GÖRÜNTÜLÜ

Şerik: Sistemden boşanmak gerekiyor!

Şerik; toplumda devlet iktidarı tarafından erkeğe verilen rol ve belirlenen ölçülerin tahakküm ilişkileri temelinde ele alınması gerektiğini belirtti.

 

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik; toplumda devlet iktidarı tarafından erkeğe verilen rol ve belirlenen ölçülerin tahakküm ilişkileri temelinde ele alınması gerektiğini belirterek, en başta erkeğin, kendisine verilen bu rolü kabul etmeyerek güçlü bir sorgulama süreci yaşamasına ihtiyacı olduğunu söyledi. Şiddet ve baskının kadınla sınırlı kalmadığını söyleyen Şerik, “Çocuklar, gençler ve tüm doğa yaşamı, egemenler tarafından gasp edilmeye çalışılmaktadır” dedi.

AKP’nin faşist karakterinin devletin tüm kurumlarından başlayarak aileye kadar inmesinin toplumda tahammülü zor sonuçlar yarattığına dikkat çeken Şerik, bu isyan halinin sisteme yönelmediği müddetçe, kör bir şiddet sarmalına dönüşeceğini ve bu döngünün de en çok kadını ve çocuğu vuracağını; günümüzde yaşanan sorunların bunun ispatı olduğunu söyledi.

Erkek egemen zihniyet, toplum yapısında ne gibi sonuçlara yol açtı? Toplumsal cinsiyet ve devlet aklı açısından baktığımızda toplumdaki şiddet sarmalının nedenlerini nasıl yorumlamak gerekiyor?

Toplumsal cinsiyetin temelinin doğru olarak irdelenmesi gerekiyor. TV izliyoruz, gazeteleri takip ediyoruz. Karşımıza çıkan tablo oldukça vahimdir. İnsan bazı haberleri izlemek istemiyor. Çünkü mevcut tablo bir dibe vurmuşluğu gösteriyor. Durum hiç de iç açıcı değil. Her gün kadın cinayetleri, çocuklara taciz ve tecavüz haberleri yansıyor. Sadece çocuklara, kadınlara, gençlere karşı bir kırım yaşanmıyor. Aynı şekilde doğa da aynı akıbetle karşı karşıya. Ağaçlar kesiliyor, ormanlar tahrip ediliyor denizler kirletiliyor, akarsular, dereler üzerinde barajlar yapılıyor. Doğa da katlediliyor, kırıma uğratılıyor. Bir yanda insan, bir yanda doğa. Her ikisinin kırımı da birlikte gerçekleştiriliyor. Doğa üzerinde başta insan olmak üzere yaşayan bütün canlılara, özelde de topluma ‘sizin yaşam hakkınız yoktur’ deniyor. Yaşayabilirsiniz, ama bir toplum ya da bir insan olarak değil, ‘bizim öngördüğümüz ve istediğimiz şekilde bir yaşam’ dayatmasında bulunuluyor. Bahsettikleri ‘yaşam’ da; tecavüze uğrayan, katledilen, işkence gören, sömürülen bir yaşamdır.

TOPLUM İSYAN NOKTASINDADIR

Türkiye toplumunun gündemine bunlar girmiş durumda. Toplum bu gerçekliği bir yandan yaşıyor. Bir yandan tersane işçileri ağır çalışma koşullarının sonucu olarak her gün katlediliyorlar. Diğer taraftan her gün inşaat işçileri iş cinayetlerinde katlediliyor. Maden ocaklarında insanlar o havasız, nemli, zehirli gazların bulunduğu, her gün ölümün anına yaşanıp hissedildiği yerlerde katlediliyorlar. Toplum böyle bir gerçekliği yaşıyor. Bunları her gün gazetelerde okumak, TV’lerde izlemek, insanda isyan duygularını uyandırıyor. Bütün bunları görüp de isyan etmemek de mümkün değil. Bu kadar insan, toplum tüketilip katledilir mi, doğa bu kadar yok edilebilir mi? Bunları gören isyan eder. Zaten şu anda toplum isyan noktasındadır. Bunu da çeşitli tepkilerde görmek mümkün. Madendeki işçiler artık açlık grevi yapıyor. Dışarıdan olası bir müdahaleyi de engelleyerek kendilerini madenlere kapatıyorlar. Toplum artık bu hadde gelmiştir. Kadın cinayetleri, şiddet ve tecavüz, kadınlarda da farklı düzeylerde tepkilere yol açmaya başladı. Bize yansıdığı kadar biliyoruz; geçtiğimiz günlerde bir kadın kocasını öldürüyor; “Hep erkekler mi kadınları öldürecek; eğer ben öldürmeseydim, o beni öldürecekti” diyor. Bu bir isyan anıdır. Öyle gösteriyor ki, toplumda bu biçimde isyanlar çok daha fazla artacak. Şimdi bütün bunların nedenleri nedir? Bunun doğru irdelenmesi gerekiyor.

TOPLUM, TOPLUM OLMAKTAN ÇIKARTILDI

Bunun nedenleri, toplumun içinde bulunduğu durumla alakalıdır. Yani toplumun toplum olmaktan çıkartılma gerçekliğidir. Toplum kendi gerçekliğine yabancılaştırılmıştır. Bugün toplum diye bahsettiğimiz ‘şey’ tırnak içindedir. Birbirine yabancılaştırılmış, köleleştirilmiş bir toplumdur. Kapitalist sistemin şekillendirdiği bir toplum gerçekliği söz konusudur. Buna da toplum demek mümkün değildir. Toplumun esas tanımı bundan çok daha farklıdır. Toplum, insanın kendi var olma biçimidir. İnsanın toplum olarak kendisini var etmesi de, yaşama yön verebilme gücüyle birebir bağlantılıdır. Bunun siyasetini, ahlakını, kültürünü, üretimin gerçekleştirme biçimidir. Maddi ve manevi anlamda yaşamını örgütlemesidir. İnsan böylelikle bir toplum haline gelmeye başlar. İnsanın toplum haline gelmesi onun var olma gerçekliğidir. Tarihte toplumsal sorunların ortaya çıkmasından bahsediliyor. Toplumsal sorunların ortaya çıkması, insanın kendi eliyle yaratmış olduğu değerlerin insandan uzaklaşmasıyla alakalıdır. Ne zaman ki o değerler topluma ait olmaktan çıkartılıyor, toplumsal sorunlar da o zaman ortaya çıkmaya, yaşanmaya başlıyor.

SORUNLARIN KAYNAĞINDA KADININ KÖLELEŞTİRİLMESİ VAR

Toplumsal sorunların kaynağında kadının köleleştirilmesi vardır. O zamana kadar toplumu oluşturan temel öğe olan kadının, erkeğin tahakkümü altına girmesi süreci yaşanıyor. Bu süreç kaba bir biçimde ele alınmamalıdır. Bunun üretimle bağı var, üretimdeki uzmanlaşmayla bağı var. Toplumda üretilen değerler bu süreçte erkek iktidarı tarafından gasp edilmiştir. Bu değerler de kadının yarattığı değerlerdir. Kadının köleleştirilme sürecinde erkek, kendisini toplumun üstünde bir güç olarak örgütlemiştir. Toplumsal cinsiyetçilik kavramının temelinde, toplumun kadın emeğiyle yarattığı değerlere el koyma, gasp etme vardır. Yaratılan toplumsal değerlerin erkek iktidarının tekeline alınması, kadın üzerinde oluşturulan egemenlikle mümkün olabilmiştir.

Toplumdaki erkek günümüzde bu tarihin ne kadar farkında. Bu tarihle yüzleşmiş mi sizce, sorguluyor mu?

Bugün toplum olarak adlandırdığımız realiteyle, insanın toplum olarak kendisini örgütlemesi ne kadar aynıdır? Gerçek toplumla, bugün toplum olarak adlandırdığımız şey, aynı değildir. Toplum insanın var olma biçimidir. Bugün toplum olarak adlandırılan ise, toplum olmaktan çıkartılmış, egemen iktidar güçlerinin kendilerine bağımlı hale getirdikleri, üzerinde sömürü, soygun düzenlerini kurdukları ve onlar üzerinde kendilerini var ettikleri kütlelerdir. Buna toplum demek de mümkün değildir. Eğer toplum köleleşmişse orada toplum diye bir şey kalmaz. Orada iktidar güçlerinin kendi yarattıkları topluluklar kalır. Onlar da egemenlerin belirlediği sınırlardan çıkmayan topluluklardır, kütlelerdir. Buna sürü toplum da diye biliriz. Kapitalist dönemde bu çok daha uç bir noktaya gelmiştir. Kapitalizm, bıçağın kemiğe dayandığı anı anlatır. Tüketim, var olan gerçekliğin de ötesine geçerek, insanların hayal dünyasına, düşünce dünyasına, gelecek tasarımlarına müdahale etmeye kadar vardırılmıştır. Bu sadece maddi yaşamla sınırlı bir tüketim değildir. Doğadan başlayıp üreten emekçiye kadar, iliklerine kadar sömürü vardır. Küreselleşme olarak adlandırılan dönemdeki sömürü bunun da ötesine geçmiştir. Düşünce de artık bir sömürü alanı haline gelmiştir. Hatta geleceği tasarlama bile bir sömürü alanı haline gelmiştir. Bıçak artık kemiğin de ötesine geçmiştir. Böylesi bir toplumdaki erkek kendi gerçekliğinin farkına varabilir mi? Erkek de kendisi olmaktan çıkartılmıştır. Kendisi olmaktan çıkartılan insanın davranışları ve hareket tarzı da artık kendisine ait değildir. Toplumu var eden değerlerin dışına çıkılmıştır. Sistemin istediklerine göre şekil alanların sistemle mücadele etmesi beklenemez. Artık sisteme teslim olmuştur ve teslim olduğunun da farkında değildir. Yaşamını sürdürebilmek için ona göre hareket eder. Toplum, iktidar güçleri açısından böyle bir konuma getirilmiştir. Bu genel toplum için geçerli olsa da daha çok erkek için geçerlidir.

TOPLUM, İKTİDAR TARAFINDAN İĞDİŞ EDİLDİ

Erkeklik tanımını soyut, sadece biyolojik bir gerçeklik olarak görmemek lazım. Erkeklik kavramına yedirilen anlam olarak değerlendirmek gerekir. Binlerce yıl önce yaşanan doğal toplumda kadın-erkek arasında böyle bir ayırım yoktu. Kadın erkeği algılarken ya da erkek kadını algılarken bugünkü gibi mi algılıyordu? Yoksa doğal yaşamın içerisinde birbirini tamamlayan öğeler olarak mı değerlendiriyorlardı? O dönemlerde kadın ya da erkek kavramına verilen anlamla, bugünkü anlam aynı değildir. Egemenlik ilişkileri ortaya çıktıktan sonra bu anlamlar farklılaşıyor. Doğaya yaklaşım da aynı şekildedir. Doğa da insan ya da iktidarlar için sömürü alanlarına dönüştürülüyor. Bu kadın ve doğaya yaklaşım açısından geliştirilen tahakküm ilişkisinin sonucudur. Nesneleştirme sürecidir. Bu tahakküm ilişkisi zamanla bütün topluma da yansımıştır. Dar bir grubun iktidarı üzerinden yaratılan bu durumun sonucudur. Egemenlik üzerinden geliştirilen erkek iktidar sistemi toplumu iğdiş etmiştir. İktidar erkeğin elinde toplanmıştır. Devletçi sistemle bütünleşmeyen, ona başkaldıran kesimler tarih boyunca hep var olagelmiştir. Komünal yaşamlar her döne kendisine var edebilmenin koşullarını yaratabilmişlerdir. Toplumun içinde kölelik yoktur. Sömürü yoktur. Kadın ve erkeğin yaşamını ortaklaşa temelde örgütlendirilmesi vardır. Toplumsal ilişkilerdeki eşitsizlik ve tahakküm, iktidarcı sistemlerin topluma dışarıdan dayattıkları bir siyasettir.

‘Erkeklik’ ölçüleri ne kadar erkeğe aittir?

Kapitalist sistem toplumu çözerek onu çok daha fazla sömürüye açık hale getirmiştir. Günümüz ilişkileri sömürü çok uç boyutlara ulaşmıştır ve yaşamın her alanına girmiştir. Ama buna paralel olarak direnişlerde yaygınlaşmış ve derinleşmiştir. Bunun sonucu olarak da var olan erkek egemen sistemi sorgulama da artmıştır. Mevcut iktidarlardan nasıl kurtulacağız, üzerinden geliştirilecek çabalar da bu sorgulamalar üzerinden geliştiriliyor. Burada sorgulanması gereken gerçeklik de şudur; bugünkü erkek, ne kadar erkek olarak kendi kimliğini temsil ediyor? ‘Erkeklik’ olarak belirlenmiş ölçüler ne kadar erkeğe aittir? Bu sorgulanırsa, bugün erkeğe ait olarak gösterilen davranış biçimlerinin ne kadar erkeğe ait olmadığı ortaya çıkacaktır. Bugün erkek denildiği zaman ne anlaşılıyor? İktidarı ve gücü elinde bulunduran, biyolojisinden kaynaklı özelliklerini de iktidar ilişkisini gerçekleştirmede bir araç olarak gören bir erkek anlaşılıyor. Erkek özellikle bu tanımlamadan kendisini uzaklaştırmalıdır. Bu özellikler üzerinden kendisini sorgulaması gerekiyor. Erkek kendisini sorgulamaya başlamadan kadını sorgulayamaz. Kendini o özelliklerden arındırmayan erkek, kadını sorgulama hakkını kendisinde görmemelidir. Erkeğin kendisini sorgulaması iktidar zihniyeti üzerinden olmalıdır. Erkek, kendisine dayatılan toplum dışı ölçüleri kabul etmemelidir. Bastıran, egemen, şiddet üreten yapısını sorgulayarak reddetmesi gerekir. Erkek şunu bilmelidir ki, kendi başına hiçbir toplumu oluşturamaz. Var olan hiçbir toplumsal sorun kadın olmadan çözülemez.

KADIN ÖZGÜRLÜKÇÜ PARADİGMA PRATİKLEŞTİRİLMELİ

Egemenlik sadece kadın üzerinde yaratılan tahakkümle de başlamıyor. Egemenlik kadınla birlikte tüm topluma ve doğaya karşı oluşturulan tahakkümü de içeriyor. Toplumun kendi özüyle buluşması için öncelikle kadınla, kadın varoluşuyla buluşması gerekir. Bu da ortak ve birlikte mücadele vermekle olacak bir şeydir. Önder Apo bunu; ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü toplum paradigması olarak tanımlamıştır. Bu paradigmanın özümsenmesi, kadının özgürleşmesi anlamına gelecektir. Kadının özgürleşmesi erkeği de özgürleştirecektir. Çünkü egemenlik kadın üzerinden kurularak başlamıştır. Erkek, egemen olarak kendisini bu eşitsizlik üzerinden var etmiştir. Toplumdaki sömürü çarkı bu ilişkinin dağıtılmasıyla kırılacaktır. Böylece doğadan kopartılan insan doğayla tekrar buluşabilecektir. Demokratik, kadın özgürlükçü paradigma, kendisini sorgulayan erkeğin kendisiyle buluşmasının temeli olacaktır. Özgürlükçü paradigmanın pratikleştirilmesi mücadelesi verilmelidir.

SİSTEMDEN BOŞANMAK GEREKİYOR

Önderlik ‘mutlak boşanma’ diyordu. Biz bunu klasik olarak bir kadınla erkeğin boşanması olarak görmeyelim. Buradaki boşanma, egemen sistemden boşanmadır. Kendi kimliğiyle kendini var etmek demektir. Kendini örgütleyerek, kendi karar gücüyle hareket etmektir. Bu da mücadeleyle ve yaşamın kadın-erkek olarak müşterek örgütlenmesi anlamına gelir. Burada en başta erkeğe görev düşmektedir. Bir söz vardır; gölge etme başka ihsan istemez, derler. Burada erkeğin yapması gereken; kadın öncülüğündeki özgürlük mücadelesinde kendisini engel olmaktan çıkarmasıdır. Bu erkeğin kendisinin özgürleşmesi demektir. Kölelik ilişkisini ev içine kadar getirilmesinin ortadan kaldırılması bu tarz bir mücadeleyle olabilir ancak. Erkek kadına engel olmaktan kendisini çıkarmalıdır. Binlerce yılın zihniyetlerde yarattığı cinsiyetçi yaklaşımları aşmak büyük bir mücadele ve irade gerekiyor. Bu aşılmaz bir şey değildir. Şu anda toplumda hakim olan bütün düşünüş tarzları ve davranış biçimleri, bu zihniyet kalıplarının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Hakim sisteme karşı mücadele ettiğini söyleyen erkekler için de bu etkiler geçerlidir. Zihniyet mücadelesi mücadelenin en uzun süreli ve zor olanıdır. Hatta kendim bile bundan ne kadar arınmışım sorgulama konusudur. Ama bu erkek sistemini meşru gören, haklı gören bir yaklaşıma düşmemek de önemli ve kendi içinde anlamlıdır.

CİNNETİN SORUMLU DEVLET İKTİDARIDIR

Toplumdaki cinnet halleri katlanılmaz ve çekilmez hale gelmiştir. Bu durum toplumda artık kendinden patlamalara neden olmaktadır. Toplumsal cinnetin geldiği boyut, sisteme yönelemeyen tepkinin kendi içinde kör bir şiddete dönüşmesi demektir. Egemenlerin iktidar tarzının topluma yansımasıdır. Egemenler ne yapar? İşçiler grev yapar, onu şiddetle bastırır. Halk sokaklarda, meydanlarda eylem yapar; halkı katliamdan geçirir. Devletçi sistemin sorunları çözme biçimi budur. Toplum içindeki bireylerin de eğer yeterli bilinci yoksa sorunları çözme tarzı devlet gibi olabiliyor. Devletten gördüğü budur çünkü. Toplum içindeki bireyler bu hale gelmiştir. Egemenlikçi sistem bugün artık çıldırmıştır. Nükleer silahlar, doğaya karşı kırım, kadına karşı kırım bu zincirleme çıldırmanın sonucudur. Kendi yok oluşlarının sonunu hazırlıyorlar.

Peki, bu durumda AKP iktidarı bu çıldırmışların başında mı geliyor?

Küresel sermaye güçleri çıldırmıştır. AKP’de küresel sistemin Türkiye’deki çocuğudur. Onun beslemesi ve üretmesidir. AKP; Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarının başına bela edilmiş bir ucubedir. Kürdistan’da özyönetim direnişlerine karşı akla hayale gelmeyecek insanlık suçları işledi ve işlemeye devam ediyor. Bugün genel anlamda toplumda da cinayetlerin, yozlaşmanın, ahlaki çöküntünün, iş cinayetlerinin, kadınlara, çocuklara yönelik tecavüz ve katliamların bu kadar artmasının nedeni, faşist bir zihniyetle yönetilen AKP iktidarının tek adam diktatörlüğüdür. Buna karşı mücadele toplumun örgütlü eylemselliğini geliştirmesiyle mümkündür. Toplumsal farklılıklar, zenginlikler biçiminde kendisini örgütlemelidir. Toplumsal bütün kesimler kendi asli rolünü oynayabilmelidir.

TOPLUMSAL SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ ‘DEVRİMDEN SONRAYA’ BIRAKILAMAZ

Önder Apo, devletsiz toplum örgütlenmesinden bahsediyor. Toplum, devlet ve iktidardan ayrı olarak ele alınırsa, kendi sorunlarını çözecek temelde bir inşa sürecine alınırsa, orada bir yaşam yeniden örgütlenebilir. O yaşama yeniden biçim verilir. Toplum özüyle buluşmuş olur. Özyönetim direnişlerine bugün bu kadar saldırılıyorsa, nedeni budur. Kürdistan’daki özyönetim direnişleri, devlet iktidarının ne kadar gereksiz ve demokrasi düşmanı olduğunu bir kez daha ispat etmiştir. O yüzden de iktidar tarafından tahammül edilmemiştir.

Toplumun devlet dışı örgütlenmesi ertelemeci bir yaklaşımla ele alınamaz. Toplumsal inşa bugünün işi ve görevidir. Kadın ve çocuk kırımlarıma karşı mücadelede, ‘devrimden sonra’ya bırakılan toptancı ve ertelemeci bir anlayış hiçbir sorunu çözemez. Demokratik özerkliğin ifade ettiği şey de aslında budur.