Sol-sosyalist hareketlerden HDP’ye destek: Sokaklara çıkıyoruz

HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasına tepki gösteren sol-sosyalist hareketler yayınladıkları açıklamalarda ortak mücadele vurgusunda bulunarak herkesi sokağa eyleme çağırdı.

Aralarında HPD Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın olduğu 15 HDP’li vekil hakkında çıkarılan gözaltı kararı ve ardından gelen peş peşe tutuklamalara sosyalist parti, kurum ve derneklerden tepki geldi.

Kurumların yayınladığı mesajlar şöyle:

DEVRİMCİ HAREKET: AKP VE SARAY REJİMİNİ YIKACAĞIZ

 “Bu gece saat 02.00 sıralarında Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin evleri polisler tarafından basıldı. HDP Genel Merkezi MYK toplantısı sırasında basılarak, talan edildi. Kapılar kırıldı, milyonlarca insanın oyuyla seçilmiş milletvekilleri, Kürt halkının siyasi temsilcileri kaçırıldı.

Şu ana kadar gelen bilgilere göre Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil olmak üzere, milletvekilleri Ferhat Encü, Leyla Birlik, Ziya Pir, Mehmet Aslan, Selma Irmak, Nursel Aydogan, Gülser Yıldırım, Abdullah Zeydan, İdris Baluken, Leyla Zana, Mehmet Sancar ve Sırrı Süreyya Önder gözaltına alındı.

Operasyon sürerken yandaş medyanın başını çektiği tüm patron gazeteleri, aynı elden çıkmış haberleri servis etmeye başladılar.

AKP ve Saray Rejimi, kendisini yok edecek ateşi harlıyor! Türkiye’de yaşanan sürecin adı darbedir, Türkiye’deki rejimin adı faşist diktatörlüktür. Erdoğan ve tüm AKP yöneticileri, onların tetikçileri, polisleri, militanları, sözde gazetecileri ve tüm yardakçıları halklarımızın baş düşmanıdır.

Halk düşmanları ile hesaplaşmak, faşizme karşı direniş barikatını kurmak Türkiye’nin tüm ilerici, devrimci, yurtsever güçlerinin önündeki tek görevdir.

Koca bir ülkeyi karanlığa boğan, kendisinden olmayan her sesi yok etmeye çalışan AKP ve Saray Rejimine direneceğiz. Teslim olmayacağız!

AKP ve Saray Rejimini yıkacağız!

Öfkemiz her geçen gün büyüyor. Baskı ve sindirme operasyonları hesap sorma bilincimizi keskinleştiriyor. Gün umutsuzluğa kapılma, imkanlarımızı ve gücümüzü hafife alma gün değildir. İnancımız tam, kararımız kesin: Baskı, operasyon, zulüm varsa direniş de olacaktır!

AKP ve Erdoğan’ın iktidar olduğu bir ülkede güvenlik, huzur, demokrasi ve özgürlük ihtimali yoktur. Onların bu haramilik düzeni yıkılmadıkça bu coğrafyada insanca yaşam mümkün olmayacaktır. Halkımızın güçlü kolları ile aşamayacağı, engel yenemeyeceği güç yok! Kameraların önünde yarım ağız kınama açıklamaları yapan ancak AKP’nin iplerini de ellerinde tutan emperyalist güçler ve ‘milli mutabakat’ sevdalısı düzen partileri halkları kurtaramaz. AKP ve Saray Rejimine karşı mücadelenin sorumluluğu bizim omuzlarımızdadır. Bu haramilik düzeni mutlaka yıkılacak!

Faşizme karşı mücadele mutlaka kazanacaktır! Faşizm yenilecek, halk kazanacak!”

HAZİRAN HAREKETİ: EŞİTLİĞİN; ÖZGÜRLÜĞÜN; LAİKLİĞİN ÜLKESİNİ KURACAĞIZ

“Türkiye, karanlık bir uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanıyor. 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek bir Saray Darbesi gerçekleştiriliyor.

4 Kasım tarihi itibarıyla, sözde demokrasi de artık tedavülden kaldırılmıştır. HDP Eşbaşkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş da dahil olmak üzere pek çok HDP milletvekilinin evlerine yapılan polis baskını ile birlikte Türkiye’de artık başka bir döneme geçilmiştir.

Kendine ‘Milli İrade’ diyenler, milletin geri kalanının iradesini gözaltına almıştır.

Bu, “İleri Demokrasi” palavrasının sonu, “İleri Faşizm”in ilanıdır!

Bu, fiili bir darbedir!

Darbeye karşı direniş meşrudur, haktır.

Bu operasyonlarla birlikte; emekçilerin, yoksulların, kürtlerin, alevilerin ve yeni rejimin hedefindeki tüm kesimlerin hayatını cehennem çevirecek bir dönemin kapıları ardına kadar açılmıştır.

Hırsızlar-Katiller iktidarının devamı için bu ülkenin temellerine dinamit koyulmaktadır! Tek bir adamın etrafında kümelenmiş bir çıkar örgütünün geleceği adına ülke felaketle sonuçlanacak bir iç savaşa sürüklenmektedir.

İzin vermeyeceğiz!

Birleşik Haziran Hareketi olarak 15 Temmuz gecesinin şafağında darbenin bastırıldığını ve karşı-darbe sürecinin başladığını söylemiştik. Süreç hızla siyasal islamcı faşizmin inşası doğrultusunda ilerlemiş, Saltanat ve Hilafet sevdalıları “Başkanlık” diye diye ortalığı yangın yerine çevirmişlerdir.

Artık her şey emekçilerin ve halk kuvvetlerinin direncine kalmıştır. Kendisini emek cenahında gören, solda sayan tüm kuvvetlerin en geniş eylem birliği mutlaka ama mutlaka yaratılmak zorundadır.

Bu ülkenin tüm ilerici, devrimci, demokrat, namuslu, iyi yürekli, cesur insanlarına çağrımızdır:

Tüm ilerici güçleri, tüm sosyalistleri, işçi sendikalarını, meslek kuruluşlarını, demokratik kitle örgütlerini HDP’ye destek olmaya, AKP Saray Rejimi’ne karşı birleşmeye çağırıyoruz.

Halkın örgütlü gücü karşısında hiçbir gücün duramayacağına inanıyoruz.

Gün faşizme karşı birlikte mücadele etme günüdür.

Gün halk güçleriyle dayanışma, omuz omuza durma günüdür.

Gözaltına alınan HDP’li vekillerin yanındayız.

Bu ülkenin emekçilerine, bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, kadınlarına sözümüz var:

Saltanata geçit vermeyeceğiz!

Eşitliğin, özgürlüğün, laikliğin ve barışın ve kardeşliğin ülkesini mutlaka kuracağız!”

ÖDP: BAŞKANLIK İÇİN MEMLEKETİ ATEŞE ATANLAR KAYBEDECEK

Türkiye, bu gece yeni bir boyut kazanan Saray rejiminin darbesine sahne oluyor!

Halkın demokratik iradesiyle Meclis’e taşıdığı HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte 9 HDP milletvekili evleri basılarak göz altına alındı.

Görülüyor ki Erdoğan yanına aldığı Bahçeli ile ittifak içinde Başkanlık uğruna Türkiye’yi ateşe ateşe atmaktadır.

HDP’ye yönelik bu siyasi operasyon,  Ortadoğu’daki etnik ve mezhepsel dağılma sürecinin etki alanında şekillenen savaşı derinleştirmek anlamına gelecektir.

Belediyelerden seçilmiş milletvekillerine uzanan bu baskılar karşısında birlikte yaşam ve kardeşliğe sahip çıkacağız. HDP ile dayanışma içerisinde olacağız.

Anayasasız ve Meclissiz fiili dikta yönetimi altında, tüm muhalefeti de ezerek atılmak istenen Başkanlık adımına karşı mücadele edeceğiz.

Sonunda Türkiye toplumu, kendi iktidarı için ülkeyi her yönden bir dağılma ve çökme sürecine sokan AKP-Saray rejimine son verecektir.”

DEVRİMCİ PARTİ: HDP’YE SALDIRI HALKLARIN GELECEĞİNE SALDIRIDIR

Saray- AKP hükümetinin, Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu halklarını hedef alan saldırıları HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekillerinin gözaltına alınması ile doruk noktalarına ulaştı. Telafer, Musul ve Kuzey Suriye Federasyonunu hedef alan açıklamalar, sınıra tankların yığılması saray-AKP hükümetinin bedeli ağır bir maceraya atılmasının işareti olarak okunurken dışarıdaki savaş siyaseti, içeride Amed Belediye Eş Başkanlarının tutuklanması ve Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticilerinin gözaltına alınması ile halka karşı savaş siyaseti ile örtüştü.

Erdoğan ve Bahçeli arasında yapılan idam ve başkanlık pazarlığının hemen sonrasında HDP’yi hedef alan son saldırı dalgası sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan karanlık ve çatışmalı sürecin habercisi olarak okunmalıdır. Saray-AKP Türkiye ve Kürdistan halklarına topyekün savaş açarak rejim değişikliğini hayata geçirme, tüm muhalefeti ezmek, faşizmi inşa etmek derdindedir. Nasıl ki Cumhuriyet gazetesine yönelen saldırı tüm emek ve demokrasi güçlerini hedef alıyorsa, HDP’yi hedef alan bu saldırı da benzer bir içeriğe sahiptir. Hedef alınan HDP değil Emek ve Demokrasi Güçleri, ülkenin geleceğidir. Bu saldırı dalgası durdurulamazsa bedelini emekçi halklar ödeyecektir.

Devrimci Parti, HDP Eş Genel Başkanlarını ve milletvekillerini hedef alan gözaltı saldırısını kendisine ve bütün Emek ve Demokrasi güçlerine yapılan bir saldırı olarak algılamakta ve lanetlemektedir. Tüm demokrasi güçlerini bu kanlı gidişi durdurmak, AKP-Saray saldırısını boşa düşürmek için yan yana gelmeye, faşizme karşı omuz omuza mücadeleyi yükseltmeye çağırmaktadır. Devrimci Parti, bütün örgütleri, üyeleri ile bu saldırı dalgasının karşısına dikileceğini, diz çökmeyeceğini kamuoyuna deklare eder.

Şimdi değilse ne zaman!

Faşizme karşı omuz omuza!

ESP: RÜZGAR EKENLER FIRTINA BİÇECEK, BİZ KAZANACAĞIZ!

HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ve 11 milletvekili, 4 Kasım’ın ilk saatleri itibariyle ev baskınlarıyla gözaltına alındı. Faşist darbeci zulüm ve zorbalık siyasi soykırımda sınır tanımıyor. Ama boşuna, ne halkın iradesini, ne de vekillerini teslim alamadılar, alamayacaklar. Rüzgar ekenler fırtına biçecekler

Faşizme, darbeye, zulme karşı direnmek haktır ve meşrudur. Tüm demokrasi ve özgürlük güçleri HDP’yi sonuna kadar savunmalı, topyekün direniş bilinci ve iradesiyle sokaklara ve alanlara çıkmalıdır.

Gün, faşizme karşı birlik günüdür. Gün faşizme karşı omuz omuza dayanışma günüdür. Gün kesintisiz direniş günüdür.

Direne direne kazanacağız!

Ya hep beraber ya hiç birimiz! Biz kazanacağız!”

KOMÜNİST PARTİ: HALKIMIZI MÜCADELEYE DAVET EDİYORUZ

“Bu sabah HDP milletvekillerine yönelik operasyon için Başbakanlığın ilgili biriminin yabancı basına yönelik yaptığı açıklamada iktidarın mazeret uydurmaya çalıştığı açıkça görülüyor: İfadeye gitmeyince böyle alınmaları normalmiş!

Bir gün önce de Adalet Bakanı Cumhuriyet gazetesi savcısının Fethullahçı olarak soruşturuluyor olmasına bula bula “talihsizlik” açıklamasını bulabildi.

İktidarın akademiye saldırısının da makul bir açıklaması yoktur. Rektör atama usulündeki seçim aksesuarı bir 12 Eylül icadıydı. AKP’ye o da fazla geldi.

Bu saldırganlığın özü AKP’nin toplumun bütün kesimlerini baskılamaktan başka çaresinin kalmamış olmasıdır. Baskıyı bir nebze azaltmaları halinde, zor bela tuttukları bütün iktidar mekanizmaları, devlet aygıtı, ekonomi, patronların kârları, Ortadoğu’ya saldıkları Ordu, hatta kendi partileri… Hepsinin topluca çökeceği kesindir.

AKP vurdukça güçlenmiyor. Kaçınılmaz sonunu ötelemiş oluyor yalnızca.

Komünist Parti son olarak HDP’li milletvekilleri örneğinde olduğu gibi süregiden baskıcı uygulamaları şiddetle protesto etmekte, 15 Temmuz bahanesiyle cemaat yapılanmasıyla hiçbir ilgisi olmadığı halde mağdur durumuna itilen, işsiz bırakılan, hakları elinden alınan, görev yapması engellenen kesimlerle dayanışmaktadır.

Öte yandan bu gidişat AKP diktatörlüğü karşısında benimsenen uzlaşmacı muhalefet çizgisinin de çözülüşüdür. Faşist ve şeriatçı politikalar alenen sürdürülürken ulusalcı denen birilerinin liberal dedikleri rakiplerinden, bunları AKP’ye şikâyet ederek kurtulmayı tasarlamaları da bir memleket gerçeğidir. Ana muhalefet partisi kamudaki hukuksuz tasfiyeyi “ona değmiş buna değmemiş” diye ayıklamayı mücadele saymaktadır. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine konan kuklaların seçilmiş belediye meclisleri tarafından kabul edilmesi ortada bir muhalefet var mı sorusunu gündeme getirmektedir. Belediye meclislerinin kayyumu hoş gördüğü bir ülkede TBMM’de de Anayasa komisyonu oluşturulabilmiştir. Demokrasi şampiyonu geçinen birileri emperyalist diplomasinin kirli koridorlarında şov yapmayı mücadele diye sunabilmektedir. Tamamı, Erdoğan’a çoktan teslim olduğu belgelenen liberal/ana akım medya ekranlarından davet beklemektedir, muhalefet yapmak için… Çöken bunların tamamıdır.

Bugün Türkiye’de yaşananlar, emperyalist-kapitalist sistem içindeki çelişkilerin alabildiğine keskinleştiği bir döneme denk gelmektedir. AKP iktidarının tasarrufları bu çelişkiler merkeze konmaksızın ele alınamaz. Bilinmelidir ki, şu ya da bu sermaye grubu ya da emperyalist ülkenin himayesinde gelişen her tür “muhalefet” emekçi halka ihanettir ve AKP’ye kendisini “haklı” gösterme olanağı vermektedir. Toplumsal yaşamın her alanını terörize eden bombalı saldırılar için de aynısı söylenebilir.

Bu düzen, siyaset kurumunu baştan aşağıya çürütmektedir.

Komünist Parti emeğiyle geçinen onurlu işçileri, bilim insanlarını, gerçek basın emekçilerini bu çürümüşlükten mutlak ve kesin olarak kopmaya çağırmaktadır.

AKP’nin şimdilik saldırmaya gücünün olduğu görülüyor. Ancak AKP gücü olduğu için değil, saldırmaya mahkûm olduğu için bunları yapmaktadır. Bu yolun çıkışı yoktur. Düzenin çıkışsızlığı emekçi halkımıza çıkartılmış bir davetiyedir.

Komünist Parti halkımızı mücadeleye, örgütlenmeye davet etmektedir.”

TKH: AKP BU ÜLKEYİ BASKI ALTINA ALAMAYACAK

 “Bugün HDP milletvekillerinin gözaltına alınıp tutuklanmaya başlaması ve Meclis’te grubu bulunan bir partinin genel merkez binasının basılması AKP eliyle kurulan yeni rejimin temel karakterini bir kez daha göstermiştir. “İleri Demokrasi” adıyla yola çıktığını iddia eden gerici AKP iktidarının açık bir dikta rejimini uygulamaya koyduğu bir gerçeklik karşımızda durmaktadır.

Bugünkü tablo darbe rejiminden başka bir şey değildir.

FETÖ darbe girişiminin Meclis’i bombalaması ile bugün Meclis’te grubu bulunan bir partinin milletvekillerinin gözaltına alınması aynı şeydir. AKP iktidarı Meclis’e darbe yapmıştır.

Bu durum AKP iktidarının yeni bir uygulaması değildir. Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi geçmiş dönemlerde yaşanan uygulamaların bir benzerini bugün de görmüş bulunuyoruz.

AKP, baskıyı, hukuksuzluğu, adaletsizliği, yargıyı siyasi bir araç olarak kullanmayı alışkanlık haline getirmiştir.

Bugün yargıyı bir siyasi araç olarak kullanarak Meclis’te grubu bulunan bir partiye siyasi bir operasyona girişmek hukuk devleti kılıfına sığmaz, olsa olsa hukuk kılıfıyla ve polis gücüyle darbe uygulamasıdır. Bütün bunlardan daha manidar olan ise dün Dolmabahçe mutabakatı ile yan yana gelip bugün böylesi bir adımın atılmış olmasıdır.

Bunlarla birlikte bugün sabah saatlerinde Diyarbakır’da patlayan bomba ve terör saldırısı ülkemizin nereye getirildiğini yeterince göstermektedir. Terörü, şiddeti, savaşı ve hukuksuzluğu yaşatan bir rejimin ve bu terör saldırısının sorumluları da bellidir.

AKP ülkemizi işte bu hale getirmiştir.

Emekçi halkımız, gerçekleri iyi bilmektedir. AKP eliyle kurulan bu rejimin sahiplerini, emperyalizmin desteğini, tırmandırılan terör ve savaş ile bu günlere nasıl gelindiği çok iyi görülmektedir.

Baskıyı, hukuksuzluğu, şiddeti ve yargıyı iktidarda tutunmak için bir enstrüman haline getirmiş AKP’yi iyi biliyoruz. Bugün HDP milletvekillerine uygulanan bu girişim yarın Türkiye’ye uygulanacaktır.

Bu siyaset ülkemizi savaşa ve yıkıma götürmektedir. Ülkemizin emekçi halkı AKP’nin başkanlık hevesini kursağında bırakmalıdır.

Partimiz Türkiye Komünist Hareketi, gözaltı ve tutuklamaları bir kez daha kınarken, tüm gözaltıların serbest bırakılması gerektiğini yineler.”

SYKP: SALDIRILARI ANCAK YAN YANA GELİŞİMİZ ENGELLEYEBİLİR

“15 Temmuz askeri darbe girişimi; zaten kuvvetler ayrılığı ilkesinin rafa kaldırıldığı, hukuksuzluğun, adaletsizliğin hüküm sürdüğü ve fiilen uygulanmaya başlayan başkanlık sistemi ile parlamenter demokrasinin tehdit altına alındığı, baskı ve yasakların devreye sokulduğu koşullar altında gerçekleşmişti.

Bu darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendiren Saray-AKP iktidarı, ilan ettiği ve artık süresi konusunda tam bir belirsizliğin yaşandığı OHAL ile birlikte; şiddetin, hukuksuzluğun, medyaya dönük yasakların, servete el koymanın ve insan hakları ihlallerinin, işkencenin devasa boyutlara ulaştığı görülmektedir.

“Darbecilere ve Teröre bu millet teslim olmayacak” adıyla başlatılan bu tasfiye harekâtıyla on binlerce insan işinden atılmakta, darbe girişimiyle hiç te ilgisi olmayan; tersine hayatları darbelere karşı mücadele içinde geçen ve birçok bedel ödeyen demokrat kimlikli insanlar tutuklanmakta, televizyonlar kapatılarak, gazete ve dergilerin yayınları durdurulmakta mal varlıkları hazineye devredilmektedir.

15 Temmuz darbe girişimi öncesi “terör” bahanesiyle seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atamayı ve HDP başta olmak üzere yasal siyasi parti yöneticilerini ve milletvekillerini tutuklamayı düşünen AKP-Saray iktidarı, uygulamalarına belli ki kaldığı yerden devam edecektir. Dolayısıyla bu darbe girişiminin nasıl bir “lütuf” olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.

Kürt illerinde AKP yöneticilerine dönük gerçekleştirilen tasvip etmediğimiz eylemleri bahane ederek HDP-DBP üye ve yöneticilerinin gözaltına alınarak tutuklanması, 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirenlerle AKP-Saray iktidarının birbirlerini nasıl tamamladıklarının ve aralarında nasıl bir doku uyuşmasının var olduğunun somut göstergesidir.

Seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak yerine “kayyum” adı altında devletin memurlarını atayan bu zihniyet, yasal olarak kurulmuş ve örgütlenen parti yöneticilerini gözaltına almakla yetinmeyecek, seçilmiş milletvekillerini tutuklamaya, partileri fiilen kapatmaya ve kendisi dışında düşünen hemen herkesi susturmaya çalışacaktır.

Başta Kürt sorunu olmak üzere farklı kimlik ve inanç gruplarıyla yaşanan sorunlar demokrasi zeminde kalarak ancak müzakere ile çözülebilir. Bunca yılın deney ve tecrübesi bir başka yolun olmadığını, çatışma yolunun halklarımız için acı ve gözyaşı olduğunu bize defalarca göstermiş olmalıdır.

Yapılması gereken çatışmasızlık ortamının derhal sağlanmasıdır. Kürt illerinde ve Irak-Suriye düzleminde savaş ikliminden uzaklaşılarak demokratik zeminin yeniden tesis edilmesi çabasına girilmesidir.

Ne var ki, iktidarını koruya bilmek, varlığını savaş ve ancak diktatörlük yoluyla sürdürebileceği  için AKP-Saray, OHAL ve KHK’ler ile bizi koyu bir karanlığa mahkum etmeye çalışmaktadır.

Bize düşen tek görev; barıştan, emekten, kardeşlikten, laiklikten, özgürlük ve adaletten yana bütün güçlerin omuz omuza vererek bir demokrasi cephesini zaman geçirmeksizin inşa etmektir.

Tutuklanan HDP-DBP üye ve yöneticilerinin serbest bırakılmasını da, toplumsal muhalefet güçlerine yönelecek yeni saldırıları da ancak bu yan yana geliş göğüsleyebilir.

Kahrolsun Faşizm

Yaşasın Emek ve Demokrasi güçlerinin birliği…”

DHF: TEK SEÇENEK DİRENİŞ; TEK SEÇENEK SOKAK, TEK SEÇENEK İSYAN!

“Faşist diktatörlük kana susamış bir barbarlıkla halklarımıza saldırmaya devam ediyor. Topyekün gerici savaş ve faşizmle halklarımıza savaş açan faşist ‘’TC’’ devleti ve somut uygulayıcısı Erdoğan/AKP iktidarı tüm toplumsal muhalefet odaklarını bastırmayı stratejik bir hedef olarak önüne koymuş durumdadır. Toplumsal dinamikler üzerinde tam anlamıyla zorbalık uygulayan Erdoğan/AKP iktidarı coğrafyamızı koyu karanlık dehlizlere gömme gayretindedir.

Toplumsal muhalefetin en diri ve örgütlü dinamiklerinden olan Kürt ulusal hareketi ve onun örgütlü toplumsal güçleri faşist diktatörlüğün bir numaralı hedefi durumundadır. Kürt ulusal hareketini bastırmayı stratejik bir politika olarak önüne koyan Erdoğan/AKP iktidarı pervasız bir biçimde mazlum Kürt ulusuna ve onun örgütlü dinamiklerine saldırarak ezmeye çalışmaktadır.

Bu stratejik saldırganlık kapsamında gece yarısı yapılan baskınlarda HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte 11 HDP milletvekili zorla gözaltına alınmıştır. Aynı saatlerde HDP genel merkezi de basılarak talan edilmiştir. Gözaltına alınan milletvekilleri Diyarbakır’a götürülerek Diyarbakır Cumhuriyet başsavcılığında ifadeler alınmaktadır.

Faşizme karşı sokaklara, direnişi büyütmeye!

Yapılan topyekün stratejik savaş ve saldırganlık karşısında tarihsel haklılığımız ve meşruluğumuzdan aldığımız güçle direnmekten ve sokakları zapt etmekten başka bir seçeneğimiz bulunmamaktadır. Bu bağlamda başta DHF üye ve taraftarları olmak üzere bütün devrimci, ilerici ve demokratik kamuoyunu bu barbarlığa ve zorbalığa karşı sokaklara çıkmaya ve direniş bayrağını yükseltmeye çağırıyoruz. Bugün sokaklara çıkmayacaksak ne zaman çıkacağız, bugün direnmeyeceksek ne zaman direneceğiz, bugün sokakları zapt etmeyeceksek ne zaman zapt edeceğiz, bugün faşizme meydan okumayacaksak ne zaman okuyacağız!

Devrimci olmanın, demokrat olmanın sınandığı günler bu koyu karanlık günlerdir.  Dolayısı ile gün devrimcileşme, ciğerleri zorlama ve cüreti kuşanma günüdür. Sözün hükmünü yitirdiği günlerdeyiz. Cevabımız eylemin ve direnişin hükmü olacaktır. Bu bağlamda tüm DHF üye ve taraftarlarını bulundukları bütün alanlarda tarihsel devrimci direniş bilincini kuşanarak yapılacak olan bütün eylemlere aktif biçimde katılmaya ve direniş bayrağını yükseltmeye çağırıyoruz!’’

Gözaltına alınan Milletvekilleri derhal serbest bırakılsın!

Yaşasın hakların onurlu mücadelesi!

Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz!”

PARTİZAN: HDP’NİN YANINDAYIZ, BİZ MİLYONLARIZ

 “Dün gece saatlerinden itibaren HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında olduğu HDP milletvekillerine dönük gözaltı saldırısında 12 milletvekili gözaltına alındı. Karakoldan hızlı bir şekilde Savcılığa, oradan da tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilen milletvekillerinin buradan verdiği ilk mesaj, “Bizi, bu adalet sistemiz değil, halk yargılayabilir. Boyun eğmeyeceğiz” oldu.

Çözüm süreci” adı altında başlatılan müzakere sürecinde bile savaş hazırlıklarını sürdüren, kalekollarla Türkiye Kürdistanı coğrafyasını ablukaya alan TC devleti, geçtiğimiz yıl, 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde bu savaş konseptini devreye koymuş ama buna rağmen devrimci, demokrat ve yurtsever kesimleri bir araya getiren HDP’nin 6 milyon insanın oyunu alarak meclisin 3. Partisi haline gelmesine engel olamamıştı.

Cerablus’u işgal eden, Irak ve Suriye işgali karşısında ağzı sulanarak bu pay kapma yarışında halkların katledilmesine ortak olan ve Rojava işgaline hazırlanan AKP’nin 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından OHAL’i kullanarak, tüm bu gelişmelere ses çıkarabilecek ve saldırılara baş eğmeyecek herkesi hedefe koyduğu açıktır. Devrim ve demokrasi mücadelesinde elde edilen tüm kazanımlara da göz diken egemenlerin HDP milletvekillerine dönük bu saldırısı yeni değildir, 90’lı yıllarda uygulanan siyaset yasağı ve tutuklamaların bir devamıdır.

Açık olan bir durum var ki; o da, HDP milletvekillerinin gözaltına alınması yalnızca bu isimlere yönelik bir saldırı değildir.

Bu gözaltı furyasıyla yalnızca 12 milletvekili gözaltına alınmamıştır. Bu, HDP’ye oy veren 6 milyon insana dönüktür bu gözaltı furyasıdır… Sadece HDP Genel Merkezi ya da milletvekillerinin evleri değil demokrasi mücadelesine, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine inanan, gönül veren, bedel ödeyen ve seçimle oranı belirlenemeyecek olan halkın evlerine baskın gerçekleşmiştir.

Bugün tüm devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlere düşen bunun bilinciyle bu saldırılara karşı ortak mücadele edebilmektir. Partizan olarak bir kez daha yineliyoruz ki; OHAL’e, OHAL uygulamalarına, faşist diktatörlüğe boyun eğmeyeceğiz! HDP’nin yanındayız! Biz milyonlarız!”

HALKEVLERİ: GÜN FAŞİZME KARŞI MÜCADELE GÜNÜDÜR

 “HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ’la birlikte milletvekilleri Ziya Pir, Leyla Birlik, Nursel Aydoğan, Ferhat Encü, Sırrı Süreyya Önder, Selma Irmak, Abdullah Zeydan, İmam Taşçıer, Gülser Yıldırım ve İdris Baluken gece yapılan polis baskınlarıyla gözaltına alındı. İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre 15 HDP’li milletvekili hakkında gözaltı kararı bulunuyor.

Ülkemiz tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşamaktadır. Milyonlarca insanın oy verdiği bir partinin eş genel başkanları, vekilleri gece yarısı operasyonlarıyla gözaltına alınmaktadır. Aynı dönemde ana muhalefet partisinin genel başkan yardımcısı kurşunlanmakta, ülke tarihiyle yaşıt bir gazetenin yazarları gözaltına alınmakta, milyonların iradesini temsil eden bir partinin milletvekillerinin gece yarısı evleri basılmaktadır.

Adalet bir yana hiçbir kuralın bile olmadığı bir hukuksuzlukla yaşıyoruz.

Kısa süre içerisinde Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları, Cumhuriyet Gazetesi yazarları ve en son HDP’li vekillerin gözaltına alınmasının amacı bellidir.  AKP faşizmi bütün muhalefeti ve ülkeyi teslim almaya çalışmaktadır.

İktidarının devamını ancak faşizmle, diktatörlükle sürdürebileceklerini düşünenler başkanlık rejimine geçişin de kendilerine biat etmeyen tüm kesimleri baskı altına alarak, sindirerek mümkün olabileceğine inanmaktadır.

Faşizmle diktatörlükle bu ülkeyi yönetme hayalleri kuranlara hatırlatırız: Bu ülke topraklarında faşizme karşı mücadele geleneği köklüdür. Ülke tarihi; aynı zamanda faşizme karşı mücadelelerin tarihidir.

Bu ülkede demokrasiden, laiklikten, eşitlikten, özgürlükten, barıştan yana olan herkesi, faşizme karşı yan yana, omuz omuza mücadeleye, birlikte direnmeye çağırıyoruz.

Gözaltına alınan HDP’li vekiller derhal serbest bırakılmalıdır.”

EMEP: BU GİDİŞAT DURDURULMALI

“HDP Eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’la birlikte 12 HDP’li vekilin zorla gözaltına alınmaları demokrasi adına kabul edilebilir değildir.

Başta Diyarbakır olmak üzere HDP’li belediye başkanlarının ardından parti başkanları da dahil milletvekillerinin gözaltına alınmaları, demokrasiden geriye fazla bir şey kalmadığının yeni bir göstergesidir.

Radyo-TV kanallarından gazete, politika ve kültür dergilerine kadar uzanan kapatma kararlarıyla basın özgürlüğüne sınır üzerine sınır konulmasının ardından vekil gözaltıları demokrasiye indirilmiş bir darbe niteliğindedir. Öyle ki, vekillerin serbestçe konuşup düşüncelerini ifade edemedikleri; Kocaeli’ne girmelerinin engellenmesinde ya da son gözaltılarda olduğu gibi siyasal faaliyetlerinin engellendiği koşullarda temsilcileri oldukları “sıradan yurttaşlar” durumundaki seçmenlerinin ifade, toplantı-gösteri, örgütlenme ve siyaset yapma özgürlüklerini kullanmalarının düşünülemeyeceği açıktır.

Dokunulmaz olmaları gereken vekillere dokunulduğunda, seçmenlere ve haklarına çoktan dokunulur olduğu ve olacağı herhalde tartışma götürmez. Nitekim, açıkça tek adam-tek parti diktatörlüğünün kuruluşunun dayatıldığı, AKP ile MHP’nin devletin biçim değişikliğinin pazarlıklarını yaptıkları günümüzde içeride ve dışarıda savaş politikalarıyla yükseltilen dincilik ve şovenizm ortamında hakları yok sayılarak baskı altına alınan yurttaşlar demokratik haklarını kullanamaz kılınmaktadırlar.

Bu gidişat durmalı, halka haksızlık ve hukuksuzluğun dayatılmasından vazgeçilmelidir.

İktidarın izlediği bu siyasetin  halkta sonuçları çok ağır olan bir bölünme yarattığı çok açıktır. Muhalefetsiz, tekçi siyasetin baskılarla yürütülmesindeki çıkmaz da bundandır.

Halka, hepimize, tüm demokrasi yanlısı, barışsever, hak ve hukuk isteyen, emeğine ve özgürlüklerine sahip çıkan herkese düşen, OHAL’in kalıcılaştırılarak tekçiliğin dayatılmasını püskürtmek üzere el ele vermek ve birlikte mücadele etmektir. Gün demokrasiyi kazanmak için birlik günüdür.

Baskılarla, yasaklarla toplumu sindireceğini düşünenlere yanıldıklarını göstermemiz, tüm demokrasi güçleri olarak en acil görevimizdir.

Gözaltındaki milletvekilleri derhal serbest bırakılmalı; demokratik hak ve özgürlüklere, hukuka saygı gösterilmelidir!”

BAŞLANGIÇ: KORKU BULAŞICI OLDUĞU GİBİ CESARET DE BULAŞICIDIR

“7 Haziran seçimlerinde %13,1 ve ardından yapılan ve yoğun saldırı ortamında gerçekleştirilen 1 Kasım seçimlerinde dahi %10,8 oy almış, parlamentoda en büyük üçüncü gruba sahip Halkların Demokratik Partisi’nin eş başkanları ve milletvekillerine yönelik operasyon, parlamenter rejime, halkın demokratik iradesine karşı açık bir darbe girişimidir.

OHAL ilanı ile başlayan ve KHK’ler aracılığı ile her türlü muhalefeti etkisiz hale getirme süreci, 29 Ekim KHK’leri, Cumhuriyet gazetesine operasyon, Diyarbakır belediye başkanlarının tutuklanması ve son olarak 4 Kasım HDP operasyonları ile başka bir aşamaya ulaşmıştır. 15 Temmuz darbe girişimini bir “karşı darbenin” ya da “sivil darbenin” mazereti kılan iktidar, ardı ardına gelen bu siyasi operasyonlarla Türkiye’de parlamenter demokratik sistemi askıya almayı, her türlü muhalefeti sindirerek bir tek adam rejimi kurmayı hedeflemektedir.

Saldırı sadece HDP’ye dönük değildir. Saldırı hepimize, bütün demokrasi güçlerine yöneliktir. Halk baskıyla, zorla, içeride ve dışarıda savaşa sürüklenerek sindirilmeye çalışılmaktadır. Mevcut iktidara, onun rejim değişikliği hedeflerine karşı olan herkes hedeftir.

İktidarın Türkiye’yi içine sürüklemeye çalıştığı kaos ortamına mecbur değiliz. İktidar muhalefetin iradesine kıramadıkça mevcut iktidar bloku da kırılganlaşacaktır. Gün içe kapanma, köşeye çekilme günü değildir. Gün sinizmin, geçmişte kimin hatalı kimin daha öngörülü olduğuna dair beyhude tartışmaların değil, dik durmanın, karşı karşıya olduğumuz zorbalığı alt edebilecek birlik ve dayanışma zeminlerini çoğaltmanın günüdür.

Unutmayın, Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi, korku bulaşıcı olduğu gibi cesaret de bulaşıcıdır.”

SODAP: FAŞİZME KARŞI HER TÜRLÜ DİRENİŞ MEŞRUDUR

Ülkeye faşizm hakim olmuştur! Kentleri yakıp yıkan, binlerce insanı vahşice öldüren, kendi safında yer almayan herkesi yok edilmesi gerekenler olarak düşmanlaştıran Saray faşizmiyle karşı karşıyayız. Saray faşizmi, öldüremediği halkın temsilcilerini zorla rehin almıştır! Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın tutuklanmasının hemen ardından HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil 11 milletvekilinin gözaltına alınması ülkenin açıkça batağa, kaosa sürüklendiğinin kanıtıdır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası sokaklarda “demokrasi” havarisi kesilen Saray faşizmi kendi sivil darbesini OHAL ile KHK’lerle hayata geçirmiştir.

Faşizme karşı her türlü direniş meşrudur. HDP’ye yapılan operasyonu kınıyor halklarımızı Saray faşizmine karşı direnişe çağırıyoruz!

Faşizm Yenilecek Direniş Kazanacak!

Faşizme Karşı Sokağa Direnişe!

KALDIRAÇ: DİRENİŞİ SEÇEN ÖRGÜTLÜ BİR HALKIN ÖNÜNDE HİÇBİR ENGEL DURAMAZ

“ABD silâhı, ABD desteği ile iktidarda olan; danışmanları aracılığı ile “tuvalet deliğine süpürmeyin” diye ABD’de yalvaran; bölgemizde emperyalistlerin tetikçiliğini yapan; “milli irade bizi seçti” diye ortalıkta gezen “yerli ve milli” egemenler, milyonların oyları ile seçilmiş bir partinin eşbaşkanları ve milletvekillerini gece baskınları ile gözaltına alıyorlar.

Hırsızlar, katiller, yolsuzlar, tecavüzcüler mecliste “muteber” milletvekili olarak duracak; eşit, özgür, kardeşçe ve barış içinde bir yaşamı savunan; bunun için mücadele etmek dışında hiçbir “suçu” olmayanlar hapse atılacak ve bunun adı, “ileri demokrasi” olacak.

Ekim Devrimi’ne karşı bir tampon olarak, işçi sınıfının inkârı ve halklar hapishanesi şeklinde organize edilen bu burjuva egemenlik, 7 Haziran seçim sonuçlarında ecelini gördü. Saray, AK Parti, ordu, TÜSİAD vb. hepsi ama hepsi, 7 Haziran seçimlerinin yok sayılması için darbe ve savaş süreci başlattı.

Gece yarısı yapılan operasyonlar, başlatılan darbe sürecinin bir devamıdır.

Daha önce de denediler. Her denemelerinden sonra, mücadele daha da büyüyerek karşılarına dikildi. Yine öyle olacak!

Direnişi seçen örgütlü bir halkın önünde hiçbir engel duramayacak!

7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP’ye oy veren, oy vermese de gönülden destekleyen, sempati besleyen herkesi kendi iradelerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

DİP: 5 MİLYON KÜRDÜN İRADESİNE AMBARGOYA HAYIR

 “3 Kasım’ı 4 Kasım’a bağlayan gece, devlet 5 milyon Kürdün iradesini gözaltına aldı! Yaşanan budur. 1 Kasım oylamasında, yani neredeyse günü gününe bir yıl önce, büyük çoğunluğu Kürt, 5 milyon seçmenin oylarıyla en zor koşullarda barajı geçerek meclise giren HDP’nin çok sayıda milletvekili, evlerine yapılan baskınlarda zorla götürüldüğünde ezilen özgürlük, bu 5 milyon Kürdün ve öteki HDP seçmenlerinin özgürlüğüdür. Sadece HDP milletvekillerinin değil, 5 milyon insanın kendi temsilcilerini seçme özgürlüğü ellerinden alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, 10 yurttaşından birinin özgürlüğünü çalmıştır!

Neden? Milyonların oyuyla meclise gelmiş milletvekilleri neden gözaltına alınmıştır? Verilen gerekçe anlamsızdır: Milletvekillerinin savcılara ifade vermeye gitmemesi dolayısıyla deniyor. O zaman geri gidelim: Milletvekillerinin savcılarca çağırılması normal değildir; nasıl oluyor bu? Çünkü dokunulmazlıklar kaldırılmıştır. O zaman soralım: dokunulmazlıklar neden kaldırılmıştır?

İşte bunun cevabı açıktır. Bu cevabı aslında bütün Türkiye biliyor ama artık konuşamıyor. Tayyip Erdoğan-AKP iktidarı, 7 Haziran seçimlerini yitirdiği için savaşı yükseltmiştir de ondan. Cevap bu kadar yalındır. Bu durumda çıkışın yolunu, Kürtlerle “çözüm süreci” olarak anılan görüşmelerin bitirilmesinde, savaşın tırmandırılmasında, Türkler arasında şovenizmin, yani keskin milliyetçiliğin kışkırtılmasında, böylece AKP’nin hem milliyetçi toplum kesimlerinden daha fazla oy almasında, hem de Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP’yi kendi yanına çekmesinde bulmuştur. O günden bugüne her iki taraftan da binlerce genç ve başka yaştan insan öldüyse, bunun sebebi AKP’nin oylarını arttırma ve mecliste çoğunluğu bulma ihtiyacıdır. Türkiye bir ikbal savaşı yaşıyor. Bunun bedelini bütün toplum birlikte ödüyor.

1993 konsepti 2015 konseptinde “dirildi”

Atılan bu adımla Türkiye, arada yaşanan bütün “barış”, “açılım”, “çözüm süreci” göz boyamasına rağmen Kürt sorununda hiç ilerlemediğini açıkça ortaya koydu. 4 Mart 1994’te dokunulmazlığı kaldırılan DEP milletvekillerinin bazıları meclisten polisçe alınmışlardı. Bu olay, özellikle bir polisin Orhan Doğan’ın boynuna dirseğiyle sarılması görüntüsü, Türkiye siyasi hayatı üzerinde yıllarca ağır bir travma yaratmıştı. Bu milletvekillerinin bir kısmı yıllarca hapis yattıktan sonra aklandılar, yeniden meclise girdiler. Ama şimdi aradan 22 küsur yıl geçtikten sonra Türkiye devleti yine Kürtlerin vekillerine yine polisiye yöntemlerle saldırıyor!

4 Mart 1994, “1993 konsepti” olarak ünlenmiş bir politikanın ürünüydü. Kürtlerin sivil siyasi politika yaptıkları alanlarda katliamları da içeren bir saldırı politikasıydı bu. Mimarları Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’dı. Devrimci İşçi Partisi, 2015 yılında AKP 7 Haziran’ın rövanşını alabilmek için “çözüm süreci”ni terk ederek gözü dönmüş bir politika gütmeye başlayınca bu politikaya buna nazire olarak “2015 konsepti” adını taktı. Şimdi girişilen baskı Türkiye’nin tam tamına o döneme geri dönmüş olduğunun doğrulanması olmuştur.

Tarihe dikkat edilsin: 3 Kasım’ı 4 Kasım’a bağlayan gece. 3 Kasım, siyasi hayatımızda özel bir yeri olan Susurluk kazasının 20. yıldönümüdür. Polis Demirtaş, Yüksekdağ ve arkadaşlarının evini, kitle tepkisi derhal sokaklara taşmasın diye 3 Kasım sabahı değil gece yarısında basmıştır. Ama 3 Kasım’da basmıştır!

Bu kesinlikle rastlantı değildir. AKP iktidarı Türkiye’nin siyasi hayatında sembolik anlam kazanmış tarihlere kendi imzasını atmayı çoktan benimsemiştir. 2010 referandumu 12 Eylül darbesinin tam 30. yılında yapılmıştır. Tayyip Erdoğan dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğini imza için kendisine tanınan yasal sürenin son gününe kadar bekleterek 7 Haziran seçimlerinin yıldönümünde imzalamıştır. Başka örnekler de vardır. İşte şimdi AKP iktidarı HDP eş başkanları ve milletvekillerini 3 Kasım’da gözaltına alarak, “derin devlet”in üstünlüğünü, eski yöntemlerin kullanılmasından kaçınılmayacağını ilan ediyor! İlaveten, 3 Kasım 2002 AKP’nin ilk kez iktidara geldiği seçim olduğu için, bir zafer kutlaması olarak da okunabilir bu tarih.

Bunun bir anlamı da AKP’nin Mehmet Ağar’a iade-i itibar sağlamasıdır. Çok kısa süre önce geçmişte Ağar’ın yetiştirmiş olduğu Süleyman Soylu İçişleri Bakanlığına getirildi. Bunun ardından Ağar makbul bir adam olarak Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na çağırıldı. Orada şöyle dedi: “Son dönemlerde emniyet teşkilatında bir aydaki toparlanma bile bir sürü canlı bombanın etkisiz hale gelmesi bulunması sonucunu getiriyor.” Ağar neden “bir ay” diyor. Çünkü kendisi Ekim ayında konuşuyor, Süleyman Soylu içişleri bakanı olarak göreve Eylül başında başlamıştır. Ağar Soylu’nun kefilidir. Kefili Ağar olanın siyasi tıynetini değerlendirmek kolaydır!

Kürt sorunu söz konusu olduğunda Sözcü AKP’nin sözcülüğünü yapıyor, Aydınlıkampulün ışığını saçıyor!

Erdoğan ve AKP’nin 7 Haziran yenilgisinden sonra neden savaşı yeniden tırmandırdığını anlamak için Bahçeli’nin dün neredeyse vatan haini ilan ettiği Erdoğan’ı bugün nasıl baş tacı yaptığına bile bakmaya gerek yok. Eskiden Erdoğan ve AKP’nin baş düşmanı olduğunu ilan eden, kendisine ve izleyicilerine “Mustafa Kemal’in askerleri” nitelemesini uygun gören Vatan Partisi ve Aydınlık, iş Kürt sorununa ve “derin devlet”e gelince yelkenleri suya indirdi ve Erdoğan’ın arkasına geçiverdi. Bu ideolojik zehir saçan sözde solcu emekli paşa örgütünün amacı, Fethullah Gülen cemaatinin eline düşmüş olan “derin devlet”i yeniden ele geçirmek ve Kürt halkının özgürleşme taleplerinin ezilmesidir.

Haydi, Vatan Partisi ve Aydınlık Erdoğan’a desteğini zaten açıklamış bulunuyor. Ya Sözcü? O sağda solda hâlâ Erdoğan karşıtı olmakla övünüyor, ama iş Kürt sorununa geldiğinde ondan farksız. Yılmaz Özdil’in Kürt düşmanı ırkçılığı, dilinin sivriliğinde nice Yeni Akit yazarını aratmayacak kadar ileridir.

Bunun anlamı şudur: Kürt sorununda Türk milliyetçiliği yapmak, Erdoğan-AKP karşıtı kampı fena halde bölüyor. Her kim bugün Kürt düşmanlığı yapıyordur, o Erdoğan ve AKP’nin Sünni dünyası üzerinde “Reis” hâkimiyeti kurma hayallerinin ifadesi olan Rabiacılık programının, içeri kıvrılmış başparmak ve yukarı bakan dört parmaktan ibaret el işaretiyle dile gelen o korkunç mezhep savaşı programının başarısına katkıda bulunuyor demektir. Her kim bugün Ortadoğu çapında Kürtlere karşı mevzileniyorsa o ABD emperyalizminin dişlerini Türkiye’nin ensesine daha da sıkı geçirmesine yardım ediyor demektir!

CHP burada özellikle gerici bir rol oynuyor. Bir yandan sözde HDP ile bir diyalog yürütüyor. Bir yandan da HDP’nin dışlandığı bir “Milli Mutabakat”a destek vererek borsa ve doların istikrarına katkıda bulunuyor; en fazlasından “Yenikapı’ya HDP de çağrılmalıydı” diye mırıldanıyor. Daha da yüz kızartıcısı, dokunulmazlık mecliste oylanırken Kılıçdaroğlu “taktik yapıyorum” mazereti altında lehte oy kullanıyor. Bugün Demirtaş, Yüksekdağ ve arkadaşları polis baskınlarıyla gözaltına alındıysa, 5 milyon Kürdün iradesi postallarla çiğnendiyse, onların seçtiği milletvekilleri Terörle Mücadele polisine teslim edildiyse, bunun utancı aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nundur! Ama yarın Erdoğan Bahçeli’nin de desteğiyle Kürt düşmanı bir “milli hükümet” kurmak isterse oraya muhtemeldir ki Kılıçdaroğlu’nun değil Baykal’ı bakan yapacaktır!

Öncü işçiler için Kürt kardeşlerinin iradesine ambargo kabul edilemez!

Sözde Erdoğan ve AKP muhaliflerinin Kürt sorunu söz konusu olduğunda iktidarın ardında dizilmesinin nedeni, Türkiye sermayesinin, sadece Albayrak’ların değil Koç’ların da, Irak’ta Kürtlerin yaşadığı bölgedeki petrole göz koymuş olmasıdır, bu nedenle burjuvazinin saflarında Kürt sorunu konusunda bir yakınlaşmanın yaşanıyor olmasındandır. Bu bölgeye bugün hâkim olan Mesud Barzani, AKP iktidarı ile etle tırnak gibi bütünleşmiştir. Türkiye burjuva devleti Barzani dışında hiçbir gücün Kürt halkını temsil etmesini izin veremez. Barzani ise Kürt toplumunda ABD emperyalizmi ve AKP Türkiyesi’nin kanatları altında Kürt aşiretlerinin ve gelişmekte olan yeni rantiye burjuvazinin çıkarlarını temsil etmektedir. Kürt halkının öteki örgütlerine bu yüzden sırt çevirmiştir.

Bu yüzdendir ki Türkiye AKP yönetiminde Ortadoğu’da bir macera peşine düşmüştür. Türk ve Kürt gençlerinin kanının Irak’ta, Suriye’de ve belki başka yerlerde petrol için dökülmesine yol açacak bir politika izlemektedir. Sermayenin petrol sayesinde kârına kâr katmasının bedeli işçi sınıfı, yoksul köylüler ve kent yoksulları için, özellikle gençler için hayatını verme riskidir. Aynı politikanın Türkiye içindeki yansıması, Kürt sorunu temelinde otuz yılı aşkın süredir yaşanmakta olan savaşı tırmandırmaktır. HDP milletvekilleri bu petrol politikasının sonucunda tutuklanmıştır. Petrol açılımı, Kürt açılımına galebe çalmıştır!

İşçi sınıfının başkalarının kârı için verecek hayatı, feda edeceği gençleri yoktur. Bu yüzden siyasi bilinç sahibi öncü işçiler Kürt halkının, 5 milyon Kürdün siyasi iradesinin çiğnenmesine elbette karşı çıkacaktır. Kürt halkı yoksul bir kardeş halktır. Onların da bizim işçilerimiz gibi kendi dilini konuşmaya, kendi müziğini dinlemeye, kendi çocuğuna istediği adı koymaya, seçtiği temsilcilerin onu temsil etmesine hakkı vardır.

Kürt halkının haklarını ayaklar altına alan iktidar, aynı zamanda işçi sınıfının bütün haklarını, kazanımlarını, mevzilerini de birer birer söküp alıyor. Zonguldak maden işçisi ve Zonguldak’ın bütün emekçi halkı özelleştirme taarruzu karşısındadır, işini yitirme ya da taşeronlaşıp iş cinayetine kurban gitme tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır. Kürt’le alıp veremediği ne olabilir? Yılların işçisi iş güvencesini esas kıdem tazminatından elde ediyordu. Şimdi kıdemin bir fona aktarılması halinde o iş güvencesi yok olacak. İlk sendelemede atılan işçi, yeni iş bulsa bile artık bütünüyle güvencesiz çalışacak. Tayyip Erdoğan’ın patronlar toplantısında söylediği gibi “tekme tokat kapıya konmasa da” en ufak bir güvencesi kalmayacak. Kürdün bununla ilgisi ne? İşsiz genç artık kendine iş bulma hayalini ancak özel istihdam bürolarına hiçbir hakkı olmaksızın kölelik ederek karşılayabilecek. Kürdün sorumluluğu ne bunda?

En önemlisi OHAL! Zonguldak’ın mücadeleci işçileri ve mühendisleri daha yeni KHK ile işlerinden uzaklaştırıldılar. Amaç özelleştirme yapılırken mücadele edilmesini engellemek. KESK’liler devamlı KHK ile işten çıkartılıyor. Amaç memurun iş güvencesi olan 657 sayılı yasayı kuşa çevirirken mücadele olmasını engellemek. Yakında bir yeni KHK ile kıdem tazminatının fona aktarılmayacağını kim garanti edebilir? Demek ki aynı OHAL rejimi işçiyi de, emekçiyi de, Kürdü de vuruyor.

Bu yüzden işçi sınıfı, savaşa karşı, demokratik hakları tırpanlayan OHAL’e karşı, kendi haklarının yamyassı edilmesine karşı, Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmeli, Kürde karşı değil. Kürt, işçinin kardeşidir. O kardeşliği korumak sınıfın çıkarınadır.

Öyleyse hep beraber sesimizi yükseltelim:

5 milyon Kürdün iradesine ambargoya hayır!

HDP milletvekillerini serbest bırakın!

Petrol için savaşa sürülecek gencimiz, dökülecek kanımız yok!

Kürt ile değil Amerika’yla mücadele et!”