Karasu: AKP çözüm yaklaşımını geliştirmeli
Karasu: AKP çözüm yaklaşımını geliştirmeli
Karasu: AKP çözüm yaklaşımını geliştirmeli
KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu geçmiş eylemsizlik ve ateşkeslerde Türk devletinin Kürt sorununa çözüm yaklaşımının PKK’nin tasfiyesi ve silahların susması çerçevesinden çıkmamasının çözüm süreçlerinin başarısızlığında rol oynadığını belirterek AKP hükümetinin bir çözüm yaklaşımı geliştirmesi gerektiğini söyledi.
Geçmiş ateşkes ve eylemsizlik süreçlerini, çözüm süreçlerinin gelişimini değerlendiren Karasu, Kürt hareketinin bugüne kadar birçok kez çözüm projeleri ortaya koyduğunu, ateşkesler ilan ettiğini belirterek “Bu kadar ateşkese rağmen çözülmüyorsa kesinlikle tek nedeni var, Türk devletinin zihniyetidir. Bu konuda bizim eksiklik, yetersizliğimiz olabilir ama zihniyet ve anlayışımız olarak kesinlikle eksikliğimiz yoktur. Çözüm için kesinlikle demokratik çözümden yanayız” dedi.
Bugüne kadar Türk devletinden Kürt sorununun çözümü konusunda tek bir proje ortaya çıkmadığını belirten Karasu “Oslo’da da gördük; bir çözüm anlayışları, yaklaşımları yok” diyerek AKP Hükümeti'nin makul bir çözüm yaklaşımının tam olmadığını, olgunlaşmadığını ifade etti.
Karasu ile Oslo sürecinden günümüze Kürt sorununa çözüm arayışlarını, siyasal gelişmeleri ve çözüm için tarafların nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini konuştuk.
2009 SEÇİMLERİ ÖNCESİNDE KARŞILIKLI ATEŞKES VARDI
2009 yılı 29 Mart yerel seçimlerinden Kürt Hareketi önemli bir başarıyla çıktı ve 13 Nisan'da eylemsizlik ilanında bulundu. Siyasal çözüm için çok elverişli bir ortam yakalanmışken 14 Nisan'da KCK adıyla geliştirilen ve Kürt cephesinde 'siyasi soykırım" olarak tanımlanan operasyonlarla bu süreç neden tersine çevrildi?
Ondan önce bilindiği gibi 2007 seçimlerinden sonra Erdoğan'ın 5 Kasım'da Bush ile Washington'daki görüşmesi var. Her türlü desteği alarak PKK’yi tasfiye etme yaklaşımı var. Ondan sonra Zap operasyonu ve başarısızlık var. O dönemde güçlü serhildanlar var. 2008 yılında ikinci bir Dolmabahçe mutabakatı gerçekleşti. Bu defa taraflar Erdoğan ile yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'du. O da yine Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme, Kürt sorununu ortadan kaldırmaya yönelik bir mutabakattı. Ama bu mutabakatın bir farklılığı vardı. O da şuydu: bu görüşmede belirli psikolojik savaş araçları kullanılarak Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecekti. Bunun mimarı da İlker Başbuğ'dur. İlker Başbuğ buna 'liberal demokratik' çözüm demektedir. İlker Başbuğ'un çözümüne göre; TRT-6 açılacak, Kürdoloji bölümleri açılacak, kurslar açılacak ve Kürtler bu psikolojik savaş araçlarıyla, bu tedbirlerle kazanılacak. Böylelikle PKK’nin, DTP’nin tabanı zayıflatılacak ve bu tabanın zayıflatıldığı ortamda siyasi ve askeri bir hamle de yapılarak Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecekti. 2008'den 2009'daki 29 Mart Yerel Seçimlerine gidilirken böyle bir konsept var. Bu konsept şöyle gerçekleşecekti: Bu adımlar atıldıktan sonra, seçimler kazanılacak, arkasından bir Kürt Konferansı gerçekleşecekti. Orada PKK’ye silah bıraktırma kararı alınacak, PKK silah bırakmazsa haksız duruma düşecek, Türkiye daha da güçlü pozisyonda olacak. Çünkü hem belirli adımlar atmış, hem seçimi kazanmış, DTP zayıflamış, hem de Kürt Konferansı'nda PKK’ye silah bıraktırma kararı aldırtmış, PKK silah bırakmadığı takdirde Türkiye'nin tasfiye politikası meşruiyet kazanmış olarak siyasi ve askeri saldırılar yapacak ve Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye edecekti. Nitekim henüz seçimlerden önce, üstelik 15 Şubat'ta Hewlêr'de, Fetullahçıların hazırladığı bir konferans yapıldı. O aslında seçimden sonra PKK’ye silah bıraktırmayı amaçlayan Kürt Konferansı'nın bir hazırlığıydı.
Seçimler öncesinde ilk defa karşılıklı bir ateşkes olduğunu da söyleyebiliriz. Eylül'de Oslo görüşmeleri oldu. Daha sonra Oslo görüşmelerine aracılık yapanlarla görüşmeler oldu. Bu sırada Örgüt yönetimine yönelik suikast niteliğinde hava saldırısı yapılmış olsa da, biz ateşkes konumuna girdik. Hatta şehirlerde eylem yapmama taahhüdünde bulunduk. Oslo görüşmelerinin ilk taahhüdü de şehirlerde eylem yapmama biçiminde bir yaklaşımdı. Bunları dikkate alacağımızı söyledik ve gerçekten de yerel seçimlere kadar dört-beş ay TSK da hiçbir operasyon yapmadı. Kimin ordusu? İlker Başbuğ'un ordusu! Niye? Böyle bir tasfiye planı var da ondan! O iki taraflı ateşkes, hiçbir operasyon yapmama da bu tasfiye planının bir parçasıydı. Güya hem TRT-6 yumuşaması oldu, hem ordu yumuşadı; böylelikle ne oluyor? İşler iyiye gidiyor; işte AKP bu sorunu çözüyor, yumuşatıyor algısı yaratılarak 29 Mart seçimlerinde de başarılı olacaklardı. Nitekim en fazla da Fethullahçılar bunu propoganda ettiler. 'Bakın işte savaş ve çatışma olmuyor, TRT-6 açıldı, adımlar atıldı. Kürt sorununu çözmek için ortam gelişti' biçiminde değerlendirmeler oldu. Seçim öncesi de bir Oslo görüşmesi oldu. Sanıyorum 5 Mart'taydı. O görüşmede de hem seçimlerin, hem de Newroz’un rahat geçmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Hatırlanırsa, 2009'daki Newroz da, seçim ortamı da yumuşak geçti. Bütün bunlar, türk devletinin seçimi kazanıp bir konferansla Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme planıyla ilgiliydi. AKP dışardan ABD’nin, Avrupa’nın, Güney Kürdistan’ın desteğini almıştı; liberallerin ve içerdeki birçok Kürt'ün desteğini almıştı. TRT-6'yı açmıştı. Ama hesaplar tutmadı. Bütün bunların hiçbiri etkili olmadı ve seçimlerden Kürt demokratik hareketi büyük bir başarıyla çıktı. Açıkça TRT-6 gibi adımların Kürt halkının özgürlük talebini karşılayamadığını, İlker Başbuğ'un liberal demokratik çözüm dediği özel savaş imalatı adımların Kürtler üzerinde etkileri olmadığını gösterdi.
SEÇİM SONRASINDA ÇÖZÜM YAKLAŞIMINA SİYASİ SOYKIRIM OPERASYONUYLA YANIT
29 Mart seçimlerinden Kürt demokratik hareketi güçlü çıkınca, hem PKK Yürütme Komitesi toplantısı, hem de KCK Yürütme Konseyi toplantısı yapıldı. Toplantılarda şu yaklaşım benimsendi: Seçim oldu, DTP de büyük bir oy aldı, böyle bir demokratik, yumuşak ortam doğdu; biz bu ortamı demokratik çözüm için değerlendirelim. Herhalde bu ortamda Türkiye'nin tutumu da yumuşak olmalıydı. Kürtler, Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünü istiyor. Türk devleti de herhalde buna cevap verir, bu yumuşak ortam da devam eder ve bu temelde Kürt sorununun demokratik yollardan çözme imkanı doğar düşüncesiyle biz 13 Nisan'da resmi ateşkes ilan ettik. Türk devletini demokratik ortamı geliştirmeye, demokratikleşme adımları atmaya, Kürt sorununu demokratik temelde çözmeye çağırdık. Dünyanın herhangi bir ülkesinde böyle bir seçim olsaydı ve Kürtler bu kadar belediye başkanlığını kazansaydı, böyle bir yumuşak ortam olsaydı; o devlet, 'demokratik ortamda demokratik bir seçim oldu, oylar Kürt demokratik partisine gitti; o zaman bizim de bu seçimin sonuçlarına ve seçim mesajına uyarak yumuşamamız ve demokratik yoldan çözümün yollarını aramamız, demokratik siyasetin önünü daha fazla açmamız gerekir, derdi. Yani 'Kürtler demokratik siyasete bu kadar önem verip demokratik çözümde ısrar ediyorlar, o zaman biz de demokratik siyasetin önünü açalım, sorunu demokratik temelde çözelim' demeleri beklenirdi. Herhangi bir normal devlet aklı dünyada böyle düşünürdü. Ama ne oldu? Biz demokratik siyasetin, demokratik çözümün önünü açmak ve ortamı yumuşatmak için yaptığımız ateşkes ilanından bir gün sonra 14 Nisan'da BDP’lilere, Kürt demokratik siyasetine yönelik siyasi soykırım operasyonları gerçekleşti.
Aynı gün, 14 Nisan'da siyasi operasyonların olduğu gün İlker Başbuğ gazetecileri karşısına alarak bir basın toplantısı yaptı. Daha doğrusu yeni Kürt politikasını açıkladı. Kim açıklıyor? Başbakan değil, Hükümet değil, İlker Başbuğ açıklıyor! Atatürk, 'Türkiye'de yaşayan herkese Türkiye halkı denir; ama bunların tümü de Türk milletini oluşturur' demiş! Başbuğ; 'farklı kimlikler olabilir, ama hepsi Türkiye halkını oluşturuyor ve Türk milleti oluyor' diyerek aslında kendisinin ve devletin yeni Kürt politikasını izah etti. 14 Nisan'da bu operasyonlar niye yapıldı? Şunun için: İlker Başbuğ'un ilan ettiği Kürt politikası seçimden önce kabul edilmişti. Bu politika çerçevesinde Kürt sorunu halledilecekti; daha doğrusu Kürt Özgürlük Hareketi ezilecekti. Ama 29 Mart seçimlerinde neyi gördüler? 29 Mart seçimlerinde DTP'ye bu kadar oy veren, her tarafta DTP’yi destekleyen bu Kürt halkına, bu Kürt demokratik hareketine İlker Başbuğ'un ortaya koyduğu çözüm projesi kabul ettirilemezdi. İşte büyük politikleşmiş ve DTP’ye bu kadar oy veren Kürt halkına ön gördükleri Kürt politikasını kabul ettiremeyeceklerini gördükleri için Kürtlerin örgütlenmesini, iradesini kırmak ve İlker Başbuğ'un liberal demokratik çözüm dediği Kürt politikasını kabul ettirmek için bu siyasal soykırım operasyonları yapılmıştır. Siyasal soykırım operasyonlarının yapılmasının amacı, tamamen 29 Mart seçimleri sonucu ortaya çıkan Kürt gerçeğine o tasfiye politikasının kabul edilmeyeceği görüldüğünden -zaten tasfiye politikaları da gündemdedir- o tasfiye politikasını kabul edecek toplumsal, siyasal, psikolojik zemini ortaya çıkarmaktı. Bu yüzden siyasal soykırım operasyonları yoğun olarak gerçekleşmiştir.
OSLO GÖRÜŞMELERİNE ULUSLARARASI BİR KURUM ARACILIK YAPTI
Oslo görüşmeleri çok tartışıldı. Ne zaman, nerede başladı? Buna kim-kimler öncülük etti? Neden Oslo?
Oslo görüşmeleri resmi olarak 2008 Eylül'ünde başladı. Ama önceden dolaylı görüşmeler var. Oslo görüşmelerinin gerçekleşmesine aracılık yapan, uluslararası bir kurumdur. Dolayısıyla bazı büyük devletlerle ilişkili olma olasılığı da vardır. Görüşmeler Oslo'da olduğu için Norveç devletinin de bilgisi dahilinde olduğunu söylemek gerekir. Dünyanın birçok yerinde, Srilanka-Tamiller, Filipinler, işte meşhur Filistin-İsrail görüşmeleri, en son Kolombiya-FARC görüşmelerinin hepsi bu ülkede olmaktadır. Aslında Norveç’e itilaflı konularda böyle bir rol verilmiş. Türk devleti ve PKK arasındaki ilk görüşme Eylül 2008'de yapıldı. İkincisi ya da üçüncüsü Mart 2009'da yapıldı. Seçimlerden sonra Mayıs'ta da görüşmeler oldu. 14 Nisan operasyonlarına rağmen Yürütme Konseyi Başkanımız Hasan Cemal ile yapılan söyleşide demokratik çözüm iradesini bir kere daha ortaya koydu. Mayıs'taki görüşmede Hareketimiz, 14 Nisan operasyonlarına rağmen yumuşak mesajlar gönderdi. Yine çözümü zorlamak istedi. Önder Apo da 'bir Yol Haritası hazırlayacağım' dedi. Daha sonra Temmuz'da görüşmeler oldu. 2009 yazındaki Oslo görüşmeleri, aynı zamanda Önder Apo’nun bir Yol Haritası hazırlayarak devlete sunduğu sürece tekabül ediyordu. Devletin soykırım operasyonlarını yürütmesine rağmen Hareketimiz makul ve yumuşak yaklaşımlar gösterdi. Biraz da Önder Apo’nun hazırladığı Yol Haritası'na devletin vereceği cevap beklendi diyebilirim. O zaman MİT Müsteşar Yardımcısı ekibiyle geliyordu. Daha sonra 2009 Ağustos’unda, Yol Haritası'nın devlete verildiği süreçten sonra Hakan Fidan da görüşmelere katıldı. O zamanlar Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı/Başbakan Temsilcisi olarak görüşmlere katılıyordu. Görüşmeler böyle sürdü. Önder Apo, 22 Ağustos'ta Yol Haritası'nı sundu. Buna hiçbir cevap verilmediği gibi Yol Haritası'nın verilmesinden sonraki ilk Oslo görüşmelerinde Yol Haritası'nın verilmeyeceğini söylediler. Belirli bölümlerini okuyabileceklerini söylediler. Sadece şuradan buradan hep Hareketin atacağı adımların söylendiği bölümleri pasaj pasaj okuyorlardı. Yol Haritası'nın verilmemesinden de anlaşıldı ki bir çözüm politikaları yok.
Yol Haritası'ndan önce de 2007'de, Önderlik 125 sayfalık bir çözüm önerisi, bir nevi Yol Haritası'nın daha öz bir biçimini sunmuştu, o da verilmemişti. Yol Haritası'nı da vermedikleri gibi Beşir Atalay tarafından olumsuz değerlendirmeler oldu. Yol Haritası da verilmeyince, Önderlik, AKP'nin bir çözüm politikası olmadığını gördü ve bir girişim daha yaptı. Bildiğiniz gibi Habur’dan barış gruplarını gönderdi. Meclis'te görüşme olacaktı. Barış grupları bu süreçte Hareketin görüşlerini kamuoyuna aktaracaktı. Hatta Meclis'e bile gidip hareketin düşüncelerini aktarabilecekleri söylenmişti. Öyle bir şey planlanmıştı. Ama Habur'da milyonlar ovalardan kasabalardan yollara dökülüp barış gruplarını karşılayınca, aynı 29 Mart seçimlerinden sonraki tepkiyi gösterdiler. 29 Mart seçimleri yumuşak bir seçimdi, ama hemen ardından 14 Nisan operasyonlarını yaptılar. Habur'da da aynı 29 Mart seçimlerinden sonraki tepkiyi gösterdiler. Habur’u asıl olarak bozan bu yaklaşım olmuştur. "Biz bu halka tasfiye politikasını kabul ettiremeyiz" dediler. Böyle bir halk AKP'nin istediği çözümü kabul etmez diye düşündükleri için Habur’dan sonra siyasi soykırım operasyonlarını arttırdılar. 29 Mart seçimlerinden sonra neden siyasi soykırım operasyonları yapıldıysa, Habur'dan sonra da siyasi soykırım operasyonları aynı nedenle yapılmıştır. Bu halka kendi çözüm politikalarını ya da kendi tasfiye etme politikalarını kabul ettiremeyeceklerini gördükleri için bu halkı ezerek, zindanlara doldurarak kendi tasfiye politikalarını kabul ettirecek duruma getirmek istediler. Bilmem Habur'da şöyle tahrik yaptılar, işte bilmem Silvan'da tahrik yaptılar, şurada şunu yaptılar... Bunların hepsi hikayedir! Bahaneler aradılar. 12 Haziran seçimlerinden de Kürt demokratik hareketi büyük bir başarıyla çıkmadı mı? Kendi düşündükleri çözümü kabul ettiremeyeceklerini düşündükleri için 29 Mart seçimlerinden sonra, Habur'dan sonra hangi tepkiyi vermişlerse, 12 Haziran seçimlerinden sonra da aynısı oldu. Geçmiş dönemde yaşananların ve ortaya konulan tepkilerin izahı böyle yapılırsa doğru anlaşılır, yoksa doğru anlaşılamaz.
GÖRÜŞMELERDE DEVLET ADINA TAAHÜT VERİLMİYORDU
Hareket adına sizden Oslo görüşmelerinde kimler yer aldı, kimlerle nasıl görüşüldü?
Artık kamuoyu kimlerin katıldığını bildiği için belirtmekte sakınca yok. Hareketin yönetimi bir heyet tespit etti. Bu heyetle Oslo görüşmelerine katılındı. Daha önce zaten böyle bir süreç başlatmak için Hareketin yönetimiyle dağ alanında bazı öngörüşmeler yapılmıştı. 2006'dan beri olgunlaşan bir durumdu. Yani İki-üç yıla dayanan öncesi var. Oslo görüşmesine heyet olarak Sozdar arkadaş, Avrupa’dan KNK Üyesi ve Diplomat Adem Uzun arkadaş ile yine Dışilişkilerden sorumlu ve aynı zamanda KCK Yürütme Konseyi Üyesi olan Zübeyir Aydar arkadaş katılıyordu. Zaman zaman Remzi Kartal arkadaşımız da görüşmelere katıldı. Birkaç görüşmeden sonra da (3. Görüşme ile birlikte) Sabri Ok arkadaş da görüşmelere katıldı. En son iki üç görüşmeye ben katılmadım. Sabri Arkadaş katıldı. Onlar (devlet tarafı) beş-altı kişilik bir heyetle geliyorlardı. Onlar ilk önce devlet adına geldiklerini söylüyorlardı. Ondan sonraki süreçte biraz sıkıştırınca, 'biz her şeyi bilemeyiz, devletin farklı kurumları var' diyerek çözüm adına somut yaklaşımlar içine giremediler. Devletin taahhüt altına girmesinden ziyade, daha çok bizden istenen, ateşkes olsun ortam sağlansın, ortam sağlanırsa, devlet bazı şeyleri yapar, gibi taleplerde bulunuyorlardı.
Ne gibi talepler?
Siz ortamı yumuşatırsanız dil, kimlik ve kültür konusunda devlet adımlar atabilir, belli yumuşamalar olabilir diyorlardı. Çok genel geçer, somut olmayan ve Kürt halkının taleplerini karşılamayacak düzeydeydi. Somut şeyler söylemiyorlardı. Biz her defasında somut şeyler yapmak istiyorduk. Hatta biz her defasında diğer görüşmelerde daha somut adımları tartışalım diyorduk, o da olmuyordu. Hatta biz bazı somut maddeleri koyuyorduk, devlet şunları şunları yapmalı diyorduk. En son çok zorlandılar, biz de 14 maddelik bir talepler manzumesi sunduk. Tamam biz bunları alır devlete götürürüz, dediler. Görüşmeler çok da çözüm sürecinin tartışmaları gibi değildi. AKP Hükümeti'ne ve devlete adım attırma konusunda çok verimli geçtiğini söyleyemeyiz. Aslında Önderlik de biz de Hareket olarak AKP'nin ve devletin bir çözüme hazır olmadığını görüyorudk. Ortamı kısmen de olsa yumuşatarak, devleti toplumu çözüme hazırlamak, bu temelde de AKP'yi de acaba bir çözüm sürecine sokabilir miyiz, yaklaşımıyla hareket ettik. Yoksa Oslo görüşmelerinden beli oluyordu ki, somut bir çözüm politikaları yok. Ama o görüşmelerle biz gerçekten de toplumu, devleti çözüme hazırlayabilir miyiz, AKP'yi böyle bir çözüme zorlayabilir miyiz, yaklaşımıyla hareket ettik. Uluslararası güçlere de bakın biz çözümden yanayız mesajı vererek, onları da çözüm sürecinin destekçisi yapma yaklaşımı ile hareket ettik. AKP’nin hiç bir çözüm yaklaşımı olmadığı halde çözümü zorlayan, çözüm konusundaki yaklaşımlarını bu toplantılarda gösteren hep biz olduk.
Çözüm süreci için herhangi bir takvim netleştirildi mi?
Görüşmelerde bir çözüm takvimi belirlenmedi. Her defasında bir dahaki sefer geldiğimiz zaman çözüm projesi ile gelelim. Siz de getirin, biz de getirelim, dedik. Ama onlar öyle bir çözüm projesi ile gelmiyorlardı. En son dediğim gibi biz 14 maddelik bir çözüm taleplerimizi ortaya koyduk. Yani çözüm için neyi düşündüğümüzü ortaya koyan yaklaşımımızı sunmuş olduk. Bu arada Önder Apo daha aktif devreye girdi. Görüşmeleri sonuca doğru götüren, bir projeye, çözüm perspektifine bağlayan yaklaşımlarını mektuplarla adım adım geliştirdi. 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi hükümete sunulan protokoller böyle ortaya çıktı.
GARANTÖR ÜLKE YOKTU
Oslo ve İmralı’da gerçekleşen görüşmelerde Kürt Halk Önderi ile mesaj alış-verişiniz nasıl oluyordu?
Önderlik ile mesaj alış verişimiz şöyle oluyordu. Yani o dönem heyet geliyordu, mektuplarını getiriyordu. Biz de o heyetle toplantının sonuçlarını gönderiyorduk. O dönemde bu mektupların gidişinde gelişinde bir sıkıntı yaratmıyorlardı. Bazen daha geniş yazılarak, bazen de daha kısa yazılarak görüşme sonrası notlar gönderiliyordu. O süreçte aracılar da mektuplar götürüp getiriyorlardı. Dediğim gibi uluslararası bir kurum aracılık yapıyordu. Zaten hemen hemen her görüşme öncesi o aracılar, hem gidip Türk devleti ile hem de bizimle görüşüyorlardı. Bir nevi yeni görüşmenin ortamını hazırlıyorlardı. Böyle bir trafik vardı. O trafik herhangi bir aksamaya uğramadan 2011’in yazına kadar sürdü.
İngiltere’nin garantör devlet olarak görüşmelerde yar aldığı basına yansıdı, bu doğru mu?
Biz böyle bir şeyi kesin söyleyemeyiz. O görüşme heyetinin içinde İngiliz kökenliler de vardı. Başka kökenliler de vardı. Hatta görüşmeye katılan Asya kökenli de vardı. Ama doğrudan devletle gerçekten de ilişkili midir buna bir şey diyemeyiz. Norveç devleti içinde olduğuna göre, belki Norveç üzeri de bu görüşmelerle bazı büyük devletler ilişkili olabilir. BM Konseyi olan Avrupalı devletlerin ve ABD'nin bu tür görüşmelerin arkasında olduğu hep söylenir. Herhalde bu görüşmelerle iligilenen bu tür güçler vardır; ama garantörlük gibi herhangi bir durum yoktur. Yani öyle bir şey olmadı. Biz esas olarak aracı heyeti biliyoruz. Olsa olsa bazı tahminler söylenebililir.
SEÇİMLERDEN SONRASI GÖRÜŞME İPTAL
Protokoller konusu var, basın da çok işledi, Oslo'da ya da İmralı'da kaç protokol hazırlandı? Bu protokoller hangi konuları kapsıyordu? Devlet neden imzalamadı?
Bu protokolleri Önderlik hazırladı. Yani Oslo görüşmeleri sürecinde en son görüşmelerde de arkadaşlar Önderliğe bilgi veriyorlar. Zaten bilgi alışverişi sürekli oluyordu. Bütün görüşmelerin sonucunda Önder Apo üç protokol hazırladı. Sanırım 2011’in Nisan ayında bize geldi. Biz her üç protokolü de uygun gördük, onayladık. Sadece bir iki maddesine değişiklik yaptık, eklemeler yaptık. Nasıl ki bu son gelen mektuplarda esasını değiştirmeden bazı rötuşları yaptıysak, o zaman da böyle bir iki madde konusunda görüşlerimizi belirttik. Temelde üç protokol vardı, anayasal çözüm, barış ve hakkikatleri araştırma protokolüydü. Yani geçmişte yaşanan cinayetleri araştıran bir komisyon da kurulacaktı.
12 Haziran 2011 seçimlerden önce Oslo’da bir görüşme daha olacaktı. Fakat o görüşme olmadı. Devletin hazır olmadığı söylendi. Seçimden önce olması gereken görüşme olmadı ve zaten seçimden sonra da hiç görüşme olmadı. Oslo görüşmeleri seçimden önce bitti. Önder Apo’nun sunduğu protokolleri hükümetin de kabul etmeyeceği belli oldu. Hükümetin o görüşmeleri onaylamadığı aracılar vasıtasıyla duyuruldu. Aracılar geldiler, devletin bu protokollerin altına resmi olarak imza atmayacaklarını, söylediler. O zaman da anlaşıldı ki, bir taahhüt altına girmeyecekler.
OSLO GÖRÜŞMELERİ MUHATAPLIĞI ORTAYA KOYDU
Çözüm arayışlarınızda Oslo görüşmeleri ne anlam ifade ediyor?
Oslo görüşmeleri tabi şunu ifade ediyor; devletin ve AKP’nin çok sıkıştığını. Devlet ve AKP sıkışmasaydı, oyalama düşüncesi ile de olsa -ki biraz öyleydi- böyle bir görüşme içine girmezdi. Sıkıştığı için devlet bu görüşmeleri kabul etti. Diğer yandan uluslararası güçler de -ki o güne kadar PKK teröristir, şöyledir böyledir biçimindeki politikalarına rağmen-, PKK ile Türkiye arasında yaşanan bu sorunda arabulucu olma, girişimlerine bulunmuşlardır. Yani onlarda da PKK’ye karşı beli bir yaklaşım değişikliği olmuştur. Bu mücadelenin etkili biçimde sürmesi, bütün tasfiye hareketlerine rağmen, bu tasfiye saldırılarını hem Türk devleti, hem de uluslararası güçler ortak yaptığı halde başarılı olmadığını ve PKK’nın sadece Kuzey Kürdistan da değil, bütün parçalarda Kürtlerin üzerinde etkili olduğunun görülmesi sonucu böyle bir görüşme başladı. Yani Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadelesinin ulusal alanda ve uslulararası alanda etkili hale geldiğini, muhatap bir güç olduğunu ortaya koymuştur. Bizim açımızdan eğer bir dönemeç anlamında ifade edilecekse böyle söylenebilir.
SİLVAN’A RAĞMEN GÖRÜŞMELER İLERLEYEBİLİRDİ
Oslo görüşmelerinde masayı devirenin PKK olduğu söyleniyor. Buna da Silvan'da gerçekleşen olay örnek gösteriliyor. Masayı siz mi devirdiniz?
Görüşmeler 4 yıla yakın sürdü. Herhalde sekiz-dokuz görüşme olmuştur. Devletin çözüm politikası olmadığı halde Oslo görüşmelerini ısrarla sürdürdük. Sonuç çıkmayınca 2010’un 31 Mayısı 4. Mücadele Dönemi dediğimiz Devrimci Halk Savaşı sürecini başlattık. Hükümet yine zorlanınca 2010 Anayasa referandumu öncesinde tekrardan heyetlerini gönderdi, görüşmeler yeniden başladı. Aslında AKP’nin 2008-2009- 2010’daki görüşmelerde çözüme ilişkin bir politikasının olmadığı görülmüştü. Onun için 2010'da yeniden savaş başladı. Ama AKP savaşı kaldıramayacağını görerek tekrardan heyetlerini gönderdi. Önder Apo, seçimden önce tekrardan AKP’ye bir şans tanıdı. 2011 Haziran seçimlerine kadar bunu böyle ortayaya koyabiliriz. Belki biz Devrimci Halk Savaşı kararını aldık, 2010 da 4. Döneme girdik, ama o süreçte de referandum dönemine denk geldi. Araya seçim girdi, seçim konusunda bir şans tanıyınca zaten yine ortam yumuşadı. Yani mücadele yumuşak ortamda geçti. Önderlik 2011 seçimlerinden sonra Meclis'in devreye girmesini ve komisyonların kurulmasını istedi. Kendisinin önünün açılmasını söyledi. Biz de aynı yönde çağrılar yaptık. Önderliğin önü açılsın ve Türk devleti, Kürt sorununun çözümünde demokratik iradesini ortaya koysun biçiminde iki madddelik bir istekte bulunduk. Meclis karar alsın Önderliğin önü açılsın. Çünkü protokollere göre komisyonlar kurulacaktı ve komisyonlar Önder Apo ile görüşmeler yapacaktı; Kürt sorunu demokratik yollarla çözülecekti. AKP buna cevap versin, dedik. AKP sürece cevap vermedi. Seçim oldu, yüzde 50’ye yakın oy aldı; kendisini güçlü hissetti ve 'ben sizin taleplerinizi kabul etmiyorum; ne protokolleri imzalıyorum, ne Meclis'ten karar çıkarıyorum, ne de Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda kamuoyuna bir deklarasyon sunuyorum', yaklaşımı içinde oldu. Bunların hiç birisini yapmadı. Hiçbir bağlayıcı karar içine girmeyeceğini gösterdi. Zaten 2008- 2009'da bu öyleydi. Ama 2011 seçimlerinden sonra kendisini güçlü görünce, Oslo görüşmelerine artık katılmadı, ciddiye almadı. Yani seçimlerden sonraki süreci bozan AKP’dir. Yoksa Silvan bir tesadüftür, bizim talimat verdiğimiz bir eylem değildir.
Seçimden önce dört-beş ayda 60 gerilla şehit düştü, operasyonlar zaten vardı. Seçimden sonra da devlet operasyon yaparken, operasyon gücüne yapılan bir eylemdir. Bunu herkes biliyor. Böyle olunca 'Silvan'da bilmem eylem oldu, süreç bozuldu' dediler. Önceden zaten bozulmuştu. Artık devlet hem Oslo’da görüşmelerine gelmedi, hem de hiçbir adım atmadı. Silvan olayı olunca tam bunu bahane yaptı. Fırsat buldu, saldırıya geçti. Gerçekten de çözüm iradesi olsaydı, bir Silvan olayıyla hemen her şey bozulmazdı. Bu yönüyle Silvan kesinlikle bahanedir. Hiç alakası yoktur. Tamamen AKP Hükümeti'nin seçimlerde kendisini güçlü hissederek Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezme politikası yürütülmüştür. Daha seçimlerden önce başlamışlardı, hemen seçimden sonra da Sri Lanka modelinden bahsetmeye başladılar. Bütün bunlar aslında AKP’nin beli bir oyalama yapıp kendisini güçlendirdikten sonra Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezme, parçalama politikasının bir parçasıydı. 2011'deki başlayan saldırlar bunun ifadesidir.
BARIŞI İSTEMEYENLER GÖRÜŞMELERİ BASINA SIZDIRDI
Oslo görüşmesinin basına sızdırıldı, taraflar karşılıklı birbirlerini suçladılar. Oslo görüşmelerini kim sızdırdı?
Oslo görüşmelerinin sızdırılması 2011’in sonlarında oldu. Oslo görüşmelerinin sızdırılması, aslında o görüşmeleri istemeyen çevreler tarafından yapıldı. Biliyorsunuz, o dönemde ve daha sonra Oslo görüşmelerini istemeyen en çok da Fethullahçılardı. Hala o Emre Uslu PKK ile görüşmeye gerek yok, bir şey yapılacaksa devlet kendisi yapmalı, diyor. PKK’nin ne olursa olsun muhatap alınmasını, PKK’nin Kürtlerin temsilcisi gibi görünmesini istemeyen kesimler var. Bumların başında Fethullahçılar geliyor. Bu açıdan o görüşmeleri Fethullahçılar sızdırarak aslında hükümetin, devletin niyeti ne olursa olsun, bir daha PKK ile görüşüme yapmasını engellemek istediler. Bunu kesinlikle böyle görmek lazım. Görüşmeleri sızdıran aynı çevreler sonradan bu defa da MİT Müsteşarı hakkında soruşturma başlatmak istediler. Bunlar, Türk devletinin ne kadar zorlanırsa zorlansın, ne olursa olsun, PKK’yı muhatap almaması gerektiğini söyleyen çevrelerdir. Fethullahçılar var, bazı yeminli Apo ve PKK düşmanları var - isimlerini vermek istemiyorum- onlar da PKK’nin muhatap alınmasına, görüşülmesine gerek olmadığını söylüyorlar. "PKK ile ilişki olacaksa sadece silah bırakma üzerine yapılmalı, PKK'nin teslim alınması üzerine konuşma yapılabilir; ama Kürt sorununun çözümü, özerklik, anadilde eğitim, kimlik sorunları ve diğer sorunların tartışılmasına gerek yok, eğer verilecekse devlet kendisi vermeli" biçiminde bir yaklaşımı dilendirenler Oslo görüşmelerini sızdırdılar. Biz ilk önce acaba İsrail olabilir mi diye biraz kuşkulandık. Ya da bizimle aracı olan çevreler, Norveç mi? İnsanın aklına kuşkular geliyor. Sen yapmayınca kim yapacak? O zaman Türk devleti niye yapsın, diyorsun. Kısa süre sonra anladık ki, bu iş Fethullahçıların işidir. Bu kesindir. Bunu hükümet de öğrendi. Daha sonra Fethullahçılar ile AKP Hükümeti arasındaki ilişkilerin bozulmasında, bu Oslo görüşmelerinin sızdırılmasının da etkisi vardır.
Sızdırarak PKK'nin, bir daha Kürtlerin temsilcisi gibi muhatap alınnmasını önüne geçmek istediler. Bu yönüyle bir kanun gibi 'PKK ile ilişkilenmek en büyük suçtur' havasını yaratmak istediler. Amaçları buydu, ama tersine döndü. PKK ile görüşülebileceğini herkes kabul etti. Bu konuda kimse tepki göstermedi, hatta kamuoyunda 'iyi ki görüşmüşler' eğilimi güçlendi. Bu yönlü yorumlar, değerlendirmeler yapıldı. Kamuoyu yoklamaları bu çerçevede çıktı. Hatta seçim öncesi çok kullanılmasına rağmen AKP seçimden oy kaybederek değil, güçlenerek çıktı. Bu da şu gerçeği ortaya koydu: Devletin, hükümetlerin PKK ile görüşmesi toplumda olumsuz tepki almıyor. PKK'nin Kürtlerin temsilcisi olduğu konusu toplum nezdinde meşrulaşmıştır. Sızdıranların farklı niyetleri vardı, ama sonuçları böyle oldu.
2012’DE KÜRT HAREKETİ SAVAŞLA EZİLMEYECEĞİNİ GÖSTERDİ
2010 Haziran'ında Devrimci Halk Savaşı kararı aldınız, gerilla eylemleri referandum sürecinde bir kesintiye uğradı. 2011'de alınan bu karar neyi amaçlıyordu? Siyasi ve askeri açıdan bu mücadelenin getirisi ve götürüsü neydi?
Biz Oslo görüşmesiyle demokratik çözümün kapsını aralamak, devleti ve toplumu hazırlamak; AKP'yi de çözüme hazırlamak istedik. AKP'nin oyalayarak bir taraftan çürütme, diğer taraftan zamana yayarak kendince fırsatını bulduğunda ezme politikası görülünce Devrimci Halk Savaşı'na(DHS) yöneldik. Hareket olarak Kürt halkının talepleri doğrultusunda mücadele ediyorduk; sonuç almak istiyoruz; onun amacını bir çözüm olmadığını, oyalama olduğunu görünce biz de DHS ile 4. Dönem dediğimiz, yani Kürt sorununu kendi irademizle çözüme, Demokratik Özerkliği toplumsal gücüyle inşa etme kararına vardık. Bu yönüyle de 2010’un 31 Mayıs'ında yeniden bir gerilla hamlesini başlatacağımızı ilan ettik. Ama sizin de belirttiğiniz gibi referandum ve seçimler bunu sekteye uğrattı. Hükümete yine bir şans tanıdık, ama bırakalım bu şansı kullanmayı, şiddetle ezme politikasını devreye sokunca biz tekrar 2010'da aldığımız karar gereği DHS ile sonuç alma, Kürt sorununu çözümünü DHS ile gerçekleştirme tercihine yöneldik. Bu tabi AKP’nin de aynı zamanda tasfiye saldırılarını yoğunlaştırdığı dönemdi. Bu iki yönlü karar vardı. Yani bizim DHS kararımızla onların şiddetli ezme kararını her türlü imkanını kullanarak boşa çıkarma ve sonuç almaya yöneldik.
Gerçekten de 2011- 2012’de çok şiddetli bir savaş oldu. Savaş tarihimizin en şiddetli yıllarının 2011 ve 2012 olduğunu söyleyebilirim. Türk devleti, Sri Lanka türü yönelim yapacaktı, ezecekti. 2011 ve 2012 kışındaki bütün yazarlar okunursa 2012 yazına gelindiğinde PKK tasfiye olacaktı. Gerçekten böyle bir saldırıyı gerçekleştirdiler. Zaten bir taraftan siyasi soykırım operasyonları sürdürülüyordu. Toplumsal tabanın tümden kökünü kazımak yani amiyane deyimle suyu kurutup balığı susuz bırakmayı hedefliyorlardı. Gerillayı tasfiye etmek için tüm bunlar yapıldı. Sadece demokratik siyaseti ezmeyi değil, toplum ezilecek, susturulacak; gerillada yalnızlaştırılacak, ezilecekti. Bu nedenle de büyük savaşlar oldu. Gerçekten de biz tarihimizin en büyük savaşını verdik, büyük hamlelerini yaptık. Zagros’ta, Botan’da devletin hakimiyeti büyük oranda kırıldı ve ortadan kaldırıldı. Bingöl, Serhat'ta çok büyük eylemler oldu. Türk devleti şaşkına döndü. Askerler karakoldan çıkamaz hale geldi. Zaten eskiden vurup kaçıyorlardı, şimdi vurup kalıyorlar, diyorlardı. Gerçekten de bazı yerlere artık giremez oldular. Botan’ın birçok yerine girmez oldular. Diğer yandan bu kadar siyasi soykırım operasyonlarına rağmen halk serhildana kalktı, halkın iradesini kırmadılar. Arkasından sürece bir de zindan müdahale edildi, o da AKP’yi çok zorladı. Bir bütün olarak hem dağ, hem zindan, hem halk ayağı. Bunlar zaten Kürt Özgürlük Hareketi'nin tarihinin mücadelesine önemli mücadele ayaklarıdır. Bu üç mücadele ayağı da, büyük hamleler yaparak AKP’yi sıkıştırdı. Türk devleti savaştan sonuç almayacağını gördü. Kürt Özgürlük Hareketi'nin savaşla ezilemeyeceğini gösterdi. 2012’de bu gösterildi.
Öte yandan halk Rojava'da devrim yaptı. Kürt Özgürlük Hareketi'nin Güney Kürdistan’da etkisi arttı, bütün parçalarda etkisi arttı. Herkes Kürt Özgürlük Hareketi'ni siyasal etki gücünün artığına karar verdi. Özellikle Mehmet Ali Birand ve birçok yazar; PKK artık kolay kolay bir uzlaşmaya varmaz, yani artık görüşmeler olmaz diyorlardı. Bu savaş daha da sürecek, çünkü PKK güçlü zamanındadır, etkilidir, niye böyle bir zamanda uzlaşma yapsın, diyorlardı. Bu nedenle PKK 2012- 2013’te kesinlikle uzlaşmaya varmaz, düşüncesini ileri sürüyorlardı. Bu güçlü zamanında savaşı geliştirerek sonuç almak isteyecektir. Birçok yazar bunu değerlendirdi. Bugün de halen birçok yazar -yeni süreç başlamış ya- PKK güçlü döneminde niye böyle bir görüşme başlattı diye değerlendirmeler yapmakta. Bu açıdan 2012 bizim açımızdan önemli başarılarla dolu bir yıl oldu. Fakat hedeflerimiz daha farklıydı, biz daha etkili sonuç almak istiyorduk. Bazı yerleri daha etkili düşürmek, bazı alanlarda Demokratik Özerkliği fiilen, daha etkili kılmayı planlıyorduk. Böyle hesaplarımız da vardı. Süreç yaz ortasında, 23 Temmuz'da başladı. Bu açıdan gecikme oldu. Hazırlıklarımız yetersizdi. Bazı alanlarda da eksik ve yetersizliklerimiz oldu. Başarılarımız oldu; ama istediğimiz sonuca götüremedik. Kesinlikle 2012 yılında başarılı olan Hareketimiz, kaybeden ise AKP Hükümeti oldu. Kürt Özgürlük Hareketi'nin savaşta ezilemeyeceğini görünce, bastırılamayacağını görünce, hem bölgede de Türkiye'de de daha etkili hale geldiği görülünce yeniden İmralı’ya heyetler gönderildi.
SAVAŞ DEVAM ETSEYDİ AKP BİTERDİ
Kürt sorununda oyalama politikasıyla AKP 10 yılık bir zaman tüketti. Ancak son süreçte İmralı'da Önderlik ile görüşmeler yaşandı. AKP idamı üzerine siyaset yaparken, onu son dönemdeki görüşmelere zorlayan iç ve dış gelişmeler nelerdir?
AKP bir dönem savaş politikası izlemedi. 2007’ye kadar idare etme, 2007’den sonra savaşla ezme politikasını izledi. Derin devletle öyle anlaştı. Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ ile mutabakat yaptılar. Fakat hiçbir zaman AKP'nin çözüm politikası olmadı, ezmede ısrar etti. AKP niye uzun süre iktidarda kaldı? En iyi ben ezerim, en iyi ben oyalarım, en iyi ben tasfiye ederim, dedi. 'Bunu CHP yapamaz, MHP yapamaz, benden başka Kürtleri oyalayacak başka siyasi aktör yoktur' dedi. 'Dini de kullanırım, oyalarım, tabanını etkisizleştiririm' diyerek iktidarda kaldı. Bunu yaparken psikolojik savaşı da, orduyu da etkili kullandı. Her türlü desteği aldı, Heronları aldı, en son teknikleri aldı. Kapsamlı uçak saldırıları bu tekniklerle yapıldı, ABD onlara Heronlarla destek verdi. Türkiye’nin elinde şuanda gerçekten en son teknik var. Tekniğini yoğun kullanıyor. AKP bunların hepsini kullandı, ama bizi ezemedi. Sonunda o kadar daraldı ki, işte geçen yılın sonunda idamı gündemleştirdi, 'idam ederiz' dedi. Hep MHP’yi suçladı, sen yapmadın biz yaparız dedi. Bu tür tartışmaları gündeme getirdi. Ama bütün saldırılarına, bütün baskılarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye edemedi, etkisizleştiremedi.
Niye idam tartışmalarından bugünlere gelindi, denilirse; 2012'de savaşta yenildi, 10 binden fazla siyasetçiyi, gazetecileri, avukatları zindanlara attı; ama bir o kadar da teşhir oldu. Kendisini destekleyen birçok liberali kaybetti. Avrupa'da, birçok yerde kendisini destekleyen birçok çevreyi kaybetti. Giderek onu esas olarak iktidarda tutan liberalleri ve demokrasi isteyen kimi çevreleri kaybetmeye başladı. AKP’yi iktidarda tutan, kendi oyları olmadı. Yüzde 35-40 civarında oyu var, ama moral değer olarak onu iktidarda tutan, onun etkili olmasını sağlayan esas olarak 'biraz reform yapacak, demokratik adım atacak' diyen, destek veren demokrat çevrelerin, liberallerin Avrupa'da buna yatkın kimi çevrelerin desteğiyle ayakta kaldı. En temel moral dayanakları bunlardı. Yoksa siyasal İslamcı olduğu için AKP, Türkiye'de etkili olmadı. Biraz demokratik reform yapacağı, diğer iktidarlara göre yumuşak olduğu düşünülerek veya o sinerjiyi alarak yüzde 50 oy aldı. Ama birçok destekçisini artık kaybetti. Gazetecileri en fazla içeriye atan iktidar durumuna düştü. Hasan Cemal gibi bir gazeteciyle bile kavgalı hale geldi. Bu tabi AKP’yi yıprattı. AKP şunu gördü; tamam, belli bir desteği var, oy da alabilir, ama eğer savaşı şiddetli sürdürürse, kaybedecek. Çünkü savaş şiddetli sürdükçe daha fazla otoriter olmak zorunda kalıyor, daha otoriter olunca da çeşitli çevreleri kaybediyor. Bunun için şimdi demokratik siyaseti devreye sokarak, biraz siyaseti işin içine katarak acaba bu süreci götürebilir miyim, hesabındadır. Şu anda çözüm niyeti var mı yok mu, bilmiyoruz. Ama savaş yoluyla yapamadığını, sonuca götüremediğini siyasetle yapabilir miyim arayışındadır. Savaş yoluyla götürürse, 2013'te yenilecek, AKP bitecek, kaybedecek! PKK'yi ezemiyor. Ezemeyince geriye iki yol kaldı: ya oyalama ya çözüm! Şimdi AKP’nin önünde bu iki seçenek var.
ROJAVA’DAKİ GELİŞMELER ETKİLİ OLDU
Rojava'daki gelişmelerin bunda bir etkisi olabilir mi
Rojava'daki gelişmelerin büyük etkisi var. AKP Hükümeti Suriye'de tıkandı. Suriye'ye niye balıklama atladı? Kürtler kazanmasın diye! Suriye'ye balıklama atlarken, İran’ı bıraktı. Suriye ile düşman oldu değil mi? Daha düne kadar Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmede en fazla Suriye ve İran’ı kullanıyordu, onlarla dostlardı. Ama şimdi bıraktı. ABD’nin atına binersem, terkisine atlarsam, desteğini alırım; Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezerim, Suriye'de de etkin olurum, dedi. 'Nasıl ki, Osmanlı 1516-17'de Mercidabık ve Ridaniye savaşları ile Suriye'yi kontrol edip ondan sonra bütün Ortadoğu'ya hakim olduysa; Suriye kapısını açarsam, Suriye'de etkin olursam bütün Ortadoğu'yu fethederim' dedi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı! Çok erkenden heyecana kapıldı, kraldan çok kralcı oldu, herkesten daha fazla askeri müdahaleci oldu, bütün oradaki çetelere destek verdi, El Kaideciler, Selefiler dahil radikal siyasal İslamcılara destek verdi. Fakat onlarla sonuç alamadı. Sonuç alamadığı ve o konuda Batı'yla, ABD'yle çelişkiye düştüğü gibi, Rojava'da da Kürtler ayağa kalktı; büyük bir devrim gerçekleştirerek kendi Demokratik Özerkliklerini inşa etmeye başladılar. Suriye'de kazanamadığı gibi Rojava'da da kaybetti. Bunun yanında Ortadoğu'da PKK'nin yükselişi sadece Rojava'da değil, her yerde Önder Apo’nun etkisindeki siyasal hareketlerin etkisi büyümeye başladı. Bu durum şunu ortaya koydu: Türkiye inisiyatifi kaybediyor; savaşa devam ederse hem Suriye'de, hem bölgede, hem de Kuzey'de inisiyatifi kaybediyor. İşte inisiyatifi kaybetmektense acaba PKK ile bir uzlaşma bulabilir miyim ya da PKK’yi biraz siyasal ortama çekerek acaba Suriye'de, Kuzey'de yani Türkiye sınırları içinde rahatlayabilir miyim biçiminde bir yaklaşım benimsedi. Suriye'de sıkıştı, Rojava'da sıkıştı, bu sıkışıklıktan kurtulmak için görüşmelere başladı. Görüşmelere gitmesinin önemli bir nedeni de budur. Şimdi Suriye'de ve Kürt sorununda kaybettiği inisiyatifi ele almak istiyor. Bunu yaparken de PKK’siz yapamaz. PKK ile ilişkilenmeden, PKK ile görüşmeden bu alanlarda inisiyatifi sağlayacak zemin bulamaz. Bu nedenle böyle bir girişimde bulundu. PKK ile mücadeleyi siyasi zemine kaydırmaya ve bu temelde içerde de dışarıda da rahatlamaya çalıştı. Girişimin siyasal zeminini böyle değerlendirmek gerekir.
ÇÖZÜME ZORLAYACAK GÜCÜMÜZ VAR
Yeni süreç Türkiye ve Kürdistan kamuoyunun çözüm umutlarını ve beklentilerini oldukça yükseltti, nasıl bir süreç işliyor? Ufukta AKP'yle bir çözümü mümkün görüyor musunuz?
Yeni sürecin esası; AKP sıkıştı, Önder Apo’nun yanına gitti, görüşmelere başladı. Ama yeni sürecin esas inisiyatif sahibi ve yönlendiricisi Önder Apo’dur. Önder Apo, AKP’nin sıkışıklığını görerek Türk devletinin, AKP’nin çözüm politikası olmasa da, kabul edilebilir ve reddedemeyecekleri bir proje ortaya koyarak, onları çözüm rotasına, çözüm kulvarına sokmak istiyor. Yoksa AKP’nin, devletin çözüm politikası var mı denilirse, hâlâ bir çözüm politikası olup olmadığını bilmiyoruz. Şu ana kadarki tutumları gerçekten bir çözüm politikası olduğunu da göstermiyor. Ama Önder Apo, AKP’nin sıkıştığını gördü ve gelip kendisiyle görüşerek bu işi siyasal mücadele alanına çekelim deyince de "buyurun, siyasal mücadele alanına çekelim, bu sorunları siyasal mücadele alanında tartışalım, sorunları orda çözelim" dedi. Çözüm projesini sundu ve şimdi onları o noktaya çekmeye çalışıyor. Çünkü onları o noktaya çekerse Kürt Özgürlük Hareketi hem haklı, hem siyasal demokratik mücadelede tecrübeli ve güçlü, hem de Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Şimdiye kadar AKP ve devlet şiddetle, zorla demokratikleşmenin önünü kapatıyordu. Demokratikleşmenin önünde baraj kurmuştu. Hem Türkiye'de onlarca yıllık mücadele sonucu toplumda demokratik mücadele eğilimi gelişmişti, hem de Kürtlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesi ile Kürt toplumu önemli demokratik bir güç haline gelmişti. Bu da devleti zorluyordu. Ama buna rağmen Türk devleti askeri güçle bastırarak bu demokratikleşmenin önünü almak istiyordu. Şimdi işte Önder Apo onların sıkıştığını görüp, AKP'nin 'siyasal mücadeleye girelim, bu zeminde mücadele edelim, bu zeminde sorunu çözelim' deyince, daha onlar hiç bir şey yapmadan hemen projesini ortaya koyarak onları bir sürece sokmak, bir demokratik çözüm ve demokratikleşme kulvarına sokmak, Kürt sorununu demokratik siyaset içinde tartıştırarak onlara kaçınılmaz olarak demokratikleşme konusunda bir adım attırmak için böyle bir inisiyatif aldı, böyle bir proje ortaya koydu. Porjesini AKP'ye dayatmaktadır.
AKP’nin şu anda bir çözüm yaklaşımı var mı denilirse, gerçekten biz bir şey söyleyemeyiz. Çünkü biz AKP’nin çözüm politikası olduğuna inanarak veya çözüm politikası olduğunu düşünerek bu işin içine girmiyoruz. Demokratik siyaset sürecine sokarak AKP’yi ve devleti bir çözüme zorlayacağımızı düşünüyoruz. En azında savaş kadar bu alanda da AKP’yi ve devleti çözüme zorlayacak potansiyel güce, hem Kürdistan'da hem Türkiye'de mücadele gücüne sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Onun için Önderlik böyle bir süreci başlattı. Biz de bu nedenle bu süreci destekliyoruz. Sürecin karakterini böyle anlamak daha doğrudur.
GERİ ÇEKİLME KONUSUNDA MECLİS DEVREYE GİRMELİ
23 Mart'ta silahlı mücadeleyi durdurmak ve gerilla güçlerini sınır dışına çekmek üzere kalıcı ateşkes ilan ettiniz. Bunu daha önce 1999 yılında denediniz ve ağır bedeller ödediniz. Bugün buna karşılık özellikle geri çekilme noktasındaki tartışmaları dikkate alarak hükümet ve devletten hangi adımları atmasını bekliyorsunuz?
Tabi geçmişte de ateşkesler ilan ettik, geçmişte de geri çekilmelerimiz oldu. 12 Eylül döneminde geri çekildik, 99'da geri çekildik. Bu yönüyle mücadelede zaman zaman geri çekilmeler oldu. Şimdi bu defaki geri çekilme ve ateşkes konusu, geçmiş dönemlerden farklıdır. Geçmişte, 99'da, aslında o günkü koşullarda geri çekilerek Türk devletini bir çözüme zorlamayı amaçladık. Yoksa Türk devleti ile bir tartışma sonucu gerçekleşen bir durum değildi. Hatta uluslararası komplo olduğundan Türk devletinin kendisini güçlü gördüğü bir dönemde o geri çekilme gerçekleşti. Ama o geri çekilme de Türk devletini bir çözüm sürecine sokmaya, çözüm ortamını sağlamaya yönelikti. Sonraki ateşkeslerimiz daha çok bizim güçlü olduğumuz dönemlerde gerçekleşti. İnisiyatif bizdeydi. Ateşkesler de esas olarak çözüm ortamını hazırlamayla, devleti ve toplumu çözüm zeminine çekmekle ilgiliydi. Ama bu defaki geri çekilme ve 23 Mart'ta gerçekleştirdiğimiz ateşkes, çözüm ortamını hazırlamak için değil, bir çözüm projesinin parçası olarak ateşkes ilan ettik. Ve gerilla da bir projenin parçası olarak geri çekilecek. Bu da Türk devleti ile yapılan tartışmaların sonucunda ortaya çıkan bir ateşkestir. Yani tek taraflı değil. Ya da işte 'bir ateşkes yapalım, ortamı çözüm için hazırlayalım' yaklaşımı ile ateşkes yapılmamıştır. Ya da geri çekilme, 'geri çekilelim, çözüm ortamını hazırlayalım' anlayışıyla gündeme gelmemiştir. Kuşkusuz doğal olarak içinde bu da var. Ama esas olarak bütünlüklü bir çözüm projesinin parçası olarak ateşkes ilan edilmiş ve geri çekilme gündeme gelmiştir. Şimdi görüyoruz ki, AKP buna hazır değil. AKP böyle bir proje temelinde ateşkese hazır değil, böyle bir proje temelinde geri çekilmeye de hazır olmadığı görülüyor. Onun için burada inisiyatif Önder Apo'nun, Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi'nin elindedir diyoruz.
Biz böyle bir proje çerçevesinde ateşkes ilan ettik. Öncesinden esir askerleri serbest bıraktık. Hatta Meclis devreye girer ve belli bir komisyon kurulursa, gerillaların çekileceği yerlerin geleceği, güvenliği ne olacak, bu konuda bir denetim mekanizması olursa geri çekilebileceğimizi de söyledik. Bunlar gerçekten çok ciddi adımlardır. Tabi bu tek taraflı değil, bir çözüm projesi temelinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla adımların iki taraflı olması gerekiyor. Çünkü sorun iki taraflıdır. Kaldı ki sorunu PKK çıkarmamıştır. Kürt sorununda inkarcılık olduğu için savaş ortaya çıkmıştır. O zaman geçmişteki inkârcılıktan, geçmişteki zihniyetten kendilerini arındırmaları ve bazı adımları atmaları gerekiyor. Örneğin; ateşkestir, siyasal ortam hazırlanacaktır, o zaman askeri ve siyasi operasyonların durması gerekiyor. Hala siyasi operasyon yapıyorlar. Bir taraftan tek-tük bırakıyorlar, ama diğer taraftan da beşer-onar tutukluyorlar. Amiyane deyimle, kaşıkla verip kepçeyle almak gibi.
Önder Apo devlet heyetiyle tartışırken Meclis'in devreye girmesini istedi. Bu tartışma hem kamuoyuna yansımıştır, hem de bize gelen mektupta vardır. Bu mektuplar devletin elinden geçerek bize geldi, görüşmeler zaten onların kontrolleri altında yapılıyor. Önder Apo 21 Mart mesajında da Meclis'in devreye girmesini istedi. Şimdi bu adımın atılması gerekiyor. Neden? Mesele Kürt sorunudur, sadece PKK'nin tasfiyesi sorunu değildir. Tamam, PKK'nin sorunu da, silahlı güçlerinin sorunu da tartışılabilir; ama sorun sadece bu mudur? Sorun Kürt sorunudur. PKK Kürt sorununun sonucudur ve ortaya çıkan Kürt sorununun sözcülüğünü ve öncülüğünü yapmıştır. Şimdi bu sorun çözülecek deniliyor. Bu geri çekilme bir çözümün adımı mıdır, bir çözüm projesinin parçası mıdır, yoksa tasfiyenin parçası mıdır? Eğer geri çekilmeye devlet, Meclis resmi olarak uygun bir kararla hukuki zemin hazırlarsa biz de anlayacağız ki bu geri çekilme, Kürt sorununda bir çözüm projesidir. Kendileri de çözüm süreci demiyorlar mı? O zaman geri çekilme bu çözüm sürecinin parçası mıdır, değil midir, onu öğrenmek istiyoruz. Çözüm sürecinin parçası olduğunu görmek açısından da Önderliğin dediği gibi Meclis karar alsın dedik. Şimdi tabi bunlar bekleniyor. Artık nasıl olacak, süreç nasıl gelişecek? Tabi yakında belli olacak. Ama bu yönlü bırakalım yasal, anayasal değişiklikleri, o noktaya gelmeden önce çözüm için ortam hazırlama konusunda bile adımlar atılmıyor. O zaman yasal, anayasal değişiklikler konusunda gerçekten nasıl adımlar atacaklar? Tabi ki toplum bu nedenle kuşkulu, güvensiz yaklaşıyor. Biz güvensiz yaklaşmıyoruz; kuşkuyla, kaygıyla hareket etmiyoruz. Biz kesinlikle Önder Apo'nun ortaya koyduğu projeye bağlıyız. Bu çerçevede de AKP'nin adım atmasını istiyoruz. Herkesten, bütün demokrasi güçlerinden, bütün çevrelerden de AKP'nin adım atması için demokratik duruşlarını, tutumlarını güçlü ortaya koymalarını istiyoruz.
KÜRT GÜCÜNÜ DEMOKRATİK SİYASAL ORTAMDA HAREKETE GEÇİRMEK İSTİYORUZ
Kürt Halk Önderi'nin Newroz mesajındaki “bu bir son değil, başlangıçtır” cümlesinden hareketle nasıl bir tarihi sürece girildi?
PKK 40 yıla yakındır mücadele yürütüyor. Bir dönem ideolojik dönem, partileşme dönemiydi. 12 Eylül faşist askeri darbeden sonra geri çekilme ve örgütü yeniden toparlamaydı. 1984’ten sonra da silahlı mücadele yürüttü ve bugünlere kadar geldi. Özellikle son 30 yıllık gerilla direnişiyle çok büyük sonuçlar ortaya çıkardı. Kürtler açısından Kürt kimliği ve varlığı ortaya çıkarıldı. Sömürgeciler hala kabul etmeseler de, hala varlığı inkar, imha ve soykırım politikalarını sürdürseler de Kürtler kendi kimliklerini, varlıklarını bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Bunu bütün dünya da, bölge de kabul ediyor. Böyle bir mücadele süreci büyük kazanımlar da ortaya çıkardı ve şu anda Kürtler Ortadoğu’nun, hatta dünyanın en büyük demokratik toplum gücü haline geldiler. Demokratik ve özgürlükçü bilinçleri çok yüksek. Bunu en somut kadın özgürlüğünde görebilirsiniz. En somut yediden yetmişe herkesin ayağa kalkmasında görebilirsiniz. 30 yıldır neredeyse ayakta olan bir halktır. Yediden yetmişe hepsi politikleşmiş bir halktır. Böyle bir halk gerçekliği var. Böyle bir ortamda mücadeleye demokratik siyasal mücadeleye evriltmek istiyor, Önderlik. Daha önce de belirttiğim gibi Kürt Halk Önderi'nin yarattığı toplum gücüne, ortaya çıkan demokratik örgütlenmelere, demokratik ulus gerçeğine güveniyor. Türkiye’deki demokratikleşme gücüne de; Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlerden başlayan; öncesi de var, ama sonrası onlarca yıldır Türkiye’de de özgürlük ve demokrasi mücadelesi var; bütün bu birikimlere Önderlik güvenmektedir. Bu açıdan şimdiye kadar önemli sonuçlar elde etmiştir.
Önder Apo defalarca, son olarak da BDP’lilerle yapılan görüşmede şunu söyledi; “şimdiye kadar benim yaptığım hazırlıktı, asıl mücadele bundan sonra başlıyor, başlangıcı yeni yapıyoruz” dedi. Bunu şunun için söyledi; önemli bir güce ulaştık, paradigmayı yeni şekillendirdik. İdeolojik, politik, teorik, psikolojik ve toplumsal destek olarak her şeyi şimdi tam hazırlamış durumdayız; buna dayanarak, bundan sonraki mücadelemizi özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha da etkili geliştireceğiz, demektedir. Sadece Kürdistan’ı değil, Türkiye’yi de değiştireceğiz, bölgeyi de değiştireceğiz, dünyada da özgürlükler ve demokrasiler açısından örnek bir ülke ve Ortadoğu yaratacağız. Şimdi Hareketimiz bu iddiadadır. Bu açıdan silahlı mücadelenin ya da gerillanın geriye çekilmesi, ateşkes yapması mücadelenin durdurulması değil, daha etkili biçimde yeni koşullarda, yeni yöntemlerle sürdürülmesidir. Bunun bir kere böyle anlaşılması gerekir. Bırakalım bizim gibi daha sorunlarını çözememiş, Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu bölgesinde, dünyanın en demokratik olduğunu söyleyen ülke hangisiyse; örneğin Finlandiya diyelim, orada bile demokrasi gerilim demektir, mücadelenin yeni koşullarda sürmesi demektir. Gerilimin olmadığı yerde demokrasi yoktur. Gerilimin olmadığı yerde demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesi yoktur. Oralarda bile gerilim belirli bir düzeyde sürerken bizde mücadele ve gerilim hayli hayli yoğun biçimde sürecektir. Mücadele bu bakımdan bizim açımızdan yeni başlıyor.
Kaldı ki Kürt'ün en güçlü yanı ne silahıdır, ne parasıdır, ne tankı ne de topudur. Kürt'ün şuanda en güçlü yanı, onun özgürlük ve demokrasi bilincidir, 40 yıllık mücadele içinde ortaya çıkardığı demokratik toplum gücüdür. Kürt'ün en büyük gücü onun gerçeği ve paradigmasıdır, ideolojisidir. Tarihte ideolojisi güçlü olanlar kazanmıştır. Ortadoğu ve dünyada İslamiyet ideoloji ve inançla etkili oldu. 1900’lerde Sovyetler de, bütün dünyada sosyalist ideoloji ve düşünceyle etkili oldu. Kapitalist modernite 300-400 yıl yarattığı bir ideoloji ve düşünceyle etkili oldu. Bu yönüyle Kürt Özgürlük Hareketi de gerçekten çağın ihtiyaçlarına, özgürlük ve demokratik özlemlerine cevap veren bir ideolojik derinlik yakalamıştır. Yeni bir ideolojik bütünlük, paradigma yakalamıştır. En büyük gücü budur. Bu Önderlik gücü ve yarattığı o büyük toplumsal güç birleştiğinde, tüm dünya ve Ortadoğu halklarına öncülük yapabilecek bir özgürlük ve demokrasi gücü ortaya çıkacaktır. Kürt en güçlü yanını savaş döneminde değil, demokratik siyaset döneminde harekete geçirecektir. Tabii ki ortamını bulursa! Ortamını bulmazsa, siyaset yapanlar zindanlara atılırsa, dil, kültür ve kendi kendini yönteme taleplerine “bölücü” denilerek bastırılır, susturulursa tabii ki orada demokratik siyaset çalışmayacaktır. Böyle bir ortamda silahlı mücadele ve gerilla direnişi de her zaman meşru olacaktır. Hatta eskisinden daha güçlü bir biçimde devreye girecektir. Ama bizim tercihimiz gerilla mücadelesi, silahlı direniş ortamında değil, demokratik siyaset ortamında Kürt sorununu çözmek, Türkiye’yi demokratikleştirmektir. Kürt'ün gerçek gücü olan ideolojik ve demokratik toplumcu gücünü demokratik siyaset ortamında harekete geçirmek istiyoruz. Esas kazanacağımız alanın bu alan olduğunu düşünüyoruz. Esas gücümüzün orada ortaya çıkacağını düşündüğü için Önder Apo bu bir son değil, başlangıçtır, hatta en etkili mücadele yürütme dönemine gidiyoruz, demektedir.
YA OYALAYACAKLAR YA ÇÖZECEKLER
AKP de bu süreci çözüm süreci olarak tanımlıyor. Peki size yansıyan boyutuyla AKP’nin nasıl bir çözüm projesi var?
Çözüm kavramını kullanmadan Türkiye’nin demokratikleşeceğine, Kürt sorununun çözüleceğine artık kimse inanmıyor. Çözüm kavramı sihirli bir kavram haline geldi. AKP çözüm süreci diyor da gerçekten çözüm süreci olduğuna inanıyor mu? Yoksa bütün toplum, Türkiye toplumu çözümü bekliyorken, bu söylemle toplumu yine oyalamak mı istiyor? Bu bakımdan kendi politikasına meşruiyet kazandırmak için mi çözüm süreci diyor, gerçekten de bir çözüme inandığı için mi çözüm süreci diyor; bu belli değil. Bir kere o çözüm süreci kavramını AKP bir psikolojik savaş aracı, tasfiyeye ya da oyalamaya meşruiyet kazandırmak isteyen bir psikolojik savaş argümanı olarak da kullanıyor olabilir. AKP’nin nasıl bir çözüm projesi olduğunu daha görmüş değiliz. Bunu ortaya koymuş değil. “Anadilde eğitim olmaz, özerklik olmaz, anayasada Kürtlerin haklarına güvence olmaz, Kürt kimliği anayasa giremez” diyor. Kürt sorununun çözümündeki temel parametrelerin hepsine “olmaz” diyor. Hatta “görüşmelerde hiç kimseye, hiçbir vaat vermedik” diyor. Sanki hiçbir şey konuşmamış, hiçbir vaat vermemiş, Kürt Özgürlük Hareketi AKP’nin ne kadar melek olduğuna, ne kadar demokrat ve özgürlükçü olduğuna inanmış da adımlar atıyor. Böyle değil. Önderlik devletle görüşüyor, ortaya bazı düşünceler koyuyor, onlar da bu düşüncelere onay veriyorlar. Sıra AKP'nin atacağı adımlara gelince Başbakanı'ndan, Bakan ve AKP yetkilisine kadar “biz hiçbir şey söylemedik” diyorlar. Bu koşullarda gerçekten de kafaları karışık. PKK'yi ezemiyorlar! Önlerinde iki politika var; ya oyalyacak ya da çözecek. Bunlardan hangisine girecek, daha belli değil. Yakında netleşecek. Kuşkusuz bunu yaratacak demokrasi güçlerinin mücadelesidir.
Demokrasi güçleri neden varlar? Biz neden varız? AKP’yi, devleti çözüme zorlamak için varız. Biz, AKP’nin çok zorlandığı ve 'savaşla değil, demokratik siyaset içinde bu işi çözelim' dediği koşullarda demokrasi güçlerini, demokratik toplum gücünü, bütün demokratik potansiyelleri harekete geçirerek AKP’yi Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’yi demokratikleşme sürecine sokmak istiyoruz. Bizim şu anki pozisyonumuz budur. Ama AKP’nin pozisyonu daha netleşmiş değildir.
Türkiye’de AKP kalemşorları, danışmanları tarafından Önderlik Avrupa’ya, PKK’nin şu kanadına, bu kanadına hakim mi diye bir tartışma yapılıyor. Öte yandan salt PKK’nin atması gereken adımlar nezdinde olaya bakma durumu var. Peki AKP gerçekten devlete hakim midir? Bu konuda ne diyorsunuz?
Biz aslında netiz. Hareket bir bütün olarak Önderliğe bağlıdır, Önderliğin projesine destek vermektedir. Önderliğin projesine, bu hareketin iradesine karşı koyacak güçte değiliz. Amiyane deyimle şunu diyebiliriz; Karasu kim ki karşı çıksın; bunu diyebilsin. Yani bunu Önderlik ve PKK karşısında tüm arkadaşlar adına söylüyorum. Bu açıdan bizde böyle bir sorun yok. Hareketimiz tümüyle gerçekten demokratik siyasal sürece kilitlenmiştir, bu konuda adım atmada kararlıdır, iradesi vardır. Şimdi AKP’den böyle bir adım bekleniyor. Ama AKP bırakalım devlete, kendi içine bile tam hakim değil. Kendi yazarlarına ve çevresine bile tam hakim değil. Yani bu konuda bütünlüklü olmayan Türkiye tarafı, Türkiye cephesidir. Kürt tarafında bütünlük var. İşte Newroz’da görüldü. İki buçuk milyon halk Önderliğin projesine onay verdi. Her tarafta, bütün parçalarda herkes Önderliğin projesine onay verdi. Ama Türkiye’de her kafadan bir ses çıkıyor. AKP’nin bakanları bile farklı konuşuyor. Yazarları farklı konuşuyor. Geçen gün “görünmeden silahlarını alıp çekip gitsinler” diyorlardı. Şimdi de “silahlarını da bırakıp gitsinler” diyor. AKP’nin ne Kürt sorununun çözümü konusunda net projesi görünüyor, ne de kendi içinde politik bir bütünlüğü var. Parçalı olan, bütünlüklü olmayan kendileridir. Bizim Hareket'in ne dün böyle bir sorunu vardı, ne de bugün böyle bir sorunu var. Bilmem 'onlar, şunlar karşı çıkacaklar; şu kanat, bu kanat' diyorlar. Bunların hepsi psikolojik savaş yöntemleridir. Dün de hep böyle söylenmiştir. Şimdi gerçek ortada. Hareket tümüyle Önder Apo’nun projesine sahip çıkmaktadır. Önder Apo’nun mektubunu onayladı. Önder Apo’nun orada tartışarak mutabık kaldığı ve mektupta Hareketimize ilettiği konularda şimdi hükümet yan çiziyor. O mektupta ortaya konulanların gereklerini yapmıyor, yapmak istemiyor. Gerçek budur.
ÇÖZÜM YAKLAŞIMI GELİŞMEDİ
20 yıllık siyasal çözüm arayışında birçok ateşkes ve eylemsizlik ilan ettiiniz. Sizce neden bunlardan bir sonuç alınamadı veya bir çözüme dönüşmedi? Her iki taraf açısından nerede hata yapıldı, eksik kalan neydi?
1993’ten beri hareket bu son ateşkes ile dokuz kez ateşkes ilan etti. Belki yirmi kez demokratik çözüm bildirgesi yayınlandı. Hepsi de açılır, bakılırsa makul kabul edilir çözüm projeleridir. Dünyanın başka bir ülkesinde olsa böyle bir sorunu yaşayan bir ülke olsa o sorunla muhatap olan ülke o çözüm projelerinin üzerine atlar. Ama Türk devletinde ne Kürt gerçekliği ne de Kürt sorunu tanıma yok ki çözülsün? Onun sorunu Kürt'ü ortadan kaldırma, Kürt'ü yok etme, Kürt'ü soykırıma uğratma var. Dolayısıyla Kürt'ü muhatap almak yok. Bir halk olarak muhatap almadığı için sorunu çözme de gelişmiyor. Neden gelişmiyor? Sorun şudur; Kürtleri bir halk, bir toplum olarak kabul etse biz en makul çözümü öne sürüyoruz, en makul yaklaşımı ortaya koyuyoruz. Bu nedenle kolay çözülebilir. Bu kadar ateşkese rağmen çözülmüyorsa kesinlikle tek nedeni var, Türk devletinin zihniyetidir. Bu konuda bizim eksiklik, yetersizliğimiz olabilir ama zihniyet ve anlayışımız olarak kesinlikle eksikliğimiz yoktur. Çözüm için kesinlikle demokratik çözümden yanayız. Bu konuda engelleyici hiçbir tutumumuz olmamıştır. Hep kolaylaştırıcı yaklaşıp, makul davranmışız. Belki daha iyi çabalasaydık, Türkiye'deki, dünyadaki demokrasi güçleriyle ilişkilerimizi, diplomasimizi, ittifaklarımızı daha iyi geliştirseydik, toplumu daha iyi harekete geçirseydik, hatta savaşı daha iyi verseydik daha iyi sonuç alabilirdik. Bu konularda eksikliğimiz olabilir; ama makul çözüm konusunda kesinlikle bir eksikliğimiz yok.
Türk devleti herhangi bir çözüm projesi ortaya koydu da biz red mi ettik? Biz belki yirmi-otuz çözüm projesi ortaya koyduk. Ama Türk devletinden tek bir proje ortaya çıkmamıştır. Türk devletinin “silah bırak, teslim ol, çek-git” anlayışından başka bir şeyi yoktur. Oslo’da da gördük; bir çözüm anlayışları, yaklaşımları yok. Ancak mücadele karşısında sıkıştıkça bazı adımlar atıyorlar. Onlar da sorunu çözmek için değil, özgürlük mücadelesini durdurmak, frenlemek, gerçek çözümün önünü almak için atılmış adımlardır. Çözümün adımları değildir. Yoksa bazıları 'adımlar atıldı, PKK desteklemedi', diyorlar. Gerçekten çözüm için bir adım olarak atılsaydı, çözümün ilk adımları olarak düşünülseydi, ilk önce biz desteklerdik. Ama düşünülen o değil ki. Düşünülen; bu tür şeylerle, yani psikolojik savaşla PKK’nin toplumsal tabanı ortadan kaldırılacak ve Kürt sorunu gündemden düşürülecek. Böyle olan bir tedbir desteklenebilir mi? Bunun dışında kalıcı bir çözüm projesi ortaya koymuşlar mı ki bizim desteklememe gibi bir durumumuz olmamıştır? Hatta şunu söyleyebiliriz; dünyada bir kurul kurulsun, bizim dışımızda dünyada akil adamlar kursunlar, Kürt sorununun çözümü için bir proje ortaya koysunlar, biz destekleyelim. Çünkü şunu biliyoruz, dünyada en vicdansız adamlar bile Kürt sorunu için bir çözüm projesi ortaya koysalar mutlaka bizim açımızdan bir çözüm projesi olur, biz de destekleriz. Onun için şimdi akil adamları bile kendine göre oluşturmak istiyor. Çünkü normal, vicdanlı akil adamlar makul bir çözümden yana olur. Makul çözüm de Türk devletini hep zorlayabilir. Onun için akil insanları bile böyle normal vicdanı olan, herkesin kabul edeceği insanlardan değil de illa kendine yakın insanlardan seçmeye çalışıyor. O yaklaşım bile aslında Türk devletinin, AKP Hükümeti'nin makul bir çözüm yaklaşımının tam olmadığını, olgunlaşmadığını gösteriyor. Hiç arayış yok mu? Var. Türkiye’de 30 yıldır Kürt sorunu için ne yapalım, düşüncesi var. Ama bu sorunu çözmeye kalkınca çözüm de Kürt sorununu çözmek olur. Oraya geldi mi tıkanıyorlar ve sadece PKK’nin tasfiyesi, silahların susması gibi sorunu çözmeyecek bir çerçevede ele alıyorlar.
ÜÇ AŞAMALI ÇÖZÜM
Basına yansıdığı kadarıyla üç aşamalı çözüm üzerinde tartışılıyor. Bu aşamalar nelerdir? Her aşamada ne tür somut adımlar atılması öngörülüyor?
Zaten basına da yansıdı. Yürütme Konseyi Başkanlığımız da ifade etti. Mektup üç aşamalı bir yol haritasını ortaya koyuyor. Teorik bir-iki eki de var. Üç belgedir. İki belgesi daha çok teorik, Önderliğin o savunmalarda ortaya koyduğu görüşleridir. Daha rafine bir biçimde ifade etmiş. Diğeri ise üç aşamalı yol haritasıdır. Birinci aşama belli konularda anlaşma temelinde bir çatışmasızlığı ifade ediyor. Önderlik aynen şöyle söylüyor: “Temel ilkelerde anlaşma temelinde çatışmasızlığın sağlanması”. Kürt Özgürlük Hareketi ateşkes yapıp güçlerini çekecek; ama bazı temel konularda anlaşma ve Meclisin karar alması, komisyon kurulması kaydıyla geri çekilme sağlanacak".
Birinci aşamada başka komisyonların kurulması da var. Hakikatleri araştırma komisyonu, barış komisyonu, çeşitli cinayetleri, katliamları araştıran komisyonlar da olacak.
İkinci aşama biraz da buna paraleldir. Geri çekilme süreci başladıktan sonra geri çekilme iradesinin ortaya konulması, geri çekilmenin olması, geri çekilme sürecinin ilerlemesiyle birlikte anayasal değişikliklere gidilmesi. Tabii geri çekilme sürecinde yol haritasının olması, yol temizliğinin yapılması da var… BDP “yüzde on barajının kaldırılması, seçim kanununun değiştirilmesi, terörle mücadele yasanının kaldırılması” diyordu. Bunlar da geri çekilmeyle birlikte ikinci aşamada olacak şeylerdir. Yani birinci aşamada geri çekilme başlayacak, geri çekilmenin başlamasından sonra da bu yol temizliği yapılacak. İkinci aşamada anayasal ve yasal değişiklikler gerçekleşecek. Yani birinci aşama çatışmasızlık, komisyonların kurulması, Meclisin karar alması, silahların susması, geri çekilme süreci ve onunla birlikte hemen ikinci aşama araya çok mesafe olmadan anayasal değişiklikler olacak. Kuşkusuz ilk önce yol temizliği, sonra ise birinci aşamanın sonuna doğru yani silahlı güçlerin çekilmesinin tamamlanacağı süreçte de aynı döneme denk gelecek biçimde anayasa değişikliği yapılacak.
Üçüncü aşama ise normalleşme aşamasıdır. O nedir? Anayasal ve yasal değişiklikler yapıldıktan sonra onlar pratiğe geçecek ve çözüm olduğu görülecek. Çünkü anayasa ve yasalar çıkacakda, bir de uygulanması olacak. O konuda Mehmet Altan “Türkiye’de çok anayasa değişikliği yapılıyor, ama hiçbiri uygulanmaz” diyor. Ben Mehmet Altan’ın çok kaygılı yaklaşımını doğru bulmuyorum. Yani bu süreç bir demokratikleşme süreci. Gerçekten de AKP’yi zorlamak gerekir. Niyeti ne olursa olsun. Çok kaygılı yaklaşıyor. Yani süreci hiç önemsemiyor, bunu hiç doğru bulmuyoruz; ama onun dediği bir gerçeklik de var. Türkiye’de anayasalar, yasalar yapılır, ama hiçbir şey de değişmez, diyor. Bu açıdan anayasalar ve yasalar yapılır da pratiğe yansıyınca gerçekten Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği ortaya çıkarsa yani Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamı ikinci aşamanın tamamlanmasından sonra gerçekleşirse; anayasalar ve yasal değişiklerle özgür ve demokratik yaşam güvenceye alınır, Kürtler de buna inanırsa makul bir çözüme inanırsa o zaman normalleşme başlar. O zaman silahlı güçlerin durumu da tartışılabilir, yurtdışındaki herkesin durumu da tartışılabilir. Yani artık tümden normalleşmeye geçilir. Türkiye’de biz de normalleşmeye geçeriz. O da üçüncü aşamadır. Normalleşme aşaması ama hangi aşamadan sonra geliyor? İkinci aşamadan sonra. İkinci aşama nedir? Anayasa ve yasal değişikliklerin yapıldığı süreçtir. Böyle üç aşamalı bir planı öngörüyor. Bunu zaten Yürütme Konseyi Başkanlığımız belli düzeyde ifade etti. İkinci görüşmeye giden BDP Amed Milletvekili Altan Tan belli biçimde ifade etti. yani çeşitli biçimlerde zaten yansıdı. Türk basınına da zaten MİT ve devlet tarafından sızdırılan bilgiler var. Orada da yarım-yamalak sürecin üç aşamalı olduğu ortaya konulmuştur.
AKP’YE DÜŞEN GÖREVLER
Çözümü ve toplumsal barışı arzulayan tüm toplum kesimlerine ve özellikle de bu işin esas muhatapları olan PKK-KCK ile devlet ve hükümete ne tür görev ve sorumluluklar düşmektedir? Bu sürecin başarısı neye bağlıdır?
Bütün toplumsal güçlerin sorumluluklarına sonra değineyim. İlk önce bizim ve hükümetin yapması gereken konusuna değinmek istiyorum. En başta dilin değişmesi gerekli. Eğer çözüm gerçekten yapacaksak, demokratik siyaset devreye girecekse, demokratik siyasal çözümü arzuluyorsak savaş döneminin dilini, üslubunu, o psikolojik savaş yöntemlerinin, üslubunun bırakılması gerekir. Bir kere buradan başlanması gerekiyor. Şimdi demokratik siyasal çözüm diyoruz, ama basınıyla, hükümetiyle yürütülen psikolojik savaş toplumu kendi düşündükleri çerçevede yönlendirmeye devam ediyor. Bunlar doğru değildir. Bu konuda dilin değişmesi gerekiyor.
İkincisi; gerçekten demokratik çözüm ise bizim demokratik çözüme güçlü biçimde destek vermemiz gerekiyor. Arkasında olduğumuzu göstermek gerekiyor. Yani sahiplenmemiz gerekiyor. Kürt toplumunun arkasında olduğunu göstermek gerekiyor ve bu projeye tam destek vermesi gerekiyor; Önder Apo’ya, Harekete inanması gerekiyor. Demokratik siyasi çözümde daha fazla kazanacağımızı, eğer AKP’ye, devlete adım attırırsak gerçekten bu projenin Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayacağına inanılması gerekiyor. Bu yönüyle de toplumun örgütlü gücüyle harekete geçmesi gerekiyor. Kendi taleplerini dillendirmesi gerekiyor. Kendi gücünü ortaya koyması gerekiyor. Örgütlülüğünü ne demokratik siyaset, ne sivil toplum ne de savaş güçlerinin zayıflatmaması gerekiyor. Gerilla da gevşememeli, toplum da gevşememeli. Sivil toplum örgütleri de gevşememeli. Tüm parçadaki Kürtler de gevşememeli. Herkes bu projenin başarısı için tutumunu ortaya koymalı, AKP ve devlet üzerinde baskı yapmalı. Hem duruşuyla hem söylemiyle hem tutumuyla ve örgütlü gücüyle bunu ortaya koymalı, demokratik çözümden başka çaresinin olmadığı Türk devletine ve AKP’ye gösterilmeli. Bize düşecek görev budur.
AKP’ye ve devlete düşecek görev ise şudur; eğer gerçekten demokratik çözüm istiyorsa, samimi ise demokratik güçlerin devreye girmesini sağlaması gerekiyor. Onların örgütlenmesini, Kürt sorunu konusunda, Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda çok yaygın konferanslar yapmasını, yürüyüşler yapmasını, taleplerini ortaya koymasını teşvik edici yaklaşımlarda bulunması, yani bütün demokratik dinamiklerin önünü açması gerekiyor. Açığa çıkarması gerekiyor ki demokrasi güçleri güçlensin ve böylelikle MHP gibi ya da benzeri güçler daraltılsın. Şimdi buna yol verilmezse, demokrasi güçlerinin örgütlenmesine, sesinin çıkmasına, konferanslarla, toplantılarla her türlü etkinliğiyle, eylemliliğiyle bu anayasal ve yasalar sürecine, demokratik çözüm sürecine müdahale olması teşvik edilmezse o zaman şimdi karşıyım diyen MHP gibiler etkili olur. Gerçekten çözüm istiyorsa, MHP gibi güçlerin etkili olmasını istemiyorsan, onlar gibi düşünmüyorsan, gerçekten çözüm projen varsa o zaman demokrasi güçlerini cesaretlendirecek, demokrasi güçlerini etkin kılacak, yani çözüm süreci dediği projeye toplumsal destek sağlayacak bir yaklaşım koyması gerekiyor. Şimdi demokratik çözüm veya çözüm süreci dediğine top lumsal destek sağlayacak bir yaklaşım değil de, güvensizlik, kuşku yaratıyor. Böyle destek sağlanabilir mi? Toplumsal desteğini böyle güçlendirebilir mi? Bu yaklaşımla çözüm gerçekleşebilir mi? Gerçekleşmez. O zaman AKP Hükümeti ve devleti de gerçekten bir demokratik çözüm ortamını yaratarak Türkiye’nin demokratikleşmesini istediğini ortaya koymalıdır. Demokratikleşme sürecinde herhangi bir ülkede nasıl yaklaşılırsa demokratikleşme sürecinde bir toplumun yapması gerekenler ne ise onların önünü açarsa, onların gereklerini yaparsa o zaman AKP ve devletin de görevlerini yerine getirdiğine inanılır. Yoksa yine çözüm süreci denilir ama demokratikleşmeye gelmeyen, çözüme yanaşmayan bir pozisyonda olduğu görülür ya da AKP’nin ve devletin bir çözüm yapacağına inanç tabii ki zayıf kalır. Şuanda toplumda kuşkular var, o zaman bu kuşkuları ortadan kaldırmak için AKP’ye, devlete düşen görevler var. Atması gereken adımlar var. Demokratikleşme tartışmalarından örgütlenmesine ve o taleplerin özgürce dillendirilmesine ve o taleplere doğru cevap vermesine kadar yapacağı şeyler var.
Bunun yanında demokrasi güçlerine, toplumsal güçlere düşen görevler var. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine düşen görevler var. Kesinlikle örgütlü olmalı ve bu mücadelenin yanında olmalı, bu projeye destek sunmalıdırlar. Emekçiler, sosyalistler bütün sol-demokratlar, aydınlar, Aleviler, Süryaniler, Êzidîler, Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Rumlar, Çerkezler, Lazlar; bütün toplumsal kesimlerin bir demokratikleşme fırsatı çıktı. İşte PKK bir demokratikleşme zemini yaratıyor, böyle bir gündem ortaya attı; Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi gündemini Türkiye’nin ortamına dayattı, o zaman bu sürece demokrasi güçleri olarak müdahil olalım ve bu süreci sadece Kürt sorununun çözümünü değil, bütün toplumsal sorunların, etnik ve dinsel toplulukların sorunlarını demokratikleşme içinde çözecek bir demokratik Türkiye’yi yaratma çabası içinde olalım, demelidirler. Şuanda demokrasi güçlerine, bütün toplumsal kesimlere düşen görev budur. Yoksa kendiliğinden AKP’den, devletten beklemek yanlıştır. Demokrasinin tarifine de terstir. Demokrasi devlet dışı güçlerin yaşam biçimidir. Devlet dışı toplumun özgür yaşam ortamıdır. Bu açıdan devlet ve iktidarlar demokrasiye zorunlu olmadıkça duyarlı hale gelmezler. Toplumlar mücadelesiyle devleti ve iktidarları demokrasiye duyarlı hale getirirler. Onları biraz demokratik değerlere tahammül eder hale getirirler. Bu açıdan önümüzdeki süreç bir demokratikleşme süreci ise, demokratik çözüm süreci ise toplum kesinlikle devreye girmelidir.
AKP’nin bir çözüm politikası var mı, devletin bir çözüm politikası var mı denilerek yaklaşılamaz. Demokrasi mücadelesi böyle mi verilir? Devletten bekleyerek mi oluyor? İktidardan bekleyerek mi oluyor? Demokrasi mücadelesi, özgürlük mücadelesi devletle ve iktidarla mücadele ederek verilir. Bu açıdan AKP’den, devletten bekleme yerine politikası var mı, çözümü var mı, deme yerine bir mücadele cephesi yaratmak gerekir. Biz, gelin bir mücadele cephesi yaratalım, diyoruz. Demokratik siyaset ortamını yaratalım; bu demokratik siyaset ortamında bu ortamı değerlendirerek, demokrasi güçleri olarak harekete geçelim, başta Kürt sorunu, Aleviler sorunu, diğer etnik ve dinsel topluluklar sorunu; emekçilerin, kadınların sorunu olmak üzere bunları gündemleştirip, AKP’ye devlete dayatarak, Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayalım, diyoruz. Demokrasi mücadelesi budur. Devlet verecek mi, AKP verecek mi, diyerek dünyada demokrasi mücadelesini kimse yapmamıştır. Ne sosyalistler, ne solcular, ne demokratlar, ne liberaller böyle bir mücadele yapmıştır. Esas kendi güçlerine güvenerek, kendi demokrasi hareketini yaratarak, demokrasi cephesini yaratarak, demokrasi güçlerinin birliğini yaratarak, demokrasiyi gerçekleştirmişlerdir. Şimdi de Türkiye ve Kürdistan’da yapılması gereken budur. Biz bu temelde tüm demokrasi güçlerine süreci doğru anlamaya ve Kürt demokrasi güçleriyle birlikte demokrasi hareketini geliştirerek, gerçekten Türkiye’nin en temel sorunları başta olmak üzere sorunları çözerek, Türkiye’yi demokratikleşmeye çağırıyoruz.