Kürt insanının manevi deðerlerine, “siz nekrofilisiniz” diye saldıran Başbakan, şimdi de, Diyarbakır’a “gidişini”, bir tür “Ýstanbul’un fethi” havasına büründürdü. Kentin bütün giriş çıkışları tutuldu, Amed asker-polis işgalinde.
Bütün civar kentlerdeki AKP örgütleri, bütün Türk memurlar, Türk görevliler, AKP’nin “sokaða çıkamayan” işbirlikçileri depolarını bedava yakıtla doldurmuş, polis öncülüðünde Amed’e sefer hazırlıðını tamamladı, bu yazıyı okuduðunuz sırada yola çıktı.
Ama hepsinin içinde bir “korku”. Çünkü onlar, aynı ülkenin bir kentine deðil, “düşman” bildikleri güçlerin “Başkent” ilan ettiði bir şehre gittiklerini hissediyorlar; istenmedikleri bir yerin topraðına basacaklar. Evlerin sımsıkı kapalı pencerelerinin perde gerilerinde kadınların, çocukların, yaşlıların onları küçümseyen bakışlarla izlemekte olduklarını biliyorlar. Gençler çoktan evlerinden çıkmışlar. Bizim bilmediðimiz bir yerlerden, onlar da şehre üşüşen bu “yabancı” kalabalıða acıyarak bakıyorlar. Sokakları işgal edenler onları görmüyorlar, ama görmedikleri gözlerdeki bakışların karşısında eziliyorlar, kimisi utançla, kimisi hınçla, kimisi nefretle, kimisi pişmanlıkla başlarını yere eðiyor; binaların boş pencerelerine bakamıyorlar...
Yolun sonuna geliniyor. Bu “sefer” Erdoðan’ın Başbakan olarak “son seferi”. Bu “seferden” sonra Başbakan Amed’e ya “askersiz, polissiz, keskin nişancısız, muhbirsiz, amigosuz”, yani usturuplu bir “misafir” gibi gelecek, ya da hiç gelemeyecek...
Bu büyük kent “sizin” deðil. Onun sahipleri işte bu pencerelerin gerisinden size bakıyorlar... “Vah vah, diye mırıldanıyorlar, hem Amed Türk topraðı diyorsunuz, hem de ‘kendi topraðınızı’ işgal ediyorsunuz, insan ‘kendi topraðına’ böyle tankla, panzerle, zırhlıyla, polisle, askerle mi girermiş?” Hepsinin yüzlerinde acı bir istihza beliriyor.
Artık “kör bir öfke” bile uyandırmıyorsunuz. Kürdün gözünde sizin haliniz, acınacak bir haldir.
Bu kent şimdi evine kapanmış. Güzel bir rüya görüyor.
Rüyalarında, günün birinde “Demokratik Ulus” halinde Türklerle, Çerkeslerle, Lazlarla, Ermeni ve Rumlarla, Ýran’da Farslarla, Azerilerle, Irak’ta ve Suriye’de Araplar, Arapların sünnisi, şiisi ve Hırıstiyan’ı ile birleşeceklerini hayal ediyorlar. Bu büyük “ulus olmayan ulusa” dayanan Demokratik Cumhuriyet’te kendilerini “kurucu ögelerden biri” olarak tasarlıyorlar. Ve Türklerle “çeşitlilik içinde eşitlik ve birlik” halinde “yan yana” ve “iç içe” yaşayacakları “Demokratik Özerk Kürdistan”da kendi dilleriyle, kimlikleriyle yaşamanın rüyasını görüyorlar.
Ve onların rüyasını gördükleri bu özgür kenti bir Türk kökenli Başbakanın ziyaret ettiðini, kentin Türk, Kürt, Arap, Süryani dillerinde “Hoş geldin kardeş Türklerin lideri Başbakan” pankartlarıyla ve “kırmızı, beyaz, ay yıldızlı” ve “kırmızı, sarı, yeşil” renkli bayraklarla donatıldıðını, kadın, erkek, yaşlı, genç insanların çeşitli dillerde sloganlarla, şarkılar ve türkülerle sokakları doldurduðunu, Özerk Kürdistan Meclisi merdivenlerinden inen PKK Lideri Öcalan’ın Başbakanı karşıladıðını, iki liderin el sıkıştıðını, medyaya gülerek poz verdiðini, Türk kökenli Başbakan’ın halka Kürtçe “Roj baş” dediðini, Öcalan’ın da Türk delegasyonunu Türkçe selamladıðını, her iki liderin “büyük savaşta” can veren Türk askerleri ve Kürt gerilları için yapılmış “kardeşlik” anıtına çiçek koyduðunu, hem saygı duruşunda bulunduðunu, hem de birlikte askerler ve gerillalar için “Fatiha” okuduðunu, yüzlerini huşuyla sıvazladıðını hayal ediyorlar...
Kürt halkı böyle hayaller ve büyük rüyalar görürken, AKP başları, içlerinde tutamadıkları bir nefret ve öfkeyle, “düşman şehrini” zapteden barbarların ruh haliyle Amed surlarının kapılarına dayanıyor. Onlar polis zırhlıları eşliðinde Diyarbakır kapılarından içeriye girerken, emirlerindeki ordu, daðlarda kanlı operasyonlar, polis kitlesel tutuklamalar yapıyor. Bir kapıdan AKP kafilesi kente girerken, diðer kapıdan bir gerilla cenazesi kent mezarlıðına yolcu ediliyor.
Sonra ne oluyor?
Kürt halkı büyük rüyasından vaz mı geçiyor?
Evlatlarını kaybetmiş anneler, babalar, kardeşler “nefret rüyaları” mı görüyor? Kanlı bir rövanş mı hayal ediyor?
Hayır!
Kürt halkının direnişinin büyüklüðü, “nefret etmeden”, “Türkler nekrofili”dir demeden, hiçbir Türkü linç etmeden bu eşitsiz, amansız, insafsız ve vicdansız savaşa otuz yıldır, kırkbin can vererek, “aman” demeden göðüs germesinde... Onun direnişi gösterişsizdir. Acısının göz yaşını kendi içine akıtmaktadır. Çıðlıðı yalnızca gözlerinden anlaşılmaktadır. Sessiz, ama kararlıdır. Geçmişte her isyandan sonra “aman” dileyen Kürt, artık “barış” diyor, isyandan sonra “aman” deðil, “çözüm” istiyor ve “savaş” diyenlere karşı boyun eðmiyor.
Ve bir gün onun rüyası gerçek olacak.
Bu rüya öyle bir rüya ki, onun içinde herkese yer var... “Ýman etse” Başbakana bile...
Ama şimdi “rüya” görme zamanı deðil. Şimdi herkes “uyanık” ve bu uyumayan insanlar için Amed’de “Erdoðan’a yer yok”...
Kapılar, pencereler kapalı, bacalar dumansız, sokaklar ıssız.
Ape Musa yaşasaydı, Dicle sularına bakarak “Geldikleri gibi giderler...” diye mırıldanır mıydı acaba?
Kaynak: Özgür Gündem