Rojava devrimiyle dayanışma için... - Veysi Sarısözen

Rojava devrimiyle dayanışma için... - Veysi Sarısözen

Halep’te YPG savaşçıları ile Esad rejimi yanlısı ordu güçleri arasında savaş şiddetleniyor. Kürt halkı istemediği bir savaşa adım adım çekiliyor. Sivil kayıpların sayısı artıyor ve bu durum hem Halep’teki Kürt halkıyla ve hem de tüm Rojova’yla uluslar arası dayanışmayı yükseltmeyi acil mesele haline getiriyor.

Haberi okuyalım:
 
Rojava’nın Afrin kentinden ve  Eczacılar Birliği’nden Medya Ali, Heyva Sor Kurdistan çalışanı Cemal Muhammed ve Ronahi Gazetesi çalışanı Xebat Efrinî’den oluşan heyet Amed’e geldi. Heyet, Afrin’de başta sağlık olmak üzere barınma ve beslenme alanlarında ciddi sıkıntıların yaşandığını, Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) saldırıları ve gelen yardımları engellemeleri nedeniyle ellerinde bulunan tıbbi malzemelerin ancak bir iki aya yetebileceğini ifade etti.
 
Bu haber, Kürt halkının yalnız Beşar Esad ordusunun değil, Özgür Suriye Ordusu’nun da tehditleriyle yüz yüze olduğunu ve bunun sonucunda en büyük zorluğu sivil halkın çektiğini gösteriyor.
 
Demek ki, önümüzde Rojava devrimiyle dayanışma meselesi en büyük mesele olarak duruyor.
 
Dayanışma nasıl örgütlenebilir?
 
“Kürt Kürde dayanışmadan” söz etmiyorum. Mavi Marmara’yla Gazze’nin imdadına koşan Türk Müslümanlarının ve vaktiyle nice bedel ödeme pahasına Filistin topraklarına koşan Türk sosyalistlerinin göstereceği dayanışmadan söz ediyorum. PKK önderinin başlattığı barış sürecini “pek devrimci” bulmayanlardan da söz ediyorum bu arada.
 
“İslam bayrağı” altında kucaklaşmaktan söz ettiğiniz Müslüman Kürt halkının büyük devletler adına çarpışan iki ordu arasında kalması sizi ilgilendirmiyor mu? Rusya, Çin, İran ekseninde yer alan Esad rejiminin ordusuyla, ABD, AB, İsrail ve Türkiye ekseninde yer alan Özgür Suriye Ordusu birbirleriyle çarpışırken, ikisi birden Kürt halkına karşı da saldırıya geçiyorsa, bu adaletsizliğe başkaldırmak gerekmez mi?
 
1 Mayıs’ta devrimci sloganlarla yürüyen Müslüman gençlerin, böyle bir dayanışmaya öncülük edeceğini umuyoruz.
 
Ve elbette sosyalist hareketimizin tarihindeki büyük dayanışma örneklerini de hatırlıyoruz. Bu dayanışma hareketinin tanıkları hala yaşıyor. Filistin’de İsrail saldırganlığına karşı silah elde savaşanların bir kısmı Filistin topraklarında can verdi. Bora Gözen ve arkadaşlarının bir Filistin kampında topluca katledildiği günü ben hala büyük bir öfkeyle hatırlıyorum. 68 kuşağının ve 78 kuşağının temsilcileri o topraklarda ayak izlerini bıraktılar. Şimdi yine dayanışma zamanı.
 
HDK bu dayanışma hareketinin doğal öncüsü olabilir.
 
Kürt silahlı mücadelesi, çok uzun bir zamandan beri, Türkiyeli kimi devrimci güçler için de “silahlı mücadele” yolunda yürüme imkanı demek oluyordu. Şimdi Kürt özgürlük hareketinin silahlı mücadeleden silahsız mücadele yoluna yönelmesi, kimi çevrelerde hayal kırıklığı yarattı. Bu anlaşılabilir bir duygu. Ama hayal kırıklığını, Kürt özgürlük hareketinin “devrimciliği” ile ilgili bir suçlamaya dönüştürmenin anlaşılabilir bir yanı yok.
 
Devrimci süreç Kürdistan’ın her bir parçasında farklı özellikler kazanarak gelişiyor. Ve bu devrimci süreç tüm Ortadoğu ve Kafkasya’yı etkiliyor. Bütün emperyalist devletlerin ve bütün bölgesel emperyalist devletlerin çıkarları bu bölgede düğümlendi ve bölgenin geleceğini belirleyecek olan biricik diri, örgütlü, bilinçli ve devrimci güç, bütün müttefikleriyle birlikte, Kürt özgürlük hareketi.
 
Kuzey’de başlayan barış sürecini “devrimcilikten uzaklaşma” sananlara, aynı hareketin Rojova’da devrime öncülük ettiğini hatırlatmak gerekir.  
 
Ve Rojava devrimi şimdi bizden dayanışma bekliyor.
 
İlaç istiyor, sağlık malzemesi istiyor, çocuk maması istiyor, doktor, ebe, hemşire, mühendis istiyor…
 
Kürt halkı kendi kardeşlerine nasıl yardım edeceğini biliyor. Eğer Kuzey’de halk kanlı savaşın ve polis baskısının yükünden kurtulursa, Rojava devrimine görülmemiş bir destek sunmayı başaracaktır. Ama sorun Fırat’ın Batısında. Dayanışmanın uluslararasılaşmasının ilk adımı, Fırat’ın Batısında dayanışmanın örgütlenmesi, kitleselleşmesi ve nitelikçe mükemmel bir düzeye gelmesidir.
 
Rojava öyle tahkim edilmeli, onunla öyle büyük bir dayanışma örgütlenmeli, bu dayanışmaya toplumun bütün kesimlerinden öyle geniş bir kesim katılmalı ki, yarın Türk devleti, Rojava devrimini ezmek için, “göçmenleri” bahane ederek bu bölgeyi “tampon bölge” adı altında işgal edemesin.
 
Örneğin doktorlar, dönerli bir şekilde, ellişer kişilik gruplar halinde “yıllık izinlerini” Rojava hastanelerinde kullanmak üzere alabilir ve onlarla birlikte aynı şekilde sağlık emekçileri Rojava’da hastaların, bakıma muhtaç çocukların ve yaşlıların, yaralıların yardımına koşabilir. Eczacılar, grup grup, ikişer günlük ciroları kadar ilacı ve sağlık malzemesini Rojava halkına gönderebilir. TTB ve Eczacılar Odası bu dayanışmayı kolayca örgütleyebilir.
 
Rojava’da savaşın yıkıntılarını onarmak, özellikle Halep gibi büyük kentlerden Rojava şehirlerine akan göçmenlerin barınmasını sağlamak için, TMMOB, doktorlarla ilgili önerilen yöntemle gruplar halinde mühendisi ve mimarı Rojava’ya gönderebilir. Rojava'da petrol var; petrol mühendisleri orada işe yarar.  Onlar orada sivil halkın örgütlenmesiyle muazzam bir üretim ve inşahamlesini başlatabilir. Makine mühendisleri yeni atölyelerin kurulmasında rol oynayabilir. Rojava için ekonomik kalkınma sorunlarının halkçı çözümüne katkıda bulunabilir.
 
Hiç kuşkusuz, Rojava için “sermaye” kıtlığı açık bir gerçektir. Bu nasıl karşılanacak?
 
Biz şu anda bütün inşaat şirketlerinin, tıpkı savaş sonrası Irak’ta ve Güney Kürdistan’da olduğu gibi, büyük bir iştahla Suriye’nin yıkılmasından sonra gelecek olan “barışı” beklediğini biliyoruz. Onlar dişlerini biliyor, tırnaklarını sivriltiyorlar. Yüzlerce milyarlık bir pazardan kapacakları payları düşündükçe ağızlarının suyu akıyor ve doymak bilmeyen mideleri gurulduyor.
 
Bütün sivil toplum örgütleri, bunların kapısına dayanabilir: Gelecekte kazanmayı düşündükleri milyarların bir kısmını, Rojava devrimine demir, çelik, çimento, makine,  torna, tesviye tezgahı, kereste,  olarak verme konusunda onları ikna edebilir. Tüccardır, “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” diye düşünebilir. Denemekte fayda vardır.
 
Elbette bütün bu dayanışma sürecinin politik hedefi, AKP İktidarının Rojava devrimini “tanımasını” sağlamaktır. Devrimi savunmak, korumak, güvence altına almaktır.
 
Ve bu devrimin silahlı tehdit altında olduğunu düşünürsek, belki şu bile akla gelebilir: YPG ihtiyaç duyduğunda, evet ancak o ihtiyaç duyduğunda ve “silah başına” çağrısı yaptığında, Türkiyeli devrimci örgütler vaktiyle Denizlerin, Boraların, 78’lilerin yolundan yürümeye ve sınırı aşıp, devrime katılmaya hazır olabilmeli…Rojava devrimi, dünya çapında bir karşı devrimciler “kara enternasyonalinin” tehdidi altındadır, bunu unutmak olmaz.  Rojava devrimini uluslar arasılaştırmanın ilk adımını Türkiye devrimci güçleri atmalı.
 
Ne demişti Che Guevara: “Devrim yapmayana sosyalist denmez…” Ve devrimci, dünyanın neresinde kendisine ihtiyaç duyulursa, orada devrime katılan insan demektir.
 
Rojava devrimi hayallerimizi kamçılıyor.
 
Kuzeyin barışı Rojava devrimini güçlendiriyor; Rojava devriminin güçlenmesi ise Kuzey’de barışı güvenceye alıyor.
 
O halde Kuzey’de barışı, Rojava’da devrimi desteklemek devrimcinin görevi oluyor.