Kürdün inkar, imha ve soykırımında anlaşılmıştır: Lozan

Eren: Lozan'daki temel amaç Türkiye devletini kapitalist kampa dahil etmek olduğu için, netleştirilmek, sözü kadar yasal güvence istenen bu olmuştur.

Lozan’ın 3 parçaya böldüğü Kürdistan’ın birleştiğini belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cihan Eren, “Çıkarları için Kürtleri, Kemalistlerle tartışanlar artık Türkiye devletini Kürdistan Özgürlük Hareketiyle tartışmaktadır. Türk devletinin inkar ve imha zihniyet ve siyasetiyse 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişçileri boşa çıkarmıştır. Kısacası Rêber Apo öncülüğünde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi Kürt halkının statüsüzlüğünü anlamsızlaştırmış, çıkar için statüsüz bırakılmış Kürt halkının statü kazanacağı bir düzeye getirmiştir” dedi.

Lozon Antlaşması’nın 98 yıldönümüne ilişkin ANF’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi üyesi Cihan Eren, “Lozan Anlaşması’nın da belirleyici gücü İngiltere olmuştur. 20. yüzyılın başında büyük emperyalist güç olan İngiltere’nin dış politikası ‘böl-yönet’ üzerine kurulduğu biliniyor. İngiltere Lozan'da da elini güçlendirmek için halkları bölüp yönetme siyaseti izlemiştir. Hazırladığı Ortadoğu ajandasını pratikleştirmek, dünyaya onaylatmak için masaya oturmuştur” dedi

Lozan Anlaşması üzerine genel bazı bilgiler gündemde yer almaktadır. Fakat halklar ve inançlara karşı yeni gelişecek bir sürecin başlangıcı olarak ele alınırsa Lozan Ortadoğu açısından neyi ifade ediyor?

Lozan Anlaşması’nda alınan kararların içeriği, I. Dünya Paylaşım Savaşı’na neden olan gerekçeler, savaşan devletlerin amaçları kadar, savaş sürecinde ve sonrası yaşanan gelişmelerin belirleyiciliğinde ortaya çıkmıştır. Bu savaş emperyalist yayılma içindeki devletlerin biriyle yarışı, birbirinden coğrafya ve zenginlik kapma savaşıdır. Halkların ve inanç gruplarının ne yaşadığı ne istediği hiçbir zaman egemenlerin umurunda olmamıştır. Dolayısıyla Lozan’daki masada da halkların talepleri değil, emperyalist devletlerin peşinde oldukları çıkarların pay edilmesi, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere ilgili diğer devletlerin paylarını artırması ve güvence altına alması temel konu olmuştur. Halk ve inanç grupları, çıkar elde etmek için devletlerin birbirine karşı kullandığı ‘araçlar’ olarak ele alınmıştır. Örneğin Lozan’da İngiltere delegelerinin Kürt ve Ermeni halklarına dönük yaklaşımı tümüyle böyle olmuştur. İngiltere krallığı 20. yüzyılın ortalarına kadar da büyük süper güçtür. Lozan Anlaşması’nın da belirleyici gücü İngiltere olmuştur. 20. yüzyılın başında büyük emperyalist güç olan İngiltere’nin dış politikası ‘böl-yönet’ üzerine kurulduğu biliniyor. İngiltere Lozan'da da elini güçlendirmek için halkları bölüp yönetme siyaseti izlemiştir. Hazırladığı Ortadoğu ajandasını pratikleştirmek, dünyaya onaylatmak için masaya oturmuştur. Örneğin Ermeni halkının durumunu, Türkiye devletini kapitalist dünyaya katmak için kullanmıştır. Kürt halkının taleplerini, Ortadoğu politikalarını Türkiye'ye kabullendirmek için kullanmıştır. Asuri-Süryani halkını da çıkarları için gerektiği konularda dilendirmişler. Arap halkını zaten 22’ye böldüler. Sonuçta halklar bölündü. İngiltere’nin liderlik ettiği kapitalist modernite çıkarları için sınırlar çizildi. Yerel işbirlikçi egemenlere devlet olma izni ve desteği verildi. Bu nedenle Lozan Anlaşması tartışmalarında çıkar elde etmek için adı geçen ülkeler, halklar soykırıma tabi tutuldu. Bunların da başında Kürdistan ülkesi ve Kürt halkı gelmektedir.

Kürtlere başta olmak üzere anlaşma nedeniyle “kaderleri belirlenen” halklar ve inanç topluluklarına neden Lozan’da yer verilmedi? Yer almazken yok sayılma ve bununla başlayan imhanın nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıda anlaşmada alınan kararların imzalanmasında günün siyasi gelişmelerinin de çok etkili olduğunu belirttik. I. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük ve etkili gelişme ki bu savaşın durdurulmasında da belirleyici etkide bulunmuştur, Lenin liderliğindeki Sovyet devrimdir. Bu gelişme, kurulmasına izin verilerek onaylanacak Türkiye devletinin kapitalist kampta yer almasını, özellikle İngiltere için hayati bir politika yapmıştır. Çünkü İngiltere daha 1919’da Irak ve Arabistan’ı elde tutmayı temel stratejisi ilan ettiğini pratiği ile göstermişti. Sovyetler, Türkiye üzerinden durdurulmasa, petrol elde etmek için hayati olan Ortadoğu tehlikeye gireceğini görmüş ve buna göre Türkiye heyetiyle masaya oturmuştur. Türk heyeti de Ankara’dakilerde bunu çok iyi tespit ettikleri için şartlarını çok rahat ileri sürmüştür. Örneğin Ermeni halkına toprak, Kürtler için statü anlamında ifadeler kullanan İngiliz delegesi Curzon’a İsmet İnönü’nün verdiği cevaplardan bunu rahatlıkla anlıyoruz. Kemalist hareket ‘Bir devlet olsun da nasıl olursa olsun’ diyebileceğimiz mantıkla hareket etmiştir. Bu biraz da Türk bürokratlarının zihniyet yapısıyla ilgilidir. Güçlü bir sınıf ve ulusal temelleri olmadığı için toprak genişletme ve zenginlik elde etme devlet kurmak kadar önemsenmemiştir. Bu halen de böyledir. Örneğin Kürtlerle anlaşmaları, barışmaları halinde büyüyüp zenginleşme imkanları çok fazla olmasına rağmen, devletlerinin yapısını bozar diye, Kürt halkının varlığını tanımak istememektedirler. Hemen her şeyi devlete uyarlama ulusçu Türk egemenlerinde bir hastalıktır. Etnik ve inanç kimliklerini de böyle ele alıyorlar. Madem devletin adını Türk devleti, o zaman herkes Türk olsun, madem Türk devleti Hanefi Sünni Müslüman Türk devletidir, herkesin inancı da böyle olsun dayatması içindedirler. Sözde farklılıkları dilendirirler. Ancak hiçbir farklılığı kanunla güvence altına almazlar. Farklılıkları çıkarları için kullanmada ustalaşmışlar. Lozan'da da böyle oldu. İnönü, Kürtlerin ve Türklerin temsilciyim, kurulacak devlet Türklerin ve Kürtlerin devleti olacak demiştir. Ancak sadece söylemiştir. Sonraki uygulamalara bakınca İngiliz delegeye karşı öylesine bir söz olsun diye söylemiştir. İnönü devletinin kuruluş tapusunu aldıktan birkaç yıl sonra, Kürt soykırım planları yapmaya başlamıştır. 21. yüzyılda da Erdoğan, İnönü’nün bu alçakça hilesini tekrarlamak istemektedir. Daha birkaç hafta önce Amed’e konuşunca da bunu yaptı. Devrimci ve dürüst Müslüman değilse ‘Kürtler kardeşimizdir’ diyen her Türk bu sözüyle Lozan’dan beri söylene gelen bir yalanı, hileyi dillendiriyor demektir. Ve Kürtleri saf gördüğü için aldatmaya çalışıyor demektir. Yani Kürtler için yasal statü, yasalarla belirlenmiş haklar konusunda adım atmayan her Türk, Kürt kardeşim diyorsa bilinsin ki o en büyük düşmandır, örneğin Erdoğan gibi.

Lozan'da, azınlık denilen Hıristiyanları ise devlet, batıyla ilişkileri için kullanıyor. Sözde tanıyor, hak veriyor. Gerçekte ise baskı altında tutuyor ve asimile etmek için de ince planlar dahilinde çalışıyor. Bu politika sonucunda Rumlar, Asuri-Süryaniler, Anadolu Ermenileri bitmenin eşiğine getirilmiştir.

Lozan'daki temel amaç Türkiye devletini kapitalist kampa dahil etmek olduğu için, netleştirilmek, sözü kadar yasal güvence istenen bu olmuştur. Türkiye devletinin kurucu kadroları da bunu, iç işlerimize yani içerdeki etnik ve inançlara karşı politikamıza karışmayın diyerek karşılık vermiştir. Sonuçta Türkiye devletinin içerde etnik ve inanç gruplarına dönük geliştireceği her türlü baskı, katliam ve soykırımına onay verilmiş oldu. Aslında bu cumhuriyet Türkiye’sine kurulmuş bir tuzaktır. Çünkü 1916’dan beri ulusların kaderlerini tayin hakkı evrensel bir söylem olarak dolaşımdaydı ve herkes bundan haberdardı. İkincisi, Lenin liderliğindeki Sovyet devrimi Türkiye'nin yanı başında bu söylemi sosyalist ideolojiye göre pratikleştirmişti. Böyle bir dünyada yeni kurulacak bir cumhuriyete sen halkları ve inançları inkar edebilir, karşı dururlarsa da katledebilirsin imasında bulunmak demek, seni kendime bağladım, her zaman bana muhtaç olacaksın demektir. Ve gerçekleşen de bu olmuştur. Lozan’dan yaklaşık bir yıl sonra hazırlanan 1924 anayasa tam olarak halklar ve inançlar için inkar ve imha anayasası oldu. Kürt kardeşler ‘İngiliz maşası’ sayılmaya başlandı. Türkiye, Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı ve devlet iki halkın devleti sözüne rağmen Kürtlere de Türk’tür denilmeye başlandı. Bakur Kürdistan -ki İzmir İktisat Kongresi’nde kendisine yöneltilen bir soruya cevap verirken bizzat M. Kemal tarafından sınırları gösterilmiştir- Türk toprakları sayılmaya başlandı. Böylece Kürtler vatan topraklarıyla birlikte inkar edildi. Buna 1925’de isyanla karşılık verince de büyük katliama maruz kaldılar. Böylece Kürtler, Lozan'da çıkarlar için tartışma konusu yapılarak kullanılan, anlaşmadan sonraki iki yıl içinde de aldatılan, aldatıldıklarını sonradan anladıklarında itiraz edince katledilen bir halk oldu. Ve bu halen de sürdürülmek istenmektedir.

Bugün Lozan Kürtlerin karşısına nasıl çıkmaktadır? İşgalci sömürgeci TC devleti ve faşist hükümeti bütün planlarını neden Lozan anlaşmasının 100. yılına dayandırmaktadır?

Lozan uluslararası güçlerin onayından geçmiş bir anlaşma olduğu için, Kürtler uluslararası güçlerin desteği ve onayı ile inkar ediliyor. İmha edilmek, yok edilmek isteniyor. Kürtlere karşı yapılan her türlü haksızlığa da kimse ses çıkarmıyor. İnsanlık mücadelesi, varlık mücadelesi verdiği halde terörist sayılıyor. Tüm hakları gibi elde ettiği değerleri de elinden alınmak isteniyor. Ve tıpkı Lozan’daki gibi, çıkar hesapları içinde kurban edilmek isteniyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı savaş hukuku dışındaki saldırılara bile ses çıkarılmıyor. Bu anlaşma, Kürtlere yapılan haksızlığın sürdürülmesine zemin ve gerekçe yapılıyor. Kürtleri yasalarda yeri olmayan halk yapanda bu anlaşmadır. Halkız, varız ve güçlüyüz, ama yasalara göre bölücü ve teröristiz. Bu dünyadaki en tuhaf siyasi, hukuki durumdur. Ve izahı da yoktur. Dünya da ulusal kimlik diye bir şey var. Her ulusun devlet ya da özerk bölgelerle kendini yönetme hakkı var. Ancak her kesin kullandığı bu hakkı Kürtler kullanmaya kalktığında herkes hayatı boyunca söylediklerini adeta yalanlayacak teoriler üretmeye başlıyor. Örneğin kendisini demokrasi ve insan haklarının merkez coğrafyası ve sistemi ilan etmiş Avrupa kıtasına, AB düzenine bakalım. Özellikle de AB abisi rolündeki Almanya’ya bakalım. Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini, taleplerini kriminalize etmek ve saldırmak için elinden geleni yapıyor. Neden? Türkiye'deki şirketleri rahat çalışsın, Türk devleti Ortadoğu ve Asya’daki çıkarlarına hizmet etsin diye. Yeri gelmişken özellikle de Almanya’da yaşayan Kürtlere bir öneri yapmak istiyorum. Her Kürt işyerinde birlikte çalıştığı, yan yana yaşadığı komşusu Almana, her sabah şu soruyu sorsun; Almanya hayvan haklarını yasal güvenceye almış bir devletken neden biz Kürtleri bir halk olarak kabul etmiyor? Sizin gibi yüzlerce halkın kullandığı hakları talep edince suçlu görülüyor, mahkemelere veriliyor ve tutuklanıyoruz? Tabi Kürtler bunu devlete de sormalıdır. Sadece bu soruyla anlatmak istediğimiz gerçeklik bile Kürt halkının ne büyük bir zulümle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yasa ve kanun denilerek Kürtler halk olarak inkar edenler, gerekçesini bir biçimde Lozan’a dayandırıyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan öncülüğünde Özgürlük Hareketi’nin Lozan’ı aştığı değerlendiriliyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Özgürlük Hareketi emperyalist sömürgeciliğe karşı nasıl bir direniş ve mücadele içerisinde olmuştur?

Lozan baştan beri yanlış bir anlaşmadır. Halkları inkar ettiği için yanlıştır. Mesela Türk delegasyonunun tartışmalarda dile getirdikleri, uygulansaydı durum farklı olurdu. Fakat tartışmalar gerçek emeli örtmek için kullanılmış. Kürtler Lozan'da ‘satıldıklarını’ 1923’de anlamıştır. İnkar edildiklerini ülkelerinin bölündüğünü de anlamışlardır. Fakat buna karşı mücadeleleri zayıf oldu. Kürtler, Rêber Apo’nun ‘Kürt kapanı’ dediği tuzakları aşamadı. Her başkaldırı daha büyük inkar ve imha hareketlerine gerekçe yapıldı. İkincisi, Kürtler inkar ve imhalarının sadece Türk devlet tarafını gördü. Ya da diğer güçleri fazla dikkate almadılar. Bu da onları yanılttı. Örneğin Mele Mustafa’nın politikası tam olarak böyledir. İngilizlere mesafeli durmaya çalışmıştır. Ancak ABD ile ilişki kurmakta oldukça ısrarlıdır. Oysaki ABD, Lozan’a göre kurulmuş devletin sistem için hayati önemini bilen devletlerden olmuştur. Bugün bile Başur’daki siyasi hareketler Türkiye'nin kapitalist sistem için çalışan, çalıştırılan bir devlet olduğunu, Kürt sorunun temel nedeninin de Türk devletindeki inkar ve imha zihniyeti ve siyasetinden kaynaklandığını anlamış değillerdir. Ya da anlamak istemiyorlar. Sanki Lozan sadece Bakur için imzalanmış gibi bir algı yaratılmıştır. Oysaki Lozan'da Başur ve Rojava'nın da statüsü belirlenmiştir. Örneğin Kerkük ve Musul başlıca tartışma, bölüşme, petrollerinin kim alacağı konusu olmuştur. Lozan durdukça, Türkiye bu anlaşmayı güncellemedikçe ya da güncellemek mecburiyetinde bırakılmadıkça, Kürtlerin siyasi statüsü 20. yüzyılda gibi olmaya devam edecektir. İşte Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, yol açtığı gelişmelerle Lozan’ı tartışmaya açmakla kalmamış, fiili olarak da işlevsizleştirmiştir. Örneğin Lozan’ın böldüğü üç parça Kürdistan’ı birleştirmiştir. Bunu Kürtlerle diğer halklar arasında da önemli oranda gerçekleştirmiştir. Adı geçen hakları olmayan Kürtlere, haklarını elde edecekleri bilinç, örgüt ve mücadele yol ve yöntemi kazandırmıştır. Çıkarları için Kürtleri, Kemalistlerle tartışanlar artık Türkiye devletini Kürdistan Özgürlük Hareketiyle tartışmaktadır. Türk devletinin inkar ve imha zihniyet ve siyasetiyse 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişçileri boşa çıkarmıştır. Kısacası Rêber Apo öncülüğünde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi Kürt halkının statüsüzlüğünü anlamsızlaştırmış, çıkar için statüsüz bırakılmış Kürt halkının statü kazanacağı bir düzeye getirmiştir. Anti demokratik, ırkçı, dinci sistemleri kuran bu anlaşmanın bu haliyle geçersizliğini de ilan etmiş, sadece Türkiye ve Kürdistan için değil bölgemiz için de demokratik sistemi gündeme taşımıştır. Kürt inkar ve imhasının sonuçlarında olan ve Türk devletinin icatçısı ve koruyucu olan Ortadoğu'daki milliyetçilik ve soykırımcılık belli oranda boşa çıkarılmıştır.

Bu bağlamda mevcut süren savaşı nasıl ele almak gerekir? İşgalci sömürgeci TC’nin ABD emperyalizminin tüm desteğiyle dört parça Kürdistan’daki işgal saldırıları ve buna karşı Kürdistan gerillası öncülüğünde gelişen direniş nasıl anlaşılmalı ve bu sürece nasıl katılmalı?

Öyle görünüyor ki Lozan'da kurulan statünün sürdürülmesini eskisi gibi ve eskisi kadar pek fazla kimse istemiyor. Çünkü sürdürülebilir bir anlaşma değil artık. Sadece milliyetçi ve ulusçu Türk egemenleri Lozan’ın devam etmesini istemektedir. Her ne kadar Erdoğan bir ara Lozan yenilgidir, ihanettir türünden laflar etiyse de, sonra anlaşıldı ki Erdoğan, Kemalistlerin Başur ve Rojava Kürdistanı’nı bırakmalarını kabullenmiyor. Bu parçaları da Bakur gibi işgali altında tutmak istiyor. Yani Bakur’daki soykırımın bir benzerini Başur ve Rojava'da da gerçekleştirmek istiyor. Örneğin Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’de bunu yapıyor. Herhalde Rojava topraklarını işgal etme izni veren ABD ve Rusya kendisine ‘evet yapabilirsin’ demiş. Bu nedenle her ne kadar Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin yaratığı gelişmeler, Rojava ve Başur’daki siyasi durum Lozan’ı geçersiz kılmışsa da sömürgeci soykırımcı Türk devleti, Lozan mantığıyla ikinci bir Lozan dayatıyor. Bu dayatma özellikle ABD’nin çıkarlarına hizmet etme koşulluyla ABD ve AB’deki kimi devletlerce de desteklenebilir. En azından yaşanan gelişmeler böyle düşünmemizi gerektiriyor. Böyle bir tehlikenin var olduğunu bilmemiz de gösteriyor. Bu tehlikenin başta KDP olmak üzere kimi Kürt güçlerince görülmemesi, anlaşılmaması da tehlikeyi daha büyütüyor. Zaten Lozan'da da Kürtler olup bitenleri tam anlayamadıkları için taleplerini örgütlü ve birlik içinde sunmamış, dayatmamıştı. Tıpkı bugün Türk devletinin KDP’yi aldatması gibi, küçük çıkarlarla yanında tutması gibi o zamanda Türk delegasyonu ve Ankara’daki yetkililer, Mustafa Kemal Kürtleri kandırmıştı. Kandırdığı Kürtleri sonra tek tek idam etmişti. Henüz halk olarak uluslararası hukukta yasal bir statü kazanmamış olmak en büyük tehlikedir. Bunun için Kürtler olarak uluslararası hukukla da belirlenecek yasal statüde dayatıcı olmalıyız. Önderliğimizin ulusal kongre toplansın ve ortak Kürt diplomasisi olsun dediğinde biraz da bu durumu anlamamızı istedi. Yine yeri gelmişken şu önemli vurguyu da hatırlatmak istiyorum. Bugün kimin Kürtlerin dostu olduğunun temel ölçüsünden biri önder Apo’nun esaretine ve Bakur Kürdistan'a yaklaşımı ise ikinci ölçü de Kürtler için yasal statü isteyip istemediğidir. Kürt halkının yasal statüsünü istemeyen hiçbir güç Kürtlerin dostu olmaz. Kürt statüsünü öteleyen her güçten büyük kuşku duyulmalıdır. Çünkü halk olarak adımız var. Kültürümüz var. Kürdistan da var. Olmayan yasal statüdür. Bunun için özellikle Rojava Kürdistan bunu önemsemelidir. Bakur’daki tartışmalarda da sürekli yasal statü öne çıkarılabilir. Örneğin Türkler, Kürtleri çok konuşur. Bu boşa tartışmaya son vermek için Kürtlerden bahsedene Kürtleri hangi yasal statüyü hak görüyorsun denilerek bu insanların samimiyetleri ölçülebilir.

Anlatmaya çalıştığım tehlikeli durum karşısında yapılacak tek şey mücadeledir. Kürt inkar ve imhasını, Türk devleti sürdürüyor. Bunun için bu devlete karşı mücadele doğrudan Kürt halkının statü kazanması mücadelesi oluyor. Türk devleti tüm Kürtleri ve dört parçayı inkar ediyor. Bunun için sürmekte olan gerilla mücadelesi dört parça Kürdistan’ı koruyan mücadele oluyor. Türk devletinin PKK diyerek Kürtlerle savaştığı da her Kürt insanın adı gibi bilmesi gerekiyor. Çünkü inkarcı ve imhacı bir güçtür. PKK mücadelesiyle onu bundan vazgeçirmeye, inkar ve imhanın kendisine de fayda sağlamadığını anlatmaya çalışıyor. Ancak Türk egemenlerinde kelimenin tam manasıyla Kürt hastalığı var. Kürt fobisi var. Bu nedenlerle de PKK kendisine söylediğini anlamıyor, anlamak istemiyor. İşte gerilla mücadelesi bunun için hayati bir mücadele oluyor. Kaskatı kesilmiş inkarcılığı ancak gerilla kırabilir. Türk devleti Lozan'dan aldığı güçle Kürtleri inkar ettiği ve yok etmek istediği için dışarıdan destek alıyor. Bunun için PKK mücadelesi karşısında Türk devletini destekleyen ve PKK’yi terörist sayan her devlet Lozan’ın sürmesini dolaylı da olsa destekliyor demektir. Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşı ortamında da maalesef bu politikalar az bir değişiklikle sürdürülmektedir.

Son olarak da, Kürtler sömürgeci soykırımcı Türk devletinin politikalarıyla yol açtığı tehlikeleri daha derin görebilmelidir. Buna karşı birlik içinde mücadele etmelidir. Bu devletin anladığı dil gerillanın konuştuğu dildir. Her Kürt bu dili kendi koşullarında ve imkanı kadar kullanmalıdır. Türk devleti her şeyini Kürtler statü kazanmasın diye kullanmaktadır. Kürtler arası birlik oluşmasın diye her türlü Osmanlı oyununu oynamaktadır. Sadece Kürdistan parçaları arasında kurulacak birliğe karşı değildir. Kürt parti ve örgütleri de içerden bölmek istemektedir. Yıllardır PKK'ye karşı böyle bir karşı saldırı içindedir. En son YNK karşı bir operasyon yaptığı görülüyor. Rojava Kürt örgütlerinin kendi topraklarına dönük birlik içinde çalışmasını engelliyor. Çünkü Kürtler birleşirse daha kolay yenileceğini ve büyük kaybedeceğini biliyor. Bunları şunun için söylüyorum; Lozan Kürtleri bölmüştü. Lozan’ı kabul etmeyen Kürtler birleşerek, birliklerini kurarak Lozan’a karşı olduklarını göstermelidir. Halk arasında birlik önemli oranda sağlanmıştır. Bunu siyasi olarak da sağlamak Kürt partilerinin, aydın ve sanatçılarının görevidir. Türk devletinin politikalarını görmemek, destek olmanın da hem Lozan’ı kabul etmek hem de yeni Lozanlar istemek anlamına geldiği bilinmelidir.