Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu, bilindik anlamda milletvekili dokunulmazlığı, toplumdaki ezici çoğunluğun farklı fikir ve siyasi görüşlerin gelişimini engellemesini önlemek ve siyasal eşitliği sağlayabilmek adına oluşturulmuştur. Sadece Türkiye’de değil, dünya da bunun gerekliliği ve mantığı budur. Siyasal eşitlik, aynı zamanda yurttaşlıkta eşitliktir.
Günümüz Türkiye’sinde yurttaşlık eşitliği bir türlü sağlanamamış durumdadır. Şimdiye kadar Kürt Özgürlük Hareketinin Kürt halkının varlığının tanınması üzerine yürüttüğü mücadele, Kürt halkının inkârı üzerine kurulan bütün politikaları yok etmiş ve Kürt Halkının varlığı kabul edilmiştir. Ancak halk olmaktan kaynaklı haklarının kullanımı konusu yeni bir mücadelenin konusu olagelmiştir. Türkiye’deki sistemin demokratikleştirilmesi ‘’Demokratik Cumhuriyet’’ bütün yurttaşların haklarıyla birlikte yaşamı ‘’Ortak Vatanda Eşit Yurttaşlık’’ olarak yeni mücadelenin mottoları olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’deki eşit yurttaşlık mücadelesini sadece Kürt Halkı ile sınırlı tutmak haksızlık olur. Alevi halkının, Asuri-Süryani halklarının, Ermeni halkının, Romanların ve tüm ezilen halk ve kesimlerin eşit yurttaşlık mücadelesi devam edegelmiştir.
MÜCADELE HATLARININ BİRLİKTELİĞİ OLARAK HDP
HDP, siyasal eşitlik ve hak mücadelesinin ortak yürütülmesi adına ortaya çıktı. Şimdiye kadar kimlik eksenli yürüyen mücadelelerle, sınıf mücadelesinin ortaklaşması, Türkiye siyasi tarihi açısından da yeni bir dönemeci ifade etmektedir. Mücadele hatlarının birlikteliği, ‘’Ortak Vatanda Eşit Yurttaşlık’’ ve ‘’Demokratik Cumhuriyet’’ anlayışıyla bir araya gelmişti. Bu hattın güçlenmesi ise yeni bir toplumsal düzeni kendisiyle birlikte getirecekti.
HDP bileşeni güçler Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir fırsat olarak değerlendirdi ve Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’ı Cumhurbaşkanı adayı olarak belirledi. Demirtaş’ın Kürt halkının içinden çıkan bir isim olması Kürt halkını ve şimdiye kadar halk olarak inkâra karşı mücadele eden bütün halkları, Demirtaş’ın söylemleri ve seçim politikası da sınıfsal mücadele yürüten kesimleri ikna eden ve HDP mayasının tutmasını sağlayan bir kampanya oldu. Eşit Yurttaşlık ve Demokratik Cumhuriyet artık toplumda yankı bulan bir noktaya ulaşmıştı. Akabinde gelen genel seçimlerde HDP, aday profili ve seçim kampanyasıyla yüzde 10 seçim barajını aşarak 80 milletvekiliyle meclise girmeyi başardı. Bu başarı, cumhuriyet boyunca alışılagelmiş ya da inşa edilmiş toplumsal düzenin de yeniden inşasını ortaya koymayı bir zorunluluk haline getirdi. Çünkü inkâr edilen halklar, ezilenler, emekçiler artık bir aradaydı ve onların sözcülüğü konumunda bulunan HDP bir siyasal başarıya imza atmıştı. Bu, şimdiye kadar devletin var olduğunu söylediği ama aslında hiç olmamış olan ‘’Siyasal Eşitliğin’’ mücadele yoluyla sağlanmasına giden yolda önemli bir dönemecin açılmasıydı.
Ancak bu eşitlik mücadelesine karşı 1 Kasım Darbe seçimleri zorla topluma dayatıldı ve ardı ardına yaşanan katliamlarla toplum büyük bir kıskaç altına alındı. HDP şahsında oluşan mücadele birlikteliği yıpratarak ve baraj altına iterek yok edilmek istendi. Tüm baskılara rağmen HDP barajı aşmayı ve mücadele ortaklığını büyütmeyi başardı. Ancak devreye konan savaşın dozu artarak devam etti. Şimdi ise dokunulmazlıkların kaldırılıp, vekillerin tutuklanması ve HDP’nin itibarsızlaştırılmasıyla bu süreci tamamıyla yok etmek istiyorlar.
KÜRT HALKININ SİYASAL ÇÖZÜM ARAYIŞI
7 Haziran seçimlerine giderken 28 Şubat 2015 tarihinde HDP ve Hükümet heyetinin Dolmabahçe’de açıkladıkları 10 maddelik mutabakat metni, Cumhurbaşkanı tarafından yok sayıldı ve Müzakerelere geçilme aşamasında, Kürt Sorununun Türkiye’nin Demokratikleşmesi ekseninde başlayan çözüm süreci bitirildi. Erdoğan’ın yakın çevresine ‘’Çözüm süreci bitti demeyeceğiz, süreç buzdolabındadır söylemine devam edeceğiz’’ dediği de tarihin kayıtlarına düşmüş oldu.
Kürt Halkının sorunun siyasal çözümünün gündeme alınması için gerçekleştirdiği ‘’Özyönetim Açıklamaları’’ siyasal bir talep olarak kabul edilmedi ve açıklamayı yapan, o açıklamada bulunan herkes ‘’ömür boyu hapis cezası’’ istemiyle tutuklanmaya başlandı. Siyasal çözümü gündemine almayan hükümet ve devlet, siyasal talepleri silahla bastırma yoluna giderek, savaşı şehirlere taşıdı. Temmuz 2015’ten bugüne kadar hükümetin savaş konsepti sonucunda 5 binden fazla kişi gözaltına alındı, binden fazla kişi tutuklandı. Yaşanan çatışmalarda ise yaşamını yitirenlerin sayısı bini geçmiş durumda. Savaşı ilk kim başlattı soruları kamuoyu gündeminde tartışılırken, hükümetin Kamu Güvenliği Müsteşarlığı aracılığıyla Genelkurmay Başkanlığına sunduğu ve ortaklaştıkları ‘’Çöktürme Planı’’nın Eylül 2014’te hazırlandığı ve kabul edildiği ortaya çıktı.
Şehirlerin yıkılması ve yaşanan çatışmalar sonucunda ortaya çıkan tablo ve gerçeklere rağmen, Kürt Halkının Kürt Sorununun siyasal yollarla çözüm arayışları devam etti. DTK Olağanüstü bir çağrıyla genel kurulunu topladı ve Kürt Sorununun Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi çerçevesinde nasıl çözüleceğini 14 madde ile deklare etti. Ancak bu deklarasyon da hükümet tarafından yok sayıldı ve deklarasyonda konuşma yapan HDP, DTK, DBP, HDK Eşbaşkanları hakkında soruşturma başlatıldı.
KATLİAMLAR
Savaş konsepti tüm hızıyla devam ederken, Cizre’ye 10 bin kişilik bir ordunun sevkedildiği haberleri geldi. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları Cizre ve Silopi haritası önünde fotoğraf çekip, kamuoyuna servis ettiler. Tüm topluma ‘’Çöktürme’’ planının devreye girdiği deklare ediliyordu. Silvan’da, Silopi’de, İdil’de, Dargeçit’te, Sur’da, Yüksekova’da, Cizre’de, Nusaybin’de katliamlar yapılacağının işareti veriliyordu. Nitekim yaşananlar ve ortaya çıkan görüntüler, hukuksuz bir savaşın devreye konulduğunu gösteriyordu. Cizre’de bodrumlarda olan sivillerle ilgili tüm bilgiler İçişleri Bakanlığına iletilmesine rağmen bodrumlarda 16 gün boyunca bekletildiler. Yaralıların olduğu bilgisi, yaş, cinsiyet bilgileri hükümete iletilmesine rağmen, 16 gün boyunca canlı yayında tüm topluma ölümleri izletildi. Ambulansların çatışmalar nedeniyle o bölgeye gidemediği algısı topluma verildi ve ambulans mizansenleri yapıldı. Sağlık Bakanı sessiz sedasız Cizre’ye gidip, bir ambulansın önünde fotoğraf çekip geri geldi. Cizre’de bodrumlarda mahsur kalanlara ilişkin tek bir cümle etmediği, basındaki demeçlerden anlaşıldı. Derdin bodrumlardaki yurttaşlar olmadığı da. Ve o bodrumlardaki yurttaşlar 17 inci günde diri diri yakıldılar. ‘’Vahşet Bodrumları’’ olarak ifade edilen iki yerde yüzlerce yurttaş katledildi. Benzeri katliam girişimi Sur’da da denendi. Ancak hem kamuoyuna yansıyan görüntüler hem de halkın tepkisi benzeri bir tablonun ortaya çıkmasını engelledi. Toplu katliamlar olmasa da onlarca genç katledildi. Operasyonların bittiği açıklamasından sonra bir evde kaldığı belirlenen sivillerin çıkarılması için hükümetle görüşmeler yapılırken, tankın ezdiği gençlerin fotoğrafları kamuoyuna servis edildi.
Nusaybin’de ise ciddi bir dirençle karşılaşan hükümet, kendi medyası tarafından Nusaybin’in havadan bombalanmasını gündeme getirdi. Kamuoyu tepkisi oluşurken, Cumhurbaşkanı ilk ağızdan bunun mümkün olabileceğini açıkladı. Savaşın her şeye rağmen, insanlığa karşı işlenen suçlarla devam ettirileceği ifade edilmiş oldu.
DOKUNULMAZLIKLAR
Hükümetin ve Saray’ın oluşturmak istedikleri ‘’Başkanlık’’ darbesi önünde engel gördükleri HDP’nin ve vekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmaları, darbenin en önemli aşaması olarak karşımızda durmaktadır. Faysal Sarıyıldız ve Tuğba Hezer üzerinden işlettikleri gündemin en önemli hedefi ise HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş. Tuğba Hezer’in katıldığı bir taziye üzerinden linç edilmesi ve Faysal Sarıyıldız’ın aracıyla silah taşıdığına dair uydurulan asparagas haberlerle HDP ve şahsında bir araya gelen mücadele birlikteliği hedeflenmektedir. Hükümetin bu planını uygularken yanına yedeklediği MHP’nin yanında, CHP’nin de bu kampta yer alması şaşırtıcı değildir.
İKİ PARTİLİ SİSTEM ÜZERİNDEN CHP İLE ANLAŞMA
CHP’nin iki partili Başkanlık sistemi konusunda AKP ile anlaştığı görülmektedir. AKP’nin CHP’ye ‘’MHP zaten bölünecek oylarının bir kısmı size bir kısmı bize kayacak. HDP’yi de meclis dışına itip, dokunulmazlıklarını kaldırıp itibarsızlaştırınca oylarının bir kısmı size, bir kısmı bize gelecek’’ diyerek ikna ettiği görülmektedir. Bu yönüyle CHP’nin AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın Başkanlığına, tek adamlığına, diktatörlüğüne evet dediği görülmektedir. Meselenin sadece CHP’nin kararı olmadığını da görülmektedir. Bir bütün olarak devletin bu yönlü bir karar aldığı görülmektedir. Sadece siyasal alanda HDP’nin yok edilmesi değil, sendikal alandan sivil topluma kadar bütün bir toplumun iki partili sistem üzerinden inşasına dair ciddi emareler bulunmaktadır. AKP toplumdaki kutuplaşmayı da, iki partili sistem üzerinden giderebileceğini hesaplamaktadır. Biriken gerilimin bir kırılmaya yol açmadan, bir evriltmeye dönüşmesi açısından bu sistemin daim olması noktasında CHP’yi ikna ettiği görülmektedir.
Çok net ifade etmek gerekir ki;
Dokunulmazlık konusunun meclise geldiği gün 12 Eylül 1980 günü ile aynı gündür.
Dokunulmazlıklar meclise gelir ve meclis genel kurulu genel bir akıl tutulmasıyla dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet derse, o gün Recep Tayyip Erdoğan artık Kenan Evren’dir. CHP’nin demokrasi diye pazarlamaya çalışacağı şey, Tek Adamlık Sultasıdır, Diktatörlüktür. Varlığına gerek olunmayan bir MHP’nin sözü, Erdoğan’ın sözünün kötü bir kopyasıdır artık. Mesele dokunulmazlık değil, 5 milyonun meclis dışına itilmesidir. Aileleriyle birlikte 15 milyon insanın iradesinin yok sayılmasıdır.
Dokunulmazlıkların kaldırılması bu ülkede barışa çıkan yolun kapanmasıdır. Siyasal eşitlik arayışının bitmesi ve bunun araçlarının, siyaset kurumunun yok edilmesi, toplumu öldürme biçimidir. Çözüm arayışlarını, mücadele araçlarını ve barış yolunu yok etmenin maliyetini bu toplum kaldıramaz.