Kalkan: Büyük savaşıp kazanacağız-XIII

23. yılında komploya, işgale, tecride, AKP-MHP faşizmine karşı topyekun bir direniş yürüteceklerini belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Hareket ve halk olarak kesin kararlıyız; büyük savaşacağız ve mutlaka kazanacağız!” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, uluslararası komplonun ve onun dayandığı sömürgeci-soykırımcı sistemin kesin yenilgiye uğratılabilmesi için temel üç şartın zorunlu olduğunu söyledi: “Kürt toplumunun doğru, yeterli ve derin bir yurtseverlik bilincine sahip olması, toplumun tüm kesimlerinin böyle bir bilinç temelinde eğitilmesidir. İkinci olarak gerçekten de Kürt ulusal demokratik birliğini sağlamaktır. Bu ikisini tamamlayacak olan da sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı her türlü yöntemle ama durmadan, yorulmadan, kesintiye uğratmadan; yüksek bir cesaret ve fedakârlıkla mücadele etmek, direnmek ve savaşmaktır.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, sorularımızı yanıtladı.

9 Ekim’de başlatılan komplo ile AKP’nin iktidara getirilmesi arasında nasıl bir bağ var?

ABD’nin komploda birçok devlet, örgüt ve kişiyi kullandığı da açık bir gerçektir. Bu Ortadoğu’da olduğu gibi Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da da böyle olmuştur. İhtiyaç duyduğu birçok devleti ve şahsiyeti uluslararası komployu başarıya götürebilmek için kullanmıştır.

Örneğin Hüsnü Mübarek kişiliğini, Hafız Esad yönetimini etkilemesi ve Suriye’den çıkartılmasına ikna etmesi için kullanmıştır. Yine dönemin Rusya yönetimiyle çeşitli anlaşma ve ittifaklar yapılmıştır. ‘Mavi Akım Projesi’ daha o zamandan gündeme gelmiştir. İtalya muhalefetini, Alman-Fransız yönetimlerini kullanmıştır. Bu kullanma durumu Yunanistan’dan Kenya’ya kadar uzanmıştır. AB, komplonun bir parçası olmuştur. Kuşkusuz uluslararası komployu pratikleştirmede komployu kararlaştırıp yürüten güç olan ABD’nin en çok kullandığı güçlerin başında TC devleti ve onu yöneten hükümetler gelmiştir. Zaten ABD yönetimi onların sorununu çözdüğünü söyleyerek TC devletini ve hükümetlerini bu doğrultuda istediği gibi kullanabilmiştir. Yine dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’i, Genelkurmayı, komployu yürüten Mesut Yılmaz ve Ecevit hükümetlerini kullanmış, daha sonra da 15 Şubat komplosu temelinde gardiyan olarak rol biçip pratik yaptırmıştır.

ABD’nin planladığı uluslararası komplo temelinde TC devleti ve onun hükümetleri bu komplo planının birer uzantısı ve aracı haline gelmişlerdir. 15 Şubat komplosuyla birlikte tamamen ABD’nin planlayıp yürüttüğü uluslararası komplonun bir parçası, temel bir uygulayıcısı durumuna getirilmişlerdir. Ondan sonraki süreçte Türkiye’deki siyasi gelişmeleri, yönetim değişikliklerini tamamen uluslararası komplo gerçeği belirlemiştir. Yönetim değişiklikleri uluslararası komployu başarıyla uygulayıp uygulamama durumuna göre şekillenmiştir.

Nitekim 15 Şubat komplosunu gerçekleştirdiği için 18 Nisan 1999’da yapılan seçimlerde Bülent Ecevit ve partisi DSP birinci parti olarak yeniden hükümete gelmiş ve yeniden koalisyon hükümeti kurmuştur. Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyon hükümeti ABD tarafından uluslararası komployu uygulamak, İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde yürüterek başarıya ulaştırmakla görevli kılınmıştır. Ancak Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinin bütün çabalarına rağmen Önder Apo’nun İmralı işkence sistemi içerisindeki çalışması engellenemeyince ve sonuçta PKK’nin parçalanması ve tasfiyesi gerçekleştirilemeyince, tersine ‘Önder Apo’nun geliştirdiği Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa’ adlı savunma etrafında PKK’nin kendini yeniden geliştirmesi, Kürt halkının PKK etrafında Önderliğe sahip çıkması en ileri düzeyde gerçekleşince, Ecevit hükümeti komplo saldırısını yürütmede başarısız olmuş, dolayısıyla komplocu güçler tarafından 2002’de Ecevit’in partisi parçalanarak, yine Devlet Bahçeli’nin hükümetten çekilme tehdidi gündeme getirilerek Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümeti düşürülmüştür.

Sosyal demokrat, milliyetçi ve liberal koalisyon, İmralı mücadelesinde başarısız kalınca Türkiye’de mücadeleye girmeyen tek eğilim olarak Tayyip Erdoğan öncülüğündeki AKP’nin dinci-milliyetçi eğilimi kalmıştır. Komployu yürüten güçler, Ecevit hükümetini düşürerek 3 Kasım 2002 seçiminde dinci AKP’nin tek başına iktidara gelmesini ve uluslararası komployu başarıya götürme mücadelesini yürütmek üzere görev almasını sağlamışlardır.

Aslında AKP ilk kongresini daha yapmadan seçim kazanıp iktidar olmuştur. Normal, seçim kazanmış bir parti değildir. ABD ve küresel sermaye tarafından uluslararası komployu yürütmek ve başarıya götürmek üzere görevlendirilmiş bir yönetim ve güçtür. Küresel sermaye sistemi, ABD öncülüğü o dönemin koşullarında uluslararası komployu yürütüp başarıya götürebilmesi için Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına ‘yürüyün’ demiş, onlar da bu emir üzerine yürümüşlerdir. İşin esası budur. Gerçekte olan böyledir. Dolayısıyla ne AKP normal bir parti ne Tayyip Erdoğan kendi başına hareket eden bir kişilik, ne de AKP hükümeti seçim kazanmış bir yönetimdir. Bütün bunların hepsi uluslararası komplo koşullarında komplocu güçlerin desteğiyle ve görev vermesiyle gelişmiş, ortaya çıkmış birer gerçekliktir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan kişiliğini de AKP’yi de onun 18 yıllık yönetimini de doğru anlamak gerekiyor. Her ne kadar daha sonraki süreçte ABD benzeri güçlerle kısmi bazı çelişkileri gündeme geliyor olsa da bu durum söz konusu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır.

Yanlış anlamamak gerekiyor. Hala da AKP’yi ayakta tutan güç, Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutan güç, ABD ve küresel sermaye sistemidir. Dikkat edelim bir dönem Fetullahçı Hareketi koltuk değneği yaparak ayakta tutmuştur, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarafından daha çok yıkılıp zorlanma tehlikesiyle gündeme gelince bu sefer Devlet Bahçeli öncülündeki MHP’yi koltuk değneği yaparak AKP-MHP ittifakını oluşturarak ayakta kalmasını sağlamıştır. AKP-MHP ittifakı öyle Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin marifetleriyle ortaya çıkan bir ittifak değildir. Tamamen uluslararası komployu yürüten güçlerin, yani Kürt sorununu, Kürt soykırımını zihniyet ve siyaset olarak yürüten güçlerin ortaya çıkardığı bir ilişki ve ittifaktır. O güçler istemişler Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli de buna uymak ve bunun gereklerine göre pratikte hareket etmek zorunda kalmışlardır. Şimdi Türkiye’de var olan yönetim gerçeğini de böyle anlamak gerekir.

22 yıldır devam eden komplonun TC’ye ve Türkiye halklarına faturası ne oldu, bölgeye nasıl yansıdı?

Bilindiği gibi Kürdistan Özgürlük Hareketi, 1970’li yıllarda Önderliksel Doğuşu gerçekleştirdi ve partileşme sürecini yaşadı. PKK gibi bir parti de böyle bir mücadele öncülüğünde somutlaştı. 1980’li yıllarda gerillalaştı, 1984 Atılımı temelinde başta Botan olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın tüm bölgelerinde faşist TC ordusuna öldürücü, ağır darbeler vuran, etkili bir gerilla hareketi gelişti. 1990’lı yıllarda ise demokratik uluslaşma süreci gelişim gösterdi. Nusaybin ve Cizre serhildanları temelinde başlayan halk direniş hareketi, sömürgeci ve soykırımcı sistemden kopmayı, her türlü teslimiyetçi ve boyun eğmeci ruh halini ve anlayışı kırmayı özgür bir toplum haline gelmeyi başlattı. Buna ‘ulusal diriliş devrimi’ diyoruz. Kısaca ulusal diriliş devrimi dediğimiz yeni bir özgür ve demokratik toplum olma süreci gelişti.

Bu durum, Mart 1993’te Önder Apo ile Celal Talabani’nin ilk ateşkesi ilan etmesiyle de şunu ortaya koydu: Artık Kürt sorunu açığa çıkartılmıştır. Üzerindeki bütün maskeler indirilmiştir. Sorun tüm boyutlarıyla netleştirilmiştir ve demokratik çözüm süreci gelişmiştir. Artık Kürt sorununun demokratik çözümü için yeterli veriler her bakımdan oluşmuştur. Gerisi buna uygun bir demokratik zihniyet ve siyasetin geliştirilme sorunudur. Bu temelde çözüm adımlarının atılmasını içerir, ifade eder. Bu da Kürdistan’da özgürlüğün, demokratik öz yönetimin gelişmesi demektir. Kuşkusuz Kürdistan’da özgür yaşamın gelişmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi tüm Ortadoğu’ya demokratik devrim sürecinin yayılması demektir. Çünkü özgür Kürdistan eşittir demokratik Türkiye ve demokratik Ortadoğu anlamına gelmektedir.

Kısaca uluslararası komploya götürülen süreç faşist-sömürgeci güçler tarafından böyle bir hâkimiyet kurularak geliştirilmeseydi, onun yerine Turgut Özal ve benzerlerinin öncülüğünü yaptığı demokratik çözüm eğilimi zihniyet ve siyaset düzeyinde gelişme gösterip etkinlik kazanabilseydi Türkiye’nin, Kürdistan’ın, Ortadoğu’nun gelişimi çok farklı olacaktı. Kürt sorununun demokratik-siyasi çözümü temelinde Kürdistan’ın özgürlüğü gelişecek, Türkiye tüm boyutlarıyla demokratikleşecek, Ortadoğu’da demokratikleşme ve demokratik birlik süreçleri gelişecekti. Yeni ve demokratik bir Ortadoğu ortaya çıkacaktı. Bu kesindi. PKK öncülüğündeki özgürlük mücadelesinin 1990 başından itibaren içine girdiği süreç bunu ifade ediyordu. Sürecin doğal, demokratik, siyasi gelişimi de ancak bu temelde olabilirdi. İşte buna uluslararası komplo dayatıldı.

9 Ekim 1998 uluslararası komplo saldırısı böyle bir demokratik çözüm sürecine faşist-sömürgeci-soykırımcı müdahale anlamına geldi. Kürt sorunun demokratik çözüm imkânlarını ortadan kaldırdı ve Kürdistan’a uluslararası komployu dayattı. Yani zorla Kürt toplumunu soykırıma uğratma zihniyet ve siyaseti dayatıldı. Bunun karşılığı Kürdistan’da faşist diktatörlüğün giderek daha çok derinleşmesi, somutlaşması oldu, Türkiye’ye bu temelde yansıdı. Faşist-soykırımcı özel savaş zihniyet ve siyaseti böyle bir komplo dayatması temelinde Türkiye’de daha çok sistemleşti, kökleşti.

Ortadoğu’ya dayatılan ise yeni bir kapitalist-emperyalist müdahale oldu. Daha doğrusu Körfez savaşıyla 1990 başından itibaren başlatılan yeni kapitalist modernite müdahalesi Ortadoğu’da daha çok derinlik ve yaygınlık kazandı. Afganistan ve Irak savaşlarıyla küresel kapitalist modernite sistemi Ortadoğu’yu daha sıkı denetim ve egemenlik altına aldı. Ardından ‘Arap Baharı’ denen süreç bahane edilerek ve özünden boşaltılıp amacından saptırılıp tersyüz edilerek Ortadoğu’yu daha çok bölüp parçalayacak, daha çok çelişki ve çatışma içine sokacak, dolayısıyla daha derinden sömürülmesine fırsat ve imkân verecek bir süreç geliştirildi. İşte komplonun Türkiye’ye, Kürdistan’a, Ortadoğu’ya yansımaları ya da buralarda yol açtığı sonuçlar bunlar oldu.

Aslında büyük bir özgürleşme ve demokratikleşme sürecinin önü kapatıldı. İnsanlığı özgürlüğe götürecek demokratik Ortadoğu devriminin önü tıkatıldı. Kürdistan’ın özgürlüğü yerine daha vahşi, ağır saldırılarla süren bir soykırım dayatması Kürdistan’da geliştirildi ki bunun Türkiye’ye yansıması 12 Eylül faşist rejiminin daha da sistemleşmesi, Ortadoğu’ya yansıması ise Ortadoğu’nun daha çok bölünüp parçalanarak yabancı egemenliklerin, küresel kapitalist sistemin daha ağır sömürüsü altına alınması oldu. Bu gerçeği iyi görmemiz gerekiyor.

Aslında insan şunu ifade edebilir: I. Dünya Savaşı’nda Türk-İslam sentezci, Turancı, Kızıl Elmacı, İttihat ve Terakki çizgisinin bir başka versiyonu olan Kemalist sistemle Kürt soykırımı devam ettirilmişti. Bu çizgi 12 Eylül 1980 darbesinde yeniden hâkim hale getirildi. Daha doğrusu Kemalist gelişmelerle İttihatçı çizgi 12 Eylül faşist-askeri rejimi tarafından uzlaştırılmaya çalışıldı. Uluslararası komplo böyle bir zihniyet ve siyasetin küresel düzeyde planlı ve örgütlü saldırısıydı. Kürdistan Özgürlük Önderliğini ve Özgürlük Hareketi’ni imha ve tasfiye etmeyi ve bu temelde Kürt soykırımı sonuca götürmeyi hedefleyen bir imha ve tasfiye saldırısıydı. İnsanlık suçu sayılan bir jenosit hareketiydi. Bu saldırı altında Kürtler tarihlerinin en ağır, baskı, zulüm, katliam ve yok oluşunu yaşadılar. Kendilerine dayatılan buydu.

Kuşkusuz buna karşı büyük bir direniş, mücadele de oldu ve o mücadele söz konusu faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırının ağır tahribatlar yaratmasının önünü aldı. Ama Kürler tarihin en ağır baskı, zulüm ve vahşi saldırı dönemini yaşadı.

Türkiye toplumu da bunun faturasını ağır faşist diktatörlük altında yaşayarak ödedi. TC devleti, devlet olmaktan çıktı. Aslında bir çete yönetimi haline geldi. Bütün sistemi altüst oldu. Fakat ağır bilançoyu, Türkiye toplumu, halkları yaşadı.

Şimdi 22 yılda yaşananların incelenmesi, araştırılması yapılmalı. Aslında bilançosu ortaya çıkartılmalıdır. Bu 22 yılda uluslararası komplo saldırısı Türkiye’de nelere mal oldu? Ne kadar bütçesini götürdü ne kadar insan kaybı yaşandı ne kadar ırkçı-şoven-milliyetçi zihniyet gelişti? Belli bir demokrasi arayışı içerisinde olan Türkiye toplumu nasıl bu arayışlarında geri duruma düşen, hatta neredeyse umutlarını bile kaybedecek duruma düşer hale getirildi. Şimdi bunların hepsinin araştırılması gerekiyor. Görülecek ki fatura çok ağır olmuştur. Türkiye halklarına ve Ortadoğu toplumuna uluslararası komplo çok ağır bir fatura yaşatmıştır.

Kuşkusuz Kürtler daha ağırını yaşadılar. Bu açık bir gerçek, onu söylemeye bile gerek yok. Fakat şunu bilmek lazım; 22 yıllık uluslararası komplonun ağır faturası sadece Kürtlere olmadı. Kürtler tarihlerinin en ağır baskı, zulüm ve katliam dönemini yaşadı. Her türlü hakarete uğradılar. Cenazeleri parçalandı, sürüklendi, mezarları tahrip edildi. Dillerine, kimliklerine saldırıldı. On binlercesi zindanlara dolduruldu. On binlerce şehit verdiler. Ağır bir baskı, zulüm altında yaşadılar. Bunlar birer gerçek fakat 22 yıllık uluslararası komplo saldırısının ağır baskı, sömürü ve zulmü sadece Kürtlerle sınırlı kalmadı. Yani faturayı sadece Kürtler ödemediler, Türkiye halkları da Ortadoğu halkları da bu faturayı ağır bir biçimde ödedi.

Düşünelim; 22 yıl önce, hatta 27, 28 yıl önce Kürt sorununun çözümü tamamen gündeme getirilmişti. Demokratik siyasi çözümün önü açılmıştı. Eğer böyle bir çözüm gerçekleşseydi, Kürdistan özgür, Türkiye demokratik, Ortadoğu’da demokratik devrimlerin geliştiği bir süreç yaşansaydı ne Kürtler ne Türkiye halkları ne de Ortadoğu toplumları söz konusu faturayı ödeyecekti. Bu kadar ağır baskı, zulüm, sömürü, katliam düzenini yaşamayacaklardı. Tam tersine tarihine yakışır bir biçimde Ortadoğu’da insanlık, özgür yaşam, demokrasi, halkların kardeşliği gelişecekti, demokratik birlik gelişip pekişecekti. Ortadoğu kutsal kitapların yazdığı, peygamberlerin ifade ettiği gerçek bir yaşam cenneti haline gelecekti. Bu bir gerçekti. Ortadoğu’da bunun zemini ve potansiyeli vardı, böyle bir yaşam kesinlikle ortaya çıkartılabilirdi. İşte bütün bunları uluslararası komplo önledi. Uluslararası komploya dayalı olarak küresel kapitalist modernite sisteminin Ortadoğu’da geliştirdiği III. Dünya Savaşı, Ortadoğu’ya dayattığı yeni müdahale önledi, sadece söz konusu gelişmeleri önlemedi, bir de tersinden Kürt halkının, Türkiye halklarının, Ortadoğu toplumlarının tarihlerinin en ağır baskı, sömürü ve zulüm dönemlerinden birini yaşamalarına yol açtı.

9 Ekim 2019’da Rojava’ya dönük geliştirilen saldırıda Gerê Spî ve Serêkaniyê, TC tarafından işgal edildi. Bu saldırının da 1. yıl dönümündeyiz. Yine 10 Ekim Ankara-Gar Katliamı’nın 5. yıl dönümüdür. Bu ve benzeri saldırıların komplo içindeki yeri nedir?

Ben öncelikle 9 Ekim 2019 Girê Spî ve Serêkaniyê işgalini lanetliyor, direnişin kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Yine 10 Ekim 2015’te gerçekleşen Ankara-Gar Katliamı şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, katliamcıları insanlık adına lanetliyorum. Her iki olayın uluslararası komployla bağlantısı ya da komplo içindeki yeriyle ilgili şunu ifade edebilirim:

Bunların hepsi ‘Çöktürme Eylem Planı’ denen TC devletinin ABD ve diğer kapitalist modernite güçlerinden de onay alarak oluşturduğu yeni soykırım planının birer parçası, uygulanması olarak geliştirildi. Bunu kesinlikle böyle ifade edebiliriz.

Uluslararası komplonun Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin 1990’lı yıllarda aldığı saldırı biçimi olduğunu ifade etmiştik. Kürt soykırımını komplocu bir saldırı temelinde ve uluslararası düzeyde yürütmeyi ifade ediyordu. Dolayısıyla Kürt soykırımının bir parçasıydı, Kürt soykırımını yürüten İttihat-Terakki’den beri gelip 12 Eylül faşist-askeri rejimiyle somutlaşarak son biçimini AKP-MHP faşist diktatörlüğünde alan Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin yeni bir saldırı biçimiydi. İşte Çöktürme Eylem Planı da uluslararası komplo temelinde yürütülen saldırılar bir bir boşa çıkartıldıktan sonra, artık komplonun tümden yenilgiye uğradığı bir anda söz konusu yenilgiyi önlemek, uluslararası komployu yeniden canlandırıp Kürt soykırım amaçlarını başarıya götürmek için ortaya çıkartılan yeni bir planlama oldu.

Dikkat edelim; 9 Ekim 1998’de başlatılan komplo, en başta Önder Apo’yu komplocu bir yöntemle, kim vurduya getirerek 9 Ekim günü imha etmeyi öngörüyordu. Temel hedefi buydu. Önder Apo, 9 Ekim günü bunu bozdu, boşa çıkarttı. Ondan sonra dört aya yakın süren küresel saldırının hepsini boşa çıkartarak imhayı önledi. Komplocu imha boşa çıkartılınca 15 Şubat 1999 komplosunu gerçekleştirmeye karar verdiler. Vurularak imha etmek yerine İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde idam ve imha etmeyi öngördüler. 15 Şubat 1999 saldırısının idam amaçlarını komploya karşı aydınlatıcı duruşu hem devlet hem toplum nezdinde ikna edici çabalarıyla Önderlik önledi, onu da boşa çıkardı. Onun üzerine Ocak 2000’den itibaren İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde ideolojik-siyasi imhayı gerçekleştirmeyi öngördüler. Tam bir işkence ve tecrit sistemi içerisine alıp Önderliği düşünemez, araştıramaz, iş yapamaz hale getirmeye, böylece PKK’yi de Önderlik düşüncelerinden yoksun kılarak kendini yenileyemez, parçalanıp dağılır ve tasfiye olur bir duruma düşürmeyi hedeflediler.

Önder Apo nasıl ki mahkemedeki, yine idam cezası karşısındaki aydınlatıcı, komplonun gerçek amaçlarını ortaya koyucu büyük çabasıyla idamı önlediyse, hiç kimsenin beklemediği bir tarzda İmralı işkence ortamını da araştırma, inceleme ve düşünce üretme ortamı haline getirdi. Adeta bir akademiye dönüştürdü. İlk büyük savunması olarak ‘Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa’ isimli 2 ciltlik savunmasını hazırlayarak kendisini yargılamak isteyen iktidarcı ve devletçi uygarlığı yargılayıp mahkûm etti. Ecevit başkanlığındaki hükümetin Avrupa Birliği ilişkileri temelinde Kürt sorunun bireysel haklar ile çözüm planını boşa çıkardı. Onun yerine ‘Demokratik Uygarlık’ çözümünü gündemleştirdi. Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi temelinde Kürt sorununun özgür çözümünü ortaya koydu. Demokratik Ortadoğu Özgür Kürdistan çözüm formülünü, siyasi programını geliştirdi. Böylece İmralı mücadelesini de Önder Apo kazandı. Uluslararası komplocu güçler kaybettiler. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının önü bu temelde açıldı. AKP’nin partileşmesi ve iktidara gelmesi kendinden önceki koalisyon hükümetinin Önder Apo karşısında İmralı mücadelesini kaybetmesi sonucunda gelişti, iktidara gelmesinin önü bu şekilde açıldı. AKP-MHP böyle iktidar oldu.

AKP’nin İslamcı çizgisiyle Kürt toplumu kandırılarak, yine içten provokatif saldırılar dayatılarak PKK’nin dağıtılıp parçalanması, halkın Önderliğe ve PKK’ye desteğinin azaltılması temelinde komplonun başarıya götürülmesi hedeflendi. Önder Apo buna da paradigma değişimini gerçekleştirerek karşılık verdi. ‘İslam kardeşliği’ adı altındaki kandırıcı çözümü bir yana iterek Demokratik Konfederalizm temelinde Kürt sorununun demokratik özerklik çözümünü gündeme getirdi. ‘Devlet artı demokrasi’ siyasi formülünü geliştirdi. Bütün sorunların olduğu gibi Kürt sorununun da Demokratik Konfederalizm çizgisinde çözümünü somutlaştırdı. Bütün kimliklerin kendilerini özgürce örgütleyip demokratik birliğe katılmalarını ifade eden Demokratik Konfederalizm çizgisinde Kürt sorununun çözümünün gerçekleşeceğini ortaya koyarak AKP yönetiminin sahte İslamcı ve aslında içten provokatif, tasfiyeci dayatmalarla parçalayıp imha edici plan ve projesini boşa çıkartmayı başardı. Bunları ‘Bir Halkı Savunmak’ isimli savunmasında ortaya koydu.

Aslında bu çözüm çizgisi karşısında AKP hükümeti de yenilgi aldı. Uluslararası komployu artık başarıya götüremez oldu. Nitekim arkasından Genelkurmay’ın müdahalesi gelişti. O bir NATO, ABD müdahalesiydi. Nitekim 23 Ağustos 2005 tarihli MGK toplantısında müdahalede bulunarak uluslararası komplo saldırılarını yeniden topyekun özel savaş konseptiyle yürütmeye karar verdiler. Bu temelde orduyla AKP hükümeti arasında bir süre çelişkili, kısmi çatışmalı bir durum yaşandı. Daha sonra ABD yönetimi AKP’yi destekledi ve bunun sonucunda Türk ordusunun siyaset üzerindeki etkisi zayıflatılarak AKP güçlendirildi, önü açıldı. Şubat 2008’deki Zap savaşında Türk Genelkurmayı yenilgiye uğrayınca ordunun etkinliği sıfıra düştü.

Bütün süreçler içerisinde AKP’nin yürüttüğü çabalar da boşa çıktı. 2009 sürecinde başta 29 Mart yerel seçimleri olmak üzere ardından ‘Kürt açılımı yapıyoruz’ denen süreçlerde AKP hükümeti ne kadar taktik geliştirdiyse Önder Apo ve Özgürlük Hareketimiz hepsini boşa çıkarttı. Sonuçta Ekim 2009 sonunda Tayyip Erdoğan ‘sil baştan yapıyoruz’ diyerek bütün yalan ve hilelerini bir yana atıp Kürt soykırımını açıkça yürütmeyi öngören bir siyasi-askeri yaklaşım geliştirdi. 2010-2012 sürecinde AKP yönetimi tarafından böyle bir saldırı dayatıldı.

Bilindiği gibi Önder Apo, gerilla güçlerimiz, halkımız bu topyekun faşist, soykırımcı saldırıya karşı da yiğitçe, kahramanca direndiler. AKP saldırganlığını kırdılar. PKK’yi ezip imha edeceğini söyleyen AKP sonunda İmralı’ya gidip Önder Apo’dan ateşkes talep etmek mecburiyetinde kaldı. Savaşla uluslararası komployu başarıya götüremediğini, başarısız kaldığını itiraf etmiş oldu.

Bütün bunları niye belirtiyorum: İşte 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında karar haline getirilen, getirilmiş olan ‘Çöktürme Eylem Planı’ böyle uzun bir süreçte birçok taktik denenmiş olmasına rağmen AKP yönetiminin uluslararası komployu uygulamadaki başarısızlığı sonucunda, komployu yeniden örgütleyip başarıya götürmek amacıyla geliştirilen yeni bir planlama oldu. Önder Apo, Hareketimiz ve halkımızın yürüttüğü mücadele temelinde ondan önceki bütün planlar boşa çıkartıldı, başarısız kılındı. Bütün hile ve oyunları, taktik saldırıları, faşist-soykırımcı yaklaşımları, Hareketimizin ve halkımızın yürüttüğü kahramanca direniş karşısında başarısız kalıp yenilgiye uğratılınca bu sefer uluslararası komployu yenilemeyi ifade eden, onun amacı olan Kürt soykırımını başarıya götürmeyi hedefleyen yeni bir topyekun saldırı planı olarak ‘Çöktürme Eylem Planı’nı geliştirdiler. Plan, başarısız kalmış, yenilgiye uğramış olan uluslararası komployu yeniden örgütleyip başarıya götürme saldırısı anlamına geliyor. Uluslararası komployu hayata geçirmede başarısız kalmış olan AKP iktidarını aslında AKP-MHP ittifakı temelinde yenileyerek AKP’yi MHP çizgisine katıp o çizgide birleştirerek yeniden soykırımcı saldırının yürütülmesi anlamına geliyor.

Plan, hiçbir ahlak-hukuk kuralını dinlemeden her türlü faşist-soykırımcı baskı ve zulüm yöntemi kullanılarak Kürt halkının katliamlardan geçirilmesini ve Kürt soykırımının sonuca götürülmesini hedefliyor. Bu planının önceki süreçlerden farkı kesinlikle budur, dikkat edilirse 24 Temmuz 2015’ten itibaren etkili bir biçimde uygulamaya konulan bu soykırım planı sonucunda son 5 yılda Kürt halkı binlerce yıllık tarihinin en ağır baskı ve zulüm dönemini yaşamıştır. Tarihin en ağır katliamlarından geçmiş, hakaretlere, hilelere, aşağılamalara, taciz, tecavüz gibi her türlü insanlık dışı muamelelere uğramıştır. İşte bütün bunlar, planın yol ve yöntemleri anlamına geliyor.

Dikkat edilirse söz konusu planın ilk uygulamasından bir tanesi aslında daha 5 Haziran’da Amed’deki katliam girişimiydi. Yine AKP-MHP-ABD uzlaşmasının olduğu süreçte 20 Temmuz 2015’te gerçekleşen Suruç Katliamı’ydı. 10 Ekim Ankara-Gar Katliamı bunların devamı olarak gelişti. Ankara-Gar katliamı, 10 Ekim günü, 9 Ekim komplosunun bir yıl dönümünde gerçekleşti ama 2015’te yaşanan bir komplo olarak tekil bir olay değildi. Öncesinde vahşi Suruç Katliamı vardı. Onun öncesinde HDP mitingine yöneltilen Amed Katliam girişimi vardı. AKP-MHP faşist diktatörlüğü bütün bunların hepsini DAİŞ’e mal etmeye çalıştı fakat gerçek öyle değildi, katliamcı olan MİT’ti, AKP iktidarıydı, TC devletiydi. Bütün bunlar bir devlet politikası olarak, devletin temel, politik projesi olarak ortaya çıkartılan ‘Çöktürme Eylem Planı’nın uygulanması olarak gerçekleştirildi. Hükümetin, MİT’in uygulamasıydı. Kontrgerilla uygulamasıydı. DAİŞ adı altında bunu yaptılar. DAİŞ içine sızdırdıkları ajanları sayesinde yaptılar. Böylece söz konusu katliamların sorumluluğunu üzerlerinden atmaya çalıştılar.

9 Ekim 2019 saldırısı ise tamamen komplonun 21. yıl dönümüne denk getirildi. Bunu açıkça da ifade ettiler. Nasıl ki 9 Ekim 1998’de uluslararası komplocu güçler Önder Apo’nun Suriye’den çıkışını sağlayıp komplocu yöntemlerle vurup imha etmeyi öngördülerse 21 yıl sonra TC devleti de yine başta ABD ve Rusya olmak üzere uluslararası komploda en önde rol oynamış olan devletlerin izni ve inayetiyle Girê Spî ve Serêkaniyê’ye dönük işgal saldırısını başlatıp vahşi katliamlarla yürüttüler ve buralarda soykırım uyguladılar. Kürt toplumunu katlederek ya da sürgün ederek işgal ettiler.

Evet, işgal eden TC oldu ama işgale yeşil ışık yakan, izin veren, kapı açan da ABD ve Rusya yönetimleriydi. Uluslararası komplo saldırısı düzeyinde bu saldırı geliştirildi ve gerçekten de 9 Ekim günü bilinçli olarak seçilmişti. Uluslararası komplonun yıl dönümünde bu sefer de Rojava’ya ve Başûr’a dönük işgal hareketlerini, yine AKP-MHP faşist iktidarı küresel kapitalist modernite güçlerinin desteğiyle yürütmekte olduğunu Kürt kamuoyuna ilan etmeye çalıştı. İşte ‘ne yaparsanız da ben destek alıyorum, o zaman komplonun örgütlenmesini küresel kapitalist sistem eliyle gerçekleştirdim, şimdi de onların desteğiyle Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarını işgal ediyorum’ demeye getirdi.

Evet, 9 Ekim 2019 saldırısıyla Rojava’da Girê Spî ve Serêkaniyê’yi işgal eden TC devleti oldu ama bu işgal, ABD-Rusya adına yapıldı. Küresel kapitalist modernite sisteminin inayeti, izni ile yapıldı. Sistem adına yapıldı. Kürt soykırımını planlayan, Kürt sorununu ortaya çıkartan, Kürtleri soykırımdan geçirmek isteyen zihniyet ve siyaset, küresel sistem bunun bir parçası ve uygulanması olarak Serêkaniyê ve Girê Spî’nin AKP-MHP faşist diktatörlüğü tarafından işgal edilmesini sağlattı. Kürt halkının Arap-Asuri-Süryani-Türkmen-Ermeni benzeri halklarla ortaklaşa geliştirdiği demokratik özerklik sistemini bu kentlerden yıkarak buraların TC soykırımcılığının işgali altına alınmasını sağlattılar. Bu yüz yıldır uygulanan Kürt soykırımının bir parçasıdır. TC tarafından işgal edilmiş Kürdistan’a yeni Kürdistan parçalarını işgal edilmesi eklenmiştir. Dolayısıyla 9 Ekim komplosu da böyle bir soykırımı başarıya götürmek isteyen bir saldırıdır.

Dikkat edilirse hepsi aynı zihniyet ve siyasetin ürünü, hepsi aynı amacı güdüyor. Amaç Kürtleri soykırıma tabi tutmaktır, uygulayan zihniyet Kürt düşmanı, Kürt karşıtı, faşist-sömürgeci-katliamcı, Türk-İslam sentezci, Turancı, Kızıl Elmacı, ırkçı-şoven zihniyet ve siyasettir. Başka türlü anlamak, tanımlamak kesinlikle doğru ve anlamlı değildir. Söz konusu saldırıların en doğru tanımlanması ve anlaşılır kılınması ancak bu biçimde olur.

Komplonun kesin yenilgisi için neler yapılmalı, bu noktada KCK’nin ilan etmiş olduğu ‘Özgürlük Hamlesi’nin önemi nedir, nasıl yaklaşılmalıdır?

Komplonun kesin yenilgisi için ayrıntıda kuşkusuz çok şey söylenebilir ve önerilebilir fakat en genel planda üç husus üzerinde durmak yerindedir ve de yararlıdır:

* Bunlardan bir tanesi Kürt toplumunun doğru, yeterli ve derin bir yurtseverlik bilincine sahip olması, toplumun tüm kesimlerinin böyle bir bilinç temelinde eğitilmesidir. Öncelik kesinlikle böyle bir bilinçte oluyor. Yurtseverlik bilincini küçümsememek lazım. Her ‘ben Kürt’üm diyeni yurtsever de saymamak lazım. Kürt’üm diyerek Kürt gerçeği ve Kürdistan’ın çıkarlarını en aşağılık bir biçimde düşmana, sömürgeciye, soykırımcıya pazarlanmaktadır. Bunları da görüyoruz. Dolayısıyla doğru ve gerçek yurtseverlik ölçülerini, Apocu yurtseverlik ölçülerini açığa çıkartmak, esas almak, öngörmek lazım. Her yaklaşımı yurtsever görmemek gerekli. Bu nokta çok çok önemli. Bu anlamda Kürt toplumunda ciddi bir bilinç kayması var. İrade zayıflaması da var. Düşman saldırıları iradi olarak toplumu zayıf düşürüyor, umudunu kırmaya çalışıyor fakat en önemlisi de yurtseverlik ölçüleri düşürülüyor. En basite indiriliyor. İşte birkaç kelime Kürtçe konuşur, bir de bazen ben de Kürt’üm dersen yurtsever oldun ve yurtseverlik görevlerini yerine getirdin sanılıyor. Bu kesinlikle yanlıştır. Çok geri bir durumdur. Böyle bir durum aslında biraz da sömürgeci ve soykırımcının istediği bir durumdur. Onun ortaya çıkardığı bir durumdur. Yurtseverlik bilinci öyle olmaz. Gerçek yurtseverlik bilincinin ilke ve ölçülerinin yüksek olması gerekir. Gerçek yurtsever, ülkenin ve toplumun kurtuluşu için her koşulda mücadele eden, her türlü cesaret ve fedakârlık içerisine giren, imkânlarını tümüyle Kürdistan varlık ve özgürlük mücadelesine seferber etmeyi bilen insandır. Ancak özgürlük mücadelesini bu biçimde anlayan, yaşayan, buna katılan, katkı sunanlara yurtsever denir.

Kürdistan’ın özgürlüğü için, Kürt toplumunun kurtuluşu için hiçbir şey yapma, en küçük bir cesaret ve fedakârlıkta bulunma, en ufak bir özgürlük faaliyeti içerisine girme ama ondan sonra ben Kürt’üm diyeceksin, Kürt yurtseveri ol, saygıdeğer insan konumuna geç! Bu olmaz. Böyle bir durum, yaklaşım sahtedir, doğru değildir. Bunu kesinlikle kırmak, doğru yurtseverlik ölçülerini geliştirmek gerekiyor. Yurtseverlik bilincini tüm Kürt insanına doğru ölçüler temelinde yedirmek, özümsetmek gerekiyor. Öyle ki genci, çocuğu, yaşlısı, kadını, erkeği, işçisi, emekçisi, memuru, bütün Kürt toplumunda doğru ve yeterli bir yurtseverlik bilincini etkili bir biçimde geliştirmek lazım. Bu konuda önemli zaaflar, zayıflıklar, gerilikler var. Yurtseverlik ölçüleri çok düşürülmüş, çok basite alınmıştır, çok parçalıdır. Neredeyse teslimiyet ve ihanet de kendini yurtseverim diye kamufle edebiliyor.

Kürt değerlerine karşı her türlü pazarlamayı yapıyor, ihanette bulunuyor, teslimiyet içerisine girmiş ama ondan sonra iki kelime Kürtçe konuşuyor, bir yerde ben Kürt’üm diyerek gösteri yapıyor, kendisini Kürt yurtseveriymiş gibi sunup kabul ettirmeye çalışıyor. Böyle olamaz. Bu ciddi bir tehlike. Ne yazık ki böyle tehlikeli bir durum var. Yurtseverlik bilincinde zayıflama, ölçülerinde düşüş var. Doğru yurtseverlik ilkelerini kaybetme var. Yurtseverlik ilke ve ölçülerinde karışıklık ortaya çıkmış. Bunları görüp gidermek yurtseverlik ilke ve ölçülerini ülkenin ve toplumun kurtuluşu için her türlü mücadeleye katılma, güç ve destek olarak belirleyip bu temelde netleştirerek buna göre tüm Kürt insanlarının yediden yetmişe kadın-erkek böyle bir yurtseverlik bilincini özümsemesini sağlatmak gerekiyor. Uluslararası komployu yenilgiye uğratmanın birinci şartı böyle doğru bir yurtseverlik bilincini ve ölçülerini ortaya çıkartmaktan geçmektedir.

* İkinci olarak gerçekten de Kürt ulusal demokratik birliğini sağlamaktır. Parçalılık da Kürt toplumuna büyük zararlar veriyor. Kürt dinamizmini zayıflatıyor. Kürt imkânlarını azaltıyor. Sömürgeci-soykırımcı saldırının etkili olmasına hizmet ediyor. Bu da açık bir gerçek. Bu bakımdan Kürt ulusal birliği önemli. Kürt toplumunun imkânlarının birleştirilerek özgürlük mücadelesine sevk edilmesi gerekli. Çünkü o kadar çok imkâna sahip değil. Öyle çok fazla dostu, destekleyeni, imkân vereni yok. Kürt halkı her şeyi kendi öz gücüyle yürütüyor. Özgürlük mücadelesini tamamen öz gücüne dayandırarak yürütmesi gerekiyor. Bunda başarılı olması için de bütün öz gücünü birleştirip düşmana karşı mücadele etmeyi sağlatacak bir ulusal birliğe ulaşması lazım. Böyle bir birliğe sadece ulusal birlik denemez. Demokratik olmak zorunda. Gerçek bir birlik olması için demokratik ilke ve ölçülere dayanmalı. Kürt demokratik yönetimini ortaya çıkartılmalı. Kürt demokrasisinin ilkelerini ve yönetim tarzını ortaya koymalı.

Bu bakımdan da Kürt ulusal birliğinin demokratik temellerde sağlanması uluslararası komplonun kesin yenilgiye uğratılmasını getirecek ikinci temel veri, şarttır. Bunu da tıpkı yurtseverlik bilinci gibi önemsemek lazım. Yani sınırlı olan öz gücünü gerçekten de sömürgeci-soykırımcı güçlere yöneltip varlık ve özgürlük mücadelesini başarıya götürebilmesi için bu öz gücü aynı potada birleştirmesi ve ortak bir kanaldan mücadeleye sevk etmesi şarttır. Bu da ancak ulusal-demokratik birlik sayesinde olur. Bu nedenle Kürt varlık ve özgürlüğünün kazanılması, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilebilmesi için Kürt ulusal demokratik birliğinin geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesi şarttır. Kürt’ün zafer kazanan öz gücü bu temelde etkili bir mücadeleye sevk edilebilir ve zafer üstüne zafer kazanan bir mücadeleye dönüştürülebilir.

* Doğru ve yeterli yurtseverlik bilinci ve Kürt ulusal demokratik birliği ardından kuşkusuz gerekli olan üçüncü veri de mücadeleciliktir. Varlık ve özgürlüğü kazanmak için sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı her türlü yöntemle ama durmadan, yorulmadan, kesintiye uğratmadan yüksek bir cesaret ve fedakârlıkla mücadele etmek, direnmek, savaşmaktır. Bu işin başka yolu yoktur. Mücadelesiz, direnişsiz, savaşsız uluslararası komplonun yenilmesi, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin başarı kazanması mümkün değildir. Hiç kimse sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti direnişsiz, mücadelesiz, savaşsız yenilgiye uğratamaz. Bunu kanıtlamaya bile gerek yoktur.

Bazı kendini bilmez küçük burjuva ukalaları, reformist, teslimiyetçi çevreleri, göbekten sömürgeci-soykırımcıya bağlı olan bazı fukaralar bunu sağa-sola saptırabilirler. Mücadelesiz de çeşitli dış güçlere dayanarak da sınırlı bir diplomasi hareketiyle de daha çok da ona buna işbirlikçilik yaparak Kürt sorununun çözülebileceğini, Kürt halkının ulusal demokratik haklarına sahip olabileceğini sanabilirler ve de söyleyebilirler. Kendi söylediklerine ne kadar inanırlar bilemeyiz. Eğer söylediklerinin doğruluğuna inanıyorlarsa gerçekten ahmaktırlar. İnanmıyorlarsa da tabi kurnazdırlar, ikiyüzlüdürler. Ukalalık yapıyorlar demektir. Artık hangisi olursa olsun öyle bir durum yanlıştır.

Yani tepeden tırnağa kendisini faşist-sömürgeci-soykırımcı baskı, terör, zulüm, işkence ve katliamla donatmış olan, hiçbir ahlak ve hukuk kuralı dinlemeden bunları Kürt toplumunun tüm kesimlerine karşı; Önderliğinden çocuğuna kadar herkes üzerinde vahşice uygulayan sömürgeci-soykırımcı bir sisteme karşı büyük direnmeden, büyük mücadeleler vermeden, devrimci halk savaşları yürütüp büyük zaferler kazanmadan başarılı olmak, varlık ve özgürlüğü kazanmak mümkün değildir.

Gerçekçi olmamız lazım. Kendini kandıran olmaktan çıkmak gerekli. Bu hususlar gerçekten önemli. Bu bakımdan tıpkı doğru ve yeterli yurtseverlik ölçüleri kadar, tıpkı en ileri ulusal demokratik birlik kadar büyük bir cesaret ve fedakârlıkla yine usta yöntemler geliştirerek mücadele etmek uluslararası komployu, onun arkasındaki faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratmak mümkün değildir. Ancak böyle bir sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset büyük mücadelelerle, özgürlük savaşlarıyla, direnme savaşlarıyla, devrimci halk savaşlarıyla başarıya götürülebilir, zafere taşınabilir. 45 yıllık PKK pratiğinin kanıtladığı temel gerçeklik budur. Her türlü küçük burjuva, işbirlikçi, reformist, teslimiyetçi eğilimin başarısızlığı ile PKK’nin bütün zorluklara rağmen özgürlük mücadelesini geliştiren, başarılara taşıyan gerçeği esas olarak bu durumu kanıtlamaktadır. Her şeyin ancak büyük mücadeleler vererek, direnilerek başarıldığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Uluslararası komplonun ve onun dayandığı sömürgeci-soykırımcı sistemin kesin yenilgiye uğratılabilmesi için gerekli olan en temel şartlar bunlardır. Bunlar gerçekleştirildikçe özgürlük bilinci büyür, örgütlenmesi gelişir, mücadelesi artar, Kürt özgürlüğü ve demokrasisi gelişir. Aynı oranda da sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset geriler, sömürgeci-soykırımcı sistem parçalanıp yenilgiye uğratılarak yıkılır.

Bunlar temelinde Kürt sorununun çözümüne, Kürdistan’a dayatılan sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilgisine, Kürt varlık ve özgürlük hareketinin başarısına yaklaşırsak, uluslararası komplonun kesin yenilgisini ancak bu temel şartlarda görürsek işte o zaman KCK Yürütme Konseyi’nin 12 Eylül’den itibaren başlatmış olduğu yeni direniş ve özgürlük hamlesinin güncel mücadele bakımından taşıdığı derin anlamı doğru ve yeterli bir biçimde görürüz. Bu da çok önemli bir durumdur. Dikkat edelim KCK Yürütme Konseyi ‘Tecride, İşgale, Faşizme son! Özgürlüğü Sağlama Zamanı!’ diyerek tüm Kürt halkını, kadınlarını, gençlerini, işçi ve emekçilerini, dört parça Kürdistan ve yurtdışındaki Kürt halkını, Türkiye ve Ortadoğu halklarını, tüm insanlığı, tüm özgürlük ve demokrasi güçlerini, tüm Kürt dostlarını AKP-MHP faşizmini yıkmak, İmralı işkence ve tecrit sistemini kırmak, Rojava ve Başûr işgalini ortadan kaldırmak için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması, Kürdistan’ın özgür, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratik hale getirilmesi için topyekun, ortak mücadeleye çağırdı, direnişe davet etti. Böyle bir direniş hamlesiyle iyice daraltılmış, zayıflatılmış, parçalanmış olan AKP-MHP faşizminin yıkılabileceğini, bu temelde işgalci saldırıların önünün alınabileceğini, İmralı işkence ve tecrit sisteminin kırılabileceğini, bunun da Kürdistan’da özgürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu’da demokrasiyi geliştireceğini ilan ve ifade etti. Bu oldukça önemli bir durumdu, çağrıydı.

10 yıldır Özgürlük Hareketimizin yürüttüğü Devrimci Halk Savaşı Stratejik hamlesini zafere taşımayı öngören, final düzeyinde planlı bir taktik hamle planının ortaya çıkartılıp ilan edilmesi ve herkesin böyle hamlesel bir mücadeleyle faşizmi yıkan, tecridi kıran, işgali durduran, özgürlükleri sağlayan direnişe katılmasını ve katkı sunmasını istedi. Bu oldukça önemli bir durumdur. Dikkat edilirse burada ulusal demokratik birlik çağrısı var. Doğru ve yeterli yurtseverlik ölçülerini esas alma var. En önemlisi de mücadeleci olma var. Mücadele için gerekli cesaret ve fedakârlığı en üst düzeyde gösterme çağrısı var. Bu çok çok önemdir.

Aslında burada yenilecek olan sadece AKP-MHP faşizmi değildir, birçok kez yenilmiş olan ve AKP-MHP faşizmi tarafından başarması için görevli kılınmış bulunulan uluslararası komplonun yenilgiye uğratılması olacaktır. Böyle bir yenilgi yüzyılı aşan Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin yenilgisi olacaktır. İttihat ve Terakki yönetiminin ortaya çıkardığı Türk-İslam sentezci, ırkçı, Turancı, savaş, soykırım zihniyet ve siyasetinin yenilgiye uğratılması olacaktır. Bunun da sadece Kürtlerin yararına olmadığı çok açık. Evet, en başta Kürtlerin yararına, Kürt halkının özgürlüğünün kazanılmasını ifade ediyor. Bu temelde en başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne kavuşmasını öngörüyor ama aynı biçimde Türkiye’nin demokratikleşmesini de öngörüyor. Türkiye’deki tüm kesimlerin demokratik birlik içerisinde kardeşçe yaşayacağı bir sisteme ve yönetime kavuşmasını ifade ediyor.

Demokratikleşmenin önünü açma, demokratik Ortadoğu devrimlerini geliştirerek demokratik Ortadoğu birliğine giden yolu döşemeyi içeriyor. Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ise insanlığın Kürt sorunu ve soykırımı gibi 21. yüzyılda alnında kara leke biçiminde var olan bir büyük insanlık suçunun ortadan kaldırılmasını ifade ediyor. İnsanlığın böyle bir suçtan kurtarılarak daha özgür ve demokratik yaşar hale getirilmesini içeriyor. Dolayısıyla herkesi etkileyen, içine alan, başarısı herkese hizmet eden bir hamledir. Sadece Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi öngören bir avuç faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset sahibi dışında Kürdistan’ın, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun, dünyanın özgürlük ve demokrasiden, kardeşçe yaşamdan yana olan herkesin çıkarına olan bir mücadeleyi ifade ediyor. Bu bakımdan oldukça önemlidir.

Direniş hamlesi, AKP-MHP faşizmini yıkma hamlesidir. Söz konusu uluslararası komployu kesin yenilgiye uğratma hamlesidir. Söz konusu hamle yüzyıllık Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini yenilgiye uğratıp tarihin çöp sepetine atma hamlesidir. Dolayısıyla tarihin en büyük, en anlamlı, herkese hizmet eden bir direniş ve özgürlük hamlesidir. Bu büyük özgürlüğü elde edebilmek için kuşkusuz büyük mücadele gerekiyor. Büyük direnmeden, büyük mücadele etmeden söz konusu özgürlüğü kazanmak mümkün değildir.

İşte böyle bir mücadelenin çizgisi ve tarzı da bellidir. Söz konusu hamle esas olarak uluslararası komployu yenme hamlesidir. Uluslararası komployu ayakta tutmaya çalışan AKP-MHP faşizmini yıkma hamlesidir. Uluslararası komploya karşı mücadelenin çizgisi ve tarzı da nettir. Bunu daha önce tanımladık. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai direniş çizgisi ve tarzı dedik. Bu, topyekun varlık ve özgürlük direniş gerçeği oluyor. Bu çizgi, 15 Ağustos Atılımı çizgisidir. Bu çizgi, Agitlerin, Zilanların, Mazlumların, Kemallerin çizgisidir. Bu çizgi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu, Büyük Zindan Direniş çizgisidir. Dolayısıyla direniş hamlesinin çizgisi ve tarzı uluslararası komploya karşı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai direniş çizgisi ve tarzıdır. Hamleye katılmak isteyen herkes bu ruhla, bu bilinçle, bu cesaret ve fedakârlıkla katılmak durumundadır. Ancak herkes böyle katılırsa İmralı işkence ve tecridini kırmak, AKP-MHP faşizmini yıkmak, işgali durdurmak mümkün olur. Ancak herkes bu ruh, bilinç ve tarzla topyekun mücadeleye katılırsa işte o zaman Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanır, o zaman Kürdistan özgür, Türkiye ve Ortadoğu demokratik hale gelir. İnsanlık daha özgür ve demokratik bir yaşama kavuşur.

Şimdi hedef bütün bunları elde etmektir. 9 Ekim 1998 komplosunun 22. yıl dönümünde yapabileceğimiz en temel değerlendirme, çıkartacağımız en gerçekçi sonuç budur. O halde 23. yılda uluslararası komploya karşı mücadelenin çizgisi, tarzı, hedefleri belirlenmiştir. Çizgisi ve tarzı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ fedai direniş çizgisidir. 15 Ağustos Atılımı çizgisi, Büyük Zindan Direnişi çizgisidir.

Hedefi İmralı işkence ve tecrit sistemini kırmak, AKP-MHP faşizmini yıkmak, işgali önlemektir. Bütün bunları kendi şahsında somutlaştırmış olan 9 Ekim 1998 uluslararası komplosunu kesin yenilgiye uğratarak tarihin çöp sepetine atmaktadır.

Komplo, bugün İmralı işkence ve tecrit sistemi olarak var olmaya çalışıyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğü olarak varlığını sürdürme çabasını yürütüyor. Rojava’nın, Başûr’un işgaliyle kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Dolayısıyla işgalin durdurulması, AKP-MHP faşizminin yıkılması, İmralı işkence ve tecrit sisteminin kırılması demek, 22 yıllık 9 Ekim uluslararası komplosunun kesin yenilgiye uğratılarak tarihin çöp sepetine atılması demektir. O da yüzyıllık Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin yenilgiye uğratılıp tarihe gömülmesi anlamına gelir ki bunların sonuçları Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürdistan’ın özgür, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratik hale gelmesi, insanlığın daha özgür ve demokratik bir yaşama kavuşmasıdır.

23. yılda uluslararası komploya karşı bir bütün Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak, Kürt halkı olarak, tüm dostlarımız ve devrimci-demokratik güçler olarak, özellikle de HBDH’de birleşen Türkiye Devrimci-Demokratik Güçleri olarak hedefimiz budur. Mücadelemizin hedefleri ve çizgisi bu temelde belirlenmiş, ‘İşgale, Tecride, Faşizme Son! Özgürlüğü Sağlama Zamanı!’ direniş ve özgürlük hamlesinde somutlaşmıştır.

O halde 23. yılda komploya karşı direnişi işgale, tecride, AKP-MHP faşizmine karşı her türlü yaratıcı yöntemle topyekun geliştirilen bir direniş olarak yürüteceğiz. İşgali durduracağız, faşizmi yıkacağız, tecridi kıracağız, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacağız, Kürdistan’ı özgür, Türkiye ve Ortadoğu’yu demokratik, insanlığı daha özgür ve demokratik yaşar kılacağız. Hedefimiz budur. Görevimiz bu hedefi başarmaktır. Bunu gerçekleştirmekte bir bütün hareket ve halk olarak kesin kararlıyız. Güçlü mücadele edeceğiz, büyük savaşacağız ve mutlaka kazanacağız!