TC’nin 'U' dönüşleri ve reel politik durum-Cahit Mervan

Erdoğan’ın ’U’ dönüşünün nedeni Bakurê Kürdistan’da her türlü savaş tekniğini kullanmasına rağmen PKK'yi yenilgiye uğratamamasıdır. Bu PKK ve bütün Kürtleri hedef alan 'Çökertme Planı'nın çökmesiyle alakalı bir durumdur.

Recep Tayyip Erdoğan ve cuntası, Bakur ve Rojava Kürdistanı’na dönük 'Çökertme Planı' boşa çıkınca daha önce köprüleri attığı bütün bölgesel ve küresel güçlerle 'yeni' ilişkiler kurmaya çalışıyor.  Erdoğan liderliğindeki Türkiye, emeryal güç olma hevesiyle girdiği yolda kendisini mahkum ettiği 'derin yalnızlıktan' çıkış arıyor.  

Vermedikleri taviz yok. Rusya karşısında diz çöktüler. İsrail’in ileri sürdüğü her şartı kabul ettiler. Filistin halkını, Gazze’yi ve Hamas’ı anında sattılar. Üzerinde şekillendikleri tüm değerlere ihanet ettiler. Bizzat Filistin mağduriyeti ve Yahudi düşmanlığı üzerinden oy aldıkları Türk halkını açıktan ahmak yerine koydular. Tükürdüklerini yalamakla kalmadılar. Adeta yuttular! 

Sırada şimdi Mısır var. AKP’nin kardeş partisi ve KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun’un dile getirdiği gibi Erdoğan’ın da üye olduğu Müslüman Kardeşler'i iktidardan indiren ve yine Erdoğan’ın ‘‘kardeşim’’ dediği seçilmiş cumhurbaşkanı Muhamed Mursi’yi tutuklayan, onu 'terörist' ilan eden General Sisi ile kucaklaşma var. 

Söylemediği söz bırakmadığı Beşar Esad ile ise çoktan 'sıcak ilişkiler' kurulmuş durumda. Bu ilişkinin bir yanında ise bölgede her alanda Türkiye ile rekabet halinde olan, ancak Kürdistan meselesinde tıpkı Türkiye gibi karın ağrısı olan İran var.   
Türkiye’nin bu ‘U’ dönüşü girilen yanlış yolda yapılan doğru bir muhasebe sonucu gelişmiyor. Yani hatadan dönme üzerine kurgulanmış yeni bir yol haritası değil. Dahası daha kirli ve kanlı bir süreç için yapılıyor. 

Sadece Türkiye’de değil, küresel çapta da mide bulandırıcı olarak görülen bu dönüşün iki nedeni var: Birinci neden, hiç şüphesiz iflah olmaz Kürt düşmanlığı. Kürtlerin elde ettiği ve doğuştan gelen haklarını ortanda kaldırmak veya mümkün olduğunca sınırlamak. Kürt soykırımını tamamlamak.  İkincisi ise Erdoğan’ın ‘özel’ durumu ile ilgili.  

ERDOĞAN’IN ADAMLARI GÜLENCİLERLE GÖRÜŞÜYOR

Erdoğan ve cuntası bu hedeflere ulaşmak için şimdi içeride de yeni bir hamle yapma peşindeler. Son birkaç yıldır iktidar kavgasına tutuştukları eski yol arkadaşları ile yani Gülen Cemaati ile birtakım görüşmelerin yapıldığı haberleri gelmekte. 

Batı Avrupa’da, Türkiye'nin çok önemli bir müttefik ülkesinde bazı görüşmelerin yapıldığı, ABD’nin Pensilvanya eyaletine ise Erdoğan’a yakın ancak aynı zamanda Fettullah Gülen ile de ilişkisi olan bir grup ‘akil adamın’ arabuluculuk için gidip geldiği söyleniyor.  AKP’nin ‘derindeki adamlarından’ Cemil Çiçek’in  "Şimdi sırada içerideki dostlarımızın sayısını arttırmak var" demesi,  "köprünün iki ayağından" ve ‘’özeleştiriden’’ bahsetmesi bununla alakalı. Ancak Gülen Cemaati ile yeni ‘barışa’ Erdoğan’ı teslim aldığını söyleyen Ergenekoncuların nasıl tepki vereceği ise merak konusu. 

Türk devleti Rusya, İsrail, Mısır, Suriye ve İran ile ‘normalleşmeyi’ sağlayarak Kürtlerin önünü kesebileceğini hesaplıyor. Bunun çok kolay olmadığı açık. 

Çünkü Kürt ve Kürdistan inkârı üzerine şekillenen eski Ortadoğu paramparça olmuş durumda. Hiçbir sihirli güç yıkılan eskiyi yeniden inşa edemez. Kürdistan’ı sömürge statüsüne mahkum eden eski parçalanmıştır.  Baktığı halde görmeyenler eski Ortadoğu’da yaşadığının hayalini kurabilir. Erdoğan ve cuntasının gördüğü hayal gibi.  

Ama bu gerçeği değiştirmez. Gerçek ise çok keskindir; Türk devletinin uykusunu kaçıran eski dengeler köklü olarak değişti. Bu dengeler içerisinde Kürtler eskiden olduğu gibi hesaba katılmadan yeni dengeler kurulamaz. 

KÜRT DİRENİŞİ DENGELERİ DEĞİŞTİRDİ

Özellikle 2014 yılının Ağustos'unda Şengal’e ve Eylül’de ise Kobanê’ye DAİŞ çetelerinin saldırmasıyla birlikte Kürt direnişi güç dengelerinin radikal olarak değişmesine yol açtı.  Türk devletinin ve onun tepesindeki Kürt düşmanı Erdoğan’ın hesaplarını altüst edecek askeri-siyasi gelişmeler yaşandı. Yeni dengeler oluştu. 

Kürtler bir taraftan kendi topraklarını savunurken, diğer taraftan bölgesel gericiliği arkasına alan DAİŞ'i ağır bir yenilgiye uğrattı. DAİŞ’in Kobanê’de aldığı ölümcül darbe aynı zamanda bölgesel gericiliğe ve sömürgeciliğe vurulmuş bir darbe oldu. Abartısız söyleyebiliriz ki, Kürtler Suriye ve Irak’ta DAİŞ’in sökülüp atılması için mücadele veren bölgesel ve küresel güçlerin neredeyse öncüsü konumuna geldi. 

Askeri alandaki bu başarı çok geçmeden kendisini siyasal alanda da gösterdi. Türk ve İran devletlerinin tüm itiraz ve şantajlarına rağmen Kürtlerin tarih sahnesine bir aktör olarak çıkması önlenemedi.  Önlenemiyor. Kürtlerin örgütlü gücü, askeri potansiyeli, siyasi becerileri ve Türk devletinin tüm blokajına rağmen uluslararası çapta elde ettiği diplomatik başarı ve kamuoyunda yükselen sempatisi onu tartışmasız bir aktör haline getirdi. 

Şimdi Türk devleti bir anlamda çöken soğuk savaş döneminin ilişkilerini yeniden kurmak istiyor. 1975 yılında Mele Mistafa Barzanî önderliğindeki Güney Kürdistan Hareketi’ni yenilgiye uğratan Cezayir Anlaşması’nın ruhunu diriltmeye çalışıyor. Tarihin tekerrür edebileceğini düşünüyor. 

Fakat görünen o ki, bu kez tarih tekerrür etmeyecek. Bunun en büyük güvencesi ise Kürtlerin kendisidir. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin varlığı, örgütlük düzeyi, askeri-politik-diplomatik kapasitesi ve her şeyden önemlisi de insan kaynakları bu tekerrürün önünde yıkılmaz bir set oluşturuyor. 

İkincisi, Türk devleti kadar ‘normalleşme’ için yakardığı bölgesel ve küresel güçler de kendi çıkarlarını düşünüyor. Hiç kimse Erdoğan’ın kara gözü, kara kaşı için Kürt ve Kürdistan politikasını soğuk savaş yıllarındaki konuma çekecek değil. Bu beklenti boş ve reel politik durumla çatışma içinde olan bir beklentidir. Ortadoğu’da tarih sahnesine güçlü bir aktör olarak çıkan ve mücadelesiyle tarihin akışını değiştiren Kürtleri yok sayarak bir yere varılmayacağını herkes görüyor. Türk devleti bunu görmüyorsa, bu artık onun sorunu. 

PKK YENİLSEYDİ ERDOĞAN 'U' DÖNÜŞÜ YAPMAYACAKTI

Yeri gelmişken bir gerçeğin daha altını çizmekte yarar var. Bakurê Kürdistan’da son bir yılda Türk sömürgeciliğine karşı gösterilen direnç ve direnişin muazzam sonuçları ortaya çıkmıştır.  Türk savaş aygıtının yakıp yıktığı şehirlerin ortaya çıkardığı fotoğraf üzerinden ‘’PKK’nin yenildiğini’’ söylemek dar bir bakış açısıdır. Elbette ki bu son savaşın konuşulacak, hatta tartışılacak birçok yönü var. Ama meseleye Rojava bütünlüklü bakıldığında bu son direnişin Kürdistan’ın geleceği açısından tarihi kazanımlar ortaya çıkardığını görebiliriz.  En büyük kazanım da Rojava Kürdistanı’nın önünü açmış olmasıdır.  

Herkes şunu bilmeli ki, eğer iddia edildiği PKK yenilmiş olsaydı burnundan kıl aldırtmayan Erdoğan ve cuntası Rusya, İsrail karşısında diz çökmeyecek, Esad ile anlaşma yollarını aramayacak, general Sisi’ye ‘’barışalım’’ mesajları göndermeyecek, daha yeni ‘terörist örgüt’ diye ilan ettiği Fethullahçılarla gizli gizli görüşme yapmayacaktı. Ve 3 milyon Suriyeli göçmene ‘vatandaşlık’ verme planını devreye koymayacaktı.   

Yani Erdoğan’ın ’U’ dönüşünün nedeni Bakurê Kürdistan’da her türlü savaş tekniğini kullanmasına rağmen PKK'yi yenilgiye uğratamamasıdır. Bu PKK ve bütün Kürtleri hedef alan  'Çökertme Planı'nın çökmesiyle alakalı bir durumdur.       

Bu nedenle kapalı kapılar ardından Tük devleti hangi tavizi verirse versin, neyini satarsa satsın herkes sahadaki duruma bakarak karar verecek, yol alacaktır. Kaldı ki İran ve Şamd’aki Baas rejimi hariç bölgesel ve küresel güçlerin Türkiye’nin bir saplantı haline getirdiği anti-Kürt politikası yoktur.

Reel politik gerçekler Türk devletinin lehine değil, aleyhine işlemektedir.  Bu durumu Erdoğan "Haritadan silinecek duruma doğru giden bir Suriye var. Buna göz yummak mümkün değil" sözleriyle itiraf da etti. 

Bu itirafın tercümesi şudur: Suriye parçalanmış durumda. Desteklediğim DAİŞ kaybetti. Bu kaos ve iç savaş Kürtlerin güçlü bir aktör olarak ortaya çıkmasına yol açtı. Irak ve Suriye’de Kürtlerin öncülük ettiği güçler ağırlık kazanmakta ve çözüm modelleri her geçen gün daha kabul görmekte.  Bunun önüne geçmek gerekir. 

Erdoğan ve Türk devletinin derdi bu.  Onlar için Suriye’nin bir önemi yok. Yüz binlerce insanın ölmesi, milyonlarca insanın göç etmesi umurlarında değil.  Tek dertleri Suriye’de kendi türdeşleri olan ırkçı ve tekçi yönetimin neden olduğu iç savaştan Kürtlerin yükselen ve vizyon sahibi bir aktör olarak ortaya çıkmasını önlemekti. Ama yapamadılar.  

Hani bir Türk atasözü var ya, "Atı alan Üsküdar’ı geçti’’ diye. Şu anda Kürdistan’ın merkezinde bulunduğu Ortadoğu’daki reel politik durum tam da böyle bir şey. Erdoğan ve cuntasının görmediği ve kabullenmediği gerçek ise ‘’Üsküdar’ı geçen atın’’ bir daha geri dönme niyetinin olmadığıdır.