12 Haziran 2011 genel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoðan sandıkta üçüncü defa ipi göðüsleyip balkona çıktıðında; onu Nazi Almanyası'nın lideri Hitlere, ABD Başkanı Franklin Roosevelte, Ýtalya faşizmin lideri Benito Mussoliniye, Ýspanyol diktatör Francisco Francoya benzetenler oldu.
Benzerlik kuranlardan biri de, Erdoðanın yardımcılıðını da yapmış olan, Abdullatif Şenerdi. Erdoðan'ın serüvenini, Hitler'in yükseliş ve çöküşüne benzeten Şener'in, tespitleri şöyleydi:
"...En saçma, en yanlış düşünceler bile yeri geliyor kitleleri peşinden sürüklüyor. Yeryüzünde büyük heyecanlar oluşturan büyük, önemli siyasilerin tamamı ülkelerini felakete sürüklemiştir. Hitler'den daha coşkulu lider yoktur. Hitler'den daha büyük coşkuyla iktidara gelen 20. yüzyılda başka bir dünya lideri yoktur. Hitler'in karizmatik yapısıyla oluşturduðu rüzgarın ardından Alman halkı o zamana kadar hiç çekmediði kadar ızdırap çekmiş; parçalanmayı ve elemi yaşamıştır.
Saddam bir zaman Irak'ta efsaneydi. O efsane Irak halkına tarihinin en büyük acılarını çektirmiştir. Ýnsanlık tarihi coşkulu yönetimler döneminin her zaman coşkulu güzellikler deðil çoðu kez coşkulu felaketler getirdiðini gözlemiştir. Ama tüm algıların bozulduðu, herkesin gücün peşinde birleşme iradesi gösterdiði bir ortamda bile ülkenin içinde bulunduðu durumu gören insanların tek başına kalsalar bile 'kral çıplak' demeleri gerekir..."
12 Haziran seçimlerinden önce olduðu gibi sonrasında yaşananlar da, Şeneri haklı çıkartı. Erdoðan diktatörlüðü karşısındaki Kürtler, 9 yıldır kral çıplak diyor. Ancak çoðunluk bu direnişte Kürtleri yalnız bıraktı ve böylece felaket giderek büyüdü. Güce tapan ve sessiz kalanların bu felaketin sorumlusu olduklarını sadece bugünden deðil, tarihten de biliyoruz. Alman düşünür William Caarın, Hitler Almanyası için söylediði sözler, sessizler için güncelliðini korumakla birlikte, önemli bir uyarıyı da içeriyor: "Almanyanın felaketi tek başına Hitler deðildir. Alman felaketinin sorumlusu, bir Hitler yaratan ve kendi kaderini onun ellerine kendi isteðiyle teslim eden Alman halkıdır."
Haksız mı?
Elbette deðil.
Deðil, çünkü bugün Kürdistan ve Türkiyede uygulanan zulmün sorumlusunun tek başına Recep Tayyip Erdoðan olduðunu söyleyemeyiz. Onun politikalarına, şiddetine, yalanlarına sessiz kalanlar, onaylayanlar da en az onun kadar sorumludur.
Ünlü yazar Aleksandr Soljenitsin, Şiddet ancak yalanla gizlenebilir, yalan ise ancak şiddetle sürdürülebilir. Kim ki şiddeti bir yöntem olarak benimser, ister istemez yalanı ilke edinir diyordu. Soljenitsin'in tarifi, tam da AKP Hükümeti'ne tekabül ediyor.
Yalanı, şiddeti ilke edinen AKP Hükümeti, 10 yıldır topluma sadece yalan söylemiyor; inanılmaz şiddet ve katliamlar da uyguluyor.
Erdoðan-Gülen rejimi Hitler Almanyası'nda olduðu gibi toplama kampları oluşturmuş ve başta Kürtler olmak üzere, muhaliflere yönelik başlattıðı sürek avını cüretkârca sürdürüyor. Ülke hapishaneleri politik Kürt tutuklularla dolup taşıyor. Evler, hukuk büroları, siyasi partiler, sendika merkezleri, dergi, gazete, haber ajansları, yayınevleri basılıyor; gazeteciler, ülkenin önde gelen isimleri tutuklanıyor. Yaşananlar tarihte Kristal Gece olarak bilinen Nazi Almanyası'nın Yahudilere karşı başlattıðı sürek avının aynısı.
Aynısı, çünkü BDPlilerin ve Kürtlerin topluca tutuklanmaları sürüyor ve bu sayı son üç yılda 8 bin kişiye ulaştı. Ülkenin akademisyenleri, yazarları, aydınları, hukukçu ve iş çevreleri toplama kamplarında rehin tutuluyor. Prof. Dr. Büşra Ersanlı 29 yıl önce Sansarya Hana, bu defa da Recep Tayyip Erdoðan'ın emriyle Bakırköy Kadın Hapishanesi'ne konuldu.
Tüm bu olup bitenlere bombalanan daðları, kullanılan kimyasal silahları, öldürülen Kürt köylülerini, kurşunlanan Kürt çocuklarını, yakılan ormanlar ve güvenlik nedeniyle sular altında bırakılan-bırakılmak istenen yerleşim yerlerini de eklediðimizde, kapkara bir tablo çıkıyor. Bunun da bilindik tek adı vardır; faşizm.
Otoriteler, 'faşist rejimlerin iktidara gelmesini ve iktidarını sürdürmelerini saðlayan en önemli faktörün, terör ve baskı politikalarını ustalıkla sürdürmeleridir' diyor. Mussollini, Hitler, Franko böyle yaptı. Şimdi de Erdoðan yapıyor.
Yıl 2012nin ilk yarısı; faşist diktatörlerin yolunda ilerleyen Recep Tayyip Erdoðan, Abdullah Gül ve Fetullah Gülen üçlüsü demokrasiyi rafa kaldırmış, faşizmi bütün kurumlarıyla inşa ediyorlar. Onlar zulmü inşa ettikçe yandaşları onları alkışlıyor. Ýşte o zaman, hakikat ve insanlık yeniden öldürülüyor...
Katliamlar, işkence ve tutuklamalara karşı Kürt halkı boyun eðmiyor; direnişini sürdürüyor. Ancak toplumun önemli bölümü, toplumun vicdanı sayılan aydınların çoðu bu saldırılar karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. Konuşanlar ise bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor. Tabii ki, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenler de yanılıyor. Zira yaşayan yılan sırasıyla herkesi, toplumu zehirliyor ve öldürüyor. Kaldı ki bir halkın inkarı üzerinden elde edilen şan, şöhret, ekonomik güç, siyasi itibar kan içerir ve geleceði de yoktur.
Siyasi iktidar tarafından topluma yaşatılan zulme sessiz kalmanın tarihte dramatik ve aðır bir yeri var. Bunun en anlaşılır ve öðretici örneði Nazi Almanyası döneminde yaşandı. Nazi faşizmini yaşayan papaz Martin Niemöller'in ustaca özetini, tekrar anımsayalım:
Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist deðildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı deðildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi deðildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...
Kürtlere yönelik saldırılara sesini çıkarmayanların, sessiz kalanların akıbetinin papaz Niemöller'in sonundan farklı olacaðı söylenebilir mi? Bunu bilmiyoruz ancak şunu biliyoruz; Ýspanyada faşizm Madride dayandıðında; komünist liderlerden Dolores Ýbarruri, Madridin savunması için Ýspanyaya kendi dilinde sesleniyordu:
Ýspanya halkı! Kadınlar! Silahınız yoksa bıçaklarınızla, kızgın yaðla savaşın! Ayakta ölmek diz çöküp yaşamaktan iyidir. NO PASARAN (Geçemeyecekler)!
Kürtler onurları, özgürlükleri için aynısını söylüyor ve uyguluyor:
Asla geçemeyecekler!