Merkel’in Almanya’ya yaptığı kötülük-MAKALE

KCK Yürüme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu'nun Yeni Özgür Politika için kaleme aldığı makale.

AİHM on yıl önce İmralı’da Önder Apo’ya yönelik fiziki bir saldırıyı olabilir bir durummuş gibi ciddiye almamış, görmezlikten gelmiş, normalleştirmiştir. Hem de İmralı’da 2011 yılından bu yana avukatları, 2015 5 Nisan’dan bu yana da ailesiyle görüştürülme yaptırılmadığı ortamda. Herhalde AİHM için işkence ya ölüm ya da ağır bir sakatlık olduğunda yapılmış oluyor. Bir halkın Önderi zorla yere atılıyor, saçları kesiliyor, ölümle tehdit ediliyor; bu normal görülüyor. Bu yaklaşım bir hukukçu ya da insan hakları ile ilgili bir kurum ya da kişinin değil bir cezaevi idaresi ya da gardiyanın yaklaşımıdır. AİHM’in bu kararı Türk devletinin İmralı’da neden keyfi baskı ve tecrit uyguladığını gösteriyor. Bu karar açıkça bundan sonra da baskı yapılabilir, tecrit uygulayabilirsiniz anlamına gelmektedir. AİHM bu kararıyla kendini kuşkulu hale getirmiştir.

Önder Apo her zaman İmralı sisteminin Türkiye’ye ait olmadığını, Türkiye’ye jandarma görevi verildiğini vurguladı. AİHM kararı bu gerçeği bir daha kanıtlamıştır. AİHM Avrupa devletlerinin yaklaşımına göre bir karar almıştır. Böylelikle Avrupa’da yargı bağımsızlığı olmadığı anlaşılmıştır. Bu karardan sonra Avrupa’da yargıçlar da var denilemeyecektir. Avrupa’da siyasetçiler de, yargıçlar da, başka kurumlar da sıra Kürtlere geldiğinde maskeleri düşmektedir. Türkiye ile Kürtler arasında yaşanan savaşta Türk devletinden, yani soykırım politikalarından yana tutum almaktadırlar. Zaman zaman Türkiye’ye yönelik yapılan eleştiriler de soykırım konusundaki suç ortaklığının üstünü örtmek amaçlıdır.

CPT 2011’den bu yana avukatlarıyla görüştürülmemeyi normal görürse, ağır tecride sessiz kalırsa, en son uygulanan 6 aylık keyfi disiplin cezası ve görüşme yasağını, tek kişiye yönelik uygulamaları normal görürse AİHM de fiziki saldırıyı görmezlikten gelir. Zaten AİHM de CPT’nin raporlarına göre hareket etmektedir. CPT devlet politikalarını esas alan bir kurumdur. Bu nedenle Avrupa ile ekonomik ve siyasi ilişki içinde olan ve NATO üyesi Türkiye’ye yönelik tutumları ilkesiz ve oportünistçedir. Türkiye de bu durumu görerek pervasızca her türlü insan haklarını çiğnemekte ve demokrasi güçlerine saldırmaktadır. Cumartesi Annelerine saldırıyı teşvik eden de bu yaklaşımlardır. İşte Avrupa’nın demokrasi ve insan hakları konusunda “pür hali meali” budur.

AİHM’in kararının Türkiye’de baskıların çok yoğun olduğu döneme denk gelmesi ve Erdoğan’ın Almanya ziyareti öncesi olması düşündürücüdür. Türk devletinin Kürt halkına ve demokrasi güçlerine pervasızca saldırdığı bir dönemde İmralı’daki saldırının normalleştirilmesi normal görülemez. Kürt halkı ve demokrasi güçleri üzerinde yoğun baskı Avrupa tarafından pazarlık konusu yapılmıştır. Türkiye’den ekonomik tavizler koparmak için AKP-MHP faşist iktidarı en fazla sıkıştığı konuda rahatlatılmıştır.

Yakın zamandaki tüm politikalar, pratikler, uygulamalar ve yaklaşımlar göstermiştir ki, 1. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın oluşturduğu Kürt soykırımına dayalı Ortadoğu politikası hala sürdürülmektedir. O zaman bu soykırım sisteminin kurucusu İngiltere ve Fransa’ydı, sonra bu sistemin öncülüğünü ABD devraldı. Şimdi buna Almanya’da eklenmiş bulunuyor. Ticaret savaşları o kadar yoğunlaşmış ki, Almanya Türkiye ile ilişkiyi geliştirerek kendine avantaj sağlamaya çalışmaktadır. Anlaşılıyor ki, Avrupa faşist ve Kürt soykırımcı Türkiye sistemi üzerinden Ortadoğu politikalarını yürütmeyi amaçlıyor. Nasıl ki Almanya geç emperyalist olarak Osmanlı İmparatorluğu üzerinden Ortadoğu’da etkin olmak istediyse, şimdi de AKP-MHP iktidarının yeniden dizayn ettiği faşist Türkiye üzerinden bu etkinliği sağlamak istiyor. Bu ilişki 1. Dünya Savaşı’nda Ermeni soykırımıyla sonuçlanmıştı; şimdi Kürt soykırımında suç ortaklığı yapan bir ilişkiye dönüşmüş durumda.

Bu ilişkiye ne demeli? Modern Alman devletinin kuruluşundan kaynaklanan gericiliği ile Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra ortaya çıkan gericiliği ne hikmetse dönüp dolaşıp buluşuyorlar. Türk devlet gericiliği ile Alman devleti gericiliği, daha doğrusu egemen sınıflarının gerici karakteri ruh ikizi haline gelmişler. Yoksa 21. yüzyılda bu kadar açık ve pervasızca bir araya gelerek Kürt ve demokrasi düşmanlığı yapamazlardı. Herhalde dünya gericiliğinin tanrıları Almanya’ya dünya demokrasi güçlerine düşmanlık görevi verirken, Ortadoğu gericiliğinin tanrıları da Türkiye’ye Ortadoğu’da böyle bir görev vermiş. Dünyanın gözüne baka baka bu kadar gerici buluşmayı başka türlü nasıl izah edebiliriz ki!

Erdoğan Merkel’le el sıkışırken kıs kıs gülüyordu. Merkel de bir suçluluk duygusuyla bu suçu nasıl gizlerim biçimindeki ruh hali yüzüne yansımıştı. Anlaşılıyor ki, Merkel Alman burjuvazisi adına bu suç ortaklığını yaparken çok rahat değil. Erdoğan ise tam bir arsız olarak bu suç ortaklığından zevk almış durumdaydı. Bence siyasetçiler, sosyalistler bu suç ortaklığının temellerini ortaya koyarken psikologlar da suç ortaklığı tokalaşmasının psikolojik analizini yapsalar insanlığa hizmet etmiş olurlar. Çünkü bize o fotoğraf çok ilginç geldi.

Bir Alman gazeteci Tayyip Erdoğan’ın arsızlığını, pişkinliğini deşifre etmek için Alman yönetimine Nazi suçlaması yapmıştınız, özeleştiri verdiniz mi, sorusunu yöneltmiştir. Tayyip Erdoğan izleyicilerle dalga geçer gibi bu soruya cevap vermemiştir. Her şeyi söylerim de, gelirim de edasıyla hareket etmiştir. Bu soru karşısında Tayyip Erdoğan’ın tutumunu Merkel nasıl karşılamıştır merak ediyoruz. Alman halkı ve demokrasi güçleri de bunu öğrenmek ister.

Şunu vurgulamalıyız ki, belki Alman burjuvazisi bazı çıkarlar elde etmiştir. Ancak Merkel ve Almanya’nın karizması Ermeni ve Yahudi soykırımında çizildiği gibi bir kez daha bu ilişkiyle çizilmiştir. Almanya uzun yıllar Ermeni ve Yahudi soykırımı töhmetini üzerinden atmak için çok uğraştı. Bu konuda da Almanya açısından olumlu bir gelişme yaşanmıştı. Ancak Erdoğan ziyareti tüm bu olumlu gelişmeleri yerle bir etmiştir. Ermeni ve Yahudi soykırımına şimdi de Kürt soykırımı ortaklığı eklenmiştir.

Merkel 1. Dünya ve 2. Dünya Savaşı içinde Almanya’nın yaşadığı töhmete yeni bir töhmet eklemiştir. Merkel bu politikası ile hatırlanacaktır.