Kürt gazeteciler: Deliller gazeteciliğimizin kanıtıdır

Kürt gazeteciler: Deliller gazeteciliğimizin kanıtıdır

Kürt gazetecilerin yargılandığı davada gazeteciler adına hazırlanan savunmanın ardından tutuklu gazeteciler Turabi Kişin, Nurettin Fırat ve Ramazan Pekgöz konuştu. Başbakan ve Adalet Bakanı tarafından kendileri için sürekli "terörist" denildiğini hatırlatan gazeteciler, "Siz kabul etseniz de etmeseniz de bizler gazeteciyiz. Önümüze koyduğunuz deliller de gazeteciliğimizin kanıtıdır" dedi. Duruşma yarın devam edecek. 

Kürt basın kurumlarına 2011 yılında yapılan baskınların ardından haklarında dava açılan 26'sı tutuklu 46 gazetecinin yargılandığı davanın 4'üncü duruşması devam etti. Silivri Cezaevi Yerleşkesi'ndeki İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmanın öğleden sonraki bölümünde gazeteciler adına savunmasına devam eden tutuklu gazeteci Ertuş Bozkurt, iddia makamının suç unsuru ve suçlu yaratma konusundaki çaba ve maharetinin takdire şayan olduğunu belirtti. Oslo'da yürütülen barış görüşmelerinin rafa kaldırıldığını belirten Bozkurt, çözümün yine namlulara bırakıldığını söyleyerek, "Çözümsüzlük örgüsü Oslo sürecinin durdurulmasıyla da bitmedi. Hemen ardından İstanbul BDP siyasetçilerine düzenlenen 'KCK operasyonuyla' 200'ü aşkın Kürt siyasetçi tutuklandı. Siyasetçilere dönük operasyonlar hızından bir şey kaybetmeden farklı tarihlerde farklı kentlerde devam etti. Bugün binlerce Kürt siyasetçi tutuklu sıfatıyla rehinedir. Yine Sayın Öcalan'ın avukatları 'İstanbul KCK 3. Dalgası' olarak bilinen operasyonla tutuklandı. Tarihe savunma hakkının ihlali olarak geçen bu davada, Sayın Öcalan'ın avukatları 1999'dan beri yaptıkları İmralı görüşmeleri nedeniyle her ne hikmetse 12 yıl sonra 'suçlu' görülüyor. Nihayet sıra bize geldi. 35 Kürt gazeteci tutuklandı. Savunmamızda detaylıca da açtığımız gibi basın iddianamesi de tıpkı siyasetçilerin ve avukatların iddianamesi gibi mesnetsiz iddialarla doludur" diye konuştu.

AKP iktidarının bu politikayla Kürlerin iradesi, beyni, savunma gücü ve sesi dumura uğratmaya çalıştığını kaydeden Bozkurt, "Kürt halkı sindirilmek istendi. Bu korkutarak sindirmenin biz tutuklandıktan tam 4 gün sonra nasıl halka gösterildiğini çok acı bir şekilde gördük. Türkiye kamuoyu, AKP iktidarı ve yandaşı olan olmayan ana akım medyanın ancak 24 saat sonra görebildiği Roboski katliamını, 34 Kürt köylüsünün nasıl hunharca katledildiğini, Kürt basın ajansı DİHA aracılığıyla duydu" dedi. Siyasetçiler, avukatlar ve gazetecilerin hala tutuklu bulunduğuna dikkat çeken Bozkurt, savaşı durdurabilecek kesimlerin bertaraf edilmeye çalışıldığını söyledi. Bozkurt savunmasında, "Türkiye her sabah cenaze haberleriyle uyandı. Bu, çözümsüzlüğün tablosu değil de neydi? Bu tabloyla biz Kürt gazetecilerin yaratılmış kriminal olaylar nedeniyle değil, çözümsüzlük konseptinin bir ayağı olarak yürütülen siyasi soykırım operasyonlarından biriyle tutuklandığımız, Kürtlerin ve demokratik kamuoyunun gazetecileri olarak AKP iktidarınca rehin tutulduğumuz aşikardır. Dolayısıyla bizler bu soykırımın tanığı, sanığı ve davacısıyız" dedi. 

"Bu dava hukuk davası değildir" sözleriyle konuşmasını sürdüren Bozkurt, davanın AKP iktidarının Kürt sorunundan şiddet yoluyla kurtulma ve Kürtlerin örgütlü güçlerini bu şiddetin yarattığı ortamdan yararlanarak tasfiye etme emelinin bir ürünü olarak ortaya çıktığını kaydederek, isnat edilen suçlamaların tümünün gazetecilik, televizyonculuk ve habercilik yapan herkese yapılabilecek suçlamalar olduğunu vurguladı. "Bizler birer bilinen manasıyla tutuklu değil, hükümetin izlediği çözümsüzlük politikasının rehineleriyiz" diyen Bozkurt, "Bizim yazılarımızın, haberlerimizin, yorumlarımızın demokratik cumhuriyet, demokratik Ortadoğu Konfederasyonu, emeğin hakları, kadın ve cinsel yönelim özgürlüğü, ekoloji, öz yönetim vb. gibi radikal demokratik bir paradigmayı esas alması, savcının zihninde 'kriminal fikirler' olarak yer etmişe benziyor" dedi. Türkiye'nin demokratik bir cumhuriyet olmadığını ifade eden Bozkurt, Kürt sorununun da bu anlamda bir rejim sorunu olduğunu söylediklerini kaydetti. Kürt sorununun şiddet yoluyla değil, müzakere ve diyalog yoluyla Kürtler haklarına kavuştuğunda çözülebileceğini aktaran Bozkurt, "Bizim yayınlarımızı, yazılarımızı lütfen açın bakın, orada sorunun tarafı ve muhatabı Sayın Öcalan'la sürekli bir 'diyalog ve müzakere edin' çağrısı göreceksiniz. Bugün yapılan ise-sonuç üretir üretmez- 'Savaş dursun Sayın Öcalan'la müzakere yapılsın' talebinin yerine getirilmesi değil mi?" diye sordu.

Hükümetin, çıkmaz sokak olan tasfiye ve şiddet politikalarıyla Kürt sorununa çözüm arama sevdasından vazgeçtiğine veya vazgeçmek zorunda kaldığına dair doğan kuvvetli işaretlerden memnun olduklarını ifade eden Bozkurt, "Bizi tutukladığınızda Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın, 'İmralı'dakinin işi bitmiştir', 'Teröristle müzakere etmeyiz' şeklindeki açıklamaları olmuştu. Şimdi ise 'sınır dışına çekilecek eli silahlı PKK'liler hakkında hiçbir yasak müeyyide uygulanmayacak', 'İmralı'da görüşmeler iyi gidiyor', 'Kürt sorunu diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeli', 'Çözüm için baldıran zehri de olsa içerim' aşamasına geldi" dedi. Bozkurt son olarak "Barış ve çözüm süreci için on binlerce insanımızı yitirdik. Toplumu hem dikey hem de yatay biçimde kesen savaş koşullarına son vermek ve demokratik bir çözüm yoluna girerek ölümleri hemen durdurmak ve durmasına katkı koymak önemli" sözleriyle savunmasına son verdi. 

Bozkurt'un savunmasının tamamlanması ardından duruşmada delil ikamesine geçildi. Delil ikamesine geçmeden önce söz isteyen tüm müdafi avukatlarından avukat Sinan Zincir, tutuklu gazetecilerin haklarındaki iddiaları hatırlayamayacağı için tutuklu sanıklara daha sonra soru sorulmasını talep etti. Zincir'in talebine mahkeme Başkanı Ali Alçık ise, sanıklara soru sorulması aşamasına geçildiğini ifade ederek savunmasına son veren Bozkurt'a iddianameye ilişkin sorular sormaya başladı. Mahkeme başkanının, Bozkurt ile ilgili dosyada yer alan delillerin sadece dosya numaralarını söylemesi üzerine söz alan Bozkurt'un avukatı Osman Ergin ise, "Madem delil ikamesine geçtiniz o zaman müvekkilim ile ilgili tüm delilleri de okumanız gerekiyor. Müvekkilim hangi sayılı dosyada ne konuştuğu hangi delillerin kendisine yöneltildiğini nereden hatırlasın" diyerek uygulamaya karşı çıktı. Mahkeme Başkanı Alçık ise, iddianame okunurken delillerin de okunduğunu bu nedenle de bir kez daha okunmasına gerek olmadığını söyledi. Başkan Alçık ile Av. Osman Ergin arasında kısa süreli tartışmanın ardından iddia makamı İsmail Işık'a söz verildi. Savcı Işık, talebin yerinde olmağı yönünde mütalaa vermesi üzerine mahkeme heyeti avukatın talebini yerinde görmeyerek reddetti. Diğer savunma avukatları delil ikamesinin hukuksuz yapılmasından kaynaklı bu aşamada ekleyecek bir savunmalarının bulunmayacağını dile getirdi. 

Avukatların taleplerini reddeden mahkeme heyeti, savunma için söz alan tutuklu gazetecilere delillerle ilgili sordukları sorulara gazeteciler, "Deliller ile ilgili savunmamızı avukatlar yapacak şu an ekleyeceğimiz bir şey yok" diyerek cevap verdi. Bozkurt'un ardından savunmasına geçilen tutuklu gazetecilerden Turabi Kişin ise, Kürtçenin Dimilkî lehçesinde yaptığı savunmasında yargılandıkları mahkemenin tarihte utançla anılacağını vurguladı. Kürt basın kurumlarının tüm Türkiye halklarının, dinlerinin, kadınların, işçilerin, öğrencilerin ötekileştirilen, baskıya maruz kalan her kesimin sesi olduğunu dile getiren Kişin, hapsedilmeleriyle iktidar baskısına maruz kalan bu kesimlerin susturulmak istendiğine dikkat çekti. "Eğer bugün ülke güzel günlere gidiyorsa bunda özgür basının emeği vardır" diyen Kişin, mahkemenin demokrasi önünde bir engel oluşturmaması gerektiğini söyledi. Mahkemenin kendilerine yönelttiği iddiaların suç olmadığını ifade eden Kişin, "Bu şeyler bizim çalışmalarımız, baskı altına alınan insanlar için yaptığımız çalışmalardır. Eğer bir suçumuz varsa bu hizmetleri yeterince yerine getirememekten kaynaklıdır. Eğer biz üzerimize düşeni yeterince yapsaydık belki de Türk ve Kürtlerin akan kanı dururdu. Bir hesap sorulacaksa buradan sorulmalı. Ama biz bu hesabı da mazlumlara veririz" dedi. 

Bu iddianamenin köksüz ve kolonsuz bir iddianame olduğunu vurgulayan Kişin, "2007'den bu yana devlet ve AKP, KCK operasyonu adı altında Kürtlerin nefesini kesmeye çalışıyor. İktidar diğer hükümetler gibi kendisine yol olarak zorbalığın yolunu seçti. Bu mesele yüzünden iki kardeşim katledildi. Annem babam komşularım köylülerim hapsedildi. Bu dava ileride bir devlet büyüğü tarafından utanç kaynağı olarak kabul edilecek. Bundan şüphem yok. Ceza alsak bile mahkum olmadığımızı biliyoruz. Bu davanın mahkumu AKP ve bu ülkenin adaletidir" diye konuştu. "Bu davada hakkımızda ileri sürülen deliller bizim onurumuzdur" diyen Kişin, "Mesleğimizin birer gerekleridir. Bizim günahımız ve hatalarımız yaptığımız bu çalışmalardan daha fazlasını yapamamış olmamızdır. Kürtçenin Kurmanci lehçesinde savunmasını yapan tutuklu gazetecilerden Nurettin Fırat ise, savunmasında dosyanın tamamen siyasi bir dosya olduğunu, diğer taraftan da bu davanın hem tarihsel hem de konjönktürel olarak tarihi bir dava olduğunu söyledi. Fırat, davanın tarihi olmasının sebebinin ise, dünyada 46 gazetecinin yargılandığı tek dava olmasından kaynaklı olduğunu belirtti. 

Fırat ayrıca, böylesi bir davanın ancak totaliter rejimlerde açılabileceğini ifade etti. Fırat, "Türkiye'nin bir demokratikleşme iddiası var, ama bir toplu şekilde gazetecileri yargıladığı bir davası var. Bu dava utanç verici bir davadır" dedi. Türkiye'nin dünyada sansürün kaldırılmasını bayram olarak kutlayan ilk ülke olduğunu belirten Fırat, Osmanlı'dan günümüze basın üzerinde uygulanan sansür ve yasaklamalar hakkında tarihi örnekleri içeren bir sunum yaptı. İktidarların tarih boyunca gazetecilerin fikirlerinden korktuğunu söyleyen Fırat, "Bu güne kadar öldürülen gazetecilerin hiçbir suçu yoktu. Suçları ellerindeki kalemler ve yazılarıydı. Şiddetin en büyüğü fikir ve düşünceye karşı yürütüldü" ifadesinde bulundu. 1990'lı yıllarda basının maruz kaldığı baskı ve sindirme politikalarına değinen Fırat, "Toplumun çeşitli kesimlerine baskı ve şiddet uygulandı. Musa Anter katledildi. Anter'in arkadaşı 70 gazeteci katledildi. Bugün Başbakan dile getiriyor, 'Musa Anter fikir ve düşüncenin çınar ağacıdır' diyor. Bunu dile getiriyor; fakat bu dava da devam ediyor. Türk basın tarihi aynı zamanda Türk sansür tarihidir de" şeklinde konuştu. Geçmişte yayınların devleti zayıf gösterdikleri gerekçesiyle yasaklandığını hatırlatan Fırat, bu gerekçenin üzerinden 180 yıl geçmesine rağmen kendileri hakkında hazırlanan iddianamede de aynı gerekçenin kendilerine karşı sunulduğunu söyledi. 

Fırat, "Aradan yüz yıllar geçti, buna rağmen hala gazeteciler tutuklanıyor gazeteler kapatılıyor. Bu da aynı zihniyetin devam ettiğini gösteriyor. Dün İstiklal Mahkemeleri'nde gazeteciler 'ilticacı' iddiasıyla yargılanıyordu, bugün de bizim için 'terörist' diyorlar. Belki tarih değişti, aktörler değişti, ama zihniyet hala aynı yerde duruyor" dedi. Başbakan ve Adalet Bakanı'nın her platformda kendileri hakkında "terörist" nitelemesi yaptığını hatırlatan Fırat, yargılamaları devam ederken, mahkemeleri etki altına alacak bu söylemin, bir suç olduğunu söyledi. Fırat, "Ama bu suç hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Çünkü herkes biliyor ki bu dava meşru bir dava değildir. Her dönem bu suçlamalar kendi argümanlarını güçlendirmek için kullanılmıştır. 90'lı yıllarda Hasan Cemal, Süleyman Demirel'e 'neden bu kadar gazeteci öldürüldü bunların suçu neydi?' diye soruyor. O da yanıt olarak 'Onlar gazeteci değil teröristti' diyor. 28 Şubat'ta gazeteciler andıçlandı dosyamızda da buna benzer bir andıçlama söz konusudur" dedi. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün tutuklu gazetecilerle ilgili yayınlanan raporlarını da hatırlatan Fırat, "Hiçbir yerde olmadığı kadar gazeteci tutuklu. Siz kabul etseniz de etmeseniz de bizler gazeteciyiz. Önümüze koyduğunuz deliller de gazeteciliğimizin kanıtıdır" diye konuştu.

En son savunmasını yapan tutuklu gazetecilerden Ramazan Pekgöz ise, 17 aydır rehin tutulduklarını söyledi. Rehin tutuldukları süre boyunca kendilerine destek sunan meslektaşlarına içerde ve dışarıdaki gazeteci örgütlerine ve davayı izleyen basın mensuplarına teşekkür eden Pekgöz, operasyonun siyasi bir operasyon olduğunu hukuksuzluk dolu iddianameyi kabul etmediklerini, bu iddianame karşısında hukuki tek bir savunma yapmayacaklarını belirtti. 115 yıldır Kürt basınının birçok şiddete maruz kaldığını ifade eden Pekgöz, Kürt basının hala baskı ve şiddete uğradığını söyledi. Pekgöz, "Bu süreçte Kürt gazetecilerin payına düşen, sürgün, katledilme ve tutuklamalardır. Bu zihniyeti kabul etmiyoruz. Devletin adı değişti, sınırları değişti, sistemi değişti, fakat değişmeyen tek şey devletin zihniyetidir. Bu zihniyet değişmeden Türkiye hiçbir soruna çözüm geliştiremez" dedi. Konuşmasında başlatılan yeni sürece de değinen Pekgöz, Kürt gazeteciler olarak arkasında olduklarını bugüne kadar yaptıkları çalışmalarının temelinde de Kürt sorununun müzakere yoluyla çözülmesi çağrısının bulunduğunu ifade etti. Gelinen aşamada bu davanın düştüğünü sözlerine ekleyen Pekgöz, "Artık burada olmamamız gerekiyor. Dışarıda mesleğimizin gerektiği işlerle uğraşmamız gerekiyor" diye konuştu. 

Pekgöz'ün savunmasının ardından duruşmaya yarın devam etmek üzere ara verildi.