Saadet Dersim mücadele hayatını kaleme alıyor

Saadet Dersim mücadele hayatını kaleme alıyor

O’nu Kürdistan dağlarında “kokum” olarak tanıdık. Kokum Kırmançki dilinde “yaşlı” anlamına geliyor. Aslında Kokum’a baktığımızda yaşlı bir kadın değil de yaşam dolu canlı bir gerilla görüyoruz. 1987 yılından beri Kürdistan dağlarında savaşan Saadet’in Kokum’luğu savaş içinde geçen uzun bir ömürden geliyor. Saadet Ferhat Dersim bu uzun soluklu mücadele günlerini paylaşmak amacıyla bir kitap çalışmasının hazırlıklarını yapıyor.

Saadet; Dersim’in Pülümür ilçesine bağlı Altın Hüseyin köyünde doğar. Resmi adı böyle. Fakat halk resmi isimleri hiç kullanmaz, kendi aralarındaki adıyla “Dewa Ermeni” derler. Yani “Ermeni köyü” anlamındaymış doğduğu yer. Saadet, köyüne olan sevgisini ve özlemini “Şehirlerin ele geçirilmiş, o hazin ve yapay ışıklarla maskelenmeye çalışılan solgun duruşuna karşın bizim köy asi, özgür ve başı dumanlarla kaplı dağların yamacında, her an başını alıp gidecekmiş gibi dururdu”  diye anlatıyor.

AİLEDE HERKESİN BİR ÖRGÜTÜ VARDI

Saadet’in ailesi köyde hatırı sayılan ailelerdendir. Bunda ailesinin Rayver geleneğinden gelmesinin etkisi büyüktür. Rayverlik, Alevilikte rehberlik makamıdır.

Köyde okul olmadığı için okula gidemeyen Saadet’in 10 kardeşi vardır. Ablaları ve ağabeyleri ise şehirde okur. Saadet Ferhat Dersim o günleri şöyle anlatıyor: “Kendimi bildim bileli ailem devrimcilerle ilişkileniyordu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Mahir Çayanlar’ın kitapları olurdu evimizde. Kardeşlerimin çoğu Türk sol örgütlerinin sempatizanıydı. Evde herkesin ayrı bir örgütü vardı. Bunlar evimizde bazen fraksiyon kavgalarına yol açardı. Bazen karşı karşıya gelir ve birbirlerini eleştirip dururlardı. ‘Sizin örgüt böyle, bizimki böyle’,  tartışmaları olurdu.”

Saadet’in yüz hatları yaşadığı her bir yılın izlerini taşıyor ve bu izler bir başka anlamlar yüklüyor gözlerine. Bunun yanında yüreğindeki canlılık da bizi kendisine hayran bırakıyor. Biz hayranlıkla yaşadıklarını dinlerken, Saadet’in bize hitabında “cigeramin” demesi dikkatimizden kaçmıyor.  “Cigeramin” hitabı Dersim yöresinde çok kullanılırmış. Saadet, “cigeramin” deyip tekrardan canlı bir tempoyla anlatıyor kendisini.

PKK İLE TANIŞMA

Saadet, Nazimiye’nin Dizik köyünde 1981 yılında şehit düşen Azime Demirtaş adlı kadın gerilladan etkilenerek PKK katılmaya karar verir.  1987 yılında hayatını baştan aşağı değiştiren bu kararı verdiğinde “O insanların sadece kendisinin değil tüm Kürtlerin yaşamında bir dönüm noktası olduğunu” o zamanlar bilmez.

“Kürtçülerden bir kadın bir hafta çatışmış son mermisine kadar düşmana direnmiş, silahını ele geçmesin diye kırıp attıktan sonra bombayı kendinde patlatmıştı. Türk ordusuna karşı bu kadının mücadelesi dilden dile dolaşıyordu. Beseler, Zarifeler nasıl anlatılıyorsa, o da öyle efsaneleştirilmişti. Bu anlatılanlar beni etkiliyor, gizemli ve olağanüstü geliyordu.

1985 yılında da artık açıkça PKK’lilerin yakınlarımızda olduğunu anlıyorduk. İlk önce kimse PKK demiyordu. “Kürtçüler” veya “Talebeler” denirdi onlar için. “Bunlar farklıdır” deniyordu. Bu farktan neyi kastettiklerini o zaman anlamıyordum. Ama herkes şunu söylüyordu: “Onlar farklılar!..”

1987 yılında hayatımı baştan aşağı değiştiren kararı vererek PKK saflarına katılmaya karar verdim. O insanların sadece benim değil tüm Kürtlerin yaşamında bir dönüm noktası olduğunu o zaman nereden bilebilirdim?”

ÇOBANLIKTAN KOMUTANLIĞA

Saadet, çok küçük yaşlarda dağın yolunu tutar. İlk kadın ordulaşmasından Çelik operasyonuna kadar birçok tarihi süreçleri birebir yaşar. Dersim’den Botan’a, Zagroslar’dan Haftanin’e kadar Kürdistan’ın birçok yerinde mücadele verir.

“Ben PKK’ye katılırken daha çok küçüktüm, köyümden başka hiçbir yer görmemiştim.  Köyde gidiklere (keçi yavrusu) çobanlık yapıyordum. Türkçe tek kelime bilmiyordum. Benim bildiğim bir tek dil vardı; o da Zazaca’ydı” diye anlatıyor Saadet.

Kendinden oldukça emin bir duruşla konuşurken yaşadığı olayların en küçük bir ayrıntısını dahi atlamadan sohbetine devam ediyor: “Gidiklerimi çok seviyordum her birinin bir ismi vardı. Hengur, Yıldız… Benim de ailem gibi bütün dünyam koyunlar ve gidiklerimdi. PKK’yle tanışana kadar.”

Saadet konuşurken anlatımlarına göre yüzündeki ifadeler değişiyor. Hafiften gülümsüyor, “Kim bilebilirdi ki Saadet bu kadar uzun yıllar yaşayacak ve okuma yazması olmadığı halde bir de kitap yazacak. Hiç kimse böyle bir şey düşünmezdi! Ama PKK’ de bu mümkün.”

MUNZURLARDA GERİLLACILIK

Saadet dağa geldikten iki hafta sonra gerillacılığının ilk süreçlerini onunla paylaşan tek kadın gerilla Nafiye Öz’den (Fatma) okuma-yazma öğrenir. 15 gün içerisinde ARGK, ERNK, PKK ve arkadaşların isimlerini yazmayı ve kısa kelimeleri okumayı öğrenir.

Saadet’in PKK’ye katıldığı yıllarda imkanlar kısıtlıdır, koşullar daha zordur.  Saadet, gerillanın o eski zorlu süreçlerini anlatırken bir ara veriyor, o günlere geri döndüğü anlaşılan bir ses tonuyla sürdürüyor konuşmasını: “O zamanlar maddi olarak çok zorlanıyorduk. Silahlarımız yoktu. Ayakkabılarımız siyah lastikti. Çorap ve giyecek elbise bulmak çok zordu. Ama bir şeylerin yokluğu ve zorluğu bizde daha güçlü bir bağlılık ve birbirini düşünme kadar, yaratıcılığı da geliştiriyordu.”

Doğup büyüdüğü topraklarda 3 yıl gerillacılık yapan daha sonra Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın Dersim’deki bütün kadın gerillaları eğitime çağırması üzerine Lübnan’a eğitim kampına gider. Orada devrimin sınırlarının büyüklüğünü ve ortaya çıkan ideolojik gücü görünce “şaşkınlığa düştüm” diyor. Özellikle de Öcalan’ın kadın konusundaki duyarlılığı ve çabasından çok etkilenir.

BİZİM ÇOCUKLARIN HİKAYESİ

Saadet kendini anlatmaktan çok, yaşadığı uzun ve zorlu yıllara tanıklık etmek ve bu mücadelede emek harcayan, hayatını ortaya koyan kahramanları anlatmak istediğini söylüyor. Kitap fikri böyle doğmuş. O nedenle kitabına “Venge Domane ma”, Türkçesiyle “Bizim Çocuklar” adını koymak istiyor. “Bizim çocuklar”a dair sözü Saadet alıyor: “Devletin zulmüne karşı savaşana, devrimcilere “domanê ma” derler Dersim’de. Gizli bir sırrı birbirine fısıldar gibi bu sözcükler fısıldanır kulaktan kulağa. Devrimcilerin ikinci adı “bizim çocuklar” anlamındaki “domanê ma”dır. Sıcacık, sarmalayan, sahiplenen bir kelimedir bu. Kendisini tüm Kürdistan’dan biraz farklı gören ve “biz” aidiyeti içine kolay kolay kimseyi kabul etmeyen Dersimliler dağların firari çocuklarına “bizim çocuklar” derler.

Onların varlıkları Dersim’de bir efsane gibi dolaşmaya başladığında biz onlara “domanê ma” diyerek sarıldık. Onların yarattıkları o büyük umuda sarıldık. Geçtikleri yollara, gölgelerine, bıraktıkları izlere ve kendilerini bizler için feda ettiklerinde cansız bedenlerine sarıldık onların. Onlar, “bizim çocuklar” korku içinde, ürkek bir dille ve ağıtlar eşliğinde birbirimize fısıldadığımız gerçekleri haykırmak ve varoluşumuz adına direnmek için o kutsal yolu gösterdiler bize… İşte katılmama yol açan asıl şey bu.”

Ve devam ediyor Saadet:

“Hiçbir hayat yalnızca tek bir kişiye ait değildir. O hayatı kuşatan tüm tarih, evren ve toplum kişiyi belirleyen, yaratan, oluşturan gerçeklerdir. Bu nedenle kişisel tarihim gibi bir tanımı pek doğru bulmuyorum. Bu kitabı yazarken karşı karşıya kaldığım tercihlerin hepsinin sonunda beni bir devrimin, bu devrim için fedakârca çalışan, kendini feda eden insanların anlatılmasına götürdüğünü gördüm. Kendimi anlatmaktansa onların yaşamına şahitlik ettiğim döneminin anlatımını esas aldım.

Ben, ben olmaktan çok onlar olduğumu fark ettiğimde onları yazmak, kelimelerin ruhuna onlardan izler katarak kendi dünyamı ve en değerli yanlarımı paylaşmak bir zorunluluk oldu.”

Saadet bizi şaşırtan bir akıcılık ve güzellikle anlatıyor arkadaşlarını. Öyle ki gözümüzün önünde canlanıyor hepsi. O konuşurken biz hiç araya girmiyoruz. Kendisi yere bakarak kısa aralar veriyor sadece. Sesi biraz çatallanıyor sonra:

“Onları unutturmamak asıl amacım. Onlar vardılar ve yaşıyorlardı. Hem de hayata nispet yaparcasına, en güzel şekilde, anlam vererek ve ama her an ondan vazgeçmeye de hazır olarak yaşıyorlardı kısa ömürlerinin her anını. Onlar en çok sevenler, bağlı olanlar, en güzel olanlar… Hepimizden önce gittiler. Çünkü hep en öndeydiler. En ağır çatışmalarda onlar siper ettiler kendilerini. Onlar kendilerini değil yanındakileri düşündüler hep. PKK ruhu buydu ve onlar bu ruhu yaşatanlardı. Onları unutmamak kadar unutturmamak, hafızalarımızı ve düşlerimizi diri tutan o insanları tanıtmak en büyük arzum. Yeterli olacak mı? Elbette ki olmayacağını biliyorum çünkü benim gözlerim, yüreğim ne kadarını görüp taşıyabilir ki nihayetinde…”

Hüzünlü bir tebessüm yayılıyor yüzüne ve gözlerinde çok uzaklardan, geçmişten gelip oturmuş bir ağırlık…

Saadet’le sohbetlerimiz anıları üzerinden devam ediyor. Ama siz onları öğrenmek için kitabının çıkmasını bekleyeceksiniz.