Polis devleti giderek kurumlaşıyor
Polis devleti giderek kurumlaşıyor
Polis devleti giderek kurumlaşıyor
Türk hükümetinin “özgürlük ve güvenlik uyumu”nu sağlamak iddiasıyla açıkladığı “İç güvenlik reformu”, Türkiye'de polis devletinin de kurumlaşacağı endişesine yol açtı. Hukukçu Eren Keskin, “Her türlü sokak gösterisini terör faaliyeti olarak gösterme riski var” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun açıklamaları, daha ilk elden hükümetin yeni güvenlik anlayışının yol açacağı olası sonuçların işaretlerini verdi. Bunlar nefret suçu ve tehdit içeren, yargısız infazları meşrulaştıran ve devlet şiddetini kutsayan açıklamalardı.
İçişleri Bakanı Efkan Ala, Kobanê eylemleri sırasında 8 Ekim günü şu açıklamayı yaptı: “Derhal bu akıl dışı tutuma son verilmelidir ve sokaklardan çekinilmelidir, aksi takdirde öngörülemeyen sonuçları olur bu meselenin bunlara karşı gereği yapılacaktır tarzında göstericilere yönelik tehditkar bir üslup kullandığı görülmüştür.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu 10 Ekim günü Malatya’da yaptığı açıklamada, Bingöl’de emniyet müdürü ve ekibine yapılan saldırı sonrası polis tarafından infaz dört kişiyle ilgili şöyle dedi: “Bu alçakları iki saat içinde bulup cezalandırdılar ve onlara yaptıklarının bedelini ödettiler, bundan sonra bu topraklarda kimse yaptığı suçun karşılıksız kaldığını düşünmeyecek, mutlaka hesabı sorulacak.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, günlerce peş peşe sıraladığı tehdit, hakaret, nefret söylemeleri ardından “güvenlik reformunun” nasıl bir espriyle hazırlandığını ortaya koydu: “Hükümet idari tedbirleri alarak, diğer tüm kurumlarımız üzerine düşeni yaparak sokakları bu vandallardan süratle temizleyecektir.”
POLİSE SINIRSIZ SALDIRI OLANAĞI
“İç güvenlik reformu”nda polise muğlak ifadelerle geniş bir saldırı imkanı tanınıyor. CMK'da öngrülen değişikliklerde “zorunlu şüphe” kaldırılarak yerine sicili kötü polis ve yargı kurumunun insafına bırakılan “makul şüphe” yeterli görülüyor.
Polis yetkisinin arttırıldığı düzenlemelerde toplumsal eylemlerde ateşli silah taşıyanlara yönelik mevcut 6 aydan 3 yıla olan ceza, 2,5 yıldan 4 yıla kadar artırılacak. Molotof silah olarak sayılacak.
Bununla birlikte gözaltı süreleri uzatılacak, zarar rücu edilecek. Diğer bir ifadeyle 4 saat yargı kararı olmaksızın, ardından savcılık kararıyla 42 saat gözaltı süreleri öngörülüyor. “Suçlu” tespit edildiğinde kamu zararı şahsa mal edilecek. Düzenlemede kolluk kuvvetlerine üst ve araç arama yetkisi yeniden düzenlenecek, İstanbul Tahkim Mahkemeleri'nin kurulması planlanıyor.
Davutoğlu, 21 Ekim'de bu paketi açıklarken, “Şiddet işlemek amacıyla yüzünü kapatarak toplantı ve gösteri yapacağım iddiasında bulunanlara izin verilmeyecek” dedi. Ancak polisin cinayet aracına dönüşen biber gazına karşı ağızlarını tıbbi maske veya eşarp ile kapatanlarla ilgili suçlama olup olmayacağına açıklık getirilmedi.
Davutoğlu, bu yeni baskı mekanizmasını “Özgürlük-güvenlik uyumu. İki taraflı denge değil, uyum mantığıyla yaklaşıyoruz” ifadeleriyle manipüle etmeye çalıştı. Davutoğlu polisin yetki alanını şöyle özetledi: “Emniyet Genel Müdürlüğü'nün etkinliğini ve esnekliğini güçlendirecek tedbirler alacağız.”
Bu konuda geçmişte bazı yasal düzenlemelerin yapıldığını anımsatan Davutoğlu molotofkokteyli konusunda noktayı şöyle koyuyor: “Molotof bir saldırı aracıdır (...) biz buna sessiz kalamayız; bunun adı özgürlük olamaz. Bu konuda tamamıyla Avrupa Birliği ve dünya evrensel standartları esas alacağız."
Reformu gerekçelendirirken açıklık getirmediği “evrensel standartlara” sığınan Davutoğlu, “Buna izin veremeyiz. Kanunlar nihai kertede tüm vatandaşların hukukunu korumak amacıyla çıkarılır. Bu çerçevede AB standartları da göz önüne alınarak gözaltı düzenlemeleri yeniden değerlendirilerek yeni bir düzene kavuşturulacak” dedi.
Ancak devlet şiddeti karşısında vatandaşın hukukunun nasıl korunacağı konusundaki şüpheler giderilmediği gibi, bu düzenlemelerle hak ihlalleri ve polisin tam cezasızlık içerisinde suç işleme oranının artmasından endişe ediliyor.
İnsan hakları örgütleri, şiddet olaylarının artmasının temel nedenleri arasında hükümet yetkililerinin söylemlerini de sıralıyor. İHD, 2-12 Ekim tarihleri arasını kapsayan bir raporunda özellikle Erdoğan, Davutoğlu ve Efkan Ala üçlüsünün nefret uyandıran, tehdit eden ve devlet şiddetini meşrulaştıran açıklamalarına dikkat çekiyor.
İHD, “Başbakan konuşmasında mala verilen zararlardan bahsetmiş, göstericilere yönelik devlet şiddetine değinmek yerine devlet şiddetini kutsamıştır” tepkisinde bulundu.
HÜKÜMET POLİTİKALARININ 5 GÜNLÜK BİLANÇOSU: 46 ÖLÜ
Devlet her fırsatta göstericileri ve muhalif partileri suçlarken, raporlar şiddet, yaralanma ve ölümlerin temel sorumlusunun devlet olduğunu gösteriyor. İHD, Kobanê ile dayanışma eylemleri sırasında yaşanan yaralanmaların çok büyük bir kısmının polis ve jandarmanın aşırı güç kullanımı, biber gazı ve kapsüllerinden, tazyikli sudan kaynaklandığını kaydediyor. Bununla birlikte paramiliter grupların saldırıları sonucu da yaralanmalar yaşandığının altını çizen İHD, yaralananların büyük bir kısmının gözaltına alınma endişesiyle hastanelere gitmediğine dikkat çekti.
Sonuç olarak hükümet Kobanê'ye yönelik işgal saldırıları karşısındaki anti-Kürt ve gayri insani pozisyonu, nefret söylemleri ve polis şiddetinin sadece 7-12 Ekim arasındaki altı günlük bilançosu şöyle: 37 ilde 1 419 olay, 46 ölü, 415 yaralı.
İHD, bu 46 ölümün “devlet görevlileri, paramiliter gruplar ve göstericilerin şiddeti sonucu” yaşandığını belirtirken, “Yaşam hakkı ihlali kendisini yargısız infaz, faili meçhul cinayet, yasa dışı grupların saldırısı biçiminde göstermiştir” tespitinde bulunuyor. Yaralanmaların çok büyük bir kısmının gösterilere müdahale sırasında gerçekleştiğini kaydeden İHD, ayrıca gözaltına alınıp işkenceye uğrayan 38 vaka tespit edildiğini vurguluyor.
İnsan hakları savunucuları polis ve jandarmanın uyguladığı şiddetin yanı sıra “paramiliter ve ırkçı grupların organize edilip göstericilere yönelik şiddeti ile korucuların göstericilere yönelik şiddeti” nedeniyle meydana gelen yaşam hakkı ihalelerine tepki gösteriyor.
HÜKÜMETİN NEFRET SÖYLEMİ, NEFRET SUÇLARINA YOL AÇTI
İHD şöyle noktalıyor: “Olaylar göstermiştir ki nefret söyleminin kullanılması ile birlikte çok sık nefret suçu işlenmiştir. Hükümetin ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurulunu bir an önce oluşturması, nefret söylemini yasaklayan ve nefret suçları ile etkili mücadele edecek yasal düzenlemeler yapması gerekmektedir.”
Zaten neredeyse tam bir cezasızlıktan yararlanan devlet memurlarının, bu yeni düzenleme ile birlikte keyfi uygulamaları, yolsuzluklar, başta yaşam hakkına saldırılar olmak üzere hak ihlallerinin tırmanması ve otoriterizmin derinleşmesi endişesi büyüyor.
Bununla birlikte Kürt sorununa demokratik barışçıl çözüm arayışlarının devam ettiği bir dönemde özgürlüklerin kısıtlanması ve devlet şiddetine daha fazla meşruiyet kazandırılması, vatandaşı hiç olmadığı kadar savunmasız bırakması ve saldırıya açık hale getirmesinden kaygı duyuluyor.
2007'den bugüne yana en az 170 kişi polise verilen “yetki”nin kurbanı oldu. Bunlardan 140'ı politik bir görüşü olmayan insanlar olarak belirtiliyor. İHD'ye göre 2013'te dur ihtarına uymadıkları gerekçesiyle ve silah kullanma yetkisinin ihlali sonucu devlet güçleri tarafından 2'si çocuk 19 kişi katledildi, 19 kişi de yaralandı. Bunlara köy korucuları tarafından öldürülen 2 kişi, sınır bölgelerinde öldürülen 3'ü çocuk 21 kişi, özel güvenlik görevlileri tarafından öldürülen 1 kişi de eklendiğinde bilanço daha da ağırlaşıyor.
İnsan hakları savunucuları ve aktivistler yeni düzenlemenin temel hedefinin “hak arayanlar” olacağı belirtiliyor.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ ORTADAN KALDIRMAK İSTİYORLAR
ANF'ye konuşan Meclis Adalet Komisyonu üyesi ve HDP Milletvekili Hasip Kaplan, iç güvenlik reformunu 1900'lü yılların başlarındaki Şark Islahat Fermanı'na benzetti. Kaplan, “Var olan hak ve özgürlükleri de ortadan kaldırmak istiyor. Suskun bir toplum yaratmak istiyorlar" dedi.
Kaplan'a göre bu düzenleme polise sınırsız gizli dinleme yetkisi veriyor. Bununla birlikte gizli soruşturmacı getiriliyor ve avukatın dosyayı incelemesi sınırlandırılıyor.
Hükümetin reformu kamuoyuna sunarken ısrarla AB ve “evrensel standartlara” uyumdan bahsetmesi dikkat çekiyor.
Her yıl on binlerce ihlalin yaşandığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde en fazla şikayet dosyası bulunan ülkeleri arasındaki Türkiye'de, polis şiddetini meşrulaştıran bir reforma dahi Avrupa Birliği ülkelerinin “esin kaynağı” olması ciddi soru işaretlerine yol açıyor.
Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 2. Maddesi çok açık: “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.”
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yapılan başvuru sayısında halen ilk sıralarda yer alıyor. AİHM istatistiklerine göre, 2012 yılını 16 bin 900 dava başvuruyla ikinci sırada kapatan Türkiye, 2013 yılını 10 bin 950 başvuruyla beşinci sıraya çıktı. AİHM'de bireysel başvurunun elde edildiği 1987'den 2013 yılı sonuna kadar Türkiye hakkında 2 bin 639 ihlal kararı verildi.
KOBANÊ OLAYLAR İLE BİRLİKTE BU KARAR ALINDI
Güvenlik reformunun insani haklarla bir ilgisinin olmadığını belirten İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkan Yardımcısı, hukukçu Eren Keskin, tüm sokak gösterinin tehdit altında olacağını söylüyor. Keskin Stêrk TV ve ANF'ye yaptığı açıklamada, “Her türlü sokak gösterisini terör faaliyeti olarak gösterme riski var” dedi.
Keskin, yeni düzenlemelerin Kobanê olayları ile ilgisinin olduğunu düşünüyor: “Kobaneê olayları ile birlikte bu kararı aldıklarını düşünüyorum. Aslında bölgemizde özellikle Kürt gençleri o kadar travmalı bir süreçten geliyorlar ki, hiçbir evde tek bir genç yok ki acı yaşamamış olsun, hepsi bu travma ile büyüdü. En ufak bir haksızlığa tahammülleri yok artık.”
Devletin gençlerin patlamaya hazır bu gerçekliği ile ilk kez çarpıcı bir şekilde yüz yüze kaldığına dikkat çeken Keskin, “Tek amacın bu olduğunu düşünüyorum” dedi. Keskin, tüm yaşananlara devletin polisiye tedbirlerinin yol açtığını söylerken, hükümetin mevcut tutumunu “son çırpınışlar” şeklinde değerlendirdi.
AB'NİN DE ROLÜ VAR
Peki polis yetkisini arttıran bir uygulama AB nasıl esin kaynağı olabilir? Bu tür tedbirleri demokrasinin neresine orturtmak gerekiyor? Keskin'nin bu konudaki görüşleri şöyle: “Biz insan hakları savunucuları olarak AB'yi de ideal olarak görmüyoruz. Onların da anti demokratik uygulamaları var. Avrupa genel olarak bir takım bireysel, kişilik hakları vererek örgütsel faaliyetleri bir şekilde durdurmuş, ama bizim coğrafyamızda büyük hak ihlalleri ve bir kimlik mücadelesi var. Buna karşı devletin yaptırımları son derece ağır ve bu yaptırımlar kimlik mücadelelerini de arttırıyor.”
AKP hükümetinin iddia ettiği gibi, iç güvenlik reformunu Batı standartları ile benzer görmediğini de sözlerine ekleyen Keskin, bununla birlikte tüm devletlerin birbirine benzediği fikrini savundu. Keskin, Avrupa Birliği'nin Türkiye'deki mevcut süreçte suçu olduğunu belirterek, “İşkence aletlerini ve silahları Avrupa satıyor. Türk Devleti'nin Kürt halkına yürüttüğü savaşta rolleri var.”
Reformu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile bağdaştırmanın mümkün olmadığını da sözlerine ekleyen Keskin, çok sayıda sözleşmeye taraf olan Türkiye'nin artık bu tür tedbirleri almak yerine, savaşan güçleri bir taraf olarak kabul etmesi gerektiğini kaydetti. “Artık PKK'nin terörist örgütler listesinden çıkması gerekiyor. Türkiye Devleti PKK lideri ile görüşüyor. Suriye'de Kürt hareketi ile görüşmeler halinde. Tüm dünya savaşın bir tarafı olarak kabul etmiş.”
TÜM DÜNYADA POLİS DEVLETİ UYGULAMALARI
Türkiye'de polisin zaten büyük bir cezasızlıktan faydalandığının altını çizen Keskin “Benim girdiğim tecavüz veya işkence gibi davaların hiçbirinde tek bir polisin ceza aldığını görmedim. Zaten büyük bir cezasızlık var. Polis sorumlu tutulmayacağını biliyor. Yeni düzenlemeyle polise artık istediğini yapmakta özgürsün deniliyor” şeklinde konuştu.
Batılı ülkelerde uzun zamandan beridir polisiye uygulamalar geniş toplumsal kesimlerin tepkisine yol açıyor. 2013 yılında Fransa'da internet üzerinden polisle bağlantı kuran vatandaşlardan yüzde 40'ı polisin aşırı güç kullanan uygulamalarına tepki gösteriyor. Aynı yıl 2 bin 400 polise disiplin cezaları verildi. Bir önceki yıl, yani 2012'de polise yönelik 3 bin yaptırım gündeme gelmişti. Ağır bir ekonomik kriz yaşayan İspanya'da 2012 ile 2013 arasında gösterileri bastırmak için özel ekipman ve materyal alımına ayrılan bütçe yüzde 1900 artış gösterdi. Diğer bir ifadeyle 2012'de 173 bin olan harcamalar 2013'te 3.26 milyon euroya yükseldi. Almanya'da da polis şiddeti sık sık tartışma konusu olabiliyor. 11 Eylül 2001'de ABD'deki saldırılar ardından Amerikan yönetiminin uygulamaya koyduğu “Patriot Act” mekanizması ile diğer bazı yasalar ve anti-terör kararnameleri dünyayı daha tehlikeli hale getirdi. Küresel gözetim arttı, keyfi olarak mallara el koyma, yargılama olmaksızın tutuklamalar, “şüpheli” oldukları gerekçesiyle kitlesel gözaltılar sık sık yaşanır hale geldi. Oysa Nazi Almanyası ve Sovyet Rusyası'ndan bu yana bu tür uygulamaların değiştiği düşünülüyordu.
Özellikle Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı NSA'nın eski danışmanı Edward Snowden tarafından deşifre edilen küresel casusluk, sistemi vatandaşların gizli servisler karşısında ne kadar savunmasız olduğunu ortaya koydu. Özel yaşam şeffaf hale gelirken, gizli servislerin yöntemleri maksimum opaklık (saydamsızlık) kazandı. Denilebilir ki, hukuk devleti tarihi bir saldırı altına alınırken, milyonlarca insan şüpeli hale getirilerek masumiyet karinesi ilkesi altüst edildi.
TÜRKİYE'DE POLİS DEVLETİ DAHA DA KURUMLAŞIYOR
Güvenlik reformuna ilişkin tartışılan Kemalistler ile İslamcılar arasındaki kavgaya da dikkat çeken Keskin, “Kemalistler ve İslamcılar arasında hem yönetme kavgası var hem de aralarında bir fark yok. Sadece kim yönetecek kavgası yapıyorlar.”
Hükümetin neden böyle bir reforma ihtiyaç duyduğu konusundaki görüşlerine ek yapan Keskin, Fethullahçı çevreye yönelik operasyonlarla poliste kırılmalar yaşandığına işaret etti. Keskin, “Şimdi polisi kendisine yakınlaştırarak, güçlendirerek ve özeliklikle de faşist ve MHP'li polislere geniş bir yer vererek bunu düzeltmeye çalışıyorlar” diye konuştu. Sadece 17 Aralık 2013 ile Ocak 2014 arasında iktidar kavgası sonucu İstanbul, Ankara ve İzmir'de 3 bin, Türkiye genelinde 5 bin polisin görev yeri değiştirildi.
Yeni düzenlemeleri “Polis devleti daha da kurumlaşıyor” şeklinde özetleyen Keskin, yeni güvenlik paketi ile hükümetin kendisini güvenceye almaya çalıştığını belirtti.
ÇÖZÜM SÜRECİNİ NASIL ETKİLEYCEK
Keskin, bu adım barış sürecine ters bir adım olarak değerlendirdi: “Demokratik barış sürecinden bahsedilirken, demokrasiyi hiçe sayan böylesine ağır güvenlik tedbirlerinin getirilmesi hükümetin niyetini sorgulamamıza yol açıyor.
(Demokratik çözüm sürecini) olumlu etkilemeyeceği kesin. Bir yandan barış sürecinden bahsederken, Kürtlere güven verecek adımlar atılmalıyken, tam tersi adımlar atılıyor. Artık eskiye dönmeyeceğiz derken, diğer yandan tam tersi anlama gelecek uygulamalar hayata geçiriliyor.
Ama Kürt hareketi artık bu oyuna gelmeyecektir. Gerçekten bir barış süreci varsa, ona uygun davranmak gerekiyor.”