Roma günleri ve zorunlu çıkış - IX

Kürt halkı, 66 gün süren komplonun Roma durağında Abdullah Öcalan etrafında kenetlendi. ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ şiarıyla şehitler verildi. Kürt Halk Önderi, şöyle diyordu: “Benim pasaportum yok, çünkü yenilmemişim; yenilmemiş olmam suç sayılıyor.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İtalya’da olduğu günlerde bütün Kürtlerin gözü bu ülkeye çevrilmişti. Tüm Avrupa’dan İtalya’ya varan Kürtler ile dostları, onu yalnız bırakmamak için ilk gittiği hastanenin önündeki Celio Meydanı’na akın ediyordu. Daha sonra adı “Piazza Kurdistan” olarak değiştirilecek bu meydanda sabahlayan Kürtler her sabah, Abdullah Öcalan’ın o hastanede olduğunu varsayarak, “Roj baş serokê min” diyerek uyanıyorlardı.

Bu arada 9 Ekim’de start alan komplo, devrimci ve yurtseverlerde büyük öfkeye neden olmuş, başta Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki cezaevlerinde olmak üzere, dünyanın birçok merkezinde çok sayıda Kürt “Güneşimizi Karartamazsınız!” diyerek bedenini ateşe veriyordu. Öcalan’ın etrafındaki ilk ateşi 9 Ekim gecesi, Maraş’ta tutsak olan M. Halit Oral yapmıştı. Mardin’in Ömerli ilçesinde 1971’de dünyaya gelen ve çocukluğu Çukurova’da geçen bu Kürt devrimcisi, genç yaşta gerilla saflarına katılmaya hazırlanırken Türk devlet güçlerine esir düşmüştü.

M. Halit Oral, arkasında Öcalan’a hitaben kaleme aldığı mektubunda şöyle diyordu: “Kuşkusuz eylemim TC'ye geri adım attırmayacaktır ama şunu çok iyi görecekler ki; size gelecek en ufak bir zararda, tüm halkımız dünyayı başlarına zindan edecektir. Çünkü eğer bugün, bu dünyada bizden bahsediliyorsa tamamıyla sizin büyük emek ve çabalarınızın bir sonucudur.”

Bartın’daki zindanda 18 Ekim 1998'de Murat Kaya; Amasya’daki zindanda 19 Ekim 1998'de Mehmet Gül ile süren kendini yakma eylemleri, Öcalan’ın Roma günlerinde artık sadece PKK kadrolarınca değil, genci-yaşlısı demeden Kürt yurtseverlerince de gerçekleştiriliyordu.

‘KENDİNİZİ YAKMAYIN’ ÇAĞRISI

Kürt Halk Önderi’nin Roma’da göz hapsinde tutulduğu günlerde ise Remzi Akkuş (Jêhat) ile Ahmet Yıldırım (Tayhan) isimli PKK’li devrimciler, 17 Kasım 1998 günü Rusya’nın başkenti Moskova'da parlamento önünde, dondurucu gece soğuğunun altında “Bijî Serok Apo” sloganı atarak bedenlerini ateşe verdiler. Kendi yakma eylemlerinin her geçen gün artması, Kürt Halk Önderi’nin müdahalesiyle karşılaştı. Öcalan, 19 Kasım günü şu açıklamayı yapacaktı: “Bize gösterilen büyük bağlılık ve sunulan destek hiç kuşkusuz mevcut durum netleşene kadar sürecektir. Çünkü söz konusu olan bizim şahsımızda kişi değil özgür geleceğimiz, ulus olarak kaderimizdir. Mücadelemizi kesintisiz sürdürürken, teröre maruz kalmış bir halk olarak teröre karşı duracağız. Ancak direnişimizde bizi çok ciddi bir şekilde zorlayan eylemlere de girmeyeceğiz.

Son günlerde kendini yakma eylemleri sürdürülüyor, en son cezaevlerinde 8, Rusya'da iki, Almanya'da bir ve bugün de Roma'da çok değerli bir arkadaşımız kendi bedenini ateşe verdi. Özellikle halkımıza her türlü sıcaklığı gösteren Roma'da yapılan bu eylem nedeniyle, tekrar çağrıda bulunuyor, kendini yakma şeklinde yaşamına son veren eylemlere kesinlikle ve derhal son verilmesini istiyorum.

Bize bağlılığı ve yiğitliği tüm benliğimle selamlıyorum ama bize gerçekten bağlı olanların bundan sonra, böyle kendini yakma biçimindeki eylemlere kesinlikle başvurmaması gerektiğini, bu eylemlere derhal son verilmesini bir talimat olarak belirtiyorum. Ben her bakımdan iyiyim, sizlerin kararlılığı bizi daha da coşkulandırıyor ve özgürlüğün yakınlığını müjdeliyor. Bu temelde bizi üzen bu kendi yaşamına son verme yönelimlerinin tamamen son bulması inancıyla hepinizi tüm içtenliğimle selamlıyor ve sevgilerimi sunuyorum.”

ULUSLARARASI KONFERANS VEYA MAHKEME BEKLENTİSİ

Öcalan’ın bu çağrısına rağmen Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tarihine “Güneşimizi Karartamazsınız!” olarak geçecek kendini yakmalar uzun bir zaman aralığına yayılarak sürecekti. Kürtler, önderlerinin can güvenliğinin garantiye alınması ve İtalya’da kabul edilmesi için de meydanlardaydı. Roma’dan Londra’ya, Amsterdam’dan Atina’ya, Berlin’den Stockholm’e, Süleymaniye’den Tahran’a geniş bir coğrafyada bütün başkentlerde ve onlarca kentte gösteriler ile açlık grevleri gerçekleşiyordu.

ROMA KONUŞMALARI

Kürt Halk Önderi ise İtalya’ya ayak bastıktan hemen sonra yaptığı ilk açıklamada “Barışçıl bir sürece girmek istiyoruz ve bu sorunun politik çözümü çok acildir" demişti. Öcalan, 12 Kasım 1998’i takip eden günlerde de Kürt sorununun çözümü konusunda tarihi çağrılar ile açıklamalarda bulunacaktı. Daha sonraki yıllarda “Roma Konuşmaları” adıyla kitap haline getirilen o konuşmalar, sadece MED TV ve Özgür Politika gazetesi gibi Kürt medyasında yer almıyor, aynı zamanda dünyanın önde gelen medya kuruluşlarına da uzun röportajlar veriliyordu. Öcalan’ın her demeci ve röportajı Avrupa’nın gündemine oturuyordu.

Kürt Halk Önderi,1998’in son günlerinde Reuters haber ajansına verdiği röportaj da Avrupa medyasının manşetlerine taşındı: “Adil, tarafsız bir ülkede yargılanmaya hazırım. Avusturya'dan tutalım herhangi bir Avrupa ülkesinde olabilir. Kimi Hollanda, kimi İspanya diyor; benim için bunlar ikinci planda kalıyor.”

Kürdistan’da yaşanan savaş suçlarının ele alınacağı, hem Kürt sorunun çözümünün kapısını aralayacak hem de Öcalan’ın durumunu netliğe kavuşturacak bir konferans veya uluslararası mahkemenin hazırlıklarının Avrupa başkentlerinde yapıldığı o günlerde ABD yönetimi, komplonun gidişatına “ayar vermek” için yeniden devreye girdi.

ABD BAŞKANI DA DEVREDE

ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 21 Kasım 1998 günü Kürt Halk Önderi’nin hiçbir ülkeye kabul edilmemesi ve sözüm ona işlediği suçlardan yargılanması için Strobe Talbott isimli vekilini Roma’ya gönderdi. ABD’nin baskısı karşısında Roma yönetimi, Abdullah Öcalan’ın eski sömürgeleri olan Libya’ya gönderilmesini önerdi. ABD’liler ise o yıllarda Kaddafi’nin iktidarda olduğu Libya’nın “denetim dışı ülke” olduğunu belirtiyor, işaret olarak da Almanya ve Türkiye’yi gösteriyordu. Ancak 27 Kasım günü dönemin Almanya Başbakanı Schröder “Öcalan’ı istemiyoruz” diyecek, İtalya’nın elindeki seçenekler gittikçe azalacaktı.

D'Alema, 2003’te kendisiyle yapılan bir söyleşide Beyaz Saray’ın bizzat devreye girdiğini şu sözlerle anlatacaktı: “Türkiye sürekli nota üzerine nota gönderiyor, biz ise çözüm çareleri arıyorduk. Devreye o dönemin ABD Başkanı Bill Clinton girdi. Bana telefon etti. ‘Öcalan bir teröristtir. Türkiye’ye iade edin’ isteğinde bulundu. Ben de kendisine bunun imkanı olmayacağını, geçmişte idam cezası var diye ABD’nin istediği bir kişiyi onlara iade etmediğimizi anımsattım. Sanırım tatmin olmamıştı.”

‘BEN KAYBETSEM BİLE SİZ KAZANMIŞSINIZ’

Komplocu güçlerin D'Alema hükümetine baskısını gittikçe artırdığını fark eden ve yaşananları 9 Ekim’in devamı olarak gören Kürt Halk Önderi, 25 Aralık 1998 günü şu açıklamayı yaptı: “9 Ekim komplosunda MED TV karartıldı. O gün ben daha havadaydım, uçaktaydım ama karartıldı. Bu karartılma sahnesi de bu işin ne kadar planlı olduğunu gösterir. Benim bütün dünyada İnterpol tarafından aranmam 9 Ekim tarihini taşır. Bir günde bütün dünyaya bunu göndermeleri dünya gericiliğinin nasıl bize karşı çalıştırıldığını gösteriyor. Bugünkü durumu anlamak için bu belgeler bence yeterlidir.

Primakov'un içine girdiği tutum, yine Simitis'in içine girdiği tutum işin ne kadar tek merkezli yürütüldüğünü göstermek için yeterlidir. Sayın D'Alema belki demokratlığın gereği bir iki adım atmak istemiştir ama kısa süre sonra biraz zorlanarak, susturularak ne duruma getirilmek istendiği bellidir. Dayatılan en az bir dünya savaşı kadar geliştirilmek istenilen bir terör sürecinin durdurulması konusunda benim takındığım tavır ile ilgilidir. Birçok gazetenin dikkatini de çekmiştir. Neden böyle büyük yankılara yol açtı? ‘Bir barış bombası gibi yağıyorsun’ diyorlar. Ardındaki terörle ilgili bir olaydır bu.

Şimdi bunlar karanlıkta savaşıyorlar, planları gizlidir ve ısrarla sürdürmek istiyorlar. Bu barış hareketini daha da sürdüreceğim. Aslında Avrupa için bu belki uygun olur. Avrupa'nın çıkarı barıştadır demiştim, onu açıklıkla anlatmak istedim ama meseleyi yanlış yöne kanalize etmeye çalışıyorlar. Yılbaşından sonra güya bir şeyler yapacaklar ama yılbaşından önce neler olmaz, neler olur. Sayın Mitterrand kıyamet koparıyor; ‘Kocamın kemikleri sızlıyor AB uğruna, politik iradesi uğruna.’ Kim dinler onu! Böyle tuhaf tuhaf durumlar ortada.

Diğer yandan bu füzeler, bombalar yağdırılır, daha da yağdırılacak. Bizim bu barış adımı uygun bir adımdı. En azından Avrupa'ya göstermemiz bence gereklidir, ısrarla göstermek gerekli. Almanya, ‘Yılbaşından sonra düzenleyeceğim’ diyor. Füzeler insanları vuruyor, bunun yılbaşıyla ne alakası var? Bunun onurlu bir kararla gereğinin yerine getirilmeye ihtiyacı vardır. İşi bu kadar şirazesinden çıkarmamak gerekiyor. Kalsam belki barış için bir katkı olurdu. Ben bunun için Avrupa'da kalmak istiyordum ve bunu bazı dostlar istiyor.

Barışta ısrarlı olacağım. Barış anlamlıdır. Aslında herkeste biraz bunun somut anlamını bilerek çaba harcama azmi var. Türkiye'de şovenizm tırmandırıldı, adeta yamyamlık felsefesi hayata geçirildi. Bunun nedeni bu savaşa karar verenlerin duyduğu korkudur. Anormal derecede Türkiye'de şovenizmin körüklenmesi var. Bunun nedeni Türkiye içindeki cehennemin yarattığı korkudur. Bazıları karanlıkta iş yapmayı sever. Türkiye'de malum bu savaş çetesi, rant çetesi çok açık yapıyor bu işleri ve yapacak başka işleri de yok. Türkiye halkının bunu çok iyi bilmesi gerekiyor. Kürt halkına bu vesileyle şunu demek istiyorum: Ben kaybetsem bile siz kazanmışsınız. Ama bu kazanmayı realize etmeniz için biraz akıllı olmanız, biraz doğru çalışmayı bilmeniz gerekiyor.”

YENİ BİR ÇIKIŞ YAPMAYA ZORLUYORDU

Kürt Halk Önderi’nin bu tarihi çıkışlarına rağmen komployu tertipleyen küresel güçler önlerine koydukları hedeften sapmak istemiyordu. O günlerde Abdullah Öcalan Roma merkezine 20 km uzaklıktaki Ostia ve Casaltalocco arasında bulunan, Via Del Male Sokağı’nda adı “Villettta Color Ocro” (Kiremit Renkli Villa) adlı müstakil bir evde, İtalyan özel güvenlik birliklerinin sıkı koruması altındaydı. Eve girip-çıkanlar teker teker kontrol edilirken, sokak polis barikatıyla kapatılırken, çatılarda keskin nişancılar sürekli nöbet tutuyordu. Hatta Abdullah Öcalan evin içinde bile çoğu zaman çelik yelekle gezmek zorunda kalıyordu. Ne de olsa İtalya bir zamanlar Gladio’nun merkezi olan ülkedeydi.

Bir yandan Avrupa ülkeleri tarafından yalnız bırakılan D'Alema hükümetinin sıkışmışlığı, diğer yandan da bu psikolojik baskı Öcalan’ın yeni yılının ilk günlerinde yeni bir çıkış yapmaya zorluyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, daha sonra Roma hükümetinin yaklaşımını şöyle ifade edecekti: “Dönemin Başbakanı Massimo D’Alema’nın tavrı dürüst ama yetersizdi. Siyasi güvenceyi tam verememişti. Durumumuzu yargıya terk etti. Buna öfkelenmiştim. İlk fırsatta İtalya’dan çıkma kararlılığındaydım. D’Alema son demecinde, İtalya’da dilediğim kadar kalabileceğimi belirtmişti ama bu bana zoraki bir tavır gibi geldi.”

Bir başka ülke seçeneği için hem İtalya’nın hem de Kürtlerin diplomasi birimlerinin girişimleri teker teker sonuçsuz kalıyordu. Fransa, Finlandiya, Avusturya, Yunanistan, Çekya, Güney Afrika ve Norveç sırayla Öcalan’ı istemediklerini bildiriyorlardı. Hatta Finlandiyalı yetkililer “Almanya ve Fransa onaylarsa Öcalan ülkemize gelebilir” derken, Kürt Halk Önderi’nin Nelson Mandela ve Desmond Tutu’ya yazdığı mektuplarından ardından Güney Afrika kapıyı açık bırakmış, ancak İngiltere Başbakanı Tony Blair’in o günlerde bu ülkeye yapacağı ziyaret öncesi küresel güçleri kızdırmak istemediği için son anda vazgeçmişti.

Sınır kapıları ile hava sahalarının kendisine teker teker kapatılmasını gören ve sığınma başvurusuna yanıt verilmeyen Abdullah Öcalan ise 7 Aralık 1998 günü Özgür Politika gazetesinde yayınlanan röportajında bu durum için şunları söyleyecekti: “Benim ulusal-demokratik insan hakları mücadelem biliniyor. Avrupa'ya gelen Kürtlere siyasi sığınma hakkı veriliyor, söz konusu ben olunca politik kaygılar öne çıkıyor. Bu gelişmelere, yani Kürtlerin politik statü almasına neden olan benim. Burada ilginç bir paradoksa dikkat çekmek için söylüyorum. Diğer bütün Kürt liderlerinin birer pasaportları var, ama benim yok. Çünkü yenilmemişim, yenilmemiş olmam suç sayılıyor. Umarım hukuk bunu görür ve yakında kararını bu şartlar içinde verir. Başı gitsin, gövdesini pay edelim gibi bir yaklaşım barbarca bir yaklaşımdır. İtalya yargısız infaz olayına düşmeyecektir, -buna düşmemeli.”

Yarın: Gladio uçağı