PKK Sykes-Picot Anlaşmasını çeyrek asır önce geçersiz kıldı - Cahit Mervan

Sykes-Picot Anlaşması 100 yılını tamamladı. Anlaşma 1916 yılında İngiltere-Fransa ve Çarlık Rusya arasında ‘’gizli’’ olarak imzalandı.

Sykes-Picot Anlaşması 100 yılını tamamladı. Anlaşma 1916 yılında İngiltere-Fransa ve Çarlık Rusya arasında ‘’gizli’’ olarak imzalandı. Birinci dünya savaşı koşullarında imzalana anlaşma esas olarak bu üç ‘’emperyalist devletin’’ savaş sonrası Ortadoğu’daki paylaşımını öngörüyordu. Çarlık Rusya’sında gerçekleşen ve tarihin akışını değiştiren 1917 Ekim Sosyalist devrimiyle birlikte Sykes-Picot Anlaşması İngiltere-Fransa ikilisinin amaçlarına hizmet etmeye başladı. Ekim Devrimi özü itibariyle savaşa ve emperyalist paylaşıma kaşı tarihi bir itirazdı.

Bu anlaşmayla Kürdistan, 1639 Kasr-i Şirin Anlaşması’ndan sonra bir kez daha bölündü. Öyle ki Başur-Rojava-Bakurî Kürdistan sınırından, köyler, kasabalar, aile ve aşiretler ikiye ayrıldı. Daha sonra tel örgülerle çevrildi. Bu sömürgeci sınır yüzlerce kilometreye varan mayınlı alanlara dönüştürüldü. 

DEVLETLERİN VİCDANI VE AHLAKI YOKTUR

Sykes-Picot Anlaşması 1916 yılında imzalanmıştı. Fakat 1923 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde yapılan anlaşma ile legalleştirildi. Lozan tamda Sykes-Picot Anlaşması’nın ruhuna uygun olarak büyük petrol rezervlerine sahip Irak ve Başurê Kürdistan İngilizlere, Suriye ve Rojava Kürdistan’ı Fransızlara, coğrafi ve nüfus bakımından en büyük olan Bakurê Kurdistan ise yeni kurulan Türk devletine bıraktı.   

Sykes-Picot Anlaşması çöken Osmanlı sömürgeciliğinin en kazı üzerinde ‘’yeni bir Ortadoğu’’ şekillendirmek istiyordu. Ancak bu anlaşma ve daha sonraki süreçte bu coğrafyada yaşayan halklar için özgürlük getirmedi. Tam tersine anlaşma öncesi başlayan, Ermeni ve Asuri-Süryani halkını hedef alan soykırımı kalıcı ve zamana yayılmış hale getirdi. Kürdistan’ı kendi mandası altındaki ‘’alt sömürgeci’’ devletlerin vicdanına terk eden İngiltere, Fransa gibi birinci dünya savaşının ‘’muzaffer’ güçleri, daha sonrada bu anlaşmanın yol açtığı sorunları ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmadı.

Aksine Kürdistan’ı Türk, Arap ve İran devletlerinin soykırım laboratuarına dönüştürmelerine göz yumdu. Ve onları askeri-siyasi-ekonomik olarak destekledi. Sykes-Picot’un mimarı olan İngiltere ve Fransa ikinci dünya savaşı sonrasında da sömürgeci rejimleri kolladılar. 

Savaşın son yılında Doğu Kürdistan’da ortaya çıkan son derece demokratik ve özgürlükçü olan Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkılması ve liderlerinin İran rejimi tarafından idam edilmesi bile bu emperyalist güçlerin vicdanında bir karşılık bulmadı.  Kürtlerin her dönem özgürlük arayışları, bizzat bu güçler tarafından Ankara, Bağdat, Şam, Tahran sömürgeci rejimlerine sağlanan destek sayesinde bertaraf edildi.  İngiltere bizzat Kürtleri hedef alan ikili, üçlü paktlarının kurulmasına ön ayak oldu.

Zaten NATO ile birlikte, soğuk savaş yıllarında Türk devletinin yaptıkları küçük bir gazete haberi dahi olmadı. Türkiye’de Kemalistler, İran’da Şah rejimi, Irak’ta Baas ırkçılığı bu güçlerin kanatları altında Kürt soykırımını devam ettirdiler. Halepce’ye yağan zehirli gazlarda bu devletlerin kimya fabrikalarında üretildi. Mart 1991 Ranya merkezli ayaklanma sonrası yaşana on binlerce insanının ölmesin enden olan büyük dram dahi bu güçleri vicdanlı kılmadı. Çünkü onlar için esas olan nüfus alanlarını genişletmek, enerji kaynaklarını ele geçirmekti. Bu nedenle devletlerin vicdan ve ahlaktan yoksun olduğunu belki de en çok Kürtler bu yüz yılda yaşayarak öğrendiler.

Sykes-Picot anlaşması imzalandığından sonra üç çeyrek asır ‘’sorunsuz’’ varlığını sürdürdü. Buna karşı yapılan itirazlar lokal kaldı veya sömürgeci rejimler tarafından kanla bastırıldı. Anlaşmanın ilk çeyrek asrında Bakur’de oluk oluk Kürt kanı aktı. Şeyh Said liderliğindeki ayaklanma bastırılmasında yaklaşık olarak 10 bin Kürt öldürüldü. Bunu 1930 Zilan ve 1937-38 Dersim soykırımları izledi.  Başur’da ise 11 Mart 1971 Anlaşmasıyla ortaya çıkan ‘’özgürlük’ imkanı Sykes-Picot anlaşmasını imzalayan güçlerinde mihmandarlığını yaptığı 1975 Cezayir antlaşmasıyla ortadan kaldırıldı.

PKK, SYKES-PİCOT’U GEÇERSİZ KILDI

Sykes-Picot anlaşmasını esas olarak geçersiz kılan en devrimci çıkış bundan çeyrek asır önce yaşandı. Kürdistan İşçi Partisi PKK öncülüklü silahlı başkaldırı hareketi Kürdistan’ı bölen sınırları fiili olarak geçersiz kıldı. 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli’de eylemleriyle başlayan, tarihsel süreç içinde Kürtlerin Diriliş Atılımı olarak adlandırılan süreç öyle bir noktaya ulaştı ki, Kürdistan’ı bölen tel örgüleri, mayın tarlalarını, anlaşmaları sıfırladı. Bunu sadece fiziki olarak yapmadı. Aynı zamanda Kürtlerin kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkı için verdikleri zorlu mücadelede ortak ruhi şekillenme ve davranış birliğinin oluşmasına yol açtı.

1991 Ranya ayaklanması sonrası yaşana onca feci drama rağmen, Saddam Hüseyin rejiminin Güney Kürdistan üzerinde inisiyatifini büyük oranda kaybetmesi, nihayetinde rejimin 2003 yılında çökmesi, 2012 yılında Suriye başlayan iç savaş sonrası Rojava Kürdistanı’nın özgürleşmesi Sykes-Picot anlaşmasını anlamsız kılan diğer tarihsel gelişmeler oldu.

Ancak abartısız söylenebilir ki, lokal değil, Kürdistan’ın her yerinde varlık gösteren, ortak bir ruhi şekillenme ve davranış birliği ortaya çıkaran PKK , Sykes-Picot Anlaşması’nın bir daha dirilmemek üzere tarihin çöplüğüne atılmasında belirleyici rol oynadı. Oynuyor.

Sykes-Picot Anlaşması hiçbir zaman Kürtlerin nazarında meşru ve kabul edilir bir anlaşma olmadı. Parçalanmış ve tarihin çöplüğüne atılmış bu anlaşmaya rağmen Kürdistan’ın toprak bütünlüğü halen sağlanmış değil. Kürtlerin ve Kürdistan’ın birliği için herkesin hayal kurma hakkı var. Hatta hayal kurmak ,işin yarınsı oluşturur derler. Ancak bunun nasıl sağlanacağı ise işin esasını oluşturmakta. Mesele bugün var olan fiiliyatın ulusal ve uluslar arası alanda hukuki meşruiyetinin sağlanması gerekiyor.

KÜRDİSTAN’IN BİRLİĞİNE GİDEN İKİ PARALEL SÜREÇ

Bu iki paralel süreçle iç içe geçmiş şekilde mümkündür ve hatta gerçekleşmeye başlamıştır bile.

Her şeyden önce Sykes-Picot Anlaşması ile bölünen Kürdistan’ın her parçası özgürlüğünü elde etmelidir. Bunun biçimi işin esasını oluşturmamaktadır. Yani özerklik, federasyon veya bağımsız devlet özgürlüğün farklı şekilde gerçekleşmesinin araçlarından başka bir şey değil. Bunlardan hangisinin seçileceği, hangi yol ve yöntemlerle sonuç alınacağı Kürdistan’ın o parçasının içinde bulunduğu koşullar, güçler dengesi, bölgesel ve küresel koşullar belirleyici olacaktır.

İkincisi ise buna paralel olarak şuan Kürdistan’ı elinde bulunduran veya onun üzerinde ‘’hak’’ iddiasında buluna devletlerin demokratikleşmesidir. Çoğu kez sığ ‘’milliyetçi’’ yaklaşımlarla bu demokratikleşme meselesi küçümsenmekte, ‘’bize ne Türkiye’nin, Irak, İran, Suriye’nin demokratikleşmesinden’’ denilerek işin ucuzuna kaçılmaktadır.  Kürdistan’ın coğrafi, jeo-politik koşullarını göz önünde alan aklı başında hiç kimse bu mesele bize ne diyemez.

Bu ülkelerde ki rejimin karakteri Kürtleri ve Kürdistan’ı çok yakından ilgilendirmektedir. Kürdistan’ı bulunduğu coğrafyadan bir gemiye bağlayıp okyanusun için taşıyamayacağımıza göre, gerçekçi olmak durumundayız.  Burada kast edilen demokratikleşmenin doğu anlaşılmasıdır.  Kürtlerin özgürlüğünü ve Kürdistan’ın egemenliğini kabul etmeyen bir demokratikleşmeden zaten bahsedilmiyor. Bunun dışındaki bir ‘’demokratikleşme’ adı ne olursa olsun yok hükmündedir.  

Bu nedenle Irak ve Suriye’de iç savaşın bitmesi, Türkiye ve İran’da ceberut rejimlerin yıkılması, bu dört ülkede çoğulculuğu esas alan başta Kürtler olmak üzere halkaların kendi geleceklerini belirleme hakkına saygılı demokratik rejimlerin oluşması Sykes-Picot Anlaşması ile bölünmüş Kürdistan’ın bölünmüşlüğünün giderilmesinde hiçte küçümsenmeyecek bir öneme sahip olacaktır.  Hatta bölgede var olan diğer gerici-ırkçı rejimlerin yıkılması da buna hizmet edecektir.

 Kürdistan’ın özgürleşmiş parçaları işte o zaman yakın tehdit olmadan, kendi öz güçlerini esas alarak, kendi aralarında her türlü-savunmada dahil- siyasi, ekonomik, askeri, kültürel ve tabi ki insanı ilişki ve bütünlüğü sağlayabilirler.

Bunun bir hayal olmadığı aslında 2014 yılının Ağustos ayında Şengal başta olmak üzere Başurê Kürdistan’ın, 15 Eylül sonrası ise Kobanê’nin DAİŞ’e karşı savunulmasında kendisini gösterdi. Her şeye rağmen Kürdistan’ın parçaları arasında çok müthiş bir dayanışma ve birlik ortaya çıktı. İşte mesele bunu bütün alanlarda derinleştirmek, köklü ve kalıcı kılmakta yatıyor.

ARTIK BİRLİK İÇİN HAMASET DEĞİL, PRATİK ÖNEMLİ

Ancak bütün Kürt güçlerinin bu amaç içinde olduğunu söylemek zor. Örneğin hiç kimse Rojava Kürdistanı için hayatı öneme sahip olan Semelka sınır kapısının PDK tarafından kapatılması Kürtlerin ve Kürdistan’ın birliğinin yararınadır diyemez.  Bu tutumu savunacak tek bir Allahın kulu çıkmaz.  Çok ağır gelecek ama, bu tür davranışlar esas olarak çökmüş olan Sykes-Picot Anlaşması’nı diriltmek isteyen güçlere hizmet etmekten başka bir şey ifade etmez.

Bu nedenle sıkça dillendirilen, Kürt birliğinin sağlanması, Kürdistan’ın bölünmüşlüğünün ortadan tümden kaldırılması sözle olacak bir iş değil. Bunu her adımda pratikte ortaya koymak gerekir. Hamaset, keskin sloganlar, duygu dünyasını okşayan söylemler bir yere kadar işe yarar.  Ama ötesi…

Hayatın her alanında olduğu gibi ‘’birlikte’’ soyut bir kavram değil. Hayatta karşılığı olan çok somut bir olgudur. Tıpkı Semelka’nın açılıp ve açılmaması gibi. O zaman Sykes-Picot Anlaşması’nın 100. yılında Semelka gibi bir utancı ortadan kaldırmak gerekiyor. Yoksa sözün bir anlamı kalmayacaktır.

Sykes-Picot Anlaşması’nın geçen yüzyıla ait bir anlaşmaydı. İlk yenilgisini de geçen yüz yılın son çeyreğinde aldı. Bugün delik deşik olmuş durumda. Türk devleti başta olmak üzere bölgesel gericilik bunu tekrardan diriltme çabası içinde. Bunun nafile bir çaba olduğunu söylemek gerekiyor.

Ancak yere de sağlam basmak, gerçek anlamda Kürtlerin ve Kürdistan’ın birliği için ortaya çıkmış tarihi kazanımları, derinleştirmek ve kökleştirmek gerekiyor.