliştirecek, çözümü kim yaratacak? Kimse yapamayacağına göre, o zaman bu yaklaşım baştan süreci başarısız kılıyor, tehlikeye itiyor. O nedenle de yaklaşımın kendisi çok çok tehlikelidir. 

Bilinçli bir algı çabası mıdır?

Bazıları belki biz böyle yaparız PKK’ye kaybettiririz, diye düşünebilir. Hiç kimse bunun hayali ya da hesabı içinde olmasın. PKK Kürt sorununun çözümü açısından ve Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından kilit konumdadır. Kilit kaybederse herkes kaybeder. Bu öyle kendiliğinden olmadı, 40 yıllık mücadele, 35 yıllık savaş var. PKK 1971 direnişçiliğinin bayrağını aldı, Kürdistan’da bugüne kadar bu bayrağı sürdürüyor. Bu, Türkiye’nin demokrasi bayrağıdır; Kürt sorununun demokratik çözüm bayrağıdır. Bundan başka bayrak var mı ortada? Yok, gün gibi açık! 

Ne yapılmalıdır?

Herkes gerçekçi olmalıdır. Anti-PKK’cilik kompleksleriyle hareket etmemelidir. Bu yanlış, zarar verici bir kompleks. Dolayısıyla da PKK’ye yarar getirir-getirmez düşüncesinden, hesabından uzak olarak PKK’nin geliştirdiği sürecin başarısı için çalışmak lazım. Çünkü bununla demokrasi kazanacak, özgürlük kazanacak, halklar kazanacak; kadınlar, gençler, tüm emekçiler ve ezilenler kazanacak; Türkiye kazanacak, Kürdistan kazanacak. Bu, gün gibi açıktır. Biz böyle bir anlayışla yaklaşıyoruz. 

Öcalan, ikinci aşamaya geçildiğini belirtti. Türk tarafı ise birinci aşama bitmeden ikinci aşamaya geçilemeyeceğini savunuyor. Türk Hükümeti, neyi amaçlıyor, ne yapmaya çalışıyor?
Önder Apo bize de, hükümete de üçüncü Yol Haritası’nı sundu. Biliyorsunuz daha önce 2009 Ağustosu’nda bir Yol Haritası sunmuştu. İkinci olarak 2011 Mayısı’nda üç protokol biçiminde bir Yol Haritası sunmuştu. Bunların ikisi de AKP Hükümeti ve Türk devleti tarafından reddedildiler. 2013 baharında sunduğu Yol Haritası üçüncüsü oluyor. Diğerlerinde olduğu gibi biz buna da ‘evet’ dedik. AKP de buna ‘evet’ der göründü. Burada demokratikleşmenin ve Kürt sorununun demokratik çözümünün ilkeleri, felsefesi yer aldığı gibi bir de eylem planı vardı. Bu aşamalar o eylem planını ifade ediyor. 
-Birinci aşama çatışmasızlıktı: Newroz’da ilan edilen süreçle başlıyordu Haziran başına kadardı. 
-İkinci aşama demokratikleşmeydi: Haziran’ın başından itibaren başlayıp 2013 sonuna kadar tamamlanmayı öngörüyordu.  
-Üçüncü aşama normalleşmeydi: Bu iki aşamanın başarısından sonra başlayacak ve kalıcı çözümün her iki taraf açısından da netleşmesiyle gündeme girecekti. Üçüncü aşama için herhangi bir zaman dilimi belirtilmiyordu; zamanı, koşulları belirler denilmişti.

Böyle bir Yol Haritası ve zaman planlaması vardı... 

Evet, biz de bu temelde hareket ettik. İlk aşamanın bize yüklediği görev ve sorumlulukları, öngörülünden 15 gün önce birinci aşamayı tamamlamış olduk. 

Detaylarını tekrar hatırlatır mısınız?

-Newroz’dan önce elimizdeki esirleri bıraktık. 
-23 Mart’ta ateşkes ilan ettik. O ateşkes halen devam ediyor, bizden yana herhangi bir ihlal olmamıştır. 
-25 Nisan’da gerillanın geri çekileceğini açıkladık, 8 Mayıs’ta da bu çekiliş sürecini başlattık. 
-İlk gerilla grupları 14-15 Mayıs’ta yerlerine ulaştı.

Böylece aslında birinci aşama bizden yana tamamlanmış oldu. 

AKP Hükümeti, bu süreçte bir şeyler yapmadı mı?

AKP de bu süreçte bazı çalışmalar yaptı ama bizim kadar net, hızlı ve tam değil:
Operasyonları durdurdu. Böylece ateşkes çift taraflı hale geldi.
-Akil İnsanlar Komisyonu bu sürece ilişkin önemli bir çalışmaydı. Bu isimle bir komisyon kuruldu, çalışma başladı. 
-Yine Meclis’te bir komisyon kuruldu, bir nevi Meclis sürece dahil edildi. 

Bunları gölgeleyen veya yetersiz kalan, rollerini oynamasını engelleyen şeyler de oldu mu, siz anında reaksiyon gösterdiniz mi?

Elbette, izah edeyim:

-Operasyonlar durdu ama korucu alımını, karakol yapımını, askeri amaçlı yol ve baraj yapımını, keşif uçaklarının uçurulmasını durdurmadı. Biz bunu daha baştan eleştirdik. Operasyonların durmasının yetmediğini, sürece ters düşen askeri faaliyetlerin de durdurulması gerekir, dedik. AKP bunu durdurmadı, durdurmayacağını Başbakan, AKP sözcüleri zaman zaman açıkça ifade ettiler. 

-Akil İnsanlar Komisyonu, biçimsel oldu, içeriği yüzeysel kaldı. Süreci izleyen Hakikat ve Adalet Komisyonu olma rolünü oynayan bir konuma gelemedi. Sadece bir rapor komisyonu oldu, halk içerisinde biraz propaganda yürüttü. Rolünü yüzde 25-30 oynama gibi bir durumdu. 

-Önder Apo’nun belirttiği süreci takip edecek Meclis Komisyonu kurulması için bir kanun çıkaramadılar. AKP böyle bir komisyon oluşturulamayacağını söyledi ve sonunda da fazla işlevi olmayan, süreci yönlendirecek, siyasetin sürece damgasını vurmasını sağlatacak düzeyde bir Meclis Komisyonu da düzenlemediler. Bileşimi AKP’lilerden oluşmuş, yetkisi çok sınırlı bir komisyondu. Kanun çıkartma gibi, siyasetin süreci yönlendiren güç haline gelmesini sağlama gibi kuvvetli bir adım değildi. 

Böylece Mayıs ortasında, Haziran başında ulaşılması gereken noktaya ulaşıldı. Sonra?

Biz, durumu Önder Apo’ya rapor ettik, mektup halinde sunulmak üzere ilgili heyete verdik. En geç 20 Mayıs’ta, 25 Mayıs’ta görüşme olması, mektubumuzun ulaştırılması gerekiyordu. Bu temelde yapılanlar değerlendirilecek, ikinci aşama tanımlanacak, ilan edilecekti. Fakat işte burada oyalama çıktı, savsaklama çıktı, erteleme ve muğlaklaştırma çıktı. 

Nasıl bir savsaklama?

Mektubumuz Önderliğe zamanında ulaştırılmadı, geciktirme başlatıldı. BDP heyetinin İmralı’ya gidip görüşme yapması 15 günden fazla ertelendi. En geç 25 Mayıs’ta yapılması gereken görüşme, 7 Haziran’da ancak yapılabildi. Oysaki 1 Haziran’dan itibaren yeni aşama başlayacaktı, ikinci aşamanın adımları atılacaktı, pratik olarak da biz bu konuma ulaşmıştık. Birinci aşamayı tamamlamış, ikinci aşamaya geçmeye hazır hale gelmiştik. AKP bunu engelledi. 

‘AKP bunu engelledi’ demek, kesin bir ifade değil mi?

Bu çok nettir. AKP kalktı bunu muğlaklaştırmaya çalıştı, Haziran’ın başı değil, sonu demeye kalktı. Doğru söylemiyorlar. Daha önce de AKP sözcüleri “PKK niye takvim veriyor, zaman vermemek gerekiyor” diyorlardı. Demek ki, muğlaklaştırmak için zaman belirtilmesin diyorlar. Zaman netleşirse muğlaklaştırma yapamayacaklar. Halbuki zamanlar nettir. Yazılı belgelerde vardır, bunun öyle farklı anlaşılacak bir durumu yok. Böyle Haziran sonu filan değil, Önder Apo’nun ifade ettiği gibi Haziran başıdır. Önder Apo’nun tanımladığı, planladığı gibi biz üzerimize düşen her şeyi yaptık. Hem de 15 gün önce, 15 Mayıs’ta! 

“PKK erteliyor, yavaşlatıyor, çekilişi ağırlaştırıyor” diyenler de var…

Bu saygısızca bir durum. Ağır konuşmak istemiyorum ben, herkes söylediği söze dikkat etmelidir. Biz riskler üstlenerek ciddi çalışmalar yaptık. 14-15 Mayıs’ta Kuzey Kürdistan’dan Medya Savunma Alanları’na grup geçirmek kolay mıydı? 
1 Haziran değil de 30 Haziran’dır, yok PKK ağırlaştırıyor gibi yaklaşımlar kelimenin tam anlamıyla ipe un sermektir. 

AKP Hükümeti neden ipe un sersin?

AKP süreci ağırlaştırmak, yavaşlatmak istiyor, bunun için bahane, gerekçe yaratmak istiyor. Kamuoyundan kendisine baskı gelince o baskıları bizim üzerimize yöneltmeye çalışıyor. Bunun anlaşılmayacak bir yanı yok. Zaten bu AKP’nin siyaset tarzı haline gelmiş durumda. 

Sonra tekrar Öcalan ile görüşüldü, tepkisi ne oldu?

AKP süreci muğlaklaştırıp ikinci aşamaya geçişi bir aydan fazla erteletince Önder Apo buna çok sert tepki gösterdi, tavır koydu. Böyle davranılırsa sürecin biteceğini söyledi. Bu anlamda yeterince süreci izleyememek ve gerekli tavırları alamamaktan dolayı bizi ve BDP’yi de eleştirdi. Bütün bunların hepsi haklı eleştirilerdi, doğru eleştirilerdi, doğru uyarılardı. En net bir biçimde de AKP’yi verdiği sözlerin gereklerini yapmaya, sağa-sola saptırmamaya çağırdı. Bu konuda net tutum koydu; uyarı geliştirdi. 

Bunun AKP’ye olumlu bir yansıması oldu mu?

Bunun üzerine çok cılız bir biçimde AKP bazı adımlar atmaya çalıştı, çalışıyor. Heyetler yeniden görüştürüldü, kardeşiyle görüştürüldü, yeniden anayasa komisyonunu devreye koydular. Anayasa olur mu, olmaz mı tartışması başlatıldı. Taksim Gezi Parkı Direnişi ve bunun ülkeye yayılmasını da fırsat bilerek gündem saptırması yapıp tümüyle süreci gündemden çıkarma, gündem dışı haline getirme, böylece gündemi saptırıp süreci unutturma yaklaşımları belirli düzeyde aşıldı. 

Gezi Parkı’nın fırsat bilinmesindeki kastınızı biraz daha açar mısınız?

Aslında 15 Mayıs’tan Haziran ortasına kadar bir ay AKP, CHP ve MHP bir merkezden yönetiliyormuş gibi ortakça bu gündemi saptırmaya çalıştılar. Aynı tutumu takındılar. Biri hükümet olarak, biri muhalefet olarak konuştular, ama süreç karşısındaki tutumları aynıydı. Gezi Parkı çatışmalarını gündem yaparak yeni gelişen demokratik siyasi çözüm sürecini unutturmak! Bunu yaparken de bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkan Gezi Parkı direnişini bu süreçten koparmak istediler. Bunun için yoğun gayret harcadılar, somut tutum gösterdiler. Biz buradan şunu çıkardık ki, aslında AKP’yi, MHP ve CHP’yi aynı merkez yönetiyor. Öyle bazen karşılıklı söz söylüyor, çatışıyorlar ama onlar hepsi rol icabı. Aslında onlara bir senaryo çiziliyor, rol oynatılıyor. Bunu çizen, oynattıran bir güç var. 

AKP, MHP ve CHP’yi oynattırabilecek güç kimdir?

Artık kimdir bilemem! Derin devlet diyorlar, bilmem kim diyorlar, kim diyorlar! İçte parçası var, dışta parçası var, araştırılıp bulunması gerekiyor, ama bu geçen süreç gösterdi ki böyle bir durum Türkiye’de var. Bunu olaylar, süreç bize net bir biçimde ifade etti, öğretti. 

Böylece Temmuz ortasında gelindi. Şimdi ne oluyor?

Aynı yaklaşımı sürdürmek istiyorlar. AKP’de bir oyalama, erteleme, sürece yayma, mümkünse gündem saptırma ya da erteletme, muğlaklaştırma tutumu var. 

Bu durumda AKP politikası için ne denilebilir? 

Gözle görülen gerçeklik şu: AKP süreci koparmak istemiyor, ama gereğini de yapmak istemiyor. Süreç devam etsin, fakat demokratik dönüşümler, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü de olmasın istiyor. AKP politikası budur. Herkes AKP’yi böyle bilsin, görsün, tanısın. Bu şimdi böyle değil, başta da böyleydi. Biz AKP’yi şimdi böyle değerlendirmiyoruz; Önder Apo’nun Yol Haritası geldiğinde de biz o Yol Haritası‘na evet derken de yönetim olarak AKP’nin politikasının bu olacağını tespit etmiştik. Biz Yol Haritası‘na evet dedik ama AKP’nin de bir adım atamayacağını biliyorduk. Bile bile evet dedik. Bu gizli kapaklı bir şey değildi ki! AKP bu işi seçim için yapıyordu. 

AKP ve seçim gerekçesi, yeterince anlaşılmayabilir, netleştirmeniz mümkün mü?

Şöyle netleştireyim: AKP, seçim için 2011’de, 2009’da PKK’yi silahla ezeyim, yeni bir Fatih olayım, seçimler kazanıp beş on yıl daha iktidarımı sürdüreyim hesabı yaptı. 2009-2011 arası süreçte Türkiye’de yaşanan aslında bir AKP darbe sürecidir. 2009’da 12 Eylül askeri darbesi kadar etkili bir AKP darbesi oldu. Kimse ondan söz etmiyor. Bu neredeyse unutuluyor. Bunun sonucu 2011-2012’de silah zoruyla PKK’yi imha ve tasfiye ederim umudu, hayali AKP’de yeşerdi. Buna göre saldırdı. Fakat Önder Apo’nun direnişi, gerillanın direnişi, halkın direnişi, zindan direnişi, demokratik siyasetin direnişi, tüm demokratik güçlerin direnişinin toplamı, AKP’nin bu planını bozdu, başarısız kaldı. AKP gördü ki, daha fazla uzatırsa başarılı olamıyor, çatışmalı durumla seçime girecek. Çatışmalar en azından 2014’e kadar şiddetlenecek. Çatışma içinde seçime girerse de seçimi kaybedecek. O zaman yeniden kazanamama, seçimi kaybetme, dolayısıyla iktidardan düşme tehlikesi belirecek. İktidardan düşmeyi istemiyor AKP. İktidardan düşmenin kendisine neler kaybettireceğini iyi biliyor. Seçim kaybetmeyi adeta varlık-yokluk meselesi haline getirmiş durumdadır. Başbakan iktidardan düşmeyi ölme olarak algılıyor. Öyle bir şeyi tartışmaya geldi mi hemen Adnan Menderes’le Turgut Özal’ı örnek veriyor. Böyle bir ruh hali içerisinde. Bu bir siyasal kompleks haline gelmiş. Öyle iktidarını sürdürmek, başkan olmaktan öteye bir de ölüm korkusu var işin içinde. Bu nedenle bu sürece ‘evet’ dediler. Baştan itibaren silahla yapamadık, o zaman ateşkes sağlatalım, karşılıklı ateşkes olsun, böylece sükunet içinde seçime gidebilelim, diye ‘evet’ dedi. 
AKP’nin planı şu: PKK ateşkes ilan etsin, biz de buna karşılık operasyonları durduralım, böylece demokratikleşme oluyor-olmuyor tartışmaları içerisinde de 2014’e, 2015’e gidelim seçimler olsun, kazanayım seçimleri, 2023 hedefini gerçekleştireyim. 

AKP’nin baştan beri planı bu mudur?

Evet, budur. Önder Apo, Newroz’da ateşkesten öte, geri çekilme, silahları demokratik siyasi değişimin önünde tümüyle engel olmaktan çıkarma açıklaması yapınca herkesten çok AKP şaşırdı. O zamanki AKP sözcülerinin gösterdikleri tepkileri hatırlayalım. Kimisi dedi ki nasıl gelmişlerse gitsinler, kimisi dedi ki cehenneme kadar yolları var, nereye kadar gidiyorlarsa gitsinler, yaklaşımıyla tepki gösterdiler. AKP rahatsız oldu. 

Niye rahatsız oldu? 

Çünkü;

- Öyle bir planı yoktu. 

- Geri çekilme olursa bunun AKP’ye bir siyasi bedeli olacaktı. Ateşkesin karşılığı operasyonları durdurmaktı; karşılıklı ateşkesti. AKP bunu kabul etmiş, göze almıştı. Ama geri çekilmenin de bir karşılığı olacaktı. Önderlik Yol Haritası’nda geri çekilmenin karşılığı olarak da Kürt sorununun siyasi çözümünün önünü açacak şekilde Türkiye’yi demokratikleşmeye uğratmak, Türkiye’de siyasi ve hukuki demokratik reformların yapılmasını istiyordu. Bu konuda kamuoyunun da bir duyarlılığı vardı. Önceleri içten-dıştan demokratikleşme adımları atması istendiğinde AKP, bunlara karşı şu cevabı veriyordu; işte gerilla var, çatışma var, bunlar olmazsa hepsini yapacağım ama bunlar var, varlıkları engel oluşturuyor! Önder Apo geri çekilme açıklamasıyla bütün bu itirazları, engel dediği şeyleri ortadan kaldırdı. AKP telaşa düştü. Şimdi bütün kamuoyu, haydi sen de demokratikleşme adımlarını at derse ne yapacak? Onun için geri çekilmeye tepki gösterdiler, ardından basitleştirmeye çalıştılar. Canım çekilip gitmişler zaten, bak izleri bile yok, bu iş bitti, dediler. Biz bu sözleri unutmadık. 

Bu kadar basitleştirmeleri de bahsettiğiniz plansızlık ve sorumluluk telaşının sonucu muydu?

Evet. Geri çekilme aslında çok önemli bir şey değil, bir siyasi değeri yok, dolayısıyla AKP’ye yüklediği bir siyasi sorumluluk yok, demeye getirdiler. Hareketimiz, Yönetimimiz, Önder Apo açıklamalarıyla bütün bunları boşa çıkardı. Bu sefer de o tür yaklaşımlarla süreci yavaşlatamayınca, kendi planlarına göre yürütemeyince bu sefer ağırlaştırma, zamana yayma, her adımı yarım atma, özünü boşaltma, biçimsel olarak işleri yapma gibi bir tarz-yöntem geliştirdiler. 

Şimdi ikinci aşamaya geçmedeki bu ertelemecilik, zamana yayma, ağırdan alma burdan mı kaynaklanıyor?

Çok barizdir, AKP geri çekilmenin karşılığında kendisine bir siyasi sorumluluk yüklensin istemiyor. PKK geri çekilsin ama bu herhangi bir siyasi adıma yol açmasın! İstemi ve yaklaşımı budur. AKP zihniyet olarak da siyaset olarak da demokratikleşmeye karşı. Öyle önünde CHP, MHP engeli filan yok. AKP istese her türlü demokratik değişimi gerçekleştirebilir. Yasal düzeyde de yapabilir, siyaset düzeyinde de yapabilir. 

Bunun için yeterli destek var mı?

Bunun için yeterli iç ve dış destek de var. Öyle yapsa dışarıdan hiç kimse engel koyamaz, içeride Türkiye toplumu  yüzde 80 destek verir. Kürtlerin hepsi destek verir. O nedenle şu bu engelliyor sözleri boş laftır, safsatadır. Bu tür şeyleri kimse ciddiye almamalıdır. AKP’nin önünde hiçbir engel yok. Aslında CHP’nin, MHP’nin tabanı da bunun yapılmasını istiyor. AKP istemiyor, zihniyeti karşı, politikaları karşı. Dolayısıyla geri çekilme, geri çekilme karşılığında demokratikleşme adımları atma AKP’nin isteğiyle olmuyor, AKP’yi zorlayarak yapılan bir iş, AKP’ye rağmen yapılmak istenen bir iş oluyor. Herkes bunu bilmeli. Sanki AKP demokrasi getiriyormuş, AKP demokrasinin öncüsüymüş, demokrasi gücüymüş gibi algılanıyor, yanlış bunlar, gerçekle bir alakası yok. Hiç kimse AKP’den böyle bir beklenti içine girmemeli.

Madem ki AKP böyle güvenilmez, demokratik değil, bunları yapmaz, o halde niye PKK böyle bir sürece girdi, sorusu meşruluğunu korumuyor mu?

Bütün izahatlarımızdan sonra bu şekilde tartışılması muğlaklaştırıcılığı aşmıyor. Bakınız, AKP güçlü değil. AKP zayıf durumda, zor durumda. Öyle sanıldığı gibi 12 Haziran 2012 seçimlerinden güçlü; 2011-2012 savaşından da başarılı çıkmadı. Dolayısıyla iktidarını kaybetme tehlikesi yaşıyor, onun zorluğu içerisinde. Seçimlere gidiliyor, iktidar olmaya mecbur görüyor kendisini. İktidar olması ateşkese bağlı, ateşkes de PKK’nin elinde. O halde o iktidarı için ateşkes istiyorsa, o ateşkese karşılık da bir şeyler vermesi gerekiyor. Bunu da PKK istiyor. Bu da Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesidir. Başka yolu yoktur. Yaparsa seçimleri kazanır. Bu adımları atmazsa seçimlere de ateşkes ortamında gidemez. 

Kürt Özgürlük Hareketi böyle yaklaşarak, bunun olabileceğini düşünerek bu adımları attı. Ama AKP bunu kendine göre istismar edeceğini düşünüyor. AKP’nin çözümü düşünmeyen bir zihniyeti var, ama ciddi bir sıkışıklığı da var. Kürt Özgürlük Hareketi bu durumu hem Türkiye halkı hem de Kürtler açısından olumlu sonuçlara çevirmek istiyor. Siyaset yapmak da budur. 

“Ateşkes olsun, seçim sürecine gideyim ve seçimleri kazanayım” üzerine kurgulanan plan, bozulmuş oldu mu?

Şimdi bu plan biraz bozuldu. Ondan öteye süreç derinleştirilmeye çalışılıyor. Bir ateşkes düzeyinde tutulma değil de geri çekilme, onun karşılığı olarak da Kürt sorununun çözümünün önünü açacak demokratikleşme adımlarını hukuki ve siyasi açıdan attırma noktasına getirildi. Süreç AKP’ye rağmen böyle bir noktaya doğru ilerletildi. Türkiye’nin halkları olarak, tüm demokratik devrimci güçleri olarak süreci bu duruma getirmeye çalışıyoruz. Konferanslar yaptık, elbirliğiyle kararlar aldık. Tüm demokratik güçler de sürecin bu doğrultuya sokulması ve demokratikleşmeyle sonuçlanması konusunda hemfikirler. Bu anlamda AKP’yi zorluyoruz. Bu açıktır. Bir mücadeledir, mücadelemiz bu siyasi zorlama temelinde sürüyor. AKP de demokratikleşme adımları atmamaya karşı direniyor. 

Ama süreci de kopartmıyor…

Çünkü koparsa kendisi kaybedecek. Bu süreç kopar, ateşkes bozulursa bundan en çok kaybedecek güç AKP olacaktır. Artık AKP’nin seçim kazanması, iktidarda olması bir hayal haline gelir. O nedenle ne olursa olsun bu süreci devam ettirmeye, en azından ateşkes konumunu devam ettirmeye çalışıyor, çalışacak; ama ondan öte sürecin geri çekilme ve demokratikleşme yönünde derinleşmesini de engellemeye çalışacak. Bu muğlaklaştırıcı, erteleyici, yüzeysel yaklaşımı bunun içindir. Bunun için bahaneler buluyor, zamanı kaydırıyor, Meclis tatilinden faydalanmaya çalışıyor, geri çekilmenin siyasi değerini azaltmaya çalışıyor. Bunların hepsi şimdilik boşa çıkartıldı. Kuşkusuz kendisine göre yeni şeyler de bulmaya çalışacaktır.

AKP başka bir şey yapamaz mı? 

Bence yapabilir. Yarın yasalarda değişiklik yapıyorum, diye çok yüzeysel, demokratikleşmeyi içermeyen, özünde Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlatmayacak, dahası AKP’nin iktidarını güçlendirecek, iktidarı önündeki bazı yasal engelleri ortadan kaldıracak bir paket getirebilir. Anayasaya böyle yaklaşır, yasal değişikliklere böyle yaklaşır, bununla kamuoyunu aldatmaya çalışır. Böylece “bakın, ben bazı şeyleri getirdim, sözümü tutuyorum, yasalarda değişiklik yapıyorum, anayasada bazı değişiklikler yapıyorum” diyerek üzerindeki “demokratik reformlar yap” biçimindeki siyasi baskıyı azaltmaya çalışacak. Nitekim yapılanlar bu yöndedir. Aynı zamanda 2010 referandumunda yaptığı gibi kendi iktidarını güçlendirecek bazı adımlar atmaya çalışacak. O dönemde aldığı desteği bu defa farklı biçimde alarak bu yönlü yasalar çıkartmaya çalışacak. AKP hep böyle davranacak. Bunu bilmek lazım. 

AKP’nin böyle yapmaktaki çıkarı ne? 

Bu durum AKP’ye seçim kazandıracak! O tamamen kendisini seçim kazanmaya endekslemiş. İkincisi böyle yaparsa demokratikleşme adımlarını atmamış olacak, onun sorumluluğu altına girmemiş olacak. 

Bu politik stratejiye rağmen bazı adımlar attırılabilir mi?

İktidarını 12 Eylül yasalarıyla sürdürmeye çalışan AKP demokratikleşmeden yana değil. Başbakan resmen barajı düşürmeyeceğini açıkladı. Yani seçim barajını düşürmeyi bile reddediyor. Yaptığı şeyler Ergenekoncu iktidarı AKP iktidarına dönüştürmek. AKP’nin çıkarına olan bu, zihniyeti bu, politik stratejisi böyle. Ben, bu konuda AKP’nin değişeceğine inanmıyorum. İdeolojik, stratejik duruş bu, teorisi böyle. Değişmez ama politik olarak esneyebilir, buna rağmen zorda olduğunda AKP’ye demokratikleşme yönünde bazı adımlar attırılabilir. Çünkü çok pragmatisttir, çok fazla ilkeli değil. Kendi iktidarı için her şeyi yapmaya açıktır. Dolayısıyla iktidarına hizmet ettirildiği ölçüde demokratikleşme adımları da atabilir, kararlar da alabilir. Zayıf iktidarlar, iktidar düşkünleri zayıfladığı zaman böyle davranabilirler. Buna mecbur kalabilirler. AKP’de de benzer bir durum var. 

Demokratik güçler nasıl müdahil olabilir, ne yapabilir?

Demokratik güçler doğru durur, iyi mücadele ederlerse AKP’ye bu tür adımlar attırabilirler. Sürecin özelliği bu. Aslında yapılması gereken de bu. Bu anlamda görev demokratik güçlere, halklara, kadınlara, gençlere, emekçilere düşüyor. Bu kesimler sanki seyirci gibi durup PKK ile AKP ne yapacak görelim, derlerse bu yanlıştır. AKP-PKK kavgası süreci değil. Süreci belirleyecek sadece AKP-PKK değil. Biz bu yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Açık belirtelim. Herkes dikkat etmeli. PKK herkesin katılımının önünü açtı, öyle bir süreç geliştirdi. Gezi Parkı direnişi de bu sürecin sonucudur. Dolayısıyla herkes de üzerine düşeni görür, görev ve sorumluluğunun bilincine varır, onları yerine getirmek için çaba harcar, bunu birlik içinde yaparlarsa süreç başarıya gider, demokratikleşme olur, yapmazlarsa olmaz. Demokrasi ne AKP’nin işidir ne sadece PKK’nin işi olabilir. Demokrasi herkes için gereklidir. Dolayısıyla da demokrasiyi herkesin ortak çabası sağlar. Birlikte katılımı, mücadelesi sağlar. Eğer öyle bir katılım olmazsa herhangi bir demokratikleşme gelişmez. Ondan sonra da birileri kalkıp AKP’yi ya da PKK’yi eleştirmeye ya da suçlamaya kalkmamalı. 

Süreç başarıya gitmezse PKK’yi eleştirecek ve suçlayacaklar olacaktır…

Yanlış yaparlar. Şimdiden öyle yaparız diye pusuya yatmış olanlar varsa görülüyorlar, açıktadırlar, pusuda değiller. Yanlış yapıyorlar. O tür sözlerin, eleştirilerin hiçbir etkisi olmayacak, PKK’ye hiçbir zararı olmayacak. Çünkü gerçekçi değil. PKK, ben yapacağım, demiyor. Herkesin iş yapması için ön açmış, davet ediyor, imkanlar sunuyor. Herkes bu çağrıya icabet edip sürece katıldığı ve olumlu rol oynadığı ölçüde yarın konuşma hakkına sahip olacak. Zaten el birliğiyle katılınırsa başarı elde edilecek, başarıya ortak olunacak. Öyle olmazsa başarısız kalınacak, başarısızlıkta ortak olunacaktır. Birilerinin başarısız kalacak da arkasından birileri bundan başarıyla çıkacak değildir. Süreç bu anlamda ‘kazan kazan süreci’ ya da ‘kaybet kaybet süreci’dir. 

Türk Hükümeti’nin 45 günlük tavrı, açıklamaları ve suçlamalarını, sizin cevaplarınızla birleştirerek soruyorum: Türk tarafınin çözüm sürecini bitirmesi olarak görülebilir mi?
Hayır, bitirme değildir. Ben bir kere daha vurgulamak istiyorum, AKP bu süreci bitirmez, bitirmeyecek, bitirmemek için her türlü maharetini gösterecek. Bunu herkes bilmeli. Sürecin bitişi AKP’nin bitişi olacak. Bu sürecin bitişinden en fazla AKP zarar görecek. Sadece AKP mi, değil, başkaları da zarar görecek, biz de göreceğiz, halk da görecek, herkes de görecek. Öyle basit bir süreç değil. Bu olmaz, başka bir süreç gelişir. Bizim içimizde de böyle bazı yaklaşımlar gelişiyor.

Nasıl ifade ediyorlar, yanıtınız ne oluyor?

Hele bu süreç olmazsa sonraki süreç ne olacak, siz onu söyleyin, ona bakalım, biz bu durumda iyi şey yaparız, diyorlar. Öyle düşünen kimi arkadaşlarımız da var. Biz bunu şiddetle eleştiriyoruz. Bundan sonrası tufan da olabilir, her türlü felaket de gelebilir. Bugünü görüp anlayıp gerektirdiği görev ve sorumlulukları yerine getirmek yerine, canım bu zaten geçiyor, ben gelecekte iş yaparım demek çok yanlış bir tutum, laubali bir yaklaşım, gayriciddi bir duruştur. Öyle bir duruşun, o söz ve davranışın hiçbir anlamı, değeri olamaz. Bunu herkes bilmeli. O bakımdan da bu sürecin çok basit, yüzeysel, hemen değişebilir bir süreç gibi görülmesi baştan bir defa süreci yanlış anlamayı ifade ediyor. 
Önder Apo “mutlak başarı, kazanılacak süreç” olarak tanımladı. Başarıdan başka bir şeyi kaldırmayan, kabul etmeyen bir süreç. Niye? Çünkü “başarısız olursa ben yokum” dedi. 

Öcalan’ın yokum demesi ne demektir? 

Önder Apo yoksa o zaman bir Kürt-Türk barışı artık ebediyen olmayacaktır, demektir. Herkes ayağını denk atmalı, aklını başına almalıdır. Bu sürecin başarısızlığı demek barışın artık olmayacağı demektir. Demokrasinin artık Kürt-Türk birliği, kardeşliği temelinde olmayacağı demektir. Bunun sonucu da nasıl bir savaşa yol açar, ne tür bölünmeler getirir, nasıl kavgalar ortaya çıkartır, süreç gösterir. Hiç kimse bunun üzerinde politika yapmaya kalkmamalı. Bu sürecin başarısızlığından sonraki durumun daha iyi olacağını sanmamalı. Bunları düşünmek, söylemek bile anlamsızdır, anormaldir. O bakımdan gelecekte ne olacak değil de, bu sürecin anlamı ne, tanımı ne, gerçekliği ne onu anlamak, mutlak başarı gerektiren bir süreç olduğunu iyi görmek, dolayısıyla başarıya kilitlenmek, başarı için üzerine düşeni yapmak; doğru, insani, demokratik, yurtsever tutumdur. 

Bir ayda şu kadar eylem yapıldı, çekilmiyor çoğalıyorlar gibi size dönük suçlamalar doğru değil midir? 

Doğru değildir. Bu işlerin en çok bileni, en fazla sorumlularından birisiyim. Ben birinci dereceden bilgiye sahip olan kurumlar içerisindeyim. Öyle ezbere konuşmuyorum, gerekirse bilançolar veririm. Dolayısıyla o tür şeyler söyleyenler doğru söylemiyorlar. Tekraren açık söylüyorum: Gerillanın ateşkes, geri çekilmede kusuru yoktur. Atılması gereken adımları zamanından erken atıyoruz. Gerillanın bilmem ne kadar eylem yaptığı doğru değildir. Evet, Lice katliamına karşı misilleme yaptı. Misilleme hakkımız vardır.

Bunu aleni ilan etmişiz. Yaptığımızın misilleme olduğunu söyledik. Yerinde yaptık, başka yerde de değil. Onun dışında gerillanın bir askeri eylemi yok. Karakol yapımlarına dönük halkın tepkileri var. Biz zaten karakol yapımını kabul etmiyoruz, edemeyiz. Oraya buraya askeri amaçla baraj yapılsın, şu olsun bu olsuna tahammül edecek değiller. Aslında tepki az bile kaldı. Dolayısıyla bunlar öyle sürece karşı eylemler filan değil, haklı yerel tepkilerdi. 

Halka karşı katliamın yapıldığı her yerde gerilla anında misliyle misilleme yapacak, herkes bunu bilsin. Bu halk sahipsiz değildir. Biz çocuk değiliz, hiç kimse AKP’nin kölesi filan da değil. O bakımdan da herkes üzerine düşeni yapmalı. Öyle Kürt katledilecek, hiç buna ses çıkarılmayacak, Kürt sahipsizdir sanılmamalıdır. Böyle sananlar yanılıyorlar. Sürece sahip çıkmak AKP’ye ve yaptıklarına kuzu gibi sessiz kalmak değildir. Sürecin gereği de bizim davrandığımız gibi yapmaktır. 

Onun için o eylem bilançosu da doğru değil, katılım bilançosu da doğru değil. Bilmem Cizre’de bir asayiş kurulmuş deniyor. Gerçekten de öküz altında buzağı aramaktır. Bazı gençler Rojava’ya bakmışlar, kendilerine göre bir şeyler geliştiriyorlar, çok eğreti, yerel, çocukça hareketler. Taklit ediyor, bu tür şeyler yapıyorlar. Bunlar olabilir. Şimdi bunu kalkıp da büyük bir mesela haline getirmek gerçekten de maksatlı. 

Cizre’de gençlerin asayiş kurması karşısında duyarlı olup tepki gösterenlere “Kürtleri kim savunacak?” diye sormak gerekmez mi?

Bu haklı ve meşru soruları çoğaltabiliriz. Kürtler kendilerini nasıl savunacaklar? AKP’nin ordusu, polisi, MİT’i, iti saldırırken Kürt’ü kim koruyacak? Kürt kendini savunmayacak mı? Niye Kürt’ün savunulması hiç düşünülmüyor? Köle midir bu kadar? Bu kadar olmaz. 

Ne olacak?

Süreç ilerlerse Kürtlerin asayişleri de, polisleri de, savunma kuvvetleri de olacak. Eskiden de vardı, Kürt birlikleri vardı Osmanlı içerisinde. Kürt beyliklerinin kendilerini savunan orduları, polisleri, iç düzenleri vardı. Bunlar çok doğal. Kürt’ün de meşru savunma gücü ve polisi olur. Ordu olmak Kürt’ün de hakkıdır, polis olmak Kürt’ün de hakkıdır. Bunlar sadece Türk’ün hakkı değildir. Bu kadar tekçi, Türkçü olmaz, bu zihniyetle hiçbir yere gidilmez. İlle de Kürt’ün tepesinde olacağım demek ne anlama gelir? Bu zihniyet sahipleri kendi zihniyetlerinin ne kadar faşist, tekçi, şoven, despotik, katliamcı olduğunu görsünler! 

Sürecin ilerleyebilmesi ve toplumdaki kuşkuların giderilmesi için acil hangi adımların atılması gerekir?

Biz anayasada Kürt inkarının aşılması ve Önder Apo’nun koşullarının değiştirilmesini bu sürecin yürümesi için şart olarak görüyoruz. Bunu açıkça ifade de ettik ilgili çevrelere. Yazılı, sözlü ilettik. Burada alenen söyleyebilirim; bize dendi ki, ikinci aşamanın başında bunlar gündeme gelecek, o zaman yapılacak. Anayasa Kürt inkarını aşacak, Kürt’ü kabul edecek şekilde hazırlanacak. Önder Apo’nun durumu değiştirilecek, sağlık, güvenlik ve özgür çalışma sorunları çözülecek. Bir sağlık ekibi her zaman kontrol edebilecek, özgür çalışabilmek için koşullar uygun olacak, bir ekiple çalışacak. 

Bazı çalışmalar yapıldığı söyleniyor, ama henüz kamuoyuna yansımış bir şey yok. Eğer kısa sürede yansımazsa tam bir umutsuzluk, güvensizlik toplumda ortaya çıkabilir. Bu da sürecin gidişatını tehlikeye itebilir. Bu konuda AKP de, BDP de dikkatli olmalı. Olmazlarsa, zamanında gerekli adımı atmazlarsa artık süreci yürütür konumdan düşebilirler. Kimse çok fazla kendilerini beklemeyebilir, itibar etmeyebilir, umutsuzluk ve güvensizlik ortaya çıkar. Bunu kıramayıp aşamayabilirler. Bu da tehlike yaratır. Durumun daha fazla ciddiye alınması ve gerekenin yapılması için ben bunu net bir biçimde ifade etmek istiyorum. 

Öcalan, “Ekim ortasına kadar bu iş bitmeli” diyor… 

Tabii ki Ekim ortasına kadar gerçekten bir demokratik reform gerçekleşir, Türkiye’de demokratik devrim olursa çok güzel, çok iyi, başımız gözümüz üstüne. Biz böyle bir demokratikleşme sürecine en aktif katılır, en ağır yükünü taşırız. Hazırız böyle bir duruma. Ama bu olmazsa hiç kimse PKK’yi/Kürtleri alternatifsiz sanmasın. Bu tür olasılığa da hazır olmadığımızı sanmasın. Dolayısıyla her şey tersine dönebilir. Tehlikeli gelişmeler olabilir. Ben kimseyi tehdit etmek ya da uyarmak istemiyorum, öyle bir durumda değilim ama gerçeklerin zamanında, doğru bilinmesi gerektiğini de düşünüyorum. 

Ekim ortasına kadar bu yaz ve güz başını Önder Apo’nun koşullarının değiştiği, Türkiye’nin hukuki açıdan köklü bir demokratik reform yaşadığı bir süreç olması gerekiyor. Bunun için ne gerekiyorsa o yapılmalı, kime ne görev düşüyorsa onlar yapmalıdır. Meclis az tatil yapmalı. Komisyonlar çalışmalı. 

Sadece Anayasa Komisyonu mu? 

Hayır! Önder Apo buna da tedbirler önermiş. Sekiz boyutta komisyon örgütlenmesini ve o komisyonların çalışarak Türkiye’de köklü demokratik dönüşümü sağlatacak yasal düzenlemelerin hazır hale getirilmesini öneriyor. Komisyonlar çalışsın, hazır hale getirsin Meclis çalışır hale geldiğinde bir hafta içinde hepsini kanun haline getirsin, görüşsün ve kabul etsin. Bu da mümkün. Veya üç ay değil de bir ay tatil yapsın. Çünkü olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bu bakımdan bir formül mutlaka bulunmalı. 

Biz bu çalışmaları yapacak her adıma destek veriyoruz. 

Açıkça söylüyorum, AKP ile BDP sağı-solu engel görmeye, göstermeye çalışmasınlar. Demokratik siyasetin sahibi biz olacağız diyorlarsa o halde engel kalkmıştır, bunun karşılığı demokratik dönüşümü sağlayacak çalışmalar yapmaktır. O da kendi görevleri. Kendi görevlerine sahip çıkar, yaparlarsa tabii ki sürecin yürütücüsü haline gelirler, öncüsü haline gelirler, doğru yapmış olurlar. Yapmazlarsa da süreci bitiren, dolayısıyla tarihi sorumluluğu taşıyan kendileri olur.