Kobanê Davası duruşmasında HDP sahiplenildi

Kobanê Davası'nın duruşmasındaki konuşmalarda, HDP sahiplenildi, Türk yargısı AKP-MHP faşizminden talimat aldığı vurgulandı.

24’ü tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobanê Davası’nın 3’üncü duruşmasının 8’inci oturumu görüldü.
HDP eski MYK üyesi İsmail Şengül’üni davada HDP siyasetinin yargılandığını söyledi.
Şengül, Deniz Poyraz’ın katledilmesi ve HDP’ye yönelik kapatma davası iddianamesinin kabul edilmesine dair havuz medyasınca servis edilen haberlerde de bu nefret söylemlerinin devam ettirildiğini dile getirdi.
Şengül’ün avukatı Umut Vedat Açar, “Bu dava belki de ileride Deniz Poyraz ile anılacak. Çünkü bu davayı bu aşamaya getiren fikriyatla Deniz’in katledilmesine neden olan fikriyat aynıdır” dedi.

'GURUR DUYUYORUM'

2013 ila 2014 yılları arasında HDP MYK’sinde yer alan tutuklu Ayşe Yağcı ise savunmasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Poyraz’a ilişkin ırkçı sözlerini kınadı.
Yağcı, “HDP’de olmaktan gurur duyuyorum" dedi.
Yapılan çapraz sorgusunda mahkeme başkanı Yağcı’ya 20 yıl önce yargılandığı bir dosyayı sordu.
Duruşma avukat Cemile Turhallı Balsak’ın savunmasıyla devam etti. Kobanê Davası için Sincan L Tipi Kapalı Cezaevi’ne getirilen Sebahat Tuncel’in Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne nakledilmesini isteyen Balsak, Poyraz’ı katleden Onur Gencer’in parti binasındaki Tuncel’in fotoğrafına 3 el ateş ettiğini ve müvekkilinin tehlike altında olduğunu söyledi.
HDP MYK üyesi Alp Altınörs’ün avukatı Kazım Bayraktar, bütün devlet kurumları ve güvenlik aygıtlarının Saray’a ve tek kişiye bağlandığını belirtti.
HDP İzmir İl Örgütü’ne yönelik saldırıda katledilen Deniz Poyraz’ın ölümüne değinen Bayraktar, “Deniz Poyraz’ın katili ile MHP arasında iltisak var.  İltisakın ötesinde ilişki var. Bahçeli, ‘Deniz Poyraz'ın illegal örgütlerle ilişkisi var’ dedi. Devlet Bahçeli bu cinayetle iltisaklıdır" dedi.
Bayraktar, HDP’ye dönük baskılar ve kapatma davasına da değindi.

'HAYATIMIN EN KIYMETLİ DÖNEMİYDİ'

İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, HDP İzmir İl binasına yönelik gerçekleşen saldırıda Onur Gencer tarafından katledilen Deniz Poyraz’ı andı. “Hacivat ile Karagöz neden öldürüldü?” filminden alıntı yaparak konuşmasına başlayan Önder, “Kürt meselesi, Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana gelen yönetimler demokrasi barış, eşitlik ve adalet adına bir yol alamadığı zaman 5-10 yıllık periyotla bu ülkenin gündemine getiriyor. Ne acı ki her seferinde de belirli bir reytingi oluyor” dedi.  
Önder, “Bu sürecin içinde hükümetin önerisi, teklifi ve kabulü ile yer aldım ve İmralı Çözüm Süreci Heyetinin sözcülüğünü yaptım. Bedeli ne olursa olsun hayatımın en kıymetli, en değerli bir süreciydi bu. Elbette ki sıkıntıları vardı. Çünkü kendi içtihadımızı kendimiz yaratarak gidiyorduk” diye belirtti.
"Çözüm süreci"ni hatırlatan Önder, şöyle devam etti: “Daha önce bu işin silahsız çözülebileceği konusunda bir arayış bile yapılmamışken tüm yetmezliklerine rağmen bu memleketin gündemine bu meseleyi barışçıl yollardan çözümlemek, ortak geleceğimizi kurtarmak, bundan sonraki can kayıplarının önüne geçmek için bir adım attık. Bakın dün İspanya başbakanı Pedro Sanchez ceza alan siyasetçilere konulan hapis cezalarını hükümetin önerisiyle meclise getirilip af çıkardı. Onlarca yıl hapis cezası almışlardı. Ömrümün son 6-7 senesi çatışma sonrası çözüm süreçlerinin daha demokratik bir sistem konusunda aktif görev alarak geçti. Ben İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in konuşmasını çok değerli buldum. ‘Sıfırdan başlayamazsınız ama yeniden başlayabiliriz’ diyor. ‘Bundan öncekini beceremedik ama bundan daha iyisini yapabiliriz’ diyor.”
“‘Yargı siyasallaşmıştır’ denilerek çok vahim bir şey gözden kaçırılmaya çalışılıyor” diyen Önder, “Siyaset, yargıyı bir enstrüman olarak kullanmaya heves eder ve bunda başarılı olursa siyaset yargısalaşmış demektir. Sizin mahkemenizin birleştirme kararı alınan bir Diyarbakır dosyam var. Yaklaşık 6 yıldır tek sanıklı tek konuşmalı, kaydı olan bir davadan dolayı 6 senedir yargılanıyorum. Hayati bir şekilde deneyimlediğimiz, gözlemlediğimizle konuşuyoruz. Siyasetin yargısallaşması şu açıdan sıkıntı olur. Ülkemiz açısından, geleceğimiz açısından olacaksa demokrasimiz açısından yapmaya çalıştığım saptamalar. Yargı iki sonuçludur; ya beraat edersin ya da mahkum olursun. Bir diğer husus yargı talihsizdir. Yani daha önce hiç kimseyi öldürmemiş olmanız daha sonra yargıladığınız davada cinayetten yargılanmayacağınız anlamına gelmez. Toplumlar yargıyla değil siyasetle yönetilmeye çalışılıyor. Ama bir yol daha vardır o da uzlaşma” dedi.

'BU SİYASETEN ÇÖZÜLECEK BİR MESELE'

İddianameye dair ise Önder, şunları söyledi:
“Bu iddianameye baktığımda, ben yargıç olsaydım bunu ‘gidin kendi aranızda görün’ derdim. ‘Bu siyaseten çözülecek bir mesele, biz burada bunu kriminal bir mesele olarak ele alamayız’ derdim. Bu ülke nasıl bu hale geldi, neden sürekli bununla boğuşmak zorunda kaldı” diye soran Önder, Türkler Kürtlerin de olduğu topraklara 150 atlı olarak geldiklerini hatırlatarak, “Bu 150 atlının silahları yoktu, ama yorgun düşmüş bir roma ve amansız bir kavimler vardı. Peki Türkler neyi başardılar? Çoklu bir yapı olduğunu fark ederek, birlikte yaşam hukuku inşa ettiler. Bu Türklüğün nizam kurabilme kabiliyeti olarak tarihe geçti. Peki ne oldu ‘bizim’ yerine ‘tek millet, tek ırk, tek cins, tek tek teke’ indirilince geri kalana herkes bir düşman olarak anıldı. Bu süreç Türklerin nizam kurabilme yeteneğini ve becerisini hepten kaybetmesiyle çok alakalıdır. Bugün yargılama sebebi olduğumuz şey ile Rojava'da yapılmayan tek şey budur. Çoklu bir hukuk kurabilme çabaları vardır. Düşman icat etmeden yönetme, sevk ve idare etme kabiliyeti haiz değil bu topraklarda nicedir."
Önder sözlerini şöyle sürdürdü:
"Toplumsal barışı kurmaya çalışırken Kürdün sadece anadile konuşmaması ya da günlük yaşamda uğradığı ayrımcılıklar eksenini genişleterek daha demokratik bir ülke olması eksenine oturttuk. Biz İmralı heyeti Dolmabahçe’de bir mutabakat metni imzaladık. 10 maddelik bir mutabakattır. O bir Kürt manifestosu değil bir demokratikleşme manifestosu olduğunu göreceksiniz. Oysa biz bu mahkemede hep birlikte yaşadık. Bir sanık anadilinde savunma yapmak istedi tercüman olmadığı için mahkeme heyetini eli kolu birbirine dolandı. Bunun tam tersi bir durum projekte ederek yaşananlar üzerine bir empati geliştirilebilir. Kürtler, rüyasını görmedikleri, nini olarak dinlemedikleri bir dille hayatın her alanında muhatap olmak zorunda kalıyorlar. Bunun ne bir kitapta yeri vardır ne genel hukuk prensipleri vardır. ‘Kaleme kitaba sığmaz’ dedikleri bir şey varsa o da budur.
Yargıladığınız insanların hepsi isterseler kendi konforlu alanlarına çekilip yaşayabilecekken, bu memleket daha iyi olsun diye mücadeleyi dert ettikleri için yargılanıyorlar. Bunun konuşma yeri Meclis olmalıydı, mahkeme salonu değil. Biz yaralı birini görünce kanayan, ölenle ölen insanlarız. Bunun en açık delili, böyle bir yaşam tercih etmesek buradaki her arkadaşımız için hayatın en konforlu alanları hazır olurdu.

'TEŞEKKÜR EDİLMESİ GEREKİRKEN...'

Davaya bakıyorum, savunma yapmak istiyorum ama iddianameyi anlayabilmiş değilim. Ben neyle suçlanıyorum? Bu cinayetlerin sebebi olacak ne yapmışım? Ama teşekkür edilmesi gereken, en azından ‘Allah razı olsun’ denilmesi gerek bir konumdan bunların failiymişiz gibi huzurunuzdayız. Gereken derken hayali bir şeyden bahsetmiyorum. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanları bizzat şahsımıza bu süreçte gösterdiğimiz emek ve çaba için teşekkür ettiler. Adı geçenlerin hepsi yüzümüze karşı dinlensin, ‘teşekkür etmedik’ desinler, ‘delil göster demeyeceğim’ neyse fermanımız ona da razıyım.
O ZAMAN BİZ’DİK ŞİMDİ BEN’E İNDİK
Bu aşiret hukukunda bile böyle olmaz. Kanunlarla çözüm süreci yasası gibi bir yasayla koruma zırhlarına büründürülen bizler, bir partiye süreç değişti diye mahkeme salonlarını gösterilemez. Aşiret hukukunda, ilkel hukuk da bile rastlanmayacak bir şey. O zaman ‘bizdik’ şimdi ‘bene’ indik. Nazi Almanyası’ndan başka hiçbir yerde kullanılmayan ‘tek devlet tek milleti’ kavramını birşey sanıyoruz. Ama meselenin çözümü, yüzyıllarca da sürse en kötü müzakere bile tarafların kolayına gelen çatışmadan daha iyidir. Çünkü giden bir canın yerine konulması mümkün değildir. Düşmanların istilacıları bu topraklardan koptu ama bu rejimlerin inşası hep mahkemelerle oldu. Sıkıyönetim mahkemeleri, OHAL mahkemeleri, özel yetkili mahkemeler…

'BU PARTİNİN SIRA NEFERİYİM'

Biz bunları dert eden insanlarız. HDP’nin hiçbir şey vadettiği yoktur. HDP ve benzeri partilerde yargılanmak, itibarından olmak gibi bir dizi sonuç getiriyor. Peki biz deli miyiz? Şahsım adına bir şey söylemeyi zul addediyorum. Bir canlıya kastetmek iddia ediliyor. Ben bu ülkenin sanatçısıyım, barış gönüllüsüyüm bu partinin de bir sıra neferiyim. Hepsiyle ayrı ayrı gurur duyuyorum. Cezanın bizler için bir yaptırım değeri yok. Bizi utanma duygusu öldürür. Bizi mahcup olma duygusu berbat eder. Bize verilen 5- 10 senenin utanmamızın, başarmamış olmamızın, barışı demokrasiyi getirememiş olmamızın yanında hiçbir değeri yoktur.
Bu ülkeye sevdalıyız, burası ortak vatanımız. Ortak geleceğimiz de burada. Süreci çok değerli kılan şey de ilk defa başkalarının müdahalesine gerek kalmadan yüz yüze, bazen halk diliyle bazen literatürle bir kolaylaştırıcılık görme görevini aldık. Ama karıncanın su taşıması misali Türkiye halklarına da helali hoş olsun. İllaki bir gün bu barış kurulacaktır. Ama savaşın sürmesi herkesi kirletir ve barışı uzaklaştırır. Cezaevlerin, cezaların bir yaptırım değeri yok o utanma duygusunun yanında. Ama olan toplumsal barışa ortak geleceğimiz olur. Mahkemenizde 9 aydır gidip karakollara imza atıyorum, yurt dışına çıkamıyorum. Hiçbir şekilde bu ülkeyi savaştan beslenen insanlara terk etme gibi bir niyetimiz yok. Fakat artık zulüm aracına dönmüş olan imza uygulamasından vareste tutulmayı talep ediyorum.”
Önder’in savunmasının ardından duruşmaya yarına kadar ara verildi.