ANALİZ

Son savaşı kim kaybedecek?

Bölge ve dünyadaki tüm demokrasi güçlerinin, özgürlük ve adil barış isteyen herkesin bu yeni direniş dalgası etrafında kenetlenmesi ve zafere kilitlenmesi gerekiyor. Bu son savaşta orta yol yoktur.

30 Ekim 2014’te Erdoğan’ ve ekibinin Milli Güvenlik Konseyi’nde şekillendirdiği "Çökertme Planı’’, bütün cephelerde tüm hızıyla uygulanmaya devam ediyor. Saldırının çapı ve derinliği küçülmüyor. Her geçen gün saldırı daha çok genişliyor ve daha çok derinleşiyor. Ama Çökertme Planı bir türlü başarıya da ulaşamıyor. Kürtler ve demokrasi güçlerinin direniş duvarına çarpıyor. 
Saldırı ne kadar geniş ve derinlikliyse direniş de ondan daha fazla geniş bir coğrafyada ve derinlikte yaşanıyor.  

SAVAŞIN TEK BİR CEPHESİ YOK

Artık tek bir cephe ve tek bir mevzi söz konusu değil. Bu hesaplaşma ve daha doğrusu son savaş hayatın her alanında ve her yerde yaşanıyor. Bu savaştan muaf olan tek bir yer, alan, sınıf, grup, çevre ve hatta kişi söz konusu değil. 
Meseleye bütünsellik içinde bakılmadığı zaman iş yanılgıya düşmeye, hatta çaresiz ve umutsuzluğa kapılmaya kadar gidiyor. Hâlbuki bütün cephelerde kıran kırana bir savaş ve ‘’mutlaka kazanacağız’’ iradesinin direnişi yaşanıyor. Bu kıran kırana savaş kabaca söylersek Türk devletini ele geçiren Erdoğan cuntasıyla Kürtler ve demokrasi güçleri arasında yaşanıyor. Ancak bu savaşın şu an geldiği nokta ve sonuçları artık sadece Kürtler ve Türkleri ilgilendirmiyor. Bir anlamda bütün Ortadoğu’nun kaderi bu savaşın nasıl sonuçlanacağına bağlı. Tam da bundan dolayı küresel güçler hiç olmadığı kadar bu savaşı ve sonuçlarına ilgi gösteriyor. Hatta içinde yer alıyor. 

TC ve onun megaloman diktatörü Erdoğan, devlet olmanın her türlü olanaklarıyla saldırıyor. Kuzey’de, Türkiye’de, Rojava’da, Güney’de, Avrupa’da dünyanın her yerinde Kürtlere karşı zafer elde etmek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Soykırımı tamamlamak için acele ediyor. Her türlü fırsatı, olanağı bunun için kullanıyor. Göbekten bağlı olduğu ABD ve AB’nin göz yumması için şantaj dâhil olmak üzere en ahlaksız pazarlıklar yapıyor. Çünkü savaşı kazanmak için büyük çılgınlıklar yapmayı planlıyor. 

Gazeteci Ferda Çetin’in de Yeni Özgür Politika gazetesindeki son yazısında dikkat çektiği gibi, ‘‘Erdoğan daha büyük kötülükler’’ düşünüyor. Bu kötülüklerin başında ise İmralı’ya fiziki saldırı, Medya Savunma Alanları'na yönelik ’’Sri Lanka modeli’’ denilen bir askeri çökertme girişimi, Bakur’da açık soykırım ve Rojava ve Şengal’ı işgal etme planı… Bütün bunları aynı anda yapmak istiyor.   

Bu nedenle HDP’ye yönelik saldırıyı, eş başkanların, vekillerin, belediye eş başkanlarının, meclis üyelerinin, binlerce HDP ve DBP üyesinin rehin alınmasını Rojava’dan, Musul ve Kerkük’ten Şengal’dan, İmralı’daki ağır tecritten, Kürt televizyonlarını susturma çabalarından, Kandil’e askeri operasyondan ve Avrupa’da başta olmak üzere Kürtlere karşı siyasi cinayetlere uzanan girişimlerden ayrı ele alamayız. Hepsi bir bütünün parçalarını oluşturuyor. Esas hedef bir grup, bir parti değil. Bütün Kürtler ve Kürdistan’dır. Bunda en küçük bir yanılgıya yer yoktur. Bu konuda rejim odaklı propagandaların etkisinde kalanlar bilerek veya bilmeyerek Kürt soykırımına hizmet etmektedir.   

Öte yandan nasıl ki Erdoğan’ın "Çökertme Planı" bütün bu alanları ve daha fazlasını kapsıyorsa direniş de bütün bu alanları ve çok daha fazlasını kapsıyor. Bu nedenle Erdoğan rejiminin tarihin en adi ve kirli psikolojik savaşının etkisi altında kalarak rejimin başarı sağladığını ve Kürtleri mağlup ettiğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Bu ağır saldırı ve savaş koşullarında ‘’tarafsız’’ kalmakta aslında Erdoğan cuntasından taraf olmaktır. Özellikle marjinal gruplar, kimi kanaat önderleri, hatta bazı tanınmış siyasetçilerin ’’PKK, HDP ezilsin, şunlar bir darbelensin, biz daha sonra işimize bakarız’’ diyerek sessiz kalmalarının onlar açısından dramatik sonuçları olacaktır. Çünkü onlar sadece bugünü kaybetmiyorlar,  geleceği de kaybediyorlar.     

DAHA ÇOK İNSAN ÖLDÜREN ZAFER KAZANMAZ

Hiçbir güç, fazla insan öldürerek, daha çok şehir, kasaba, köy yakarak, binlerce, hatta on binlerce insanı tutuklayarak, yüz binlerce insanı göç ettirerek zafer elde edemez. Olup bitenleri kendi hanesine zafer olarak yazdıramaz. 
Eğer öyle olmuş olsaydı iktidara geldikten sonra ülkeleri işgal eden, binlerce şehir, kasaba, köy ve yerleşim yerini haritadan silen, milyonlarca insanı gaz odalarında öldürten Adolf Hitler’in her yere heykeli dikilmesi gerekirdi. Ama o heykeli dikilen değil, insanlığın lanetlediği birisi olarak kaldı, kalmaya devem ediyor. Hitler’in yaptığı çılgınlık sadece Almanya’yı ikiye bölmekle kalmadı. Birçok ülkede sistem değişikliğine neden oldu. ’’İki kutuplu’’ dünya bir anlamda onun çılgınca savaş maceraları sonrası ortaya çıktı.     

Bu, Erdoğan için de böyledir. Kürdistan şehirlerini yakıp yıkan, insanları diri diri bodrumlarda yakan, binlerce insanı zindanlara atan her Kürde, Kürdi olan her şeye düşman bu diktatörün de tarihteki yeri ondan öncekilerden çok farklı olmayacak. Lanetli birisi olarak anılacak. Türkiye ise bu savaş sona erdiğinde eskisi gibi olmayacak, belki siyasi sınırları değişmiş olacak. Tıpkı Suriye ve Irak’ta olduğu gibi. 

ERDOĞAN ’’ÖNLEYİCİ SAVAŞI’’ KAYBETTİ

Kuzey Kürdistan’da 2015 yılının sonu ve 2016 yılı itibarıyla çok sert bir savaş yaşandı. Halen yaşanıyor.  Ve daha çok sertleşeceği görülüyor.  Türk devleti 24 Temmuz 2015 günü Kürdistan özgürlük savaşçılarının bulunduğu Güney Kürdistan’daki Medya Savunma Alanları'na onlarca savaş uçağının katıldığı bir saldırı ile bu savaşı başlattı. Savaşın ve direnişin şehirlere yayılmasıyla birlikte Erdoğan’ın gerçek soykırımcı yüzü de ortaya çıkmış oldu. Eşit koşullarda olmayan "şehir savaşlarında’’ Erdoğan her türlü askeri olanakları kullanarak, şehir ve kasabaları bombalarla yerle bir ederek "zafer" kazandığını ilan etti. Ama şehirlerdeki çok az sayıda direnişçi karşısında ordusu, bürokrasi ve sistemiyle birlikte çakılıp kaldı. Bir anlamda Kürtlere kaşı Ortadoğu’daki ’’önleyici savaşı’’ kaybetti. Savaşın diğer cephesinde yani Rojava ve Başur cephesinde ağır yenilgiler aldı. 

Öyle ki, YPG-YPJ güçlerinin önderlik ettiği QSD güçleri özgürleştirdikleri toprakları neredeyse ikiye katladılar. Sadece Kobanê özgürleştirilmekle kalınmadı. TC’nin desteğini alan DAİŞ’ten birçok şehir, kasaba, köy alındı. Cizîre ve Kobanê kantonları birleşti. Tişrin, Minbic, Şaddede gibi stratejik öneme sahip alanlar özgürleştirildi. Rojava Kurdistan’ı ve Kuzey Suriye Federasyonu hem coğrafya, hem askeri ve hem de siyasi olarak şekillendi. Güney Kürdistan’da Şengal büyük oranda DAİŞ’ten temizlendi. Gerillaya katılım 2015-2016 dönemi içinde hiçbir dönemde olmadığı kadar arttı. Gerillanın eylem kabiliyeti ise nitel bir sıçrama gösterdi.  

Küresel çapta Kürt ve Kürdistan sorunu hiçbir dönem olmadığı kadar meşruiyet kazandı. Kazanıyor. Başta Avrupa olmak üzere dünya kamuoyunun ve basının-devletlerin politikasından bağımsız olarak- Kürtlere karşı ilgi ve sempatisi tavan yaptı. Savaş Kürtlere yeni alanlar açarken Erdoğan cuntasını içte ve dışta "derin bir yalnızlığa’’ mahkûm etti. Ve Erdoğan’ın dünya kamuoyunda DAİŞ’in ‘’bir numaralı’’ koruyucusu ve patronu olduğu adeta tescillendi. Zaten Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan ‘’darbe içindeki darbe’’ bu savaşın direkt sonucu olarak ortaya çıktı. Rejimin çöküş süreci resmen başlamış oldu. 

ERDOĞAN BİR "AMOK KOŞUCUSU" GİBİ PATLAYACAK 

Bugün Erdoğan’ın sivil alana yaptığı saldırılara, Avrupa ve dünyaya "posta koymasına’’ bakıp, "acaba Çökertme Planı başarıya mı ulaşıyor’’ diye aldanmamak lazım. Erdoğan siyasi tarihin en güçsüz dönemini yaşıyor. Ve çok korkuyor. Korku onu daha çok saldırıya, daha çok kan ve gözyaşı akıtmaya itiyor. Bir "Amok koşucusu" gibi kendisini patlayana kadar koşmak zorunda hissediyor. Öyle de olacak. Sadece çökmeyecek, aynı zamanda tipik bir "Amok koşucusu" durduğu anda patlayacak. Bu sonun onu beklediğini Erdoğan da biliyor. Bunun için süreci mümkün olduğunca zamana yaymak, suni gündemler yaratmak, karşı olanlar arasında görüş ayrılıklarına, hatta çatışmalara yol açmak, psikolojik savaşla halkı tümüyle kuşatmak ve esir almak istiyor.  Bu nedenle Erdoğan kendisine bağlı ve biat eden medya aracılığıyla Kürtler başta olmak üzere özgürlük ve demokrasi isteyen herkese karşı tarihin tanık olduğu en adi ve kirli psikolojik savaş yürütüyor. Bu işin sadece silahla, askeri güçle, daha çok tutuklama ve öldürmeyle, yasak ve sürgünlerle, KHK, OHAL ile olmayacağını o da biliyor. Onun için elindeki savaş uçağı, tank, füze, asker, özel tim, polis, gizli ordusu kadar psikolojik savaş önem veriyor. 
Evet, Erdoğan cuntası son savaşı kaybedecek. Yani Erdoğan bir 'Amok Koşucusu' gibi durduğu zaman patlayacak, ama bu öyle kendiliğinden de olmayacak. Bu süreci hızlandıracak en önemli faktör ise Kürtler ve demokrasi güçleridir. Elbette ki, başka faktörler ve etkenler de bu süreci hızlandırabilir. 

Örneğin doların Türk lirası karşısında değer kazanması veya Avrupa Birliği’nin yapacağı baskı, Rusya’nın Suriye sahasında Türk devletine kırmızı ışık yakması, yeni ABD başkanının Suriye ve Irak konusunda Barack Obama çizgisine ‘’yakın’’ bir yol izlemesi gibi. Ama bunların hiçbirisi, tek başına süreci hızlandıran ve Erdoğan’ın daha fazla kan ve gözyaşına neden olmadan çöküşünü hızlandıran etkenler ve faktörler değil. 

FAŞİST REJİMİ YIKACAK YOL BELLİDİR

Temel etken Kürtler ve demokrasi güçleridir.  Demokrasi güçlerini sadece Türkiye ile sınırlı düşünmek de yanlış olur. Suriye ve Irak başta olmak üzere bölgenin bütün demokratik güçleri, Avrupa ve dünyadaki özgürlük ve çoğulculuktan yana olan herkes buna dahildir. Çünkü Erdoğan sadece Kürtleri ve Kürdistan’ı tehdit etmiyor. Gücü yeterse Irak’ı, Suriye’yi Yunanistan adalarını ve Balkanlar'ı dahi işgal etmek istiyor. Bu nedenle o aynı zamanda dünya barışını da ciddi manada tehdit ediyor.  Zaten uyguladığı mülteciler politikasıyla Avrupa Birliği’nin iç barışını tehdit eder noktaya geldi. 

Hiç şüphe yok ki, Kürtler örgütlü bir toplum olarak direniyorlar ve direnmekten başka bir yolun olmadığını da biliyorlar. Ama bu direniş, sadece bir saldırı ve soykırım karşıtı bir direniş değil. Daha geniş bir anlamı ve derinliği olan bir direniştir. Sadece "teslim olmayacağız" üzerine kurgulanmış bir direniş de değil. "Mutlaka kazanacağız’’ paradigmasına kilitlenmiş ve sonuç alacak bir direniştir. Bu nedenle bölge ve dünyadaki tüm demokrasi güçlerinin, özgürlük ve adil barış isteyen herkesin bu yeni direniş dalgası etrafında kenetlenmesi ve zafere kilitlenmesi gerekiyor. Bu son savaşta orta yol yoktur. 

Faşist rejimi çökertecek en kestirme yol artık bellidir: "Mutlaka kazanacağız" şiarıyla hedefe kilitlenmek.