Suzan Samancı'yla 'Suskunun Gölgesinde'

Suzan Samancı'yla 'Suskunun Gölgesinde'

"Suskunun Gölgesinde", Suzan Samancı'nın yıllar önce kaleme aldıðı ve Kürt coðrafyasındaki duygu ile maddi hareketliliði saðlam bir çatıdan anlatabilen öykü kitabı.

Dönem ve coðrafya baz alındıðında; toplumsal hatıraların en can yakanına da, öðretip gülümsetenine de, "Suskunun Gölgesinde" rastlamak mümkün. Sayfaları çevirdikçe, genç Kürt kadının zihninde sakladıðı yenilikler gibi, zaruretle yürüttüðü teamüller de okura, kolay olmayan bir psikolojinin serüveninde eşlik ediyor.

"Suskunun Gölgesinde"nin yeni baskısı, Sel Yayıncılık'tan çıktı. Yazar Suzan Samancı ile kitabını, edebiyatı ve Kürt kadınını konuştuk...

Samancı için roman da öykü de, "gerçeðin ta kendileri" ve yazdıklarını bu nedenle rastlantısal deðil, etkilenme üzerinden anlatmaktan yana. Kitabını kaleme aldıðı yeri ve günleri, şöyle özetliyor, Samancı: "Kara Vandalların, Tiranların Kürt illerini istila ettiði, ölümlerin çetelesinin tutulduðu, korkunun sokaklarda cirit attıðı ve paydos saatiyle birlikte, bir an inin ve cinin top oynadıðı kente dönüşüyordu, Diyarbakır..."

'KÜRDÝSTAN'DA BEYAZ RENO, LATÝN AMERÝKA'DA FORD FALCON...'

Kitaptaki öykülerden söz ederken, Kürdistan’da, "beyaz Reno marka taksi" ile edinilen endişenin hakim olduðu yıllara sürükleniyoruz ve Samancı ve bu endişede Kürtlere ortaklık edenleri dillendiriyor: "Kürdistan'da beyaz renkli, Reno markalı taksiler herkesin korkulu rüyası olmuştu.Tarihe döndüðümüzde, iktidarların baskıcı yöntemlerinin aynı tornadan çıktıðını ve aynı sesle konuştuklarını görüyoruz. Kürdistan’da Beyaz Reno, Latin Amerika’da Ford Falcon marka otomobil halkların korkulu rüyasıyken; Kürdistan’da cesetler Dicle, Fırat, Munzur, Hazar ve Van göllerine atılırken, aynı acıyı yaşayan Latin Amerika’da da cesetler Motagua Nehri’ne , yol kenarlarına ve köprü altlarına atılırdı."

'TEKNOLOJÝ, ŞÝÝRÝN NAHÝV ORMANINI ÝŞGAL ETTÝ'

Samancı, yazı hayatına şiirle başladı ancak üretiminin başlangıç noktası olmasına raðmen, bir daha da şiire yönelmedi. Gerekçesini, kendisinden dinliyoruz: "Şiir kolay bir başlangıçtır ama iyi bir şair olmak zordur. Sözcüklerle dans etmek, onun müzikalitesini, ritmini ve matematiðini öðrenmek demektir. Şiirle yoðun olarak ilgilendiðim yıllarda her şeyim sözcük ve imgelerdi; gece bilincimin tarlası sözcüklerin delice seline kapılırken, sabah hep imgelerle uyanıyordum; sonra ruhsal dünyamın öyküye ve romana daha yakın olduðunu fark ettim."

Şiirden söz etmişken, onun eski etkisini yitirdiði yönündeki tartışmalara da dahil ediyoruz Suzan Samancı'yı: "Gelişen teknoloji şiirin o nahiv ormanını işgal etti, şiir en kuytu yere sıðındı. Tarihin tınısını, yozlaşmayan duygular daha iyi anlıyor ve bir de sözlü edebiyata daha yakındır. Şiir etkisini yitirmez, sadece her şeyde olduðu gibi, dönemsel olarak inzivaya çekilir." Edebiyatı ve sanatı bir bütün olarak ele alan Samancı, 'birini diðerinin basamaðı olarak düşünmenin' büro ve şef mantıðı olduðu fikrinde. Samancı bu fikrini şiirin, öykünün ve romanın yüzlerce tanımı yapılmasına raðmen; Cemal Süreya’nın şiiri nitelemesine katılarak netleştiriyor “Öykü şiirin uzun saçlı kız kardeşidir."

'KÜRT KADINI ÖZGÜRLÜK HAREKETÝYLE GELÝŞÝYOR'

Kürt bir kadın yazar olarak, Kürt kadınının edebiyata ilgi ve saygısını da yorumlamasını istediðimiz Samancı, süren savaşın etkisine deðinmeden, bunun mümkün olamayacaðında ısrarcı: "Yirmi yılı aşkın süredir yaşanan bu çirkin savaşın tahribatı çok boyutlu; binlerce dul ve yetim çocukların yanı sıra yoksulluk ve göç sonucu yaşam dengesi alt üst olan kadınların sisteme yanıtı intihar oluyor. Kürt kadınlarının intihar nedenlerinin sosyolojik, siyasal ve toplumsal nedenleri incelenmesi gerekirken, camii hocalarınca fetva verdirilip, 'intihar etmek günahtır'la sınırlandırılırken, kadını Adem’in kaburgasından da öte, neredeyse Adem’in kakasından oluşturma politikalarıyla kadının bedeni taciz ediliyor. Kaç çocuk ve nasıl doðdurulacaðına dair emirler veriliyor. Ciddi politikalar üretmeyen baskıcı yönetimlerin ucuz ve yapay reçeteleri, bunlar. Sanat ile uðraşmak kentselliðin yükselişi ile ortaya çıktı. Kadının aynı zamanda erkeðin birey olmadıðı bir toplumda sanat bilincinin gelişkinliðini bekleyemezsiniz. Kürt kadını özgürlük hareketiyle, başkaldırışıyla bir gelişim gösterdi. Gerçeklik, toplumsal pratiðin, kendisidir elbette ve Kürt kadını toplumsal pratiðini kendi edimleri ile üretip dönüştürürken, aynı zamanda ulusal ve toplumsal bilince de sahip oldu; bu bilincin özünde inanç vardır, direnmek, hareket ve oluş vardır şüphesiz. Bunun yeterli olduðu söylenemez ancak bu bir yeniden doðuş sürecidir ve bu süreç devam ediyor. Ýnsana varoluşunu sunan, insanı tarihi bir varlık yapan genel kültürdür. Böyle sürerse Kürt kadını kültür ve sanat alanında da daha da bilinçlenecek, aksi taktirde iktidarların yumuşak ve sinsi yüzüne yenik düşme tehlikesi de var. El deðmemiş kültürel hazineye sahibiz ve mühim olan bunu işleyecek yetenekli kadınlarımız çoðalsın."

'KÜRT ÝLLERÝNDE BDP EDEBÝYATA DESTEK, AKP KÖSTEK'

Kürt illerindeki edebiyat-sanat faaliyetlerinin BDP'li belediyelerce güçlü tutulduðunu gözlemleyen Suzan Samancı, "Örneðin, Diyarbakır festivallerinde farklı düşünce ve kültüre sahip olanlar davet edilirken, AKP belediyelerince hazırlanan festivallerde böylesi bir anlayışın görülmediði açık. Hatta gelen yazarlar özgürce konuşamıyorlar. Oysa aynılıðın, tek tip kültürün olduðu yerde çürüme ve yok oluş başlar. Farklı kültürlere düşmanlık temelinde yapılanan bir toplum iflah olmaz" diyor.

Televizyonun da buna benzer bir role büründüðüne vurgu yapan Samancı, ekliyor: "Televizyonlarda da paslaşmalar, yandaşlar, kollamalar ve kayırmalarla yürüyen bir sistem var. TRT'de bir çalışan, 'bize bir liste gelir kara listelerde olanları çaðıramayız' demişti. Kalıcı olan edebiyat, sanat ve felsefedir, söz uçar yazı kalır. Gerçek sanatçılar hiçbir iktidara boyun eðmeyen, gerçekliðin, maðdurun ve mazlumun yanındadırlar. Resmi ideolojinin penceresinden bakıp ahkam kesenler çıkarlarını düşünen okuyucular ve sahte oyunculardır."

'KADIN-ERKEK ÝLÝŞKÝSÝNDE TRAVMA HAKÝM'

Yazar Suzan Samancı, "Suskunun Gölgesinde" kitabında kadın üzerinden erkeði ve esasında "erkeksi" denilebilecek kimi kabullerin yarattıðı etkileri de, işliyor. Toplumun genelini kapsayan şekilde kadın-erkek ilişkisini deðerlendiren Samancı, geçiş sürecini yaşayan toplumların ergenlerin haleti ruhiyeti içinde olduðunu; yıllarca savaşan bir ülkenin insanlarının ilişkilerinin de travmatik olabileceðini düşünüyor. Topyekûn bilincini yaralı olduðu olarak gördüðü toplumdaki cinsler arasındaki denge ve ilişkinin de saðlıklı yürümediðine deðinen Samancı, evliliklerin de bu nedensellik etrafında çöküşe uðradıðı görüşünde: "Bireylerin kendini bulma, varoluşların peşine takılma süreci bir belirsizlik yaratırken, toplumun siyasi ve ekonomik sorunları direkt olarak bireyleri etkiliyor. Mesela televizyon dizilerinde kadın bir namus objesi olarak görülmeye devam edildikçe, sabah evinden ayrılan baba, annenin kucaðındaki iki yaşındaki çocuða 'oðlum, annen sana emanet, evin erkeði sensin' gibi talimatlar veriyorsa, böylesi bir zihniyet elbette kadının evlenmeyişine kuşkuyla bakacaktır. Ortadoðu toplumlarında evliliðin kadınlara özgürlük saðladıðı bir gerçek maalesef. Ýnsan giz dolu nevrotik bir varlık, karşı çıktıðı şeye de ihtiyaç duyuyor. Hegel, köle efendi ilişkisinden gerçek aşkların ve gerçek sevgilerin doðmayacaðına ve oluşamayacaðına işaret eder ve arzu üzerinden yeşeren her şeyin yanılsamasını dile getirir. Kendinin farkında olan, kendi kişiliðine sahip çıkan, kendi bilincini yaratan bir bireyin elbette, arkadaşlıða, dostluða, sevgiye ve evliliðe bakışı farklıdır."

"...Bir evim olsaydı ; ne çok severdim kocamı. Büyük kente giderdik, ben de çalışırdım fabrikada. Adımı da deðiştirirdim. Deniz kıyısında dolaşırdık. Kuşlara yem verip simit yerdik" gibi, geçmişin masum beklentilerine de öykülerinde yer veren Samancı, buna raðmen bilinç ne kadar gelişirse, masumiyetin de aynı şiddette kayba uðrayacaðını belirtiyor. "Bu sibernetik çaðda her şeyin dijitalleştiði ve kolay tüketildiði, tüm deðerlerin neredeyse paraya dönüştüðü, onurun ve erdemin peşinde olanların yapayalnız kaldıðı bir dünyada yaşıyoruz" şeklinde bir tablo çizen Samancı, bununsa geçici bir dönem olduðundan umutlu.

'YENÝ KÜRTÇE ROMANCI-ÖYKÜCÜLERE SAHÝP ÇIKILMALI'

Son olarak, sohbetimiz yeni Kürt edebiyatına uzanıyor. Kürtçe öykülerin içeriðinin Kürt halk tarihiyle yakından ilintili olduðunu anımsatan yazar Suzan Samancı, gözlemini şöyle özetliyor: "Kürt halk tarihi, çiftçi, köylü ve diðer koşullar altında çalışan insanların mücadelesi, 'Kürt Kurtuluş Mücadelesi', kadın sorunu, az gelişmişlik ve geri kalmışlık gibi konular işlenirken; platonik aşk, cinsellik, felsefik ve bilim kurgu gibi konular daha az işleniyor."

Kürtçe öykü ve romanda önemli bir hareketliliðin olduðunu, her ne kadar emekleme dönemi olsa da yazılanların büyük bir altyapı oluşturacaðını düşünen Samancı, "Mehmed Uzun adından söz ettirdi, ama sessiz sedasız tarihe derin iz bırakanların üretkenliði de oldukça sevindiricidir. Özellikle Fawaz Husên, yersizliðin ve yurtsuzluðun dilini çok iyi işliyor. Kürt kadınlarının yazdıklarına Avesta Yayınları oldukça destek veriyor. Özellikle 'Şahmaran' adlı dizisindeki Kürt kadın şairlerin tümü okunmaya deðer."

Suzan Samancı, Kürtçe romancı ya da öykücülerin gelişmesi için destek çaðrısı da yaparak, şunları öneriyor: "Mesela yetenekli, yazmak ve sanatla uðraşmak isteyenler başka iş alanlarında da çalışmak zorunda. Bir anlamda devlete baðımlı oldukları için özgür deðiller, yazmak temel meslek seçilmediðinde yaratıcılık tam anlamıyla oluşamıyor. Sanat Vakıflarının çoðalması gerekiyor. Diyarbakır’daki Yazarlar Derneði uzun yıllar kalacak yer bulamadı. Kürt dilinin gelişimi için özendirici yarışmalar açılmalı ve örneðin yazacak olanların durumunu iyileştirecek bir ödül olmalı. Yok mu bu alana katkı sunabilecek iş adamları? Sanatına ve sanatçısına sahip çıkamayanlar gerçek anlamda özgürleşemezler. Sömürge psikolojisinden kurtulmak gerekir. 'Golika malê nabe ga yan ji gihayê hawşê tahle' durumunu tersine çevirmek gerekir."