Karayılan: Artık dünya Kürtleri duyuyor

PKK Yürütme komitesi Üyesi Karayılan: Bölge devletleri Kürtlere yüz yıldır zulmediyor ama dünya duymadı. Bugün artık Kürt halkının, Kürdistan’ın sesi tüm dünyaya ulaşıyor. Ne kadar uluslararasılaşırsa o kadar Kürtlerin lehine olur.

Kuşkusuz siyasi, diplomatik, toplumsal ve askeri alanda yaratıcı, sonuç alıcı bir mücadeleye ihtiyaç olduğunu, bunlar yapıldığında hiçbir şeyden korkmaya gerek kalmayacağını ve ileri gidilebileceğini belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, BM, NATO, ABD ve Rusya’nın, hem Türkiye-DAİŞ ilişkisini görmezden gelmesini hem de Türk devletinin işgal ve soykırımı siyasetini mazur görmesini eleştirdi.

Karayılan, “Biz Kürtler devlet olmadığımız için ne yapsak terör oluyor ve karşımızdaki soykırımcı-sömürgeci güçler de makul devletler oluyor. Böyle bir şey nasıl olabilir?” diye sordu. Böylesi bir dönemde Kürtlerin ulusal birliğinin çok önemli olduğunun altını çizen Karayılan, şu önerilerde de bulundu: “Kürdistan’da tarafsızlığıyla tanınmış aydın, yazar ve sanatçılardan bir komisyon oluşturulsun. O komisyon, tüm Kürt partileriyle görüşüp ulusal birlik çizgisinde buluşmasını istesin. Kim ulusal birlik çizgisine gelmezse açıkça eleştirilsin ve tutum alınsın. Şunu da öneriyorum: 2013’te geliştirilen ulusal birlik programı tam da son aşamaya gelmişken durduruldu. Eğer tüm taraflar o programı kabul ederse yeniden ve sıfırdan başlamaya gerek yok, çünkü bir alt yapısı vardır ve o temelde bazı toplantılar yaparak bu süreci tamamlayabilirler. Esasen ulusal birliğin zemini vardır. Partiler, ulusal çıkarları parti çıkarlarından üstün tutmalı, mevcut tehlikeleri görmeli, sorumluca yaklaşmalı, fırsatları hesaba katmalıdır. Artık Kürt halkının parçalı olma sorunu aşılmalı ve ulusal birliğimizi kurabilmeliyiz. PKK olarak üstümüze düşen her türlü fedakarlığı yapmaya hazırız.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’de Özel Program’a konuk oldu ve Serdar Yektaş’ın sorularını yanıtladı.

2 Kasım Dünya Rojava Günü dünyanın her tarafında kitlesel katılımlarla karşılandı. Bugün vesilesiyle neler belirtebilirsiniz?

15 Ekim’de Süleymaniye yakınlarında çok değerli iki devrimci ve diplomat yoldaşımız kalleşçe bir biçimde şehit edildi. Demhat ve Cemil yoldaşları saygıyla anıyor, kanlarının yerde kalmayacağını belirtiyor ve şehitlere verdiğimiz sözü yineliyoruz. İlgili yetkili mercilerin bu kalleşçe saldırının ve katliamın aydınlatılmasında yardımcı olacaklarını umuyorum.

Öncelikle Rojava Devrimi’nin tüm şehitlerini anıyor, Kürdistan’ın tümünün ve Onur Direnişi’nin şehitleri olduklarını; onların şiarının bizim için bir emir olacağını belirtiyorum. Anıları Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin yükseltilmesinde yaşatılacaktır.

1 Kasım Dünya Kobanê Günü, 2 Kasım Dünya Rojava Günü olarak ilan edildi. Bu önemli iki gün de Kürt halkı ve dostları tarafından kitlesel bir biçimde karşılandı. İlk kez bu düzeyde, milyonlarca insan Kürt halkının özgürlük mücadelesini sahiplendi. Bu çok değerli ve önemli bir düzeydir. Dünya çapında sahiplenilmesi gerçekten de ortaya yeni çıkan bir durumdur. Hem Kürdistan’da hem de dünyanın farklı yerlerinde Rojava Dünya Günü’ne katılan herkesi selamlıyorum. Bu sahiplenme tutumu, dayanışması tüm direnişçilere büyük bir güç ve destek verecektir.

Bu süreçte halkımızın ulusal duyguları daha fazla gelişti, tüm Kürdistan’da büyük bir sahiplenme oldu ve gittikçe de gelişmektedir. Özellikle de değerli Güney Kürdistan halkı bunda çok daha fazla rol sahibidir. Kobanê Direnişi döneminde Kuzey Kürdistan halkı sahiplenmeye öncülük etti. Şimdi de Güney Kürdistan halkı bu sahiplenmeye öncülük etmektedir. Özellikle de Güney Kürdistan’dan yola çıkarak direniş saflarına katılan değerli Kürt gençlerini selamlıyor ve hepsine başarılar diliyorum.

2 Kasım’ın Dünya Rojava Günü olarak kutlanması, tüm dünya çapında büyük bir kamuoyu desteğinin olması anlamında çok önemlidir. Günümüzde temel güç ve dinamiklerden bahsedilirken medya, yani kamuoyu gücü dördüncü sırada belirtilmektedir. Yaşanan gelişmeler gösterdi ki, kamuoyu gücü çok daha fazla gelişmekte ve eğer iyi değerlendirilirse aslında birinci sırada yer almaktadır. Kamuoyu gücünün iktidar odakları üzerinde yarattığı baskı büyüktür ve bu yüzden çok önemli bir rolü vardır.

9 Ekim’den bu yana Kürt halkı ve Kürt halkının tüm kazanımları yeni bir komployla yüz yüzedir. ABD Başkanı önce Türk devletine yeşil ışık yaktı ve TC’nin Kuzey-Doğu Suriye’yi işgal etmesine izin verdi. Saldırı gerçekleştiğinde ise direniş gelişti ve işgalcilik büyük bir tepki topladı. Sizin de belirttiğiniz gibi dünya kamuoyu önemli bir dayanışma ve sahiplenme geliştirdi. Bunun üzerine Amerika ve TC kendi arasında bir anlaşmaya vardı, akabinde Ruslar ile TC bir anlaşma yaptı. Girift bir şekilde yaşanan bu gelişmeler birçok çelişkiye, soru işaretine neden oldu. Bu komplo sürecine ve yaşananlara bakıldığında nasıl ele alınıp değerlendirilebilir?

Doğrudur, bu bir komplodur. Bu saldırı nedensiz bir şekilde 9 Ekim’de başlatılmadı. Bu komplo, çok daha kapsamlıdır. Bu yeni komplo süreci yine ilkin Önder Apo’yu hedefliyor ama bir de Kürt halkının tüm kazanımlarını hedeflemektedir. Böyle bir özelliği vardır. Türkiye’de şu anda iktidarda olan AKP-MHP-Ergenekon rejimi ve bunlarla ittifak halindeki tüm ırkçı, milliyetçi kesimler öyle sıradan bir iktidar odağı değildir. Bunlar Kürt halkının özgürlüğünü, varlığını ve tüm kazanımlarını hedefleyen yeni bir süreç; bir süredir bunun üzerinde çalışarak bir konsept geliştirdiler. Bu temelde çok kapsamlı bir saldırı.

Bu amaçlarını gerçekleştirmek için Türkiye’nin jeo-stratejik konumunu pazarladılar. Dünyanın süper gücü denilen Amerika ve Rusya’yı da bir şekilde bu komplo sürecine kattılar. Erdoğan ve Trump arasında neler tartışıldı, hangi kirli pazarlıklar yapıldı, bunu kimse bilmiyor. Aynı şey Putin ve Erdoğan arasında da geçerlidir. Bunlar birlikte bir plan geliştirdiler. Bu planın amacı halkların Kuzey-Doğu Suriye’deki demokratik ulus sistemini ortadan kaldırmaktır. Erdoğan 32 kilometrelik genişlikte ve 444 kilometre uzunluktaki alanı ‘güvenli bölge’ yapacağını söyledi. Bu temelde hegemonik güçlerle anlaştığı görülüyor. NATO Gladiosu da arkasındadır. Kürt halkı üzerinde yeni bir plan hazırladıkları netleşmiştir.

NATO’nun ikinci ordusu olan TC’nin elinde yüksek teknoloji ve beraberinde de çeteler olmasına rağmen QSD’nin özellikle ilk 10 günkü direnişi ve sonrası şimdiye kadar 26 gündür çok anlamlı bir şekilde devam etmektedir. Bu direnişlerini selamlıyoruz. Aynı zamanda halkımız büyük bir destek buldu. Kuzey-Doğu Suriye’deki Arap, Asuri-Süryani ve Kürt halkı bir olup kenetlendi, birbirini yalnız bırakmadı. Hem savaşçılar hem aşiretler hem de bir bütünen halk bu işgalci saldırıya karşı anlamlı bir duruş sergiledi. Bunların tümü büyük bir etkiye yol açtı. Bir de hiç kimsenin tahmin etmediği kadar, eğer daha açık bir şekilde ifade edersek Trump ve Erdoğan’ın hiç tahmin etmediği düzeyde tepki gelişti ve bu direniş sahiplendi. Sadece Kürtler tarafından değil, dünyanın dört bir tarafından, Amerika’nın kendi içinden, Amerika Kongresi’nden, çeşitli devlet sistemlerinden, Arap Birliği’nden, Avrupa Birliği’nden, Amerika, Avrupa ve birçok ülkenin işçilerinden, emekçilerinden, çiftçilerinden sahiplenme tutumu gelişti. Bunlar eğer bu şekilde devam ederlerse oy kaybedeceklerini gördüler. Bu yüzden de Trump halkın tepkisiyle karşılaştı, sıkıştı. “Kürtlere ihanet ettiniz, Kürtleri yalnız bıraktınız, Kürtler tüm dünya için savaştı ama siz Kürtleri Türk devletine hedef yaptınız” denilerek ciddi eleştirilerle yüz yüze kaldı. Bu eleştiriler bizzat kendi sistemleri içinden gelişti. Bu nedenlerden dolayı bu süreci sonuca götüremeyeceklerini anladılar. Büyük ve kapsamlı bir komplo geliştirmek istediler ama bunun zemininin olmadığını da gördüler.

Kürt halkının geliştirdiği direniş, yürüttüğü yol-yöntemler, özellikle de son 7-8 yılda Ortadoğu’da El Nusra, DAİŞ ve her türden gericiliğe karşı yürüttüğü mücadele ve savaş dünya kamuoyunu oldukça etkiledi. Bu yüzden de dünya kamuoyu Kürt halkına sahip çıktı. Devletler ise Kürt halkına sahip çıkmadı ve bilakis Kürtleri satıp hedef haline getirdi. Kamuoyu çok büyük bir destek verip sahiplenince bu sefer, “gelin, anlaşalım” dediler. Amerika ve Türklerin yaptıkları anlaşmada Kürtlerin yararına hiçbir şey yoktur. “Ateşkes olsun” dediler, QSD de sadece ateşkesi kabul etti ama 26 gündür ateş kesilmemiştir ve savaş devam ediyor. Bu anlaşmayla aslında kendi durumlarını kurtarmak; dünya kamuoyuna “biz de Kürtlere sahip çıkıyoruz” mesajı vermek istediler. Zaten şimdi sözüm ona hepsi Kürtleri sahiplenme, koruma çabasına girişmiş durumda.

Amerika’dan sonra Rusya da TC ile anlaşma yaptı. İyi biliyoruz ki; TC, Kuzey-Doğu Suriye’ye ilk saldırdığında BM Güvenlik Konseyi’nde bu işgalciliğin kınanması ve durdurulması için toplantılar yapıldı, böyle bir metin hazırlandı ama Rusya ve Amerika buna karşı çıkıp veto ettiler. Onaylanmasına izin vermediler. Birçok konuda anlaşmazlar ama çok ilginçtir, bu konuda bir oldular. Zira her ikisinin de Türkiye üzerinde hesapları vardır. Kuzey-Doğu Suriye’de gelişen sistemden korktukları anlaşılıyor. Çünkü yeni bir sistemdir, tüm ulusları, halkları kapsıyor, tüm cinsleri eşit görmektedir, kadın özgürlüğüne dayalı bir sistemdir, mevcut dünya sistemlerinin tümünden ileridir. Amerika, Rusya ve diğer sistemlerden de daha ileridir. Bundan dolayı halkların bu demokratik sistemini hazmetmeme ve bundan korkma durumları vardır. İşte bundan dolayı bu sistemin hedeflenmesini, dağıtılmasını istediler. Türkiye de bunun gerçekleşmesi için her şeyini peşkeş çekmektedir. Bu güçler TC’ye bunu yaptırmak istediler ama kendilerine çok pahalıya mal olacağını da gördüler. Bu yüzden de o bilinen anlaşmaları yaptılar. O anlaşmaların esas sebebi kendi çıkarlarını daha fazla koruma amaçlı olmasına rağmen “bu anlaşmayla Kürtleri korumak istiyoruz” diyorlar. Gerçekte oradaki demokratik sistemi ortadan kaldırmak istiyorlar.

TC ise halen kendi bildiğinde ısrar ediyor. TC’nin bu istemi, amacı şimdiye kadar gerçekleşmedi. Sınır boyunca 32 kilometre derinlikteki alanın tümünü sözde ‘güvenli bölge’ olarak işgal etmek istedi ve ama bunu gerçekleştiremedi. Şimdi Girê Spi ve Serêkaniyê arasındaki alana girmesi için TC’ye izin verdiler. Türk devleti daha ilk günde Girê Spî ve Serêkaniyê’yi aldığını iddia etti ama sonra gördük ki ancak QSD çekilince alabildi. Şimdi tüm dünyaya M4 karayoluna kadar olan alanın hepsini aldığını ilan ediyor fakat bu doğru değildir. Amerika ile aralarında yaptıkları anlaşma temelinde 17 gündür bu yola kadar olan alanı almak için savaşıyor. Oysa daha önce bu alanı aldıklarını ilan etmişlerdi. Zaten Türk devletinin altı üstü yalandır. Kendi halkını, dünya kamuoyunu bu yalanlarla kandırıyor. Trump da çok ilginç bir biçimde “ateşkes sorunsuz yürüyor, Türkiye ile ilişkilerim iyidir” diyor. Ortada ateşkes diye bir şey yoktur, savaş devam ediyor. TC ilerlemek, M4 karayolunu ve Til Temir’i almak istiyor. Til Temir önemli bir yerleşim yeridir, çoğunlukta Hristiyan halkımız, Asuri-Süryaniler, Kürtler, Araplar burada bir arada yaşıyor. TC buraya kadar olan alanı işgal etmek istiyor. Bu temeldeki saldırıları devam ediyor. QSD’nin, halkımızın sergilediği direniş, dünya kamuoyunun gösterdiği sahiplenme tutumu ve kalleşliğe olan tepkisi bu komplocuların amaçlarına ulaşmasını engelledi. Fakat bu süreç halen devam ediyor, sona ermiş değildir. Şimdiye kadar olanlar için ilk aşama diyebiliriz ama devamı gelecektir.

Belki Girê Spî ve Serêkaniyê işgalciler tarafından işgal edildi ama Kürt halkı ve Kuzey-Doğu Suriye halkı tüm dünyanın sevgisini ve sempatisini kazandı, büyük bir destek aldı. Siyasi, askeri ve toplumsal direniş halen devam ediyor. Kuzey-Doğu Suriye’deki durum ve yaşananlar gösteriyor ki, dimdik ayaktadırlar, işgalcilerin planı başarıya ulaşmamıştır ve esasen halklar kazanmıştır. Başarısız olan onlardır. Kuşkusuz direniş bu temelde devam edecektir. Mevcut durum budur.

Bir taraftan Amerika, bir taraftan Rusya’nın anlaşmalar yapması da gösteriyor ki plan büyüktür. Çünkü bu dünyadaki en büyük güçler de bu işin içindedir. Kuzey-Doğu Suriye güçlerinin de yürüttükleri bir siyaset var. Rusya’nın alana gelmesi, Suriye devlet güçlerinin gelmesi, Amerika’nın gitmesi ve sonradan yine gelmesi, Kürt sorununu çok daha fazla uluslararası, devletlerarası bir düzeye getirmiştir. Zaten Kürt sorunu uluslararası bir sorundur. Uluslararası arası bir anlaşma olan Lozan Antlaşması sonucunda Kürdistan dört parçaya bölünüp inkar edilmiştir. Bunu örtbas ediyorlar. Bölge devletleri kendi aralarında Kürtlere yüz yıldır zulmediyor, vahşet yürütüyor ama dünya Kürtlerin sesini şimdiye kadar duymadı. Fakat bugün Kürt halkının, Kürdistan’ın sesi tüm dünyaya ulaşıyor. Eğer bugün dünya güçleri Rojava’ya gelmek durumunda kalıyorsa bunun çok fazla bir zararı olmaz. Kürt sorunu, ne kadar uluslararasılaşırsa o kadar Kürtlerin lehine olur.

Neden?

Çünkü Kürt halkının varlık sorunu meşru bir davadır. Kürt halkının Kürdistan’ın dört parçasında talep ettiği şeylerin tümü meşrudur. Dünyanın birçok yerinde bu mesele çoktan halloldu. Amerika’da, Rusya’da, Avrupa’da bunlar çoktan çözüme kavuştu. Halkların, ulusların dil hakkı, kültür hakkı ve kendi kendini yönetme hakkı en doğal haklardır. Her ulusun en tabii hakkıdır. Kürt halkı da bu meşru hakkını talep etmektedir. Lakin Kürt halkının bu haklı talebine “terör” denilmekte, üzerine şiddetle gidilmekte ve bu da Kürdistan'da büyük trajedilere yol açmaktadır. Kürt sorunu, ne kadar uluslararasılaşırsa Kürtlerin bunda bir zararı olmaz. Kuşkusuz siyasi, diplomatik, toplumsal ve askeri alanda yaratıcı, sonuç alıcı bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Eğer bunlar olursa hiçbir şeyden korkmaya gerek yoktur ve ileri gidilebilir.

Kürt halkının haklı davasının dünya kamuoyunda büyük bir sempati kazandığını belirttiniz. Bunun bir yanı da Türk devletinin maskesinin düşmesi, soykırımcı-sömürgeci yüzünün açıkça görülmesidir. Ebubekir El Bağdadi İdlib’de, yani Türk devletinin kontrolünde ve savunmasında olan bir alanda öldürüldü. Daha önceki birçok belge ve veri gibi bu da DAİŞ ve TC’nin nasıl ilişkili olduğunu gösterdi. Peki neden birileri bunu görmüyor, görmezden geliyor, hiç tartışmıyor ve bahsetmiyor?

Hiç şüphesiz asıl sebep çıkarlardır. Her hegemonik güç çıkarları temelinde Türkiye’yi kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Bu yüzden de TC devletinin yaptıklarına göz yumuyorlar. Erdoğan da bundan dolayı adeta şımarık bir çocuğa dönmüş, herkese dil uzatıyor. 21. yüzyılda en vahşi saldırıları, en çirkef yalanları söylüyor. Hiç kimse kalkıp da kendisine “sen ne yapıyorsun” demiyor. Neden? Çünkü Türkiye’nin jeostratejik bir konumu var, bunu pazarlıyor, herkese “ben seninle olacağım” mesajı veriyor. Bu yüzden de her biri Türkiye’yi kendi yanına çekmeye çalışıyor. Sırf Kürtleri soykırımdan geçirip tasfiye etmek için Türkiye’yi pazarlayıp satıyor. Buna da güya “milli siyaset” diyor. Açıkça çok büyük bir ikiyüzlülük yapıyor.

Girê Spî, 2015’te DAİŞ’in elindeydi. O dönemde YPG ve Amerika öncülüğündeki Koalisyon, Girê Spî’yi alma planı yaptı. O zamanki Amerika yetkililerinin “eğer DAİŞ ve Türkler arasındaki ilişkiyi kesmezsek DAİŞ zayıflamaz” dediklerini duymuştuk. Bu yüzden de Amerikalılar, Girê Spî’yi alma planını epey destekledi. Alındığında Erdoğan buna karşı açıklama yaptı ve “bunu kabul etmiyoruz” dedi. Rusya, 2015’te açıkça ilan ederek, “DAİŞ’in arkasındaki esas güç Erdoğan’dır” dedi. Sonra Erdoğan gidip de onlara teslim olunca bunun üzerini örttüler. Şimdi Amerika da Rusya da çok iyi bilmektedir ki; DAİŞ’i besleyen, arkasında duran iki güç vardır: Biri Erdoğan ve Türkiye’dir, diğeri de Katar’dır. DAİŞ durdurulmak mı isteniyor? O zaman Katar emirini ve Erdoğan’ı yakalayın, DAİŞ 2-3 yıla kalmaz takatten düşer ve biter. DAİŞ’e para veren, silah veren ve kol-kanat gererek koruyan bu iki güçtür. Biz bu hakikati daha en başından beri dile getiriyoruz.

Ebubekir El Bağdadi öldürüldükten sonra beş aydan bu yana Türkiye sınırının 5 kilometre uzağında yaşadığı anlaşıldı. Bağdadi’nin sağ kolu olan El Muhacirin de Türklerin kontrolünde olan Cerablus’da öldürüldü. Her ikisi de peş peşe Türklerin denetimindeki yerlerde öldürüldü. Buradan da belli oluyor ki, DAİŞ’in esas karargâhı oradadır. Önceden Amerika “eğer Türkler ile DAİŞ’in bağlantısını kesmezsek bitmez” diyordu. Girê Spî alındı ve o bağlantı kesildi. Sonra Erdoğan müdahale etti, Cerablus’u aldı ve tekrardan bağlantı kurdular. Şimdi de Cerablus üzerinden ilişkileri devam etmektedir. 2015’te DAİŞ ve Erdoğan arasındaki ilişki çok güçlüydü, bunu herkes biliyordu. DAİŞile TC arasında Girê Spî üzerinden kamyonlarla alışveriş oluyordu, İstanbul’dan gelen çeteler otobüslerle Reqa’ya gidip geliyordu. Bu öyle gizli saklı bir şey de değildi.

Sonra Erdoğan birden çark etti, “biz de DAİŞ’i terör örgütü olarak görüyoruz, karşıyız, hiçbir ilişkimiz yoktur. DAİŞ’e karşı mücadele ediyoruz ve bunun için Cerablus’a giriyoruz” dedi. DAİŞ, Cerablus’ta hiç savaşmadı. Aslında hiçbir yerde savaşmadı. Sadece Bab’da bazı oyunlar döndü, numaralar yapıldı. Gerçekte ise AKP-MHP rejimi DAİŞ’e karşı hiç savaşmamıştır. Bu konuda söylenenlerin tümü yalandır. Eğer Bağdadi Türkiye’ye güvenmemiş olsaydı gelip de Türkiye sınırının 5 kilometre yakınında güvenliğini almadan kalmazdı. Cerablus’ta insanların nefesi bile MİT’in kontrolü altındadır. Peki nasıl oluyor da DAİŞ’in sözcüsü Cerablus’ta yaşayabiliyor? MİT’in kontrolü dışında olabilir mi? Bunlar kimi kandırıyor? Biz de bu işleri iyi biliyoruz, eğer birisine güvenmezsek gidip de onların sınırının yakınında durur muyuz? Bunu biz biliyoruz da tüm dünya bilmiyor mu? Tabi ki biliyor. Neden konuşmuyorlar? Çünkü samimiyetleri yoktur. “DAİŞ’e karşıyım” diyenlere karşı şüphelerimiz vardır. Eğer samimiyetlerinde yetersizlik olmasaydı DAİŞ’i tasfiye eden, başkenti Reqa’yı deviren, DAİŞ’lileri tutuklayan, 10 binini cezaevine koyan QSD’ye tank, top ve uçaklarla saldırılmasına izin verirler miydi? Şimdi Kuzey-Doğu Suriye hava sahası Türk devletine açık tutulduğu için QSD TC’nin tank, top, obüs ve uçak saldırısı altındadır.

Şimdi gerçekten sorgulanması gerekiyor: Trump yönetimi ne kadar DAİŞ karşıtıdır? Eğer karşıtıysa hiç mi kendi devlet belgelerine, orada DAİŞ ve TC ortaklığı üzerine yapılan tespitlere bakmıyor? Eğer bunları biliyorsa nasıl oluyor da “bundan sonra DAİŞ’lilerin sorumluğunu Türkiye alacak” diyor? Bu ne anlama gelmektedir? DAİŞ’in bazı tutukluları Hesekê’dedir, bazıları ta Dêrazor’dadır, bazıları Şedadê’dedir. Demek ki Türkiye’nin oralara kadar işgal etmesine göz yumacaklar. Bunun manası: “Git Kürtleri kırımdan geçir, yerlerine sen geç” demektir. Aralarındaki anlaşmanın özü budur.

Kürt halkı tüm bunları unutmayacaktır. Kürt halkına çok büyük bir haksızlık ve kalleşlik yapılmıştır. Kürtler bunu unutmaz. Trump ekibinin Kürtler karşısındaki iki yüzlülüğü unutulmaz. Şimdi Kürtlere diyorlar ki, size yardım edeceğiz, bilmem ne yapacağız, siz de bize teşekkür edin. Yardım eden olursa ne ala, buna karşı değiliz ama işin hakikati böyledir. Çünkü suçüstü yakalandılar. El Bağdadi’nin ve El Muhacirin öldürülmesi her şeyi gözler önüne serdi. Bağdadi’nin arkasındaki asıl güç Erdoğan’dır. Bazıları diyor ki, DAİŞ’in esas halifesi Erdoğan’dır. Bu çok yanlış bir belirleme değildir. Zira bunların zihniyeti birdir.

QSD’nin elindeki yüzlerce DAİŞ elemanı itiraflarda bulundu. Bunlar kendi örgütlerine ihanet etmiş kişiler değildir fakat yaşadıkları şeylerden bahsediyorlar, kimlerle ilişki içinde olduklarını söylüyorlar. DAİŞ’in üst düzeydeki bir yöneticisi olan ama şimdiye değin bu konumunu gizleyen tutuklu birisi kimliği açığa çıkınca açıklamalarda bulundu. “Biz yönümüzü Şam’a verdik ama Bağdadi bize talimat verip Kobanê’ye gitmemizi istedi. Sonra anladık ki, bunu isteyen Erdoğan’dır. Önce Kobanê’ye, sonra Şam’a gitmemizi istiyordu” dedi. Suriye rejimi de bu gerçeği iyi bilmelidir. Türk devleti, Türkiye ve Suriye sınırını tümüyle kontrolüne alıp Şam’ı almak istiyordu. Planı bu temeldeydi. TC’nin geliştirdiği bu Suriye’yi işgal planını yerle bir eden YPG ve YPJ’nin geliştirdiği direniştir. Sonrasında bu direniş süreci içinde QSD oluştu. Suriye devlet yönetimi bu gerçeği asla unutmamalıdır. TC’nin asıl planı buydu. Bu yüzden Kobanê’ye saldırdılar. Kobanê’yi alsalardı, sonraki adımda Şam’ı alıp halifeliklerini büyütüp Ortadoğu’nun tümüne yayılacaklardı. Bu da Erdoğan’ın kontrolünde gelişiyordu. Bu plan şimdi tümüyle deşifre olmuş durumdadır. Belki birileri şimdi çıkarları gereği buna göz yumuyor ama hakikatler hiçbir zaman gizlenemez. Terörü besleyen, terörü uygulayan AKP-MHP devletinin bizzat kendisidir.

Egemen ve devletçi güçlerin hakikatleri çıkarlarına kurban ettiğini ve görmezden geldiğini belirttiniz. Birkaç gün önce BM Sekreteri Türkiye’ye geldi, faşist rejimin şefi olan Erdoğan’la görüştü. Erdoğan bu görüşmede işgal ettiği Girê Spî’den Serêkaniyê’ye kadar olan alana çeteleri ve ailelerini getirip yerleştireceğini söyledi. BM Sekreteri ise buna açıktan itiraz etmedi ve bir komisyon kuracaklarını belirtmekle yetindi. Ortada bir işgal var, etnik temizlik var, demografik değişim var ama buna hiç ses çıkarmıyor ve bu suça ortak oluyor. Buna ilişkin ne belirtebilirsiniz?

Erdoğan’ın yürüttüğü açıkça soykırımdır. Erdoğan jenosidi açıktan savunuyor ve bunu herkese dayatıyor. BM toplantısına gidip orada bir haritayı göstererek Kuzey-Doğu Suriye’yi işgal edeceğini, elindeki mültecileri buraya yerleştireceğini söyledi. O zaman hiç kimse buna itiraz edip, “Suriye toprağını işgal etmeye ne hakkın var? Bu meşruiyeti nereden alıyorsun” demedi. BM Sekreteri bu soykırıma sessiz kalıyor, onun etkisinde kalan BM de bu soykırımda pay sahibi oluyor. Gerçeklik böyledir. Erdoğan orada açıkça “burayı işgal ettim, yanımdaki mültecileri buraya getireceğim, siz de bana yardımcı olun” diyor. Peki BM Sekreteri neden Erdoğan’a şunu sormuyor: “Bu bölgenin halkı nereye gitti? Buradaki 300 bin kişi mülteci konumuna düşmedi mi? Onlar da insan değil mi? Bunlar nereye gidecek?”

Türk devleti Girê Spî ve Serêkaniyê’de ne yaptı? Çocukları katletti, ihtiyar insanları öldürdü. Köyleri yıktı, evleri yaktı. Sivil insanlara karşı yasaklı olan kimyasal silahlar, beyaz fosfor kullandı. Büyük bir vahşet uyguladı. Oysa TC işgali öncesinde o bölgede huzur vardı. İnsanlar kendi atalarından kalma kendi topraklarında huzurluca yaşıyordu. Türk ordusu ne diye uçaklarla, tank ve toplarla orayı bombaladı, büyük bir katliam yaptı? Bu terör değil de nedir? 6 yaşındaki, 9 yaşındaki çocuklar fosfor bombalarıyla katlediliyorsa bu terör değil de nedir? O bölgeden 300 bin insan zorla göçertildi; evleri, köyleri yakılıp yıkıldı. Bu terör değil de nedir? Neden kimse bunu sormuyor? En büyük terörist olan Erdoğan’la konuşunca sırf devlet olduğu için kendisine bilmem sayın vb. diyorlar. Birisi devlet olunca bir başka halkı soykırıma uğratma hakkı mı oluyor? Jenosid yürütme hakkı mı doğuyor? Terörizmi yürütme hakkı var mıdır? Elbette ki yoktur.

Biz Kürtler devlet olmadığımız için ne yapsak terör oluyor ve karşımızdaki soykırımcı-sömürgeci güçler de makul devletler oluyor. Böyle bir şey nasıl olabilir ki? Halkımıza karşı her gün terör uygulanıyor. Çocuklarımız, insanlarımız öldürülüyor, halkımız her gün katliamdan geçiriliyor. Birleşmiş Milletler’in ismindeki gibi milletleri değil, tamamen devletleri esas aldığı anlaşılıyor. Bu nasıl oluyor? Halbuki halkımıza karşı açıkça yürütülen bir terör var, halkımız soykırımdan geçirilerek yok edilmek isteniyor. Suriye’de Kürt halkı statü elde etme imkanına kavuştu ama TC ısrarla buna karşı çıkıyor ve “orada bir terör devleti kurulacak” diyor. Halbuki oradaki Kürtler devlet kurmaktan bahsetmemiş, sadece Suriye’nin bütünlüğü içerisinde kendi özerkliğini el etmeye çalışıyor. Fakat Türk devleti Kürt halkının özerkliğine de tamamen karşıdır.

Neden karşıdır?

Eğer 3 milyon nüfusa sahip Rojava Kürtleri statü elde ederse o zaman ben de Kuzey Kürdistan’daki Kürtlere statü vermek zorunda kalacağım, diyor. Soykırımcı faşist Türk devleti, Kürt halkının haklarını hiçbir şekilde tanımak istemiyor. Kürt halkının talep ettiği şeyler BM yasalarına göre de bir halkın en doğal ve meşru hakları değil midir? Bizim istediğimiz en temel insani haklarımızdır. Biz Kürt ulusu olarak kendi haklarımızın peşindeyiz. Tarihçilerin de ispatladığı gibi bu halk 12 bin yıldır bu topraklardadır. Kürt halkı bu toprakların en eski ve yerel halkıdır. En doğal hakkı olan dili ve kültürüyle yaşama, kendi kendini yönetme hakkı da vardır. Hiç kimse bu hakkımızı elimizden alamaz! Fakat bunlar “biz Kürtleri öldürdük, bitirdik, artık kalmadı” diyor. Hayır! Kürtler vardır, hep olacaktır ve hiç kimse de onları yok edemeyecektir! Asıl mesele budur.

BM Sekreteri buna göz yumuyor, Amerika buna göz yumuyor, Erdoğan Avrupa’yı mültecilerle tehdit ettiği için onlar da göz yumuyor, Rusya ekonomik çıkarlarından dolayı göz yumuyor. Her güç bir sebepten dolayı TC’nin bu insanlık suçuna göz yumuyor ama artık haklı davamızın, haklı taleplerimizin üstü örtülemez, görmezden gelinemez. Neden? Çünkü halkımızın, halkımızın dostlarının mücadelesi sayesinde Kürt halkının haklı davası tüm dünyaya yayıldı, tüm köylülerin, işçilerin, emekçilerin, aydınların yüreğinde yer edindi. Soykırımcılar artık ne yaparsa yapsın halkımızın haklı davasını terör olarak gösteremezler.

Mesela “PKK terördür” diyorlar. PKK ne yapmış ne istemiş ki terör diyorlar? Şimdi Amed’de hangi esnafa gitseler, hangi köylüye, işçiye sorsalar, “halkın için ne istiyorsun” deseler verecekleri cevap neyse PKK de aynısını istemektedir. PKK, Kürt halkının en doğal insani haklarını, Kürt dilini, Kürt halkının haklarını, kültürünü, kendi kendini yönetme hakkını istemektedir. Bunun neresi terördür?

Şimdi PKK’yi bir yana verdiler ve “Suriye’de bir terör devleti kurulacak” diyorlar. Kuzey-Doğu Suriye’nin bununla ne alakası var? Orada 5 milyon nüfusa sahip bir halk yaşamaktadır. Türk devleti bu halkın tümünü hedeflemektedir. Peki bu halkın hepsi terörist midir? Kuzey-Doğu Suriye’de sadece Kürt halkı yaşamıyor, Arap halkı, Asuri-Süryani halkı yaşamaktadır. Daha bugün haberlerde izledik, TC Asuri-Süryani halkının yaşadığı bölgeyi işgal etmek istiyor. Asuri halkı daha bundan 4 bin yıl öncesinden Asur İmparatorluğu zamanından bu yana o topraklarda yaşamaktadır. Bu bölgenin kültürünü yaratan en kadim halklardan biridir. Türk devleti şimdi gelip bu halkları kendi topraklarından çıkarmak istiyor, BM Genel Sekreteri de bunu meşru görüyor; Erdoğan’a “öneriniz üzerinde duracağım” diyor. Böyle bir şey olabilir mi? Ortada bir soykırım, jenosit var, büyük bir haksızlık var.

Ermeni halkını, Rum halkını soykırımdan geçiren bu sömürgeci soykırımcı faşist Türk devleti sizin de belirttiğiniz gibi Lozan Antlaşması’ndan bu yana 100 yıldır Kürtleri de soykırıma uğratmaya çalışıyor. Bu soykırım siyaseti, bugün AKP-MHP faşizmiyle zirveye ulaşmış durumda. Kürt halkı, bu soykırım tehlikesi karşısında ayağa kalkıp, “birlik olmalıyız, birlikte mücadele etmeliyiz” demektedir. Herkes ulusal birlik çağrısı yapıyor. Ulusal birliğin tesis edilmesi için somut olarak ne gibi adımların atılması gerekiyor?

Halkımızın en önemli ve temel sorunu ulusal birlik konusudur. Bu konuda şimdiye kadar birçok şey söylendi. Eskiden Kürdistan’da birçok lehçe, mezhep, din vardı, bunun sonucunda Kürt halkı bir parçalanmayı yaşadı. Sonra partiler gelişti ve aynı tarz partilerde de sürmektedir. Bunun temelinde yatan esas neden partilerin ulusal çıkarlar yerine partisel çıkarlarını esas almasıdır. Oysa partisel çıkarlardan önce ulusal çıkarların esas alınması gerekiyor. Özellikle de Türk devletinin Rojava’ya dönük işgal saldırısının olduğu bu günlerde Türk devletinin Yeni Osmanlı kurma, Misak-ı Milli sınırının tümünü işgal etme, Türkiye’yi genişletme temelinde Irak, Suriye, Libya ve en çok da Kürdistan üzerinde somut hesapları vardır.

Kuzey-Doğu Suriye’yi işgal saldırısıyla Erdoğan’ın, MHP’nin gerçek yüzü tamamen deşifre oldu. Bu gerçekleri daha bundan 4 yıl önce birçok Kürt parti yetkilileriyle paylaştık. İsimlerini vermeme gerek yok ama ben kendim bizzat gidip kendileriyle tartışıp, bu gerçekleri onlarla paylaştım. Kendileri de bu söylediklerimi doğru bulup kabul ettiler ama pratikte gereği yerine getirilmedi. Son 4 yılda yaşananlar PKK olarak bizim söylediklerimizi doğruladı. Türk devletinin başına gelen bu yeni iktidar farklıdır, İttihat Terakki siyasetini esas almaktadır ve Kürt halkının tüm kazanımlarını hedeflemektedir. Bu artık netleşmiştir. Bu soykırım siyaseti karşısında Kürt halkının da ortak bir stratejisi olmalıdır. Dünya alem fikirleri ne kadar farklı olsa da bir araya gelebilmektedir. Dünyada birbirine en karşıt olan iki güç Rusya ve Amerika’dır ama birçok kez onlar bile bir araya gelip birlikte iş yapabilmekteler.

Kürtler olarak hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak hep birlikte batarız, kazanırsak hep birlikte kazanırız. Ama buna rağmen ulusal birliğimizin gerçekleşmeyişinin hiçbir izahı yoktur. Özellikle bu dönemde önemli bir fırsat vardır. Rojavayê Kurdistan şahsında, orada direnen değerli direnişçiler sayesinde bugün Kürt halkının sesi tüm dünyaya ulaşmaktadır. Dünyadaki sistemin tümü bunun üzerinde durmaktadır. Bu önemli bir fırsattır. Eğer biz Kürtler ortak bir strateji ve siyaset geliştirirsek, Türk devletinin geliştirdiği yeni işgal dalgasını kırıma uğratırsak o zaman Kürt halkının kazanımları kalıcı hale gelir ve Kürt sorunu hal olma yoluna girer. O zaman Türkiye’de de Kürt sorununu çözmek zorunda kalırlar. Eğer böyle yapmazsak, parçalı bir duruş sergilersek, ortak bir siyasetle, çağdaş ve akilane bir stratejiyle bu soykırım konsepti karşısında durmazsak ve onlar kazanırsa gerçekten de Kürtlerin hiçbir şeyi kalmaz. Ortada hiçbir kazanımımız kalmaz. İşte görüyoruz, Kürt halkının Kuzey Kürdistan’daki kazanımlarına dönük açık bir saldırı var. Her gün halkımızın birkaç belediyesine el koyup gasp ediyorlar.

Güney Kürdistan’ın kazanımlarına da göz dikmiş durumdalar. Irak’ta yeni bir anayasa tartışması var. Türk devletinin bu bölge üzerinde hesapları vardır. Kerkük’ten ne kadar kişiyi götürüp eğittiği söyleniyor, Sünnileri örgütlemeye çalışıyor, DAİŞ ile ittifak halinde bu bölgelerde hazırlıklar içinde olması hesaplarının olduğunu gösteriyor. Tüm bunlar tehlikenin büyük olduğunu göstermektedir.

Tüm Kürt parti liderlerine, kendini sorumlu görenlere çağrıda bulunmak istiyorum: Artık tehlikeyi görmeliyiz, bıçak gelip kemiğe dayandı. Eğer bu dönem aşılırsa o zaman Kürt halkı bugünkü gibi sesini her yere duyuramaz. Bugün Kürtlerin elinde büyük bir fırsat vardır. Kürt halkının haklı davası bugün dünya gündemindedir. Eğer ortak ve doğru bir siyasetimiz olursa bu soykırımcı sömürgeci faşist saldırı dalgasını bertaraf edip Kürtlerin önünü açabilir, halkımızın kazanımlarını kalıcı kılabiliriz. Bunun imkan ve zemini vardır. Eğer bunu gerçekleştirmezsek o zaman her şey elden gider. O yüzden bunu ciddiyetle ele almalı, üzerine düşünmeli ve önemle üzerinde durmalıyız.

Şimdi Suriye Anayasa Komitesi kuruldu. Suriye halklarının nüfusuna göre ele alındığında doğal olarak en az 20 Kürt’ün bu komitede yer alması gerekiyor. Fakat Türkiye de bu işin içinde olduğundan dolayı Kürtlerin içinde yer almasını engelledi. Rus akademisyenleri ve siyasetçileri yaptıkları bir panelde Kürtlerin bu komitede yer almasını Türk devletinin engellediğini belirttiler. Bu anlamda önemli engeller vardır. O komitede yer alan Kürtlerden birisi geçen gün basına çıkmış ve konuşuyordu. “Kürt sorununu yumuşak bir üslupla onlara izah ettim, onlar da olumlu temelde yaklaştılar” diyordu. Bu kişi kendini kandırıyor. Ey kardeşim, sen orada konuşarak onlara bir şey kabul ettiremezsin. Biz Türk devletinin bu soykırım konseptini parçalamayana kadar bırakalım orada yumuşak konuşman sert konuşman bile para etmez. Hatta sert konuştuğun için seni oradan atarlar. MİT yakandan tutar ve İstanbul’a gitmene izin vermez. Sen orada sert bir üslupla konuşabilir misin ki, yumuşak konuştuğunu belirtiyorsun? Kendini kandırma, halkı da kandırma! Hepimiz birlik olmalı ve bizi yok etmek isteyen bu soykırım dalgasını kırıp parçalamalıyız. Türk devletinin etkisi oldukça Kürtlerin Suriye Anayasası’nda yer almasına izin vermez. Zaten TC’nin esas amacı budur. Artık hakkaniyetli olmalıyız, hakikatleri görmeliyiz, kendimizi kandırmamalıyız. Çünkü gerçekler göz önündedir.

Tüm bunlardan dolayı ulusal birlik temelinde önemli bir adım atmalıyız. Şimdi mektup vb. şeylerin gidip geldiğini biliyorum. Bu temelde bir önerim vardır: Şimdi KNK var, KNK aracılığıyla Kürdistan’da tarafsızlığıyla tanınmış aydınlardan, yazarlardan, sanatçılardan bir komisyon oluşturulsun. O komisyon tüm Kürt partileriyle görüşmeler yapsın, herkesin ulusal birlik çizgisinde buluşmasını istesin. Her kim ki ulusal birlik çizgisine gelmezse onlar açıkça eleştirilsin ve onlara karşı tutum alınsın. Şunu da öneriyorum: Ulusal birlik programı hazırdır. 2013 yılında geliştirilen ulusal birlik programı tam da son aşamaya gelmişken durduruldu. Eğer tüm taraflar o programı kabul ederse yeniden ve sıfırdan başlamaya gerek yoktur. Çünkü bir alt yapısı vardır ve o temelde bazı toplantılar yaparak bu süreci tamamlayabilirler. Esasen ulusal birliğin zemini vardır ama bunun için partiler ulusal çıkarları parti çıkarlarından üstün tutmalı, herkes mevcut tehlikeleri görmeli, sorumluca yaklaşmalı, fırsatları da hesaba katmalıdır. Ortak bir siyaset ve ulusal bir siyaset geliştirirsek sonuç almamızın imkanları vardır.

Güney Kürdistan’da 2017’de referandum süreci gelişti, bundan önemli dersler çıkarıldı, bir tecrübe oldu. Tüm devletler buna karşı çıktı. Fakat o zaman Kürt halkının arkasında şimdiki gibi dünya kamuoyu desteği yoktu. Kamuoyunun bu desteğini de arkamıza alarak Kürtler olarak bazı adımlar atabiliriz. Bunun imkanları vardır. Bu yüzden belirttiğim temelde tarafsız bir heyetin kurulması çağrısında bulunuyorum. Artık Kürt halkının parçalı olma sorunu aşılmalı ve ulusal birliğimizi kurabilmeliyiz. PKK olarak bu konuda üstümüze düşen her türlü fedakarlığı yapmaya hazırız.

Suriye’deki durumda siyasi, toplumsal ve askeri anlamda çözüm yolu nedir?

Çözümü geliştirecek olan Suriye halkının kendisidir. Bunu da kendi iradesiyle ve kendi gücüyle gerçekleştirecektir. Kuşkusuz bunda dış devletlerin rolü olacaktır. Herkes buna müdahil olmuştur ama herkes kendi çıkarları temelinde kullanmak için Suriye’ye el atmıştır. Bu yüzden Suriye halklarının iradesi esas alınmalıdır. Bu anlamda Kürt sorunu önemli bir konudur. Eğer Suriye devleti, Kürt sorununa doğru temelde yaklaşırsa çözüm yolunda önemli bir ivme kazanır. Suriye demokratikleşir, bu demokratikleşme temelinde Kürt sorununun çözümü için gerekli adımları atarsa, bu durum Suriye’nin tüm sorunları için atılmış olumlu bir adım olur.

En son Suriye Cumhurbaşkanı Sayın Beşar Esad bir programda konuştu. Konuşmasının geneli için bir şey belirtmiyorum. Fakat konuşmasında Kuzey Suriye’deki Kürt sorunu bir hakikattir mealinde sözler kullanması anlamlıdır. Bu sözlere yüzeysel yaklaşılmazsa bu sözler önemli bir çıkışa vesile yapılarak Suriye’nin demokratikleştirilmesi perspektifi çerçevesinde Kuzey-Doğu Suriye meselesi de çözüme kavuşturulabilir. Kuşkusuz bu Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde geliştirilecektir. Bildiğimiz kadarıyla zaten hiç kimse şimdiye kadar Suriye’den ayrılma temelinde bir çözümden bahsetmemiştir. Hiçbir Kürt siyasetçisi böyle bir şeyden bahsetmemiştir. Sadece sömürgeci Türk devleti Suriye toprağının bir kısmını işgal edip el koymak istemektedir ama Kürtler de dahil Suriye halkları böyle bir şeyi dile getirmemiştir.

Özellikle Kuzey-Doğu Suriye’de Kürt, Arap, Asuri-Süryani halkları arasında gelişen kardeşlik ve birlik çok anlamlıdır. Suriye devleti buna saygı duymalı ve bu temelde yaklaşmalıdır. Eğer buna saygı gösterir ve bu temelde yaklaşırsa o zaman Suriye’nin tüm sorunlarının çözümünde önemli bir adım olacaktır. Bu hususta Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un kullandığı sözler de vardır. Lavrov’un Kürt sorununun göz ardı edilemeyeceğini belirtmesi, 4 parça Kürdistan’dan bahsetmesi önemlidir. Rusya “Amerika Kürtlere ihanet etti, Kürtlerin Amerika ile birlikte olması bir yanlıştı, biz Kürtlerin dostuyuz” diyorsa bu iyidir. Rusya, Kürt sorununun çözülmesinde önemli bir rol oynayabilir. Eğer böyle bir şeyi gerçekleştirirse hem Ortadoğu’da hem de de dünyada önemli bir saygınlık kazanırlar. Çünkü Kürt sorunu gerçekten de çok önemli bir insani, ahlaki, tarihi, ulusal, demokrasi ve özgürlük sorunudur. Bu sorunun çözümünde kim rol sahibi olursa iyi bir artı puan alacaktır.

QSD ve Suriye devleti arasında gelişen anlaşma, Suriye’nin geleceği açısından önemli bir temel olabilir ve çözüme gidebilir. Suriye için yeni bir anayasa hazırlayarak çözüme gitmek isteyenlerin bir sonuca gideceğini sanmıyorum. Çünkü orada farklı amaçlar peşinde olanlar var. Türk devletinin çok farklı amaçları vardır. Bu yüzden sonuç alıcı olmaz.

Şimdiye kadar Türk devleti nerede yer almışsa orada hiçbir şey sonuca gitmemiştir. Cenevre, Soçi deneyimleri var…

Doğrudur, sonuç alacaklarını sanmıyorum. Burada esas belirleyici olan halkımızdır. Halkımız dediğim zaman Kürt, Arap, Asuri-Süryani halkını kastediyorum. Asıl belirleyici olan demokratik ulus temelinde birlik olan halkımızın tavrıdır. Oradaki halklar artık birdir, birliktir. Hiç kimse halkı ayrıştırmamalıdır. Demokratik ulus perspektifiyle bir halk olmuştur. Halklarımız birbirine kenetlenerek birlik olmuştur. Bu, çok önemlidir.

Türk devletinin bu işgal saldırılarının daha da sürmesi ihtimali vardır. Şimdiye kadar yaşananlardan sonuç çıkarmalıdırlar. Kendilerini hızla toparlamalıdırlar. Her şeyden önce dayanışmalarını güçlendirmeli ve birbirlerini bırakmamalıdırlar. Bunda Asuri-Süryani halkının, Arap halkının ve Kürt halkının çıkarı vardır. Suriye’nin demokratikleştirilmesi ve Türk devletinin saldırılarının kırılması için bu birliğin korunması önemlidir. QSD direnişçileri şimdiye kadar önemli bir direniş sergiledi. Bu direnişin başarılı yanları, yarattığı sonuçlar, içerisinde yaşanan kahramanlıklar vardır. Bu kahramanları minnetle anıyoruz, her biri bir destan yazdı. Fakat eksik olan yanları da vardır. Eğer yetersiz kaldıkları yanları görmez ve düzeltmezlerse daha fazla irade olamazlar. Savaşta daha fazla irade olmaları gerekiyor. Bu da neyle olur? Düşmanı kırıma uğratarak olur. Düşman şimdi Til Temir’i almak istiyor ve orada kırıma uğratmalıdırlar.

Düşman şimdi Kobanê’ye saldıracağını belirtiyor, işgal edeceğini söylüyor. Kobanê kutsal bir yerdir. Kobanê’de ve diğer her yerde direnişçiler doğru yol-yöntemlerle savaşmalıdır. Klasik, düz ve amatör bir tarzla değil çok daha profesyonelce, çok daha bilinçli, daha çok mevzilenerek, yer altını daha fazla kullanarak savaşmalıdır. Savaşın komutası, öncülüğü doğru olmalı, gönülden yapılmalı, zafere olan inancı mutlak olmalı ve savaşçılarını da bu temelde pratiğe sevk etmelidir. Şimdiye kadar yaşananlardan ders çıkarmalıdır. Eğer gerekli dersleri çıkartırsa her türden saldırıyı durdurabilecekleri açığa çıktı. Az bir tecrübeyle bu kadar yoğun teknik kullanan bir düşmana karşı savaşan bir güç, eksiklerinden ders çıkardığı taktirde daha uzun süreli direnip başarabilir.

Kuzey-Doğu Suriye’de başta Kürt, Arap, Asuri-Süryani halkları ve Ermeni, Türkmen, Çerkes halkları bulunmaktadır. O bölgede bulanan halkları sayarken belki hepsinin ismini saymıyoruz, sadece nüfusu yoğun olan halkların adını zikrediyoruz ama bu diğer halkları unuttuğumuz anlamına gelmemektedir. Kuzey-Doğu Suriye’de birçok halkın iç içe bir arada bulunması o bölgenin bir zenginliğidir. Bu yüzden oradaki tüm halklar ve kültürler korunmalıdır. Kuzey-Doğu Suriye’de gelişen halkın öz direnişi olmalıdır. Bir yerde direnişçiler tek başına kalırsa o zaman direnişçilerin moralinde de azalma olmaktadır. Direnişçiler, savaşçılar tek başına kalmamalıdır. Halk da olduğu yerde kalmalıdır. Halkımız şimdiye kadar birçok fedakarlıkta bulunmuştur. Gerçekten de saygı duyuyoruz. Halkımız her gün ayaktadır, sokaklardadır. Halkımızdan on binlerce insan muhacir konumuna düştü, bu yüzden herkes birbirine sahip çıkmalı. Hiç kimse “bu halk falanca yerin halkıdır” diye yaklaşmamalı. Madem demokratik ulus perspektifini esas alan bir halktır, o zaman her şeyi de paylaşmalıdır, yerinden olan insanlarımıza daha fazla sahip çıkılmalıdır.

Bir de elden geldiğince hiç kimse evinden, köyünden çıkmamalı, savaşçıların yanında yer almalıdır. Eğer halkımız orada irade olmak istiyorsa o zaman fedakârlık yapmalıdır. İrade olmak, özgürleşmek öyle kolay değildir, elbette ki bunun bir bedeli vardır. Bu anlamda iradeli bir duruş sergilenmelidir. Mesela daha birkaç top atılmış Kobanê’deki halkımızın yarısı evini, çoluğunu çocuğunu bir kamyona bindirip M4 yoluna gitmiş. Bu bir ayıptır! Bu davranış da neyin nesidir? Kesinlikle doğru değildir. Bu topraklarda o kadar şehit verildi. Nereye gidiyorsun? Birkaç top atıldı diye hemen gidiyorlar. Böyle olmaz. Herkes evinin altında kendisine kalacak yer yapmalıdır, yer altı sistemi olmalıdır. Gazze’de halk kendi yerinde kalarak, toprağını terk etmeyerek direniyor. Halkımız da fedakârlık yapıyor ama eksikleri de vardır. Halkımız bu eksikliklerini görmelidir. Biz ciddiyiz, herkes de buna göre ciddi olmalıdır. Sürekli birbirimizi hoşnut edecek şeyler söyleyip, birbirimizi övmeye gerek yoktur. Herkes üzerinde düşen rolü oynamalıdır, kendi yerinde kalmalıdır, fedakârlıkta bulunmalıdır. Eğer halk böyle fedakârlık yaparsa oradaki her savaşçı bir fedai haline gelir.

Mesela Serêkaniyê’den bir anlaşma dahilinde geri çekildiler. Bu anlaşmanın doğruluğu yanlışlığı hakkında bir şey belirtmiyorum. Bunu Rojava yönetiminin kendisi bilir. Kürdistan’ın bir parçasıdır, kendi iradeleriyle kendi kararlarını verebilirler. Buna saygı duyuyoruz, bu hususta bir şey belirtmiyoruz ama eğer halk çıkmamış olsaydı büyük ihtimalle elleri daha güçlü olurdu ve o şekilde çekilmek zorunda kalmazlardı. Fakat daha savaşın ilk gününde orada kimse kalmadı. Buranın dışında olan halkımız büyük bir fedakarlıkta bulunarak ateş altında konvoylarla direnişin olduğu yere doğru gitti, bu sefer de düşman onları hedef alarak sivillerin konvoyunu vurdu. O kadar sivil insanımız böyle şehit düştü. Halbuki herkes kendi evinde olmalıydı. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Kendi evinde olacaksın ve hiçbir yere gitmeyeceksin.

Halkımız büyük bir zorluk içerisindedir, zahmetli koşullarda yaşamaktadır. Biz de bunu hissediyor, empati yapıyor ve birebir yaşıyoruz. Rojavayê Kurdistan ve Kuzey-Doğu Suriye halkı tarihi bir rol oynamaktadır. Dünya alem sebepsiz yere bu direnişlerini alkışlamıyor. Çünkü tarihi bir rol oynamaktadır. Gerçekten de eğer bu direnişleri başarıya ulaşırsa 4 parça Kürdistan için yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Eğer bu soykırımcı faşist düşman kırıma uğratılırsa tüm Kürdistan için çok önemli bir rolü olacak ve komplo boşa çıkacaktır. Eğer Türk devletinin bu işgalciliği durdurulursa Suriye özgürleşir. Suriye halkı, Arap halkı, Jön Türk zihniyetli bu Yeni Osmanlı belasından kurtulmuş olur. Dikkat edin, o kadar kişiyi kendi askerleri konumuna getirmişler. DAİŞ ve El Nusra artığı çetelerin gideceği bir yer kalmadığı için hepsi babaları Erdoğan etrafında toplanmaktadır. Erdoğan da Katar’dan gelen paralarla bunları besleyip eğiterek hepsini cellat haline getirmiştir. Bunlar Arap halkının tümünü katledecek. Arap köylerini şimdiden tarumar ettiler, Arap halkı bunlardan dolayı yerlerini bırakıp kaçtı. Çünkü bu çeteler talancıdır, katildir, katliamcıdır. Hevrin Xelef bir siyasetçiydi ama yol üstünde tutup infaz ettiler. Açıkça terör uyguluyorlar. Yukarıda da belirttiğim gibi BM Sekreteri’ne bir örnek daha veriyorum, bu katliamı kim yaptı? Elbette ki terörist Türk devleti yaptı.

Türk ordusu ile çeteler artık bir olmuştur. Adına ‘milli ordu’ koymuşlar ama bunlar gelip Suriye halkının başına bela olacaklardır. Eğer bunlar gelip işgal edilen bölgeye yerleşirse, ki Erdoğan bunların ailelerini de oraya getireceğini söylüyor, orada şehirler kuracağım, tüm dünya bana yardım etsin, yeniden bir DAİŞ devleti kuracağım, diyor. Açıkça DAİŞ demiyor ama söyledikleri ve yapmak istedikleri bu anlama gelmektedir. İşgal edilen bölgede 8-9 şehir kuracağım, tüm çeteleri getirip buraya yerleştireceğim, diyor. Bunlar DAİŞ, El Nusra artığı çetelerdir. Bu çeteler Suriye’nin başına bela olacaktır. Eğer Kuzey-Doğu Suriye halkımızın geliştirdiği direniş bu işgal saldırısını kırarsa Suriye’yi, Arap halkını büyük bir musibetten kurtarmış olacaktır.

Kuzey-Doğu Suriye’de gelişen direnişin Suriye halkları, Arap halkı, Kürt halkı ve tüm Ortadoğu halkları için çok anlamlı ve önemli bir rolü vardır. Bu yüzden biz Kürtler de 4 parça Kürdistan’da bu direnişi desteklemeli, arka çıkmalıyız. Zaten Kürdistan’dan büyük bir destek vardır. Avrupa’da ve dünyanın her yerinde olan Kürtler ve dostları bugün önemli bir rol oynamaktadırlar. Bu vesileyle hepsini selamlıyorum. Dünyanın her yerindeki Kürtler büyük bir ulusal ruh ve heyecanla Rojava Direnişi’ni sahiplenmektedir. Rojava halkımız da bu destekle direnişini daha fazla yükseltmelidir. Başarma olanakları vardır. Eğer mevcut imkanlar doğru değerlendirilirse siyasette yaratıcılık olursa kesin başarılır. Bugün savaş sadece askeri olarak verilmiyor. Savaş siyasi, askeri, diplomatik ve ekonomik alanlar başta olmak üzere her biçimde verilmektedir.

Eğer toplum doğru temelde örgütlenirse, savaşçılar ve özelde de komutanlar doğru bir tarzda öncülük ederse, yeni dönem tarzıyla savaşırsa, siyasetçiler siyaseti yaratıcı bir şekilde ve doğru taktiklerle yürütürse gelecek, halkımızın olacaktır. Zafer halkların olacaktır, AKP-MHP ve Ergenekon faşizminin değil. Gelecek kesinlikle direnen halkların olacaktır.