Sancar: Gare'de yaşananların sorumlusu iktidardır

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Gare'de asker ve polislerin ölümünden AKP-MHP iktidarının sorumlu olduğunu belirtti. Aileler ve HDP'nin dinlenmediğini vurgulayan Sancar, "İktidar suçunu örtmek için HDP'yi günah keçisi yapıyor" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin grup toplantısında konuştu. İlk olarak Türk ordusunun Gare bölgesine yönelik operasyonunda asker, polis ve MİT mensubu 13 kişinin ölmesine değinen Sancar, şöyle dedi:
"Uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir. Şimdi ihtiyacımız olan şey hakikattir. Ölümlerin nasıl meydana geldiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktır. Bu bir infaz mıdır, yoksa ölümler bombardıman sonucu olarak mı gerçekleşmiştir? Ya da başka türlü meydana gelmişse o ölümler, bu başka türlü nedir? Şunu peşinen söyleyeyim: Ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu durumu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. Biz bunu açıkça kınıyoruz. Ama kınamak yetmez değerli arkadaşlar hakikate ihtiyacımız var. Eğer hakikati ortaya çıkaramazsak ne adaleti ne de barışı sağlayabiliriz. Hakikatin ve sorumluların tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması lazım.

 DEVLETİN KATLİAMLARINA DİKKAT ÇEKTİ

Neden hakikati istiyoruz? Çünkü bakanların ve hükümetin dediklerine kayıtsız, şartsız, itirazsız inanmamız beklenemez. Yakın tarihimize bakalım, şu 40 yıllık tarihe bakalım, sadece 2-3 örnek vermem yeterli olur. Bu örnekleri de özellikle mahkeme kararlarına geçenlerden seçtim, ayrıca bütün çıplaklığıyla ortada duran örneklerden. Bunlardan biri Kuşkonar ve Koçağalı katliamıdır. 1994 yılında gerçekleşmiştir savaş uçakları tarafından bombalanan köylerde 38 kişi hayatını kaybetmiştir. O zamanlar hükümetin ve bakanların neler söylediklerini hatırlatmayacağım gerek yok. Bugünden dönüp baktığımızda acı bir trajedinin sorumsuz ve yüzsüz ifadeleriyle karşılaştığımızı çok daha açık görebiliriz. Bunu ben söylemiyorum sadece, bunu Anayasa Mahkemesi (AYM) de söylüyor. AYM yakın zamanda bu olayla ilgili karar verdi ve devleti bu olaydan sorumlu tuttu. Yani bu katliam gerçekleştiğinde hükümetin ve bakanların söylediklerinin gerçeği yansıtmadığı AYM kararıyla sabit oldu.
Bir başka katliam var, Güçlükonak katliamı. 1996 yılında Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde 11 köylü bir minibüsün içinde kurşunlanıp yakılmıştı. Olayın ardından sorumluların neler söylediğini görmek isteyenler açıp kısa bir araştırma yapmakla yetinebilirler, hemen görecekler o zamanki tabloyu. Fakat hakikatin peşinde olanlar olayın aydınlatılması için mücadeleden vazgeçmediler bütün imkanları kullandılar ve en son AİHM’e kadar götürdüler bu katliam olayını. AİHM Türkiye’yi mahkum etti. Yani o zaman hükümetin ve sorumluların söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Bir acı olay daha Roboski katliamı, daha çok yakın. Hafızalarda tazedir. Katliamın ardından neler yazılıp çizildiğini, hükümetin, sorumluların, yetkilerin neler söylediklerini hatırlamak için kendimizi fazla zorlamaya gerek yok. Bugün ortaya çıkan gerçek çok çıplaktır. O insanlar savaş uçaklarından atılan bombalarla katledildi 34 insan ve bunların büyük bir kısmı çocuktu.

Bu gibi durumlarda eğer demokratik bir ülke iseniz hükümetin açıklamalarına kuşkuyla yaklaşma sorumluluğunuz ve mecburiyetiniz vardır. Toplumların ve insanların hakikati bilme hakkı, uluslararası hukukun tanıdığı önemli bir haktır. Bu hakikat ortaya çıkarılmadıkça, Türkiye'de bundan sonra yeni kırılmalar peşinden koşacak bir iktidarla karşıya karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Hakikatin peşine düşmezsek, iktidarın söylediklerini tek gerçek olarak kabul edersek, bunun üzerine başka operasyonlar bindireceklerdir. Bu operasyonlar toplumun tümünü rehin almaya yönelik olacaktır. Demokratik siyaseti bitirme amaçlı olacaktır. Demokrasi umudunu yok etme hedefini taşıyacaktır.

'HAKİKATİN PEŞİNDE OLACAĞIZ'

Hakikat ne olursa olsun, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun HDP’nin tavrı nettir. Böyle bir katliamı hem insanlık açısından hem uluslararası hukuk açısından kabul etmek söz konusu olamaz. Bunu açıkça kınıyoruz, ama hakikatin peşinde olmaya da devam edeceğiz. Hakikatin nasıl ortaya çıkarılacağına dair yöntemler de bellidir. Bunlar iç hukukta da yer alıyor ama iç hukukta yeterli kalmıyorsa bu usuller, uluslararası hukuk daha açık daha güvenilir daha etkili yollar öneriyor. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde bu usuller açıkça düzenleniyor. Ne yapılabilir? Bağımsız bir soruşturma komisyonu oluşturulabilir elbette. Öncelikle Türkiye’de adli makamların ve iktidarın bütün olguları yaşanan her şeyi kamuoyuna sunma yükümlülüğü var ve bu anayasal yükümlülük siyasi bir sorumluluktur, vicdani ve ahlaki bir görevdir. Bakalım bugün mecliste sunum yapacak olan bakanlar bu verileri paylaşabilecekler mi?

Öte yandan hayatını kaybedenlerin ölüm sebepleri ve şekillerini ortaya çıkarmanın en etkili yollarından biri de otopsi raporlarının ayrıntılı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmasıdır. Otopsinin usulüne göre yapılması elbette şarttır. Yine bu konuda uluslararası kurallar ve standartlar mevcuttur Türkiye’de adli makamların bu standartlara uygun bir soruşturma yapma yükümlülüğü var, fakat bu soruşturmalardan objektif sonuç çıkması konusunda haklı şüpheleri vardır. O nedenle diyoruz ki güvenilir, bağımsız, tarafsız mekanizmaların işletilmesi gerekiyor. Bunlar içinde dediğim gibi uluslararası hukuka kurallar kaideler olmuştur.

 'İKTİDAR SORUMLU'

İktidarın sorumluluğu elbette burada bitmez, iktidarın çok açık ve ağır bir siyasi sorumluluğu var, bu sorumluluk en az iki alanda söz konusudur. Bu iki alanda sorumluluk açık ve mutlak olarak iktidardadır. Bunlardan birincisi operasyonun yapılma şeklidir, ikincisi operasyon dışındaki seçeneklerin değerlendirilmemiş olmasıdır. Operasyonun amacı neydi, operasyon başlarken bu konuda kamuoyuna bilgi verilmedi fakat Cumhurbaşkanının dünkü konuşmalarından anlıyoruz ki amaç ve hedef alıkonmuş, bu görevlilerin kurtarılması olarak belirlenmiş. Şimdi bir askeri uzman havasından soruları sıralayacak değilim, dünden beri vicdanlı yazarların uzmanların ve siyasetçilerin bir kısmının arka arkaya sıraladığı sorular vardır. Bu sorular Meclis’e de ulaşmıştır. Farklı sorulardan, soru önergelerinden derleyebileceğimiz uzun bir liste vardır. Ben bütün bu soruları bir tek soruya sıkıştırabileceğimizi, orada toplayabileceğimizi düşünüyorum. Eğer amaç gerçekten alıkonulmuş ve bugün rahmette gitmiş bu görevlilerin kurtarılması idiyse operasyon bu şekilde mi yapılmalıydı? 41- 42 savaş uçağı günlerce bomba yağdırıyor, bu ortamda bu şartlarda bu insanların kurtarılması mümkün müydü?
Nitekim operasyonun başarısız olduğu, kendi amacı ve hedefi doğrultusunda başarısız olduğunu yine Cumhurbaşkanı açıkça söylüyor. Peki, bunun sorumluluğu yok mu? Sevgili halkımız, vicdanlı insanlar bu soru meşru bir soru değil midir? Bu soru haklı bir soru değil midir? O 13 insanın aileleri biraz sonra ayrıntıları aktaracağım aylar ve yıllardır sevdiklerine kavuşmak için her yolu denediler mektuplar yazdılar ailelerine çeşitli kuruluşlara devlet yetkililerine. Bu insanları sağ kurtarmak için başka yollar vardı. Hem de çok daha basit yollar. Amaç, insan hayatını kurtarmaksa bu yollar daha önce denenmiş ve bu çerçevede başarılı olmuş yöntemlerdi, bunlara başvurulabilirdi. Neden söz ediyorum, çeşitli kuruluşlarının insanın hakları örgütlerinin siyasi şahsiyetlerin ve partilerin bundan önceki yıllarda bu tür durumlar için yaptıkları girişimlerden ve ulaştıkları başarılı sonuçlardan bahsediyorum.
Başarının tek ölçütü vardır; o insanların sağ salim ailelerine kavuşmalarını sağlamak. Bu yoksa operasyona karar veren ve bunun icrasında görevli olan bütün yetkililer siyaseten açık bir şekilde sorumludurlar. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Topluma ve halka bu sorumluluk çerçevesinde hesap vermek zorundadırlar. Hiçbir merci bu sorumluluktan kaçmayı haklı gösterecek yollara başvurma hakkına sahip değildir bunu ne ailelerin acısı kaldırır ne de toplumun vicdanının kaldırır bir yeri vardır. Bu sorumluluk mutlaka hesap vermeyi gerektirir.
Bundan önce bu tür durumlarda neler yapıldı. Bazen örnekler sıralamak acıyı tazelemek anlamına da gelebilir ama şimdi yapacağımız sunumda bugün yaşadığımız bu karanlık ortamı bu kan ve ölüm ortamını sorgulamak için de bize çok değerli bir dayanak sunar. İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi 1990-2010 yılları arasını kapsayan PKK’nin alıkoyduğu kişilere ilişkin rapor hazırladı. 22 yıl içerisinde 335 kişinin alıkonulduğunu tespit etti. 335 kişinin tamamı biraz önce sözünü ettiğimiz girişimler sonucu ailelerine sağ salim kavuştular. 335 insanın hayatı. Sadece onların hayatı değildir söz konusu olan, bu ülkede toplum olma açısından ihtiyaç duyduğumuz hayata saygı ve vicdanlı duruşunda bir teyididir. Sorumluluk his eden kuruluşlar insanlar yıllar içerisinde bu girişimlere devam ettiler.

 'İKTİDAR AİLELERİ DİNLEMEDİ'

Çocuklarının serbest bırakılması için uğraşan didinen çabalayan aileler, 2015, 2016, 2019’da partimizi de ziyaret ettiler. Tam 4 kez ziyaretler gerçekleştirdiler. O zaman grup başkanvekillerimiz de ve diğer yetkili arkadaşlarımız da yaptıkları görüşmelerde çocuklarının serbest kalması için destek istediler her seferinde arkadaşlarımız bu konuda üzerlerine düşeni yapmaya hazır olduklarını tüm kamuoyunun önünde dile getirdiler. Ailelerle birlikte basının karşısına çıkıp konuştular fakat her seferinde son düğüme kadar gelinip ama o son düğüm bir türlü çözülemedi. Neydi o son düğüm? Hükümetin, iktidarın adım atmasıydı.  Beklenen buydu iktidardan ne bekleniyor diye soranlar lütfen bugün hayatta olmayan bu 13 insanın mektuplarına baksınlar. Bekledikleri neydi basit bir şeydi. İktidar burada bir adım atacaktı ve bu insanlar serbest kalacaktı. Ailelerine sevenlerine kavuşacaktı bu adım atılmadı. Bunun dışında bizler genel kurulda konuşmalar yaptık arkadaşlarımız bu insanların serbest kalması için meclis kürsüsünden bütün partilere hükümete ve kamuoyuna seslendiler. Basın toplantıları yaptı arkadaşlarımız ayrıca burada bireysel olarak sürekli çabalayan arkadaşlarımız da var, onları da anmak zorundayım, anmam gerekiyor. Milletvekili olmadan önce de insan hakları mücadelesi içerisinde yer alan sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu her daim bu ailelerle birlikte oldu. Şimdi iktidarın medyası ve trolleri onu hedef gösteriyorlar. Niye? Çünkü ne yapılabileceğini hayat için, ölüme karşı ne yapılabileceğini herkesin gözünün içine sokarak yaptı. İşte buna tahammülleri yok.

Sevgili Hüda Kaya, aynı şekilde bu çabaların içinde oldu. Burada oturan arkadaşlarımın hepsi öyle ama bu iki arkadaşımı özel olarak anmak istedim. Çünkü özel olarak bu iki arkadaşımıza yoğun saldırı içindeler. Saldırdıkları şey ölüme karşı hayat mücadelesinin savunulmasıdır. Partimize de saldırıyorlar, ona biraz sonra geleceğim. Soru önergeleri verdik. Araştırma önergeleri verdik, bu insanların serbest bırakılmasının sağlamanın yollarının Meclis’te bulunmasını istedik. Ama hep karşımıza o son düğüm çıktı. O son düğüm hayata atılmış bir düğümdü. İşte düğümü atan bu insanların sağ salim eve dönmelerini engelleyen en azından eve dönmelerini sağlayacak adımı atmayan iktidarın kendisidir. Bu sorumluluğu hiç kimse örtemez arkadaşlar. Bakın 2013 yılında çözüm sürecinde daha önce alıkonulmuş Kaymakam Kenan Erenoğlu vardı, 6 asker ve bir polis memuru ile birlikte yine partimizin girişimleri sonucu serbest bırakılmıştı.
Aslında şöyle bir geriye dönüp bakarsak, adı anılması gereken, adının anılmasını hak eden çok özel şahsiyetler de görürüz. Dönemin Refah Partisi milletvekili Fethullah Erbaş, o zaman şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı partide yer alıyordu, dağlara çıktı. Hayatını riske attı, linçlere maruz kaldı ama vazgeçmedi. Gitti ve alıkonmuş kişileri bizzat teslim alıp getirdi. Bu kadar basit. Başka zamanlarda başka ülkeler tarafından ve Türkiye tarafından da geçmişte ve başka durumlar için uygulanmış bu basit yöntem neden şimdi uygulanmadı? ‘Elimizden geleni yaptık’ diyor iktidarın yetkilileri. Ne yaptınız, bunu açıklayın. Bunu açıklamak zorundasınız, ne yaptınız? Çok daha uzun bilgiler verebilirim sevgili halkımız. Ama bu kadarının bile hakikatin çeşitli yönlerini görmek için yeterli olduğuna inanıyorum. Bu iktidar bu alanda sorumluluğunu yerine getirmedi. Ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu girişimleri yapmamış olmak en büyük siyasal sorumluluktur ve bu sorumluluk bu iktidardadır. Bu iktidar bu nedenle apaçık sorumludur.
Bunun hesabını vermek zorundadır. Tekrar söylüyorum bugün mecliste yapılacak oturumda bakalım bu konuda neler söyleyecekler. Bir iki örnek daha hatırlatırsak belki tabloyu biraz daha netleştiririz. Daha yeni korsanlar tarafından Türkiye vatandaşları alıkonuldu peki nasıl kurtarıldı bu insanlar operasyonla mı? Hayır. O insanların hayatlarını kurtarmak için fidye de ödemişlerse doğru yapmışlardır çünkü asıl olan hayattır. Hatırlayalım Musul Başkonsolosluğu'nun IŞİD tarafından basıldığı ve onlarca insanın rehin alındığı olayda nasıl kurtarıldı o insanlar görüşmeler yoluyla, görüşmelerin nasıl yapıldığı ne sözler verildiği bir tarafa onlar çok tartışıldı onlar konumuz değil ama görüşme yoluyla o insanların hayatını kurtarma kararı doğruydu. En son seçenek bu tür durumlarda bir tek insanın bile zarar görmesi şeklinde olamaz. Devletler yurttaşlarının yaşamlarından sorumludurlar.
6 sene önceydi, şimdiki Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan, o zaman çözüm dolayısıyla İmralı heyetinde olan Sırrı Süreyya Önder, Grup Başkanvekilimiz İdris Baluken bizzat Lice’de dağlara çıktılar ve yollar gittiler hiç bir risk asla düşünmediler, tereddüt etmediler ve o zaman alıkonmuş iki askeri bizzat kendileri alıp getirdiler. Bunu bir kez daha hatırlatmak istedim. İktidarın bize saldırılarına karşı savunma olarak değil, bu toplumun vicdanlı insanlarına hakikati göstermek için söylüyorum bunları. Ben bu ülkede vicdanlı insanların çoğunlukta olduğuna hep inanmışım. Şartlar politikalar o vicdanın sesinin gür çıkmasını önleyebilir ama o vicdan orada duruyor.

'SUÇUNU ÖRTMEK İÇİN BİZİ GÜNAH KEÇİSİ YAPIYOR'

Hiç polemik yapma niyetinde değilim. Ama şunun altını çizmem lazım: Gare’de bu kadar açık sorumluluğu olan bu iktidarın sorumluluğunun üstünü örtmek için partimizi günah keçisi olarak seçiyor. Bununla da kalmıyor muhalefeti de kendi sorumluluğuna ortak etmek peşinde koşuyor işte bu yeni ve ağır bir operasyondur. Herkes bunun farkına varmalıdır. Bu demokratik siyasete ve demokrasi umuduna yönelik bir operasyondur. Yeni kırılmalar peşinde koşuyor bu iktidar. HDP’nin tutumu belidir, biz demokratik siyasette ısrarcıyız diyoruz, biz demokratik çözümü istiyoruz, barış istiyoruz. Barış ancak bizlerin demokratik siyasette mücadelesine saygı duyularak gelebilir. Biz bu ülkede barışın teminatıyız. İstedikleri operasyonu yapsınlar bize karşı. Bu hedefimizden zerre şaşmayacağız, inancımızı zerre sarsmayacağız. Bu ülkeye demokrasi ve barışı hakikatin peşinden yorulmadan usanmadan koşanlar getirecektir. Ölümlerden avantaj devşirmeye çalışmanın hangi kitapta yeri vardır. Hangi inançta yeri vardır, hangi hukukta. Şimdi bunun peşindeler. Ne yaparsanız yapın bizi yolumuzdan alıkoyamazsınız. Bu yürüyüş bugüne kadar büyük bedellerle geldi bundan sonra da aynı kararlılıkla devam edecek.”